@demirhan_asel
|
Yazar Anlatımıyla,
Melek Hanım, Meltem Hanımla göz göze geldiğinde, artık bir şeylerin doğruluğundan emin olmuştu.
Mardin halkı tek tek konağın bahçesinden çıkmaktayken, eşinin hareket ettiğini fark eden, Meltem Hanım kolundan tutup, "Nereye Murat?" dedi
Murat Bey oldukça rahat bir tavırla " Kovulduk sultanım artık gitme vaktimiz geldi" dedi
Oğullarının da babalarına katıldığını gören Meltem hanım "saçma sapan konuşmayın durun şurada" dedi kızgın sesiyle.
Murat Bey oğullarına baktığında, onlarında yapacak bir şey olmadığının farkındaydı. Mecburen pes etmiş bir şekilde omuzlarını aşağı indirmiş ve eşini onaylamıştı.
Sonunda konağın bahçesinde sadece Demirhan ve Doğa ailesi kaldığında, Azat Bey'in gözüne çarpmıştı.
Kendisi ile aynı yaşlarda olan bu adamı tanıyordu. Nasıl unutabilirdi ki? Adamın kız resmen ölmüş prensesine benziyordu. Ancak neden burada olduğunu bilmiyordu. Yanındaki eşi olduğu belli olan bir kadın, ikide oğulları yaşında çocuklar vardı.
Melek Hanım ve Meltem Hanım karşı karşıya gelmişti.
şimdi gerçekleri konuşma vaktiydi.
Yazar Anlatımı,
Kılıç ve Güneş Timi,
Agah olan biteni anlamakta zorluk çekiyordu. Neler olduğunu anladığında ise artık çok geçti.
Daha birkaç saat önce kız kardeşinin yaşadığını öğrenmişti. Şimdi ise kız kardeşi onun için kurşunun önüne atlamıştı.
Kollarındaki kız kardeşinin yüzündeki saçlarını acıtmaktan korkar bir şekilde çekti.
Sayıklamaya ve ağlamaya başlamıştı bile "hayır"
"Hayır"
"Hayır, hayır bu kez olmaz bir daha olmaz!" dedi gözyaşları içinde.
Onların bu halini gören Kılıç, Güneş ve kurtarılan tim gözlerinin dolmasını engelleyemedi.
Yusuf time en son katılan da olsa kendisi bir sağlıkçıydı. Hızlı bir şekilde komutanının ve daha yeni yaşadığını öğrendiği küçük kızın önüne çöktü.
Aynı şekilde kılıç timinden olan Asım da sağlıkçıydı. O da hızlıca yanlarına çöktüğünde. Agah komutanın kollarındaki küçük kıza bakmaya çalıştı. Çalıştı çünkü komutanı asla bırakmıyor, sıkı sıkı sarılıp ağlıyordu. Ancak böyle devam ederse küçük kız kanaması fazla olduğu için ölebilirdi.
Devrim komutan ne kadar üzülmüş olsa da sakinliğini koruyarak, Üsteğmenin yanına gidip omzuna dokundu.
Agah ise bu dokunmayı hissetmedi bile. Bunu fark eden yüzbaşı "Üsteğmen" dedi transta gibi kızın kalbine kulağını yaslamış bir şekilde "izin vermem bu sefer olmaz" gibi kelimeler sayıyordu.
Yüzbaşı "ÜSTEĞMEN!" diye katı bir sesle bağırdığında, Agah irkilmişti. Bir anda kıpkırmızı olmuş gözlerle, Yüzbaşıya dönmüştü.
Devrim ise onu bu halde gördüğünde ne diyeceğini şaşırmıştı. Ancak kendini toplayıp, "kalk hadi bırak kızı. Bırak ki baksınlar." dedi daha sakin anlaşılır şekilde. Sanki bir çocuğu ikna etmeye çalışıyordu.
Ancak Agah bir anda kafasını hızlı bir şekilde sağa sola sallayıp, "olmaz! Hayır, hayır. Bu sefer olmaz" dedi sonra kardeşinin kalbime kulağını tekrar yaslayıp "bak atıyor ama yavaşlamaya başladı. Bırakırsam gider. Olmaz!" dedi. Delirmiş gibiydi ancak bırakmaz ise Yusuf ve Asım küçük kıza bakmayacak bu yüzdende kızı fazla kan kaybetmekten kaybedeceklerdi.
Devrim onun yanına çöküp küçük bir erkek çocuğunu ikna etmeye çalışan biri gibi konuşmaya başladı. "Hadi Agah eğer bırakmaz isen daha kötü olacak bu sefer onu kurtaramazsı-" sözünü tamamlamasına izin vermeden lafını kesti Agah. Zira duymaya hazır olduğu bir cümle değildi. "Hayır ölemez o!" Kafasını kız kardeşinin hala atan küçük kalbinden kaldırdı. Kızarmış gözleriyle Devrim yüzbaşına bakarak "ölemez dimi?" Sanki masum küçük bir erkek çocuğu vardı ve o soruyordu bu soruyor.
