@demirhan_asel
|
Derin evden ayrıldığı saat,
Murat Bey eşine dönüp "neden izin veriyorsun, ya başlarına bir şey gelirse?" dedi sinirli sesiyle.
Eşine normalde hiç kızmaz. Ancak hepsinin zaafı olduğu gibi, Murat Bey'inde zaafı biricik kızı Derindi.
Meltem Hanım eşinin sinirli sesine aldanmadan "siz bana lazımsınız, şimdi gidiyoruz." dedi
Çocukları ve eşi hemen itiraz etmeye başladı.
Ancak Meltem Hanım bir bakışıyla hepsini suspus etti.
Meriç "Nereye gideceğiz anne?" diye sordu bıkın sesiyle. Annesi kesin bir işler karıştırıyordu.
Meltem Hanım "Demirhan konağına" dedi
Meriç "hayır"
Miran "asla"
Murat Bey "kimse beni oraya götüremez!" dedi keskin sesiyle.
Hiçbiri kabul etmemişti ancak sonuç,
Şuan Demirhanların konağının önündeydiler.
Murat Bey ve oğulları burada olmadıklarından memnun olmadıklarını gizlemiyordu. Hatta bunu açıkça belli ediyorlardı.
Meltem Hanım eşinin ve oğullarının, kendisine kötü bakış atmasını takmadan, büyük ve görkemli konağın kapısından bahçeye girişini yaptı.
Eşinin ve oğullarının peşinden gelmediğini fark ederek, geri dönüp, hepsine sert bakışlar atarak, eşinin kolundan tutuğu gibi çekiştirerek içeri çekti.
Murat Bey eşinin bu durumuna sinirlense de onu üzmemek için sesiz kaldı.
Miran ve Meriç başka şansları olmadığını anlayıp, annelerini takip eden ördek yavrusu gibi Meltem Hanımın peşinden gitmeye başladı.
İçeriye giren Doğa ailesi, kalabalığın içinde kavga eden Demirhanları gördüklerinde gerilmeden edemediler.
Anlaşılan bir aile damasının içine düşmüşlerdi.
Yarım saat önce Demirhanlar,
Demirhanlar iki arabayla Demirhan konağına giriş yaptılar.
Mardin'e gelen sadece Polat Akel, Azat, Altan, Ali Demirhan ve eşleri Melek, Begüm ve Selma Demirhan ile birlikte gelmişlerdi. Sebebi çocuklarının daha sonradan onlara katılacak olmasıydı.
Arabalar konağın bahçesine girince durdular. Etrafta kimse yoktu anlaşılan konakta sadece anneleri vardı.
Arabalardan teker teker indiler.
Emine hanım araba seslerini duyar duymaz aşağıya inmişti.
Emine hanım yüzü ve gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamaktan şişmiş gözleriyle oğullarına doğru ilerlese de. Oğullarından herhangi bir atak gelmemişti. Hatta anneleri onalar yaklaştığında bir adım geri çekilip, eşlerinin ellerini tutmuşlardı. Polat Akel ise hiç annesinden tarafa bakmıyordu bile. Zaten annesinin de ona baktığını söyleyemeyiz. Burada olduğunu fark ettiğinden bile şüpheliydi.
Emine hanım hızlıca Azat beye tam sarılacak iken, Azat bey bir adım geri çekildi. Eşi ise ona güç vermek için elini sıkı sıkı tutuyordu.
Emine hanım bozulsa da ses etmeden, gözlerindeki yaşlarla en küçük oğluna atıldı bu sefer. Ali Demirhan başta afallasa da annesinin sarılmasına karşılık vermeden hızlıca çekildi. Eşi ise iki eliyle sevdiği adamın sol elini sıkı sıkı tutup güç veriyordu ona.
Diğer oğulluna atak bile yapmadı. Zira Altan’ın da aynısını yapacağını biliyordu. Zaten ona bakmıyordu bile.
