@deirdre
|
Genç adam dizindeki derin yaraya baskı yaparak kanın akışını durdurmaya çalışıyordu. Aslında dizinin kanıyor olması çok da umurunda değildi ne de olsa az önce bütün hayatı boyunca üstünde çalıştığı planı kusursuz bir şekilde uygulamıştı. Ama içinde yanan ateş yine de sönmemişti. Hata mı yapmıştı, yoksa yapması gereken bu muydu? Dakikalardır aklını kurcalayan bu soruyu düşünüyordu. Dizine baskı yapmaktan vazgeçip sırtını duvara yasladı. Sokak lambasının altında, her yeri yara bere içinde oturuyordu. Kan kaybetmesinden dolayı göz kapakları, ondan izinsiz kapanmaya başlamıştı bile. Olduğu yerden üç sokak ileride bir araç onu bekliyordu ama o tek bir adım bile atamayacak kadar çok kan kaybetmişti. Yine de direniyordu genç adam. Kalkıp kaçması gerekiyordu. Acemice de olsa duvardan güç alarak kalkmaya çalıştı. Birkaç başarısız denemeden sonra başarmıştı. Kalktığı anda bütün dünya gözünde tepetaklak olmuştu. Yine de duvardan destek alarak yavaşça yürümeye çalıştı. İlk adımını atmasıyla yere düşmesi bir oldu. O da biliyordu o araca yalnız başına ulaşamayacağını. Yardıma ihtiyacı vardı. Bunu bildiği halde yardım çağırmadı. Sırtını tekrardan duvara yasladı. Tişörtünden bir parça kopardı ve hala kanamakta olan dizine sardı. Gözleri kapanıyordu. Bu sefer engel olmadı onlara. Mavinin siyaha kavuşmasına izin verdi. 8 saat sonra... Sesler geliyordu etraftan. Gözümü tam olarak açamıyordum ama sesin kaynağını tanımadığıma emindim. "Efendim istediğiniz kişiyi bulduk. Bodrumda bir sandalyeye bağlı baygın bir şekilde duruyor. Dizinde kanama vardı. Kanamadan ölmesin diye kanamasını durdurduk ama sizin emriniz olmadığı için tamamen iyileştirmedik." "Zarar vermeden getirin ne demek Ateş?" "Efendim Ege'yi bir duvar dibinde baygın halde bulduk. Başına ne geldiyse bizden önce gelmiş olmalı." Planım kusursuz işlemişti. Hiçbir noktasında problem çıkmamıştı. Çıkmaması gerekiyordu. Her şey kusursuz gittiyse neden hiç tanımadığım insanların yanındaydım? "Gidip bakalım doğru kişiyi mi getirmişsiniz." Adım sesleri yaklaşıyordu. Aniden yüzüme gelen suyla ayılmam bir oldu. Dizimdeki felaket ağrı en son hatırladığıma göre daha da kötüleşmişti. Etrafta pis bir rutubet kokusu vardı. Duvarda kanlar ve en kötüsü de sağımda ölü bir adam vardı. Demir bir sandalyeye ellerimi ve ayaklarımı sıkı bir şekilde bağlamışlardı. Ağzımda da bir bez parçası, bez parçasının üstünde de bir bant vardı. Anlaşılan sesimi gerçekten duymak istemiyorlardı. Bana su fırlatan adamın yanında siyah takım elbiseli başka bir adam daha vardı. Siyah saçlarını özenle jölelemiş, ayakkabılarını özenle parlatmış bakımlı biriydi. Sağ gözünün tam altından boynuna kadar uzanan bir yara izi vardı. Görüntüsünden ve yanındaki adamın ona bakışından patron olduğunu anladığım adam yavaş hareketlerle bana yaklaşmaya başladı. Her bir adımı odada yankı yapıyordu. Tam önemde durdu. Yine aynı yavaşlıkla eğildi, saçlarımı sert bir şekilde tutup geriye doğru çekti. Vücudum bu ani hareketle gerilirken dizimin daha çok ağrımasına neden oldu. Ağzımdan küçük bir inilti çıktı ama adam bunu umursamadan; "Şimdi seninle bir anlaşma yapacağız küçük adam, ben birazdan ağzını açacağım ve sana sorular soracağım. Sende beni hiç yormadan cevap vereceksin. Diyelim ki sorduğum soruya cevap vermedin..." diğer eliyle belinden bir silah çıkardı ve nefes boşluğuma dayadı. "Bu silahı topuklarından başlayarak ateşleyeceğim." Yüzünde aşağılayıcı bir sırıtma vardı. "Benim çıkarım istediğim bilgileri edinmek olacak, seninki ise acı çekmemek ve