@deareader
|
Selam! Bu bölümü yazarken çok keyif aldım, umarım siz de keyif alarak okursunuz. Beğenip yorum yapmayı unutmayın <3 •☆•☆•☆• "Allah senin gibi tencereyi kahretsin!" Kabakları pişirdiğim, daha doğrusu yaktığım tencereyi suyu açarak lavaboya bıraktım. Düşüncelerimi engellemek için açtığım şarkıya, pencereden dışarıyı izlerken öyle dalmıştım ki, burnuma gelen yanık kokusunu ilk beş dakika kadar hayal sanmıştım. Artık patır patır sesler gelince geçte olsa ne halt yediğimin farkına varmıştım ama artık tencere kullanılmayacak haldeydi. Yanmış bal kabakları suyun içinde dağılmaya başladığında görüntü midemi kaldırmıştı. Ne bok yemeye beceremeyeceğimi bildiğim bir işe giriştiğimi bilmiyordum. Aklım yerinde olsa belki becerebilirdim. Ne kadar süre pişmesi gerektiğini elli ayrı siteden bakmıştım sonra annemin daha iyi bileceğini düşünüp onu aramıştım. Kabakların kabuklarını temizlerken etmediğim küfür kalmamıştı, sinir krizi geçirecek duruma gelmiştim ama onuda halletmiştim. Şekerini ayarlarken annemden ölçüyü aldığım halde kendimle kavgaya girmiştim; az şekerli olursa midem bulanırdı ama çok şekerli olması zararlıydı ve midemi bayardı ama ben çok şekerli seviyordum ve tahinle yemek istiyordum. Tahin çok acıydı o yüzden şekerli olması daha iyi olurdu. Elli saat düşündükten sonra şekeri fazla koymaya karar vermiştim. Her şey iyi giderken neden böyle olduğunu anlamıyordum, neden kabak tatlısı yapmak gibi bir girişimde bulunduğuma anlam veremiyordum. Mutfakta iyi değildim ve Efe bir haftadır bana yazmıyordu. Mutfakta iyi değildim işte, değildim. Kusa kusa içini boşalttığım tencereyi sinirle lavaboya geri fırlattım. Bok gibi hissediyordum, mesajlarıma cevap vermiyordu, bana bir şey söylemeden gitmesinden nefret etmiştim. Derslerim iyi değildi, kitap okuyamıyordum, şarkı dinlemek iyi gelmiyordu, şarkı söylemeye başladığımda ağlamak istiyordum. Kırk yıl sonra aklıma boya yapmak geldiğinde boyalarımı bozulmuş olarak bulmak hayattan bir kere daha beni nefret ettirmişti. Her şey kötüye gidiyordu, çok yalnız hissediyordum ve kayboluyormuş gibi. Çok berbattı. On dokuz yaşımda bu kadar kendi başıma olmamalıydım. Uzaklaşmak için başka şehirde okumaya geldiğim ailemi deli gibi özlüyordum. Anneme sarılmak istiyordum. "Aptal," diye bağırdım kendime, gözlerimde ki ıslaklığı kurularken. "Bunu sen seçtin, şimdi hayvan gibi üstesinden geleceksin." Tencereyi tellemeye başlarken gözüm ocağa kaydı. İyi ki kaymıştı, kaymasa olacakları düşünemiyordum. Bu sefer elimde ki teli fırlatıp koşarak ocağa yöneldim ve açık bıraktığım ateşi söndürdüm. "Aynen, kendinle birlikte evi yakmak harika olurdu. Kesinlikle." Çalan telefonum kendimle küfürleşme seansımı bölmüştü. Masanın üstünde duran telefonuma yöneldim, annem arıyordu. "Efendim, anne?" "Kızım ne yaptın, oldu mu tatlın?" Bir gün annemin sesini duyduğumda gözlerimin dolacağını söyleseler hayatta inanmazdım, oysa şimdi hüngür hüngür ağlamak istiyordum ki görüşeli çok olmuyordu. Gülümsemeye çalıştım. "Bir ton laf söyleyeceksin ama yaktım tatlıyı, o oldu." "Eyvah," diye konuştu acı acı. "Gitti güzelim kabaklar... Aklın nerede kızım senin? Başka önemli bir işin mi varda ocakta yemek unutuyorsun sen?" Yüzümdeki zoraki