Polat'a gelecek olursa onun burada olduğunu bile fark etmemişti.
Emine hanım ağlayarak "iyi ki geldiniz. Babanızda sizi bir arada görmek isterdi" dedi hüzünle ve ağlamaya başladı.
Polat Bey bu durumdan sıkılmıştı artık, yalandan ağlamaları hiç bir işe yaramıyordu.
Onların hepsi eskisen kalmıştı.
Ali "aynen öyle isterdi" dedi alayla sesi kısıktı, ancak herkes ne dediğini anlamıştı.
Herkes biliyordu ki, Merdan Demirhan hiç aile babası olamamıştı. Ailesine önem veren biri hiç değildi. O güç ve para peşinde olan adamın tekiydi.
Emine hanım küçük oğlunun dediklerini duymazdan geldi. " hadi gelin, yoldan geldiniz açsınızdır" dedi
Altan Demirhan daha fazla dayanamamış olacak ki "aç değiliz, neden geldiğimizi biliyorsun. Daha fazla uzatmanın anlamı yok. Emine hanım!" dedi
Annesine, anne kelimesini kullanmayalı o kadar zaman olmuştu ki. Gerçi Emine hanımında bu güzel kelimeyi hakketmediği ortadaydı.
Emine hanım " yapmayın oğlum ben sizin annenizim" dedi yerinde rahatsızlar kıpırdandı.
Oğullarının ona anne dememesini anlıyordu. Ancak yine de anne demeleri gerektiğini düşünüyordu.
Polat Akel geldiğinden beri ilk defa kan bağı bulunan, ama annesi gibi hissetmediği kadına baktı. Bu bakış sanki yoldan geçen tanımadığın insana bakar gibiydi. "Annemiz olmadığın gerçeğini ne zaman kavrarsın bilmem ama cenaze işlemleri bittiği an buradan siktir olup gideceğimiz kesin" dedi buz gibi sesiyle.
Emine hanım o an anladı en büyük oğlunun burada olduğunu. Sözleri bıçak gibi keskindi hiç değişmemiş diye düşündü. Daha bir çocuk iken yurda verdiği, hiç sevgi göstermediği en büyük oğluydu.
Emine hanım son bir umut diretmeye çalıştı " tamam, gidersiniz ama o sizin babanızdı hiç mi üzülmediniz?" dedi
Ali Demirhan'dan bir alaylı gülme sesi çıktı. Ne diyordu bu kadın ne üzülmesi. Dalga geçiyordu herhâlde diye düşündü. Çünkü abilerinin ona kızmayacağını bilse göbek bile atabilirdi.
Bu gülme sesiyle herkes Ali beye baktı. Azat abisinin uyarı maliyetinde bakışlarını görse de susmak istemedi ve konuşmaya başladı "duydun mu abi babamızmış (!)" dedi alaylı sesiyle , başını iki yana salladı. Eşi elini sımsıkı tutarak arkasında olduğunu hissettiriyordu ona.
Azat "Ali!" dedi uyarı maliyetinde
Ancak Ali Demirhan artık patlama noktasındaydı. Bunca zaman çektikleri acı ve babalarının onamlara yaşattıkları onu doldurmuştu. Keşke dedi keşke ölmeseydi de onu kendisi öldürebilseydi.
Bir evladının bu cümleyi kurması kadar acı bir şey var mıydı? Kendi babasını öldürmek istemesi bu çok acı. Ama Merdan Demirhan acıların en büyüğünü hakkediyordu.
Ali bey " Ne Alisi abi" dedi abisine bakarak. Sonra bir hışımla Emine hanıma dönüp sağ eliyle onu gösterdi. Sol eli ise eşi tarafından sıkıca tutulmaktaydı. "Bu kadın nasıl böyle söyler sanki bilmiyor bize yaptıklarını" dedi
Emine hanım oğluna kaşları çatılmış bir şekilde baktı zaten hayat arkadaşını sevdiği adamı kaybetmişti birde onun arkasından kötü söz söyletmezdi "nankörlük etme Ali babandı o senin sizin için en iyisini yapmaya çalışırdı" dedi sinirli ses tonuyla.