ölmemek olacak. Bence iki taraf için de güzel anlaşma." dedikten sonra başımı geriye doğru itekledi, ardından önce ağzımdaki bandı söktü, ardından ağzımın içinde olan bezi çıkardı. "Anlaşmamızı da yaptığımıza göre sorularıma başlıyorum." "İlk olarak kolay bir sorudan başlayalım. İsmin ne?" Bu soru üzerine kaşlarım havalandı, ne yani beni kim olduğumu bilmeden mi kaçırmışlardı? "Ege" kısık bir nefes aldıktan sonra devam ettim. "Ege Soydan." Sözlerimi bitirmemin üstüne adam tekrardan sertçe saçlarımı geriye doğru çekti. "Gerçek ismini soruyorum." Bu adamın kim olduğunu bilmiyordum ama bu sorudan sonra onun benim hakkımda bildiği çok şey olduğuna emindim. Ama yine de hala beni neden kaçırdığını anlayamıyordum. Plandan haberi mi vardı? "Ekin Durmaz." Adam bunun üzerine saçlarımı bıraktı ve ilerideki duvara dayalı olan demir sandalyeyi sürükleyerek tam karşıma koydu. Yine aynı yavaşlıkla karşımdaki sandalyeye oturdu. Bir süre öylece beni izledi. Ardından gözleri kanaması durmuş ama şişmiş dizime indi. Bir eliyle arkasında duran adamı yanına çağırdı."Bunu siz mi yaptınız Ateş?" bunu sırıtarak ve alay ederek sormuştu. Sorusundan bile aslında cevabı bildiği belliydi. Adının Ateş olduğunu öğrendiğim adam oldukça uzun boylu, kahverengi gözlü kaslı biriydi. Sanki içimden yaptığım teori desteklemek için önce bir tereddütte kalsa da, patronuna döndü. "Hayır efendim bulduğumuzda bu haldeydi. Kanamadan ölmesin diye kanamasını durdurduk ama sizin emriniz olmadığı için tedavi etmedik." dedi. Ardından gözlerini patrondan çekip benim gözlerime dikti. Ben Ateş'e bakarken karşımdan patronun sesi duyuldu. "O zaman ikinci soruya geçiyorum Ekin Durmaz." Bana Ekin diye seslenmesinden dolayı gerginliğim artmıştı. Yıllardır Cenk dahil herkes bana Ege derdi . Gerçek kimliğimi saklamama yardım ederlerdi. "İkinci soru ilkine göre biraz daha zor. Ama ben senin bunun üstesinden geleceğine inanıyorum." Yapmacık bir gülümsemeyle bana bakmaya devam etti. "Baban yani Korkut Durmaz nerede?" Patronun soruduğu soru karşısında kaşlarım havaya kalktı çünkü bu gerçekten beklemediğim bir soruydu. Yıllardır o herifi görmemiştim. Nerede olduğunu ya da olabileceği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. Sakince bana inanmayacağına emin de olsam "Bilmiyorum." dedim. Adamın sinir bozucu gülümsemesi genişledi. "Eğleneceğimiz için inan bana çok mutlu oldum Ekin." Elinde tuttuğu silahın emniyetini açtı. Hiç düşünmeden sağ ayak bileğime sıktı. Bileğimdeki acıyla bağırmaya başladım. Kurşun yarasını daha önce deneyimlemiş olsam da dizimdeki ağrı ile birleşince daha da katlanılmaz oluyordu. Adam bir eliyle ağzımı kapatıp diğer eliyle saçımı tekrardan geriye doğru sertçe çekti ve kulağıma doğru "Sorumu tekrarlıyorum. Baban nerede Ekin Durmaz? Bana nerede olduğunu söyle ben de seni tekrardan vurmak zorunda kalmayayım." Nasıl kurtulacaktım bu heriften. Bodrum katındaydım. Tek çıkış önünde duran ve benim gördüğüm kadarıyla iki kişi ile korunan demir bir kapıydı. Yıllardır kendi isteğimle aldığım eğitimle yakın dövüşte gayet iyiydim ama bu yaralarla bu kalıplı adamları indirecek gücüm yoktu. Şuan tek yapabileceğim adamların bana daha fazla zarar vermesini engellemekten başka bir şey değildi. Karşımda bana bakan Ateş, patronuna dönüp "Efendim bence silahla vurmak yerine işkence edelim. Hem daha zevkli olur hem de ölme riskini azaltırız." Bunların hepsini sırıtarak söylemişti. Acı çekmemden zevk alıyormuş gibi duruyordu. Patronun kafasına bu fikir yatmış olacak ki kafasını hafifçe sallayıp "Madem öyle o zaman bir rakam söyle Ateş." Ne yani şimdi sırf babam olacak hıyarın yerini bilmiyorum diye işkence mi görecektim? Tamam acıya bağışıklık kazanmış olabilirdim ama yine canım acıyordu sonuç olarak. "Yedi patron, yedi uğurlu rakamımdır." Yedi kere seni siksinler inşallah. "Bakalım Ekin'e de uğur getirecek mi?" Dedi. İkisinin de bu durumdan oldukça eğlendiği belliydi. Sadece yüzlerine bakınca bile anlaşılıyordu. Patron olacak adam demir sandalyeden kalktı ve arkamda kalan kısma doğru yürümeye başladı. Attığı her adım bodrumda yankı yapıyordu. "Bakın gerçekten babamın nerede olduğunu bilmiyorum. Onu en son yedi yaşımda gördüm ve ben şuan yirmi üç yaşındayım." Patron arka taraftan derin bir nefes verdi. "Desene o zaman Emir Durmaz'ı getirmemiz gerek diye." Bu neydi şimdi. Benim ikizim öleli yıllar oluyordu. Bir cesedi getirecek halleri yoktu öyle değil mi? Emir'in ölmemiş olma ihtimali de yoktu. Kendi ellerimle gömmüştüm ben onu. İntikam yeminleri etmiştim mezarının başında. Ne saçmalıyordu bu adam. Ben düşüncelerimde boğulurken patron tam arkama kadar gelmişti. Elindeki soğuk metali enseme sürüyordu. Kulağıma doğru eğilip "İkizinin gerçekten öldüğünü düşünüyorsun değil mi?" Tabiki öyle düşünüyordum. Benim ikizim ben yedi yaşındayken ölmüştü. Bir cevap vermeyince gerçekten de öyle düşündüğümü anlamış olacak ki tekrardan konuşmaya başladı. "Öyle düşünüyordun. Hatta tahmin edeyim mezarının başına geçip "Sana bunları yapanı bu dünyada yaşatmayacağım." da dedin değil mi?" Patron elindeki bıçağı vücuduma sürerek karşıma geçecek şekilde yürümeye başladı. Bıçağın keskin kısmı omzumda küçük bir kanamaya neden olmuştu. "Sen ölü bir adamın değil, canlı bir adamın arkasından yeminler ettin Ekin. En kötü işkence bu bence senin için ne dersin Ekin?" Kafam gerçekten çok karışmıştı. Dizimdeki ve ayağımdaki acı beynimin durmasına neden olmuşken bu adamın söyledikleri de kalbimi durdurmuştu. Dilim tutulmuştu sanki. Her şey çok mantıksızdı. Ben görmüştüm Emir'i, kalbi atmıyordu. Nefes almıyordu. Kardeşimi gömmeden önce kendi ellerimle yıkamıştım. Düşünceler kafamı yorarken bileğimdeki ve dizimdeki ağrı daha da şiddetlenmeye başlamıştı. Patron kapıya doğru döndü ardından "O zaman ölü ikiz Emir Durmaz lütfen içeri gir, kardeşin seni çok özlemiş." Nefes alış verişim hızlanmıştı. Ne kadar mantıksız olsa da içime küçük bir umut doğmuştu. Bunun mümkünatı var mıydı? İkizim yaşıyor olabilir miydi? Düşünceler kafamı bulandırmaya devam ederken gözüm kararmaya başladı. Yaklaşık üç saniye sonra tamamen bilincim kapandı. ---------------------------------------------------PART 2-------------------------------------------------------------------- Bir gün sonra... Orman çok soğuktu. Resmen titriyordum. Nefes nefeseydim. Koşuyordum. Daha doğrusu bir şeyden kaçıyordum. Neyden kaçıyordum ki? Arkama dönmek kaçtığım kişiyi öğrenmek istiyordum. Ama vücudum bana engel oluyor sadece koşmaya devam ediyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Koşarken dallara çarpıp durduğumdan her yerim kan içindeydi. Ama ben sadece soğuğu hissediyordum. Tahtadan yapılmış iki katlı eve doğru koşuyordum. Sonunda vardığımda evin kapısına yönelmek yerine arka tarafa doğru yöneldim. "Anne, yardım et bana lütfen!" Bu konuşan bendim. Ama neden konuşuyormuş gibi hissetmiyordum? "Emir, o peşimde yardım et bana lütfen!" Emir mi? Annem mi? Neden bağırıyordum? Kim peşimdeydi? Evin ışıkları yanmıyordu. Görünüşe göre evde kimse yoktu. Peki ben neden tam tersini hissediyordum? Arkadan gelen yaprakların çıtırdama sesinden beni kim kovalıyorsa dibime kadar gelmişti. Adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Bense arkam dönük bir şekilde bekliyordum. Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı ve tam arkamda durdu. Nefesini ensemde hissedebiliyordum. Ben ne olacağını beklerken kolumu çevirip tam karşımda olan tahta eve yasladı bütün vücudumu. Kulağıma doğru eğildiğini hissettim. "Daha ne kadar kaçacaksın benden?" Sanki cevap vermemi bekledi bir süre. Benden hiçbir cevap gelmeyince kolumu daha da fazla çevirip "Bundan sonra benden kaçmana izin vermiyorum Ekin. Diyelim ki ortadan kayboldun, bunun cezasını önce Emir ardından biricik annen çeker. Umarım kendimi yeterince net anlatabilmişimdir." Sesin sahibi çok tanıdıktı. Yine de kim olduğunu anlayamamıştım. Kolumu bırakıp saçımı arkaya doğru çekti. "Şimdilik uyu Ekin oğlum." Sıçrayarak gözlerimi açtım. Kafam çok karışıktı. Şuan neredeydim? Az önce gördüğüm bir rüya mıydı, yoksa bir anı mı anlayamıyordum. Bu düşünceleri kafamdan atmak için kafamı sağa sola hızlı bir şekilde salladıktan sonra hızlı bir şekilde etrafı incelemeye başladım. Duvarlar beyaz renkli ve oldukça yeniydi. Etrafta hiçbir pencere yoktu. Bodrumdaki gibi tek bir kapı vardı ve yine bodrumdaki gibi demirden yapılmıştı. Kapı da aynı duvarlar gibi beyazdı. Kapının önünde bir dilim ekmek, bir fincanın yarısından daha az su vardı. Odada başka hiçbir şey yoktu. Üstüme baktığımda giydiklerimin de aynı olmadığını fark ettim. Buraya getirilmeden önce tamamen siyah giyinmiştim. Şimdi ise tamamen beyazdım. Ben de dahil odadaki her şeyi beyaz yapmışlardı. Odayı incelerken odanın tepesindeki ve köşedeki kamerayı fark ettim. Her hareketimi izlemek istiyorlardı. Aklıma atladığım bir detay geldi ve vurulmuş olan dizim ve ayak bileğime baktım. Özenle sarılmışlardı. Demek ölmemi de istemiyorlardı. Ben bunları düşünürken demir kapıdaki kilitlerin açılma sesi geldi. Seslerden anladığım kadarıyla bir kapı üzerinde beş kilit vardı. Yani o kapı kapalıyken buradan çıkmam imkansızdı. Kapı tamamen açıldı, Patron ve Ateş içeri girdi. Patron yine yavaş hareket ediyordu. Şuan onlarla dövüşsem kesinlikle kaybederdim. Dizim ve bileğim ne kadar ağrımıyor olsa da tamamen iyileşmemiştim ve yanlarında silah olup olmadığını da biliyordum. Riske giremeyecek kadar kötü durumdaydım. Patronun kendine has pis sırıtışı yüzünde yer buldu ardından "Yeni odanı beğenmişsindir umarım Ekin oğlum. Çok uzun bir süre burada misafirim olmanı istiyorum." Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Babamın yerini istiyorsun. Ama o herifin yerini bilmiyorum. Buradayken de öğrenmem." Buradan çıksam da öğrenmezdim zaten. Ama şansımı denemekten de zarar gelmezdi sonuçta değil mi? "Amacım babanın yerini öğrenmek doğru. Ama bu küçük çaptaki planım. Büyük resmi de şimdilik sana gösteremem. Sen benim kölem olduktan sonra her şeyi öğreneceksin zaten Ekin acele etmeye gerek yok öyle değil mi?" Hala sırıtıyordu. Kölesi olmak mı? Bu herif neyden bahsediyordu? Ben babama bile boyun eğmemiş adamdım. Bu herifin kölesi mi olacaktım? Ölmek bu hayattaki ilk tercihlerimden değildi ama birine boyun eğmek yerine ölmeyi seve seve tercih ederdim. "Sana asla boyun eğmem. Yanındaki piç kurusu gibi haysiyetimi satamam sana. Üzgünüm ama bunun gerçekleştiğini rüyanda bile göremezsin! " Ateş söylediklerime baya içerlemişti ama patronun hoşuna gitmiş gibi görünüyordu. "En son ne zaman siyah dışında renk giydin Ekin?" Annemin cenazesinde, sadece annemi değil siyah