gülümseme kendiliğinden genişlemişti. Sanırım beni böyle azarlamasını bile özlemiştim. "Ocağıda öylece açık unutmuşum ona da kızsana..." dedim uzatarak. Sesimin titremesine engel olmak için büyük çaba sarf ederken bir yandan yanan gözlerime ellerimle hava yapıyordum. "Ahu sen beni hasta mı edeceksin, ocağı açık unuttum ne demek, biz sana güvendikte gönderdik taa nerelere, başımıza iş mi açacaksın yavrum sen? Bak vallahi gönderirim babanı gelir alır seni bir daha ayırmam dizimin dibinden." Nefesimi vererek güldüm. "Ay anne sende, hemen dünyayı yaktın kafanın içinde, bir şey olduğu yok şaka yapmıştım ben zaten." "Kızım ben salak mıyım, çocuğumun ne mal olduğunu bilmiyor muyum ben?" Yaslandığım tezgahtan doğrulurken kaşlarım çatılmıştı. "Aaa öyle mal falan ayıp olmuyor mu Ayşe hanım?" O kadar celallenmiştim ki sanki karşımdaymış gibi elimi kolumu sallıyordum. "Öylesin tabii, babana çekmişsin aynı." "Değiliz biz mal falan, sen bize mal diyemezsin!" Annemle monoton kavgamızdı. "Sesini yükseltme anneye," diye tatlı bir uyarı tonunda konuştu. Gizli gizli güldüğünü anlayabiliyordum. Ara ara babam ve beni böyle çileden çıkartmaya bayılırdı. Babam gülüp geçiyordu ama ben her defasında takıldığını bile bile sinirleniyordum. "Yükseltmiyorum sesimi!" Kırılma sesi geldiğinde bir sessizlik oldu. "Ahu, o ses neydi, iyi misin?" Tezgahta yarısı dolu olan su bardağını devirmiştim. Elim kolum yerinde durmazsa böyle olurdu işte. "İyiyim anne, bir şey kırılmadı." "Babasının kızı işte, gereksiz şeylere sinirlenip bir şeyler kırıyorsunuz. Bir düzeltemediniz şu huyunuzu." "Bir şey kırılmadı dedim ya." Bir 'ne yapacağım ben sizinle baş belaları' nefesi verdikten sonra durup bir kahkaha attı, sanırım ruh hali bozukluğumu annemden alıyordum. "Bak sana ne anlatacağım. Baban en son bardak kırdığında korkusundan 'işim çıktı' diyerek evden çıkıp saatlerce aynı bardaktan aramış. Haberim yok sanıyor tabii, ben de farketmemiş gibi yapıyorum, izlemesi çok eğlenceli oluyor. Arkasında kanıt bırakmış çöpünü gördüm, altılı bardağın geri kalan beşi nerede orasıda muamma, artan bardak sayısını farkedeceğimi biliyor tabii..." tekrar kahkaha attı. "Yeni hedefim o beş bardağı ne yaptığını öğrenmek." İnanılmazdı. Gülsem mi ağlasam mı bilemediğim dakikalardaydım. Hayretle konuştum. "Allah aşkına ben yokken adama ne yapıyorsunda bu kadar korkuyor senden ya?" "Hiç bir şey yapmıyorum, bardak ve diğer takımlarımın benim için önemini hatırlatıyorum ara sıra." Elimle yüzümü kapattım. "Kesinlikle buraya babamla gelmeliydim." "Kocam benden ayrı yapamaz." "Yine de kocanı tehdit etmen hoş değil, anne." "Bunlar işin şakası tatlım. Sen düşünme bunları, önce can güvenliğini sağla sen." Ayağımın altındaki cam kırıklarına baktım. Üzerine basmamak için son iki dakikadır olduğum yerde put gibi duruyordum. "Evet, sanırım öyle yapmalıyım." "Tamam öpüyorum, dikkat et." "Babama selam söyle ve onu benim yerime öp. Kendinize iyi bakın." Cam kırıklarını toplarken dökülen su yüzünden çoraplarım ıslandı ve tabii ki o kadar dikkatli olmama rağmen elimi kestim. Doğrulup camın sıçramadığını düşündüğüm yerden diğer yere zıplayarak mutfaktan çıktım ve elime bir yara bandı yapıştırdım. Çoraplarımı değiştirip, terlik