Altan Demirhan bu durumda sesiz kalmadı artık ne olacaksa olsun kafasındaydı " Elbette babamızı o bizim hadi ama" dedi kardeşlerine bakıp "nankörlük etmeyin, abilerimle, kardeşim bizim babamız bir melekti değilim Emine hanım?!" dedi sonda Emine hanıma bakarak bitirdi cümlesini.
Aslında bu soru değildi biliyordu bunu Emine hanım cevap veremedi.
Ali "tabi öyle abi bir oğlunu yetimhaneye veren, diğerlerini zorla evlendirmeye çalışan." dedi sonra durdu düşünüyormuş gibi yaptı. " yada dur bunlar basit şeyler. Polat abimi en kötü yetimhaneye verip orda yıllarca acı çekmesini sağlayan, abimin sırf acı çekmesi için her ay düzenli olarak yetimhaneye para veren adam" dedi
Altan "açımıyız Açık damıyız diye bakmadan sadece kendini düşünen" dedi
Ali devam etti abisinin sözünü " Azat abim olmasa geberip gidecektik. Sırf biz babamdan dayak yemeyelim diye kendi üstüne alındı her suçumuzu. Abim hep yara bere içinde gelirdi yanımıza sorardık kapı çarptı yada düştüm derdi" dedi
Altan " ama sırf biz üzülmeyelim acı çekmeyelim diye çabalardı babam onu sabaha kadar döverdi, odalara kilitlerdi, aç bırakırdı ama o yine bizi düşünürdü" dedi
Ali "Azat abim bir kızı sevdi diye onu kurşunla vuran bir baba" abilerine döndü "ne harika bir baba değil mi? " dedi
Altan "abim yengemi kaçırdı diye onu sürgün eden bir baba" dedi
Emine hanım Altan Demirhan dönüp "abin kız kaçırmasaydı sende evlenmek zorunda kalmazdın" dedi
Altan bey güldü "abim kız kaçırmasa şuan sevdiğim kadınla evli olamayacaktım sen neden bahsediyorsun. Ulan adam karnede bir zayıf getirdik diye şu avluda kemerle dövdü lan daha 7 yaşındaydım" dedi sinirle
Doğruydu Altan bey eşine kavuşmasında abisinin payı büyüktü yengesi ve sevdiği kadın kuzendi. Yengesinin başka kız kardeşi vardı ancak evlenmek istemedi. Bu yüzden sevdiği kadın berdele kurban gidecekti. Ama o öyle değildi abisi öncesinde hem kendisine, hem de sevdiği kadına sordu. Ona göre hareket etti Azat bey asla kardeşlerini yakmazdı.
Ali bey son bombayı patlatarak " ya da dur " Emine hanıma yaklaştı ve gözlerinin içine bakarak "Polat abimin sevdiği kadını öldürmeye çalıştığını ancak başarısız olduğunu biliyor muydun?" dedi
Bu bir soru değildi aslında cevabını zaten biliyorlardı tepkisini ölçmek istemişlerdi ki, yanılmadıkların belliydi. Emine hanımın beti benzi atmıştı, ellerim titremeye başlamıştı. Nasıl öğrendiklerini bilmiyordu ancak öğrenmeleri kötü olmuştu.
Merdan bey üvey oğlu Polat Akel'i 11 yaşına kadar baktı. Tabi buna bakmak denirse. Sonra en kötü yetimhaneye verdi. 18 yaşına kadar yetimhanede acı çekmişti, orada türlü işkenceler görmüştü. Çıktıktan sonra kendine bir hayat kurup kardeşlerini yanına almak istemişti. Ancak 24 yaşında sevdiği kadın ve kendisinin bulunduğu araç kurşuna dizilmiş 6 ay komada kalmıştı. Bunlarda yetmezmiş gibi uzun yıllar yürüyememişti. Tam o anda kardeşi Azat bey yardımına koşmuş babasından gizli abisine yardım etmişti. O günden beri ayrılmamış hep birlikte olmuşlardı.