dışındaki bütün renkleri de gömmüştüm sanki o mezara. Annem "Eğer hayatı seversen renkleri de seversin." derdi her zaman. Hayatı sevmemin tek nedeni annem ve Emir'di ikisi de ölünce kendimi tek bir renge hapsetmiştim. Siyaha. Şimdiyse siyahın tam zıttı tamamen beyazdan oluşuyordum. "Sen cevaplamayacaksın galiba, ben cevaplayayım. Yedi yaşında annenin cenazesinden beri hiç giymedin. Ama bak şimdi karşımdasın bembeyaz bir odanın içinde bembeyaz kıyafetlerin içindesin. Ben siyahın içine kendini hapsetmiş bir adamı beyaza mahkûm ettim. Seni de kendime mahkum etmenin bir yolunu bulacağım elbet, sadece sabret Ekin, sadece sabret" Kendinden oldukça emin konuşuyordu ve benim hakkımda bu kadar bilgi bilmesi beni şimdiden sinir etmişti. Şuan kendimi anneme ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. İçimde bir şeyler kırılmıştı. Ama o kırıkları yine kendime batırdım, onların görmesine izin vermedim. Yüzüme aynı onunki gibi bir sırıtış yerleştirdim. "Ruhun bedenine göre çok küçük kalmamış mı sence de? Kaç yaşındayız biz üç mü? Siyah giyinmedim diye ağlayacağımı falan mı düşündün gerçekten?" Hissettiklerim söylediklerim tam tersiydi sanki. Gerçekten bunun için saatlerce ağlayabilirdim galiba. "Ah Ekin oğlum, çok uzun zaman değil sadece bir kaç hafta sonra ben git desem de gidemeyecek kıvama geleceksin." Bunu gerçekten bana acır gibi söylemişti. Kafasıyla Ateş'e işaret vermesiyle Ateş'in "İğneyi getirin." demesi bir oldu. Ardından olanlar çok hızlı bir şekilde gerçekleşti. Demir kapı tekrardan açıldı, takım elbise giyen oldukça kalıplı üç adam içeri girdi. İkisi hızlı adımlarla yanıma gelip biri ayağıyla diz kapağıma vurdu. Bunun yüzünden acıyla inleyip dizlerimin üzerine düştüm. Uyandığımda gram ağrımayan dizim şuan, koparmamı isteyecek kadar çok ağrıyordu. Kafamı eğip dizime baktığımda bembeyaz eşofmanın hızla kırmızıya boyandığını gördüm. İçeri giren sonuncu adam bir yandan bana yaklaşırken bir yandan da elindeki şırıngaya vuruyordu. Tam karşımda durdu. Arkamda kalan adamlardan birinde "Kolunu açın, direkt damardan vereceğim." dedi. Arkamda duran ve beni tutan adamlardan biri sert hareketlerle el bileğimden tutup hızla yukarı kaldırdı. Ne kadar dirensem de dizimdeki acı tüm gücümü göstermeme engel oluyordu. Adam elindeki şırıngayla koluma doğru yaklaşırken odayı patronun sesi doldurdu. "İğneyi kolundan değil, kanayan dizinden yap." Buraya gerçekten bir küfür iyi yakışırdı. Adam işkence çekeyim diye beyninin yüzde yüzünü kullanıyordu resmen. "Efendim ölmesine neden olabilir." Görüş açıma giren Patron "Ölmez daha altı yaşındayken daha zorlarını atlattı." dedi. Bu adam beni ve küçüklüğümü nasıl bu kadar iyi biliyordu? Patronun emri üzerine dizlerim yerdeyken bir anda sırt üstü yere yatırıldım. Ateş gelip "Siz bacaklarını tutun ben üst tarafını hallederim" adamlar direkt emri yerine getirdiler. İkisi de ayaklarımı tutmaya başladılar. Ateş ise ellerimi zemine koydu. Ardından ayakları ile el bileklerime bastı. Ellerimi ayaklarının altından kurtarmaya çalışıyordum ama bu canımın daha fazla acıması dışında hiç bir işe yaramıyordu. Sonunda vazgeçip tamamen hareket etmeyi kestiğimde elinde iğneyi tutan adamla göz göze geldik. Adam derin bir nefes bıraktı ardından iğneyi dizime soktu. Şırınganın içindeki her neyse vücuduma karıştığını hissettim. Dizimde olan ağrı ilk önce şiddetlense da saniyeler sonra azalmaya başladı. Bayılmak üzere olduğumun farkındaydım. Sağ tarafımdan bir ses geldi. "Şimdilik uyu Ekin oğlum."
BOL BOL YORUM YAPMAYI UNUTMAYINNN |
0% |