giydikten sonra geri mutfağa döndüm. Ben mutfağa girdiğimde telefonumun ekranı sönmüştü, muhtemelen ben gelmeden hemen önce önemsiz bir bildirim gelmişti o yüzden hiç bakmadan büyük cam parçalarını toplayıp, sıçrayan küçük parçalar için güzelce etrafı süpürdüm. Evet, anneyle konuşma ve bu kendi çıkardığım pislik için yaptığım ufak temizlik bir parça iyi gelmişti. Evin diğer bölümlerini temizleme fikride birden içimde alevlenince, üzerine çok düşünmeden bunu yapmaya koyuldum. Zaten iki artı bir küçük bir eve sahiptim, çok uzun sürmeyecekti. Derken saati akşam on bir etmiştim. Süpürmenin iyi geldiğini farkedip bunu iki kere tekrarlamıştım. Sonra silmek, tuvalet banyoyu temizleyip düzenlemek, iki posta çamaşır yıkayıp asmak resmen tüm günüme mâl olmuştu ve çamaşır işlerinden nefret ettiğime bir kez daha emin olmuştum. Ve küçük misafirim pıtı pıtı gelip kucağıma kıvrıldı. Bir süre önce, ara ara beslediğim ve bu sokağın kedisi olduğunu düşündüğüm siyah-beyaz kedi doğum yapmıştı. Gelip giderken bir süre onlarla vakit geçiriyordum, ara ara anneleri ortadan kaybolup geri geliyordu ama bir süredir diğer yavrularda anne kedi de ortalıkta yoktu ve bu minik sarı kedicik yalnız kalmıştı. Bir süre annesi ve kardeşleri gelir diye beklemiştim ama gelen giden yoktu. Son günlerde yağmur artınca öyle tek başına soğukta bırakamayıp yanıma almıştım. Artık ailesinden biri geri dönünceye kadar benimleydi. Kucağımda kıvrılıp top olmuş minik cüssesine baktım. Ürkütmemek için çok yavaş şekilde sarı tüylerine dokundum ama korkmak yerine iyice yayılıp göbeğini açtı. Sanırım o da beni sevmişti. Kedicikle ilgilenirken telefonumun titremesini duydum ama zerre ilgimi çekmiyordu. Bu çocukla oynamak tüm sinirimi stresimi almıştı, kimseyle muhatap olmak istemiyordum. Belki Efe'dir düşüncesi aklıma dolduğunda işler değişmişti. Telefonu elime alırken bir bildirim daha geldi. Son gelen Berk'e aitti. Mesaja gireceğim sıra Efe'nin dolu mesaj kutusu dikkatimi çektiğinde çoktan Berk'i unutmuş Efe'nin mesajına girmiştim. Bana ilk mesajı öğlen, ben mutfakta kırık camlarla cebelleşirken atmıştı ve ben önemsiz diye bakmamıştım bile. Bir hafta boyunca attığım mesajların telafisi oldu diye düşünerek geçiştirdim. Birini de az önce atmıştı. Efe; festivali kaçırdığımız için üzgünüm. (14.34) Efe; hala seni eken benimle görüşmek istiyorsan yarın 18.00' da sana atacağım adrese gel. (22.13) Son mesajın 'çıkışa gel' enerjisi beni yerden yere vururken ciddiliğimi bozmadan adresi atmasını bekledim. Sanki gidecekmişim gibi. Çok beklerdi. Cevap yazmak istemediğim ve umursamadığım hakkında kendimi kandırırken onun sohbetinden çıkıp Berk'in sohbetine girdim. Berk; evin önündeyim eğer beni içeri almak istersen kapıyı açabilirsin. (22.14) Berk; eğer beni biraz daha bekletirsen muhtemelen istesende beni bir daha göremeyebilirsin. (22.22) Yerimden hızla kalkarken camdan dışarı baktım. O manyak cidden hala bekliyordu. Zile basıp kapının önüne çıkmasını bekledim. Kapıyı açtığımda eli yüzü kıpkırmızı kesilmiş, elinde poşetlerle soğuktan homurdanan bir Berk komik ve tatlıydı, yine de bu saatte burada ne işi vardı sorgulamasına girdim. Kapıyı biraz daha açıp eve girmesine izin verdim. Geri kapatmadan arkamı