Polat "tabi ki biliyordun değil mi?" dedi artık konuşma sırası ona gelmişti. "Ulan kendi canımın yanmasına yada ölmeye korkmuyordum ama" annesine baktı eskiden bir kez olsun başını okşasın oğlum desin diye peşinde dolaştığı annesine. "Sevdiğim kadın o gün ölseydi yeminim olsun ki o adamın tek bir parçasını bile bulamazdınız." dedi sinirli sesiyle.
Demirhanların kavga seslerini duyan Mardin halkı merakla konağın bahçesine girmişlerdi bile.
Eskiden çekilen acılar tam unutulmaya yüz tutmuşken tekrar ortaya çıkmıştı.
Doğalarda bu gurubun içindeydi.
Azat bey hiç bir şey söylemedi kardeşlerinin içlerinde tutukları her şeyi akıtmalarını istedi belki o zaman bir nebze olsun da rahatlayabilirlerdi.
Emine hanım bu denilenlere ne cevap vereceğini bilemedi. Zaten verecek cevabında olduğu söylenemez. Hep oğullarının acı çekmesini izlememişiydi zaten?
5 yaşına da Ali bir lokma fazla yediği için gün boyu aç bırakılırken,
Polat'ı yaka paça evden götürürken, onun eteğini tutup gitmemek için yalvarırken. Bir daha yaramazlık yapmayacağını iyi bir çocuk olacağını söylerken kulaklarını tıkamamışıydı?
Altan annesinden kermes için kek yapmasını istediğinde döven o değil miydi?
Azat sevdiği kadının kim olduğunu anlatırken, eşine anlatması ve oğlunun vurulmasını sağlayan o değil miydi?
Ama yine de eşinin arkasında durmaya devam etti. Ne olursa olsun ölen kocasının arkasından kötü konuşmalarını istemedi.
Mardin halkı ve Doğa ailesi bu duyduklarına inanamıyordu.
Emine hanım arkadaki kalabalığı fark etmişti "Yeter bu kadar babanız o sizin ne yaparsa hakkıdır! İster sever ister döver" dedi sert sesiyle. Arkasını dönüp bir şey demelerine izin vermeden içeriye girdi.
Konunun artık kapanmasını istiyordu yeterince rezil olmuşlardı.
Arkasında şaşırmış bir Mardin halkı, Doğa ailesi. Öfkeli Oğullarını ve gelinlerini. Bırakarak gitmişti.
Bazen düşünüyorlardı ki iyi ki bir kız kardeşleri yoktu çünkü bu yaşadıklarını onunda çekeceği anlamına gelirdi ve buna dayanamazlardı.
Azat bey ve kardeşleri kalabalığı fark edince dağıtmaya başladı.
Ancak Melek hanımın gözleri Meltem hanımla kesişmişti.
Artık gerçeklerin ortaya çıkma vakti gelmişti.
Derin Doğa'nın Anlatımıyla,
Gözlerimi zorlanarak açmaya çalıştım. Sanki tonlarca ağırlık vardı gözlerimde.
Burnuma dolan kan koku geliyordu.
Neredeydim ben?
Ne olmuştu bana?
Vücudumu hareket ettirmek istesem de olmuyordu. Hatta karnıma keskin bir acı saplanmıştı. Acıyla inlemiştim, tam o anda bir erkek sesi dudum.
"komutanım uyanıyor" dedi biri
"komutanım yarası çok mu derin sizce? Canı acıyor gibi" dedi bu başka birinin sesiydi, ancak öncekine gör sesi daha kalındı.
Gözlerimi zorlanarak da açmayı başardım.
