Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@deareader

Arkadaşlarr kızmayın ama bölümü düzenlemeden atıyorum yoksa tekrar okursam baştan yazmak isteyeceğim sorry :')

İyi okumalar.

-----------

Aradığım kitabı sonunda bulup yerinden aldığımda, önü boş olduğu için arkasında ki kitaplar düşmüştü. Düzeltmek için elimi uzattığımda diğer taraftan biri önce davranarak düşen kitapları kaldırdı. Açılan boşlukta beliren yüz Berk'e aitti. Derin bir nefes almaya çalıştım ama aldığım nefes göğsüme iğne gibi batımıştı.

Konuşmak için yalvaran gözlerle bakıyordu.

"Berk..." dedim gözlerimi kapatarak. "Hayır."

"Ahu..." dedi ismimi uzatarak. Bana böyle seslenmesinden hoşlandığımı biliyordu.

Dikkatimi kitaba vererek kapağını inceledim daha sonra içini karıştırmaya başladım.

"Zorlaştırıyorsun."

"Zorlaştıran sensin..."

"Sadece önüme bakıyorum, sen de öyle yapsan iyi edersin."

"Yapma... saçma sapan bir sebepten her şeyi bitiremezsin, yıllarımızı yok mu sayacaksın?"

"Hiç bir şeyi yok saymaya niyetim yok."

"Ne yapacaksın ya?"

Kitabı kapatıp aralıktan yüzüne baktım. Ona karşı ne hissettiğimi, hissettiğim şeylerin ne kadar derin olduğunu ve bu ayrılık sürecinin bana ne kadar süreye -tahminî olarak- mâl olacağını anlamak için zaman zaman karşı karşıya gelmenin iyi olabileceğini düşünüyordum, ama bu birbirimizle muhatap olacağımız anlamına gelmiyordu.

Geçirdiğimiz zamanları elbette özlüyordum, canımı acıtıyordu, ama bu acı; birbirini çok sevip, evlenme kararı almış iki çiftin çekeceği max ayrılık acısından daha derin değildi.

"Hiç bir şey. Geçirdiğimiz o yılları silmek, unutmak gibi bir hedefim yok. Sadece gelecekte, yapacağım seçimlerde çok işime yarayacak, harcanan bir şey yok. Kafana takma sen."

"Ne istiyorsun? Yani nasıl birini istiyorsun, anlat." Bunu öyle bir sormuştu ki, sanki sıraladığım her şeyi olacakmış gibi istekli bir hali vardı.

Dudağımın tek kenarı yukarı kıvrıldı.

"Korkmayan birini istiyorum. Ateşe atlayacak olsam, atlamaya benden daha hevesli olan birini istiyorum. O biri olacak mısın?"

Gözleri tereddütle kırpıştırdığında, "O zaman sorun yok," diyerek elimdeki kitabı kapatıp boşluğa geri koydum. Böylece aramızda ki iletişimi sağlayan küçücük boşluk kapandı.

Ona bunları öylesine söylüyordum, öyle biri olmasını beklediğim yoktu. Berk şu an böyle biriydi ve onu suçlamıyordum. Hala çok küçük sayılırdık ve henüz tam olarak kendimizi bulduğumuzu düşünmüyordum.

Yine de onu sevsem bile ona tekrar güvenmem mümkün değildi. Onunla devam etme düşüncesi beni rahatsız ediyordu.

İkimizin de vakti boldu, daha bir sürü insanla tanışabilir, vakit geçirebilirdik. On yedi yaşından beri beraberdik ve neredeyse birbirimiz dışında başka insanlarla tanışıp vakit geçirmeyi denememiştik bile ve ayrı kaldığımız sürede bunun farkına varıp üzerine düşündüğümde, bu çok rahatsız edici ve yanlış gelmişti. Belki de sürekli birbirimize maruz kaldığımız için hala beraber olmaya mecbur hissediyorduk. Belki de bağımlı olmuştuk ve bunu 'doğru insan' tarafına lanse ediyorduk, bilmiyordum.

Düşüncelerim karmakarışıktı. Ben daha kendimi çözememişken böylesine çuvallamış, nereye gittiği belli olmayan bir ilişki üzerine düşünmek istemiyordum. Sadece yaşamak istiyordum. Yaşamak ve yavaş yavaş büyüyüp, öğrenmek...

Kütüphaneden çıkarken telefonum titredi.

Efe; iki hafta sonra film festivali varmış.

Efe; birlikte gidelim mi?

Bir de Efe vardı; asla çözemediğim matematik problemi gibi.

Onun hakkında ne yapacağımı bilmiyordum. Bir şey yapmam gerekmediğini biliyordum, ama kendimi buna ikna edemiyordum çünkü içimde sürekli nereden geldiğini bilmediğim 'ya ipin ucunu kaçırırsam?' düşüncesi beliriyordu.

Tek elimle saçlarımı karıştırdım, yine her şey çok saçmaydı.

Bir dakika ne? Tekrar telefona baktım.

Birlikte gidelim mi?

"Birlikte filme mi gidelim?!"

Olduğum yerde kalırken çevremdeki bir kaç insanın bakışlarını üzerimde hissettim.