dönüp odaya girerken söyleniyordum. "Havanın ne kadar soğuk olduğundan haberin var mı senin aptal herif?" Kapıyı kapatıp arkamdan gelirken sorumun saçmalığına hamurdandı. "Kesinlikle haberim yok, ışın yoluyla geldim farkettiysen." "Hemen bir şeyler zırvalarsın zaten!" Geri yerime kıvrılırken kediciğimi tekrar kucağıma aldım. Poşetleri orta sehpaya bıraktığında ne aldığını deli gibi merak etsemde ilgilenmiyordum. Dolu poşetlere zaafı olmayan mı vardı yani? Gözümü kısarak, içimden çaktırmadan poşetin dışından içindekini tahmin etme oyununu başlattım. "Niye geldin ki?" Seçtiği bir poşetin içindekileri çıkartmaya başladı. Fıstık ezmesi mi? Tamam belki bir süre ona iyi davranabilirdim. Süperfresh pizza. Soğan halkası. Börek. Peynirli. Hadi canım. "Berk canına mı susadın?" "Kaç gündür aşırı solgun görünüyorsun, yemek yapamadığını biliyorum, dondurulmuş gıdalar sağlıklı olmasada en azından çok uğraş gerektirmiyorlar ve sevdiğin şeyler olduğu için illa yersin diye düşündüm. Sırf ketçaplı cipsle yaşamandan iyidir." Ne ara bu kadar düşünceli olmuştu? En çok takıldığım yer hakkında konuştum. "Beceriksiz değilim ben." Kediciğim esnediğinde gülümsedim. Gözlerini devirdi. "Peki." "Bahse girerim bugün de yemek yemedin?" "Yemek yiyip yememem seni ilgilendirmiyor. Midemle aramızda olan bir şey bu." "Kesinlikle depresyondasın." "Belki." "Bak, sana verdiğim zararın farkındayım ve bunu telefi etmek istiyorum ama bunu yapmam gereken herhangi bir şeymiş gibi görme. İstediğim için yapıyorum, seni geri kazanmak istediğim için." Onu durdurdum. "Gerçekten şu an bunu konuşmak istemiyorum, lütfen böyle şeyler söyleme." "İyi, pizzalardan birini fırına atıyorum o zaman. Sen de diğer poşetleri karıştırmak isteyebilirsin." Arkasını dönüp odadan çıktı. Bana tamamen zarar veren etkenin o olduğundan emin değildim. Hala ergenin tekiydim ve hayatımın bir dönemini haddinden fazla yalnız geçirmiştim. Ve yanında diğer sorunlar. Büyüme evresine evrilmeye başladığım için her şeyi ve herkesi sorguluyordum. Her şey yanlış ve doğru geliyordu, kendimden ve diğer hiç bir şeyden henüz emin değildim ve bu beni ürkütüyordu. Bu yüzden iyi hissedemiyordum ve bunun da bu büyüme, kendini ve hayatı tanıma evresinin bir parçası olduğunu hissediyordum. Berk mutfaktan seslendi. "Yanına içecek ne istiyorsun?" Çok bir seçenek olmadığını iki saniye sonra anlayacaktı. "Allah aşkına dolabının tam takır olduğunu bana düşündüren neydi acaba?" Zaferle gülümsedim. Ardından telefonum çalmaya başladı. Efe arıyordu. Üzerine çok düşünmedim ve açmadım. İkinci arayışta reddettim ve üçüncü arayışta bunu sekiz yüz kere yapacağını anlayınca açtım. "Ne?" "Senin de sesini duymak güzel." "Sanırım öldün ve sevap kasabileceğin tek kişi olduğumu düşündüğün için menfaatine aradın. Doğru muyum?" "Bana kızgınsın." "Hah!" diye güldüm. "Ne münasebet." "Ahu..." dedi bayıldığım ses tonuyla. "NE?" "Gerçekten kızmışsın." "Tabii ki bir ay önce hayatıma giren ve nasıl göründüğünü bile bilmediğim birine kızgın değilim." "Yarın gelirsen nasıl göründüğümü bileceksin." "Çok beklersiniz bayım." "Geleceğini biliyorum." Dedi uzatarak. "Hem sen sarhoş musun?" "Değilim." Sonra açmak için ilk uzandığım poşette gözüme çarpan şişeyi gördüm. Gözlerimin