Bir kadın sesi geldi "uyandı!" dedi heyecanla.
Gözlerim Mağaranın içine yansıyan güneş ışığına denk gelince tekrar kapatmak zorunda kaldım.
Bir dakika mağaramı?
Hızla gözlerimi tekrar açtığımda, etrafa göz gezdirdim.
5 erkek 2 kadın vardı. Endişeli gözlerle bana bakıyorlardı.
Yan tarafımdan "iyi minsin?" diye cılız ve çekingen bir kız sesi geldiğinde, kafamı çevirdim.
Kızın mavi gözleriyle benim yeşil gözlerim birleştiğine gözlerini kaçırdı.
Sarı saçlı, mavi gözlü bir kızdı.
Kaşlarım çatıldı. Bu kızda kimdi.
Bir bir yaşadıklarımın gözümün önüne gelmeye başladığında, gözlerim büyüdü.
Kaçırılmıştım, hem de vurulmuştum da. Yarama dokunmak için elimi hareket ettirmek istediğimde, bağlı olduğunu fark ettim. Ve hareket etmemle canım daha çok acımıştı.
Kadınlardan biri yumuşak ama bir o kadarda endişeli sesiyle "hey dikkat et canını acıtıyorsun!" dedi
Kafamı ona çevirdim bu seferde. Burada olan kişileri incelemeye başladım.
Askerlerdi!
Üstlerinde asker üniformaları vardı. Yüzleri yara bere içindeydi. Üniformaları kan içindeydi. Kadın askerler erkek askerlere göre daha iyi durumdaydı.
Uzun süredir burada oldukları belliydi.
Şu an konuşamayacak kadar şaşkındım!
Zar zor bulduğum sesimle konuşmaya çalıştım ancak başaramadım. Öksürdüm ve kendime gelmeye çalıştım.
"İyi misin ufaklık?" dedi buda bir kadın sesiydi ancak diğer kadına göre sesi daha kalındı.
"İ- iyiyim" dedim zorlukla öksürüklerimin arasında.
" yalan söyleme küçük hanım" dedi sert sesiyle bir başka adam.
Kendimi biraz daha iyi hissedince konuşmaya başladım. "Sizde kimsiniz?"
Komutanları olduğunu düşündüğüm adam ve ayrıca bana küçük hanım diyen adam konuşmaya başladı. Ona gıcık kapmıştım.
Gözlerine odaklandığımda. Mavi gözlü olduğunu gördüm.
Ben az önce ona gıcık kaptım mı demiştim? Dememişimdir.
Keskin yüz hatlarıyla yenilmez bir gibi duruyordu. Vücudu oldukça iriydi, masmavi gözleri, simsiyah saçları vardı. Ayrıca sesinde oldukça kalındı. Hatta şu ana kadar duyduğum en kalın erkek sesi olabilir.
"Ben Devrim küçük hanım bu gördüğün diğer askerlerin komutanıyım" dedi sert sesiyle.
Güler yüzlü olan kadın atladı "bende ipek" dedi sevecen sesiyle.
O kadar işkence görmüş birine göre oldukça güler yüzlüydü.
Diğerleride kendini tanıtmaya başladı.
Sarı saçlı olan adam "ozan" dedi
Kızıl saçlı olan adam" Samet" dedi
Siyah saçlı " Ömer" dedi
Turuncu renge yakın saçları olan kadın sert yüz hatlarına sahipti " Alis" dedi sert sesiyle
Bu kadın çok havalıydı yalnız.
Yanımdaki benim gibi iple bağlı olan kıza döndüm. Çekingen bir şekilde bakıyordu. "Sen kimsin peki?" dedim
"Ada" dedi kısık sesle.
"Ay konuştu" dedi sarı saçlı güler yüzlü olan kadın. İpekti sanırım.
Onlara baktığımda zincirle bağlı olduklarını gördüm.