Bana değişik değişik bakan insanlara bakarken konuştum. "Ay ne var, hiç mi bağıran insan görmediniz?"

Yürümeye devam ederken hala konuşuyordum. "Bunlarda nerede yaşıyorsa artık, her şeye bir tepki verecekler. Aynen ilk defa görüyorsun bağıran insan..." tekrar mesaja baktım. "Of ben ne yazacağım şimdi ya..."

Yazmak yerine kulaklığımı takıp, sevdiğim bir şarkıyı açtım. Biraz sakinlemem gerekiyordu, yoksa saçma sapan bir şeyler söyleyebilirdim.

Adımlarımı izlerken düşinüyordum. Acaba abuk sabuk konuştuğumda ne düşünüyordu? Gereksiz yükseldiğim zamanlar bu ne biçim bir kız falan diyor muydu acaba? Omuzlarım titrediğinde utandığımı hissettim.

Bir daha o kadar uzun konuşmamaya karar verdim. O an rahat hissetsem bile sonra kötü hissediyordum.

Evime kadar yürüme mesafesi çok uzak sayılmazdı, ama nedense bitkin hissediyordum. Otobüse binmeye karar verdim.

Otobüse bindiğimde ise fikrim şu yönde değişmişti. Aslında üzerine düşünmemiştim bile sadece yapmıştım.

Efe aranıyor...

"Efendim, güzelim?"

"Neden bana güzelim diyorsun?"

Güldü. Yine içimde bir şeylerin uçutupunu hissediyordum. "Telefonu açar açmaz ilk bunu mu sorguluyorsun?"

Neden kalbim bu kadar hızlı çarpıyordu?

Bence insan şeritleri izlerken akıllı düşünemiyordu.

"İlk sen konuştun ve bana güzelim dedin?"

"Rahatsız mı oldun?" Sesi nefes nefese kalmış geliyordu ve sanırım müsait değildi, arkadan kalabalık içinde olduğu belli olan bir uğultu geliyordu.

"Güzel biri olduğumu düşündüğün için mi öyle söylüyorsun?"

"Ahu, sen iyi misin? Sesin kötü geliyor."

Nedense ağlamak üzereymiş gibi hissediyordum.

"Bilmiyorum, ağlayabilirmişim gibi her an."

"Ne oldu?" Sesi endişeliydi. Kapı kapatma sesi geldiğinde, arkada ki seslerin kesilmesinden daha sakin bir yere geçtiğini anladım.

"Bundan sonra seninle daha az konuşacağım."

"Neden?"

"Öyle gerekti."

"Ne demek öyle gerekti? Ahu, ne oluyor?"

"Sen de kafa dinlersin artık işte, fena mı..."

"Güzelim..." dedi bastırarak. "Bana ne olduğunu anlatacak mısın?"

Konuşmak için ağzımı açtığım sırada kapının açıldığı sesini duydum. Sonra bir kız sesi geldi.

"Efeee, gelmiyor musun? Oyuna devam ediyoruz."

Efe'nin bıkkın sesi geldi. "Geleceğim, beş dakika izin verir misin?"

"Ah, peki tamam bekliyorum, acele et."

Kapı kapandı.

"Müsait değilsin, kapatayım."

"Saçmalama, gayet müsaitim."

"Buradan hiç öyle gözükmüyor ama, baksana kız ölmüş beklemekten."

"Sence umrumda mı?"

"Ben de sormadan aradım, ne kadar aptalım..."

"Bir şey olmuş..." duraksadı. "Bir şey olmuş sana ve anlatmıyorsun."

"Bir şey olduğu yok." Gözlerim dolu doluydu ama ağlamayı reddediyordum.

"O herifle mi alakalı?" diye sordu hoşnut olmayan bir sesle.

"Onun bir adı var."

"O herifin ismini konuşmayacağım seninle Ahu, ne olduğunu söyle."

Sağ gözümde mi doluluk pes etti ve aşağı doğru sürüldü.

"Gerçekten bir şey olmadı." Burnumu çektim.

"Ama ağlıyorsun."

"Nereden anladın?"

"Sümüğünü çekişinden." Dediğinde istemsizce güldüm.

"Aptal."

"Senin kadar olamam."

Israr etmedim. Gerçekten kimse benim kadar aptal olamazdı.

Sessizlik. Burun çekişi.

"Film festivaline gidecek miyiz?" diye sordum birden gereksizce. Bence artık beni yadırgamıyordu.

"Bilmem," dedi muzipçe. "Gidecek miyiz?"

"Seni içeriden beklemiyorlar mı?" diye sordum bu sefer.

"Daha önemli bir işim var gibi görünüyor."

"Ne gibi?"

"Sümüklü bir güzele günlük olma görevi gibi."

Beni onlardan daha çok mu önemsiyordu?

"Sümüklü bir güzel? Güzel biri çıkmam için manifest mi yapıyorsun sen acaba?"

"Sümüklü kısmına takılmak yerine oraya mı takıldın cidden?"

"Ne? Ağlayan her insanın burnu akar."

"Neden ağlıyorsun peki?"