parladığını hissettim. "Ama birazdan olacağım." "Neredesin sen?" Sesi ciddileşmişti. "Evdeyim." "Ahu-" "Kiminle konuşuyorsun sen?" Elinde tepsiyle içeri giren Berk'in sesi Efe'nin sözünü kesti. Nedense kendimi dünyanın en tuhaf durumuna düşmüş gibi hissediyordum. Berk'in ağzına kürekle vurma zamanı gelmiş gibide hissediyordum. Gözlerimi sımsıkı yumarken Efe'nin diyeceği bir şeyi bekliyordum ama tamamen sessizdi. "Bir şey demiyorsan kapatıyorum, Efe." Bazı hışırtılar dışında bir şey duymuyordum. "Efe..." "Evdesin ve bu saatte evinde bir erkek mi var?" "Yabancı biri değil, merak etme. Berk." Berk'in sehpanın kenarında oturmuş, bana delici bakışlar atarken sanki o yokmuş gibi hakkında konuşmam çok tuhaftı. Yok olup gitmeyi diledim. "Elbette, o kişinin eski sevgilin olması beni çok rahatlattı. Evet." Şu an içinde bulunduğumuz anın içinde olan her şey çok tuhaf geliyordu. Elimde ki şarap şişesi. Tabaktaki pizza. Kumandanın hiç kullanılmayan işe yaramaz düğmesi. Salonumda oturan Berk. Aynı salonda telefonda konuştuğum Efe. Ben. "Sonra konuşalım mı?" bu tuhaflığı dağıtmak istiyordum, çok rahatsız olmuştum. İkincisi Berk'i kovmak olacaktı. "Yanlış zamanlama yaptım değil mi?" "Efe-" "Hayır gerçekten. Bu saatte aramak benim aptallığımdı. Görüşürüz." Bir şey dememe izin vermeden kapattı. Telefonu fırlatır gibi yanıma indirip ellerimi saçlarıma geçirdim. Bir şişe şarabın tam zamanıydı. Hala kucağımda dönüp duran mükemmel şeye bakarken fısıldadım. "Kediciğim, ne yapacağız şimdi..." "Efe'de kim?" Evet... başlıyorduk. Sarı arkadaşımı yavaşça kalktığım yere bıraktım, anında köşeye ilerleyip uyku pozisyonuna geçti. Berk'in hemen karşısına yere otururken ortadaki tepsiyi önüme çektim. "Bir arkadaşım." diye geveledim pizzaya ırzına geçecekmiş gibi bakarken. Nefis kokuyordu. Kıtlıktan çıkmış gibi aceleyle bir ısırık alırken konuşmaya devam etti. "'Bir arkadaşa' benzemiyordu hiç." Düz tutmaya çalışsada gayet sinirli olduğunu görebiliyordum. Dahası beni sorgulaması inanılmaz sinir bozucuydu. "Daha çok sevgiline açıklama yapıyor gibiydin." Isırdığım parça ağzımda kalakaldı. "Berk, beni düşünmen çok inceydi. Teşekkür ederim ama artık gidebilirsin." Burnundan nefes vererek alayla güldü. "Hemen kaçıyorsun." Dünya yansa umrumda değilmiş gibi pizzamı yemeye devam ettim ama eğer bu konuşma devam ederse ağzımın tadı kaçmak üzereydi. "Hayır, sadece sana açıklama yapmak zorunda değilim." "Ama ona öylesin, öyle mi?" Ağzımın tadı kaçmıştı. Pizzayı tabağa bıraktım. "Birincisi daha sadece iki saniye önce adını öğrendiğin kişi hakkında atıp tutamazsın. İkincisi sevgilim dahi olsa seni ilgilendirmiyor. Üçüncüsü sen mi gidersin ben mi seni götüreyim kapıya?" "İlişkiniz ne bilmiyorum ama seni geri kazandığım zaman bir alakanız kalmayacak." Ayaklanıp ceketini giydi. Elimi seni umursamıyorum anlamında sallayıp yemeğime devam ettim ama sonra poşetlere yöneldiğini görünce dikkatim yine ona dönmüştü. Çikolata dolu poşetin içinden üç-dört tane alıp cebine doldurdu. "Hey onlar benim!" diye ayaklandığımda birini açıp, ambalajını salonun ortasına gözümün içine baka baka atarak koşa koşa kapıya gitti. "Beni kovduğun için." Sonra evden defoldu. "Şerefsiz." diye ciyakladım.
|
0% |