İpek arkadaşlarının ona kötü kötü bakmasıyla "yani şey geldiğinden beri hiç konuşmamıştı da ondan" dedi sesi giderek kısılıyordu gözü komutanındaydı.
Bir anda mağaraya bir adam girdi. Bozuk Türkçesiyle "uyanmışsın Türk kızı" dedi
Askerler bir anda hareketlenmeye başladı. Hatta güler yüzlü olan kadın bile bir anda set bir şekilde bakmaya başladı.
Neler oluyordu kimdi bu adam?
Boş boş baktım karşımdaki adama. O ise bana daha da yaklaşmaya başladı. Bir anda saçlarıma asılıp tutu ve aşağı doğru sert bir şekilde çekti.
Miran abim olsa delirirdi saçlarıma ayrı bir düşkünlüğü vardı.
Dişlerimi sıktım ve acı içinde inlememek için kendimi sıktım. Bu adam her kimse Türk olmadığı belliydi. Ona istediğini veremezdim.
Ömer adında asker konuşmaya başladı "Lan puşt bıraksana kızı" dedi sert sesiyle oldukça öfkeli gözüküyordu.
Adam "Asker asker sen karışma sıra sana da gelecek elbette." dedi bozuk Türkçeyle
sonra bana dönüp "sen kendin kaşındın Türk kızı eğer orada olmasaydın bu durumda olmazdın" dedi tükürüklü tükürüklü.
Iy midem bulandı "Bak her kimsin bilmiyorum ancak o pis ellerini benden çekmesen bunun bedelini ağır ödersin. Ayrıca iğrenç nefesini de uzak tutsan daha iyi." yüzümü buruşturup "tüm tükürüklerin resmen yüzümü yıkadı." dedim adam her sözümde daha da öfkeleniyordu.
Buradan kurtulunca kendimi çamaşır suyuyla yıkasam anca kendime gelirdim.
Yüzüme ani inen tokatla kendimi yerde buldum.
Karnımdaki acı iyice hissetmeye başladım. Bu ani darbeyle acıyla inledim.
Askerler bağırıyor küfürler yağdırıyordu adama. Ancak karşımdaki adam gülüyordu. Kafamı kaldırdım saçlarım yüzüme dökülmüştü. Eğildi ve yüzüme yaklaştı "bana karşı gelmeyeceğini anlamışsındır Türk kızı" dedi
Güldüm, evet, hatta kahkaha attım. Mağarada sesim yankılandı resmen. Karşımdaki adama afallamıştı. Diğerleri de şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
Gerçi bu karşımdaki adam olmazdı zira bu insan görünümlü salak bir teröristi. Şimdi her şey netleşiyordu. Askerlerin burada olması bir mağarada olmamız, bozuk bir Türkçe ve iğrenç bir surat.
Yaklaşmasını işaret ettim kafamla. O da salak gibi yaklaştı bir sır verecek gibi " Kendin söyledin maymun suratlı ben bir Türküm sana asla boyun eğmem bir teröriste hiç bir Türk boyun eğmez!" dedim ve suratına türdüm. Oh be içimde kalmıştı.
Adam sinirden iyice kızardı, dikelerek ve bağırarak "göreceksiniz siz Türkler boyun eğmeyi öğreneceksiniz!" dedi bozuk Türkçeyle.
Sen önce bir yıkanmayı öğren burnumun direği kırıldı.
Zorda olsa tekrar oturmayı başardım.
Samet olduğunu hatırladığım adam "Tabi anca rüyanda" dedi gülerek
Ozan "o bile olmaz devrem" dedi ve ona katıldı
adam sinirle mağaradan çıktı ancak bunun bir başlangıç olduğu belliydi. Zira çıkarken dediği sözlerden anlaşılıyordu "bakalım akşama da bu kadar cesur olabilecek misin Türk kızı" dedi bozuk Türkçesiyle ve çıktı.
ipek "iyiminsin çok sert vurdu mu sana?" dedi sesi endişeliydi.