"O kız senin arkadaşın mı?"

"Evet desem dayak yiyecekmiş gibi hissediyorum."

"Yani öyle sadece kız dediğime bakma, diğerlerini de soruyorum."

"Merak mı ediyorsun?"

"Yok ya, öylesine... umrumda değil falan dedin. Bekliyorlar bir de, çok ayıp oluyor gibime geldi. Ondan."

"Bir insanın bir huyu nasıl bu kadar hem sinir bozucu olup hem tatlı olur, anlamıyorum."

"Kimin huyu?"

"Arkadaşlarım, ama yakın değiliz o kadar. Çok ısrar ettiler bir araya gelmek için, bir defalığına kabul ettim."

"Seviyorlar seni galiba, o kadar ısrar ettiklerine göre..."

"E yani ilgilenenler var demek ki, dediğin gibi o kadar ısrar ettiklerine göre..."

"E sen git madem, yazık kıza çatladı seni beklemekten, artık nasıl bir oyun şeysiyse o, beklediğine değecek gibi ki o kadar bekliyor..."

Ne dediğimi anlamıyordum, ama ağlamam kesilmişti. Sadece içten içe sinirlerimin gerildiğini hissediyordum.

"Evet evet, güzel bir oyuna benziyordu, bahsetmişlerdi ama... bak unutmuşum."

Açık açık alaya alıyordu beni.

"Ahlaksız adam..." diye çıktı ağzımdan.

"Hm, efendim?"

"Diyorum ki hatırlartırlar sana hatırlatırlar, ben gördüm o potansiyeli.." Evimin olduğu durağa gelmiştim, ama telefonu kapatmak istemediğim için bir şey demeden sessizce otobüsten indim.

"Festivale gelecek misin?" diye sordu sessizliği bozarak, sesinde ki alay uçup gitmişti.

Soğuk hava yüzüme ve kazağımın açıkta bıraktığı gerdanıma temas edince ürpermiştim. Kabanımın açık olan yakalarını tek elimle birleştirirken bir yandan ona ne cevap vereceğimi düşünüyordum.

"Birbirimizi mi göreceğiz yani?"

"Eğer istiyorsan... ama görmeyedebiliriz. Sadece birlikte film izlemiş oluruz. Sonuçta..."

Duraksadı.

"Sonuçta ne?"

"Birbirimizi daha önce görmedik... öyle değil mi?"

Neden bu sorusu içimi gıdıklıyordu?

"Evet."

"Yani endişelenecek bir durum yok, görünüş itibariyle birbirimizi tanımıyoruz. Anladın mı?"

"Evet," sesinde gerçekten bir tuhaflık vardı. "Anladım, o kadar aptal değilim."

"Değilsin, evet."

"Efe?"

Yürümeyi bırakıp kenara geçerek, sırtımı rastgele bir binanın duvarına yasladım.

"Efendim?" Geç cevap vermişti.

"Görüşebiliriz... yani bu konuda endişeli değilim."

"Biliyorum."

"Aslında... ben merak ediyorum..."

"Neyi?"

"Seni."

Çok ani olduğunu hissedince düzeltme gereği hissettim.

"Yani... bana karşı bu kadar sabırlı ve nazik olan insanı merak ediyorum... ve haklıyım bence."

Hışırtı sesleri geldi.

"Efe?"

"Bazen beni çıldırtıyorsun."

"Ne?" Kalbim ağzıma gelmişti.

"İki hafta değilde, iki sene bekleyecekmişim gibi."

"Yine ne diyorsun?"

"Ah Ahu... hiç bir şeyin farkında değilsin."

"Gerizekalı, böyle kinayeli kinayeli konuşup benimle oynarsan nasıl anlayabilirim?"

"Aptalım diyemiyorsun tabii..."

Elimi suratıma kapatıp, "Allahım şunu yok et!" diye yakardığımda kahkaha attı.

"Gülmeyi kes ve derhal arkadaşlarının yanına defol!"

Kapının tekrar açıldığını ve bu sefer erkek bir sesin ona seslendiğini duydum.

"Kalmasını istesen bile prensin şu an gitmek zorunda..."

"Ne prens ama, tanrım gözlerim kamaşıyor..."

"Artık onu beni gördüğünde karar vereceksin."

"Tipim olmadığına yüzde yüz eminim."

"Seni görmek için sabırsızlanıyorum, Ahu." Yine sesinde o tuhaf ton vardı.

"Bana sen âşık olmada."

Yine o muhteşem tını kulaklarımı doldurdu. Ne kadar çok gülüyordu öyle.

"Kapatıyorum." dediğinde onu beklemeden ben kapattım.

Aklımda dile getirmek istemediğim başka bir ihtimal belirdi.

Eve yürürken çoktan o ihtimalin başıma gelmemiş olmasını diledim.

☆☆☆

Efe'nin sürekli patır patır Ahu'ya yürümesi hakkında... ben bu çocuğu hiç böyle düşünmemiştim niye böyle oldu acaba...

Neyse çocuklarımı çokça sevin, çok tatlılar.

Öptüm sizi :*

Loading...
0%