"iyim bana bir şey olmaz" dedim
Komutan "buradan bir an önce kurtulmalıyız" dedi düşünceli sesiyle
Samet "komutanım ne yapacağız Derin’in ve Ada’nın durumu iyi değil" dedi biz bakarak.
Alis "ayrıca işkencelere dayanamazlar" dedi
Komutan "botumda gizli bir telefon var" dedi
Vay be adam telefon saklamış. Çok iyi.
"kurtulabiliriz ancak birinin onu alması lazım" dedi
askerlerin elleri ve ayakları zincirle bağlıydı ayrıca mesafeleri birbirlerine ulaşamayacak kadar uzaktı.
Ada ve ben ise iple bağlıydık ancak sürünerek komutanın gitmememiz bile imkansızdı. Zira Adanın ipler arkasında bir yere daha bağlıydı. Benim bağlı değildi, sadece ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Sürünerek gidebilirdim ancak canım çok fazla acırdı. Üstelik kanaması durmuş yarayı tekrar kanatabilirdim. Bunu göze alamazdım.
Askerler fikir yürütmeye çalışırken, Ada umutsuz gözlerle yere bakıyordu.
Aradan yarım saat geçmişti ki sonunda ipleri çözmeyi başardım. Buradan sevgili Meriç abime sevgilerimi sunuyorum çocukken az beni bağlamamıştı. Hep bağlar kurtulmam için uğraşırdı. O zamanlar ona çok kızardım ancak şimdi onu anlıyordum.
Alis ile gözlerimiz kesiştiğinde bana kaşları çatık bir şekilde baktı. Ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Ona ellerimi iki yana sallayıp gülümsedim ve hızlıca ayaklarımdaki iplerin bağını çözmeye başladım.
Diğerlerine dönmeden öce zorlukla mağaranın duvarlarına tutunarak kalktım ve "hey!" dedim gülümserken.
Konuşmayı kesip bana baktılar.
Samet "sen nasıl?" dedi şaşkınca.
Ona havalı olduğunu düşündüğüm bir bakış atarak yürümeye çalıştım ancak canım acımıştı.
"Ah!"
ipek "dikkat et" dedi endişeyle.
bu kız gerçekten de çok tatlıydı.
"Sorun yok iyiyim" dedim
Komutan şüpheyle baktı. Ellerimi tişörtüme götürüp açtığımda. Erkek askerler hızla gözlerini yumdu.
Samet "hey bu çok ayıp" dedi
ona göz devirip "sadece yarama bakacaktım ayrıca tipim değilsin" dedim gözlerini açıp bana kötü kötü baktı. "Hadi oradan ben her kızın hayaliyim!" dedi egoyla.
Kafamı iki yana sallayıp "benim değil ben mavi gözlüleri severim" dedim Komutana göz kırparken.
Herkes şaşırdı ancak İpek gülmeye başlayınca onlarda güldü. Komutan onlara sert bir şekilde bakıp. Bana baktı "Sizden oldukça büyüğüm küçük hanım" dedi sakince.
ona göz kırpıp "aşkın yaşı yoktur komutan" dedim sonra "her neyse buradan çıkınca konuşuruz şimdi ne yapmalıyım" dedim
Komutan ciddileşerek " sol botumda gizli bir bölme var orda albayla konuştuğum telefon var alabilirimsin?" dedi
Onu başımla onayladım Samet "hadi bakalım yaparsın sen" dedi güven verici sesle.
Diğerlerine baktığımda onlarda güven verircesine bakıyordu.
Pekala kızım yaparsın sen. Canım acıyordu her adımımda ancak yapmalıydım.
2 dakika bir sürede anca yanına varabildim. Telefonu almak için eğildiğimde. Canımın acısı katlandı ancak yapabilirdim.
Alis "acele etmelisin Derin her an biri gelebilir" dedi endişeyle.
Ona hak veriyordum ancak canım çok acımıştı. Derin nefes alıp tekrar denedim. Telefonu sonunda aldığımda, Komutana baktım.
Komutan ne demek istediğimi anlayınca bağlı ellerini gösterip "sen halletmelisin küçük hanım ellerim bağlı zaten tek bir numara var onu araman yeterli gerisini ben hallederim" dedi
Onu onaylayıp tuşlu telefonu açtım. Dediği gibi bir numara vardı sadece hızlıca arama duşuna bastığında. Telefon bir kaç saniyede açıldı.
Komutan "DİYARBAKIR / YÜZBAŞI DEVRİM ALAĞÖZ EMREDİN KOMUTANIM!" dedi
kardeş biraz daha bağır olmadı bu yakalanmalıyız. Ne yaptığını anlayıp sesini kıstı
Albay olduğunu tahmin ettiğim adam "Alagöz" dedi
Yüzbaşı "kızıl elma" dedi
Albay onu onaylayıp durum raporunu aldı. Yüzbaşı her şeyi hızlı ve kısık sesle anlattı. Telefonu kapattığım da dışardan bir ses gelmişti.
Alis "Derin hızlı ol" deyince telefonu yüzbaşına veremedim hızlıca içime soktum.
Tamam kabul pek iyi bir hareket değil ancak hızlı olmalıydım.
Yerime geçip ayaklarımı ve ellerimi tekrar bağladım. Yaram çok fazla zorladığım için hafif hafif kanamaya başlamıştı bile. Ancak umursamadım.
Bir adam bizi kontrol edip gitti.
Aradan saatler geçmişti ki dışardan silah sesleri gelmeye başlamıştı.
Askerlerin yüzünde bir gülümseme meydana geldi. Ada tedirgin olmuştu.
Bir süre sonra içeriye Türk askeri girdi. Kahve rengi saç rengi, açık mavi göz rengi, 1.87 boyunda bir askerdi.
Hızlıca hepimizde göz gezdirip, gözleri bende durdu endişeli bakışlarla bana bakmaya başladı. Ayrıca şaşkındı da. Arkasından bir asker daha geldi. Kumral saç, Mavi göz rengi ,1.85 boylarındaydı. O da göz gezdirip en son gözleri bende durunca "Siktir" dedi şaşkınca.
Hiç kimse bir şey anlamamıştı bende dahil. Önce askerlerin zincirlerini çözmeye başladılar sonara Koyu mavi göz rengine sahip adam yanıma gelmeye kalkışacaktı ki. Ben çoktan iplerden kurtulmuştum. Şaşkınca bana bakmaya devam ediyordu. Kahve rengi saçlı adam Adan’ın yanına gidip onun iplerini çözdü.
Mavi gözlü adam bana bakmayı bırakıp askerlere döndü "ne durumdasınız" dedi sert sesiyle
Yüzbaşı "hala savaşacak gücümüz var üsteğmenim" dedi sert sesiyle.
Her şey o anda hızlıca gelişti. Ne ara mağaradan çıktık bilmiyordum, etraf sakindi. Silah sesleri kesilmişti.
Tam o anda, bir askerle gözlerimiz kesişti. 1.98 boylarında, kumral saçlı, resmen benim kopyam gibi bir adamdı. Benden yaşça büyüktü. O bana duygu yüklü bakarken, gözlerim ona uzak ama yine de vura bilecek mesafede biri daha vardı. Silahı tam ona doğrultmuş sıkarken, Her şey çok hızlı gelişti. Ne ara kendimi ona siper ettim bilmiyorum. sonrası benim için karanlıktı. Ancak bilincim kapanmadan önce, silahı ateşleyen vuruldu.
"DERİN"
"GÜNEŞ"
Diye acı feryatlar duysam da son duyduğum kolları arasında olduğum adamın acıyla ağlayışı ve "Güneş" adını bağırmasıydı.
Bölüm sonu. Nasıldı? En sevdiğiniz karakter? |
0% |