Devrim onu onayladı "yaşayacak tabi ne sandın sen kardeşini. O çok güçlü" dedi Agah'ın kollarından küçük kızı ayırırken
Agah masumca "Güçlü o" dedi Devrime bakıp "Güçlü tabi, o benim kardeşim hala daha yaramazlık yapacak, uyuyamadığında benim yanıma gelip, uydurduğumuz hikayeleri anlatmamı isteyecek." dedi
Devrim onu onaylayıp sarıldı. Karşısındaki aynı yaşlarda olan bu adamın acısını hissetmemek nerdeyse imkansızdı. O kadar yıkılmış bir şekilde duruyordu ki, kendisini tutmasa o da ağlayacaktı.
Gözlerini küçük kızı tedavi eden Asım ve Yusuf'a çevirdi. Ellerinde olan sağlık malzemeleri ile akan kanı durdurmaya çalışıyorlardı. Gülümsedi daha birkaç dakika önce bu küçük kız ona neler söylerken şimdi o yeşil gözleri kapalıydı. Ama iyi olacak ve tekrar onun gözleri ile ilgili bir çok şey söyleyecekti. İnanıyordu belki de kendini kandırıyordu ancak bu kızın pes edeceğine karşı inancı sıfırdı.
Asım "kurşun içinde, içindeyken dikmişler" dedi Bunu duyan Agah kas katı kesildi. Yusuf küçük kızın kanayan yerine baskı uygularken, komutanın gözlerine bakarak "biran önce hastaneye gitmeliyiz durumu kritik" dedi Asım onu onayladı "çok kan kaybetmiş üstelik kurşun organlarına zarar vermiş olabilir." dedi
O an ne oldu nasıl oldu bilinmez bir şekilde hastaneye yetişmeye çalıştılar zaten Derin’i hastaneye yetiştirmekten başka şansları yoktu. Yoksa küçük kız ölüyordu.
Onlar hastaneye gitmeye çalışırken. Yusuf ve Asım küçük kızın daha fazla dayanması için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Birkaç saat önce Derin kaybolduğunda ve ormandan kurşun sesi geldiğinde Erez ve Alaz hızlıca uzaktan gelen silah sesine doğru koşmaya başladılar. Ancak onlar yetişemeden çoktan gitmişlerdi. Alaz feneri tutuşu yerde kan izleri görünce kaskatı kesilmişti "E- Erez" dedi
Erez hızlıca Alaz'a dönüp "bir şey mi buldun?" dedi
Alaz ona bir şey demeden sadece bir noktaya baktığını fark edince hemen yanına gidip, baktığı yere baktı. Gördüğü kan ile o da kaskatı kesilmişti. Ne yapacağını bilemez halde yerdeki kan izlerine bakıyordu ve bunun Derin’in kanı olmamasını umuyordu. Ancak sonra bir şey fark etti.
Bir kolye.
Güneş desenli bir kolyeydi. Yarım bir şekilde olan gümüş zincirin üzerindeki sarı bir güneş. Sanki bu güneşin bir parçası daha varmış da o yüzden yarımmış gibiydi.
Bu kolyeyi biliyordu. Derin’i tanıdığından beri hiç çıkartmadığı bir kolyeydi. Ne zaman görse hep boynundaydı. Neden taktığını bilmese de hep takardı. Bir kere sormak istemişti. Ancak Derin lafı çevirmiş ve cevap vermemişti.
Erez kanla kaplı kolyeyi eline aldığında, Alaz bu kanın Derine ait olduğunu fark etmişti bile ve bu acı yüzünden kalbi sıkışmıştı.
Gözleri bir anda bir kadın sesinin inlemesi ile o tarafa döndü, gördüklerine inanamadılar. Bir kadın kanlar içinde yatıyordu.
Hızlıca kadının yanına gittiler. Ancak kadın ölmek üzereydi.
Yanına vardıklarında "iyi minsiniz?" Diye sordu Erez
Kadın kesik kesik nefes alıyor, gözleri kapanıyordu. Nerdeyse kalp atışları atmayı bırakmıştı. Ancak zar zor bir şekilde konuştu.
Yazar Anlatımı Demirhan Konağı,
Demirhan ve Doğa ailesi konuşurken sinir ve stresleri oldukça gerilmişti. Melek ve Meltem hanım gerilmiş ortamı toplamak için uğraşırken, eşleri oldukça hararetli bir şekilde konuşuyordu. Tabi buna konuşmak denirse birbirlerini öldürmek istediklerini uzaktan bakan bir çocuk bile anlardı.
Tam o sıralarda Murat Beyin telefonu çalmıştı. Murat bey hızlı bir şekilde telefonu cebinden çıkardı. Kızı arıyor olabilirdi ve hiç bir şey kızından önemli değildi.
Telefonda yazan numarayı görünce kaşları çatıldı. Ancak açtı. Melek Hanım telefonu hoparlöre almasını istedi eşinin. Belli ki kızı yine başını belaya sokmayı başarmıştı.
Murat Bey "Ooo Mehmet bey siz beni arar mıydınız?" dedi az önceki gerginliğinden kurtulmaya çalışarak.
Karşıdaki adamdan bir ses geldi ancak sesi hiç iyi değildi " Buraya gelmelisiniz Murat" dedi
Murat Beyin kaşları çatıldı " yine ne yaptı bizimkiler" dedi
Mehmet bey sıkıntıyla " bu sefer öyle bir şey değil Murat" dedi sıkıntıyla
Murat Bey tedirgin olmaya başlamıştı bile.
Ne olmuş olabilirdi?
Neden böyle konuşuyordu?
Demirhanlar zaten bir şey anlamamışlardı ancak telefon konuşmasını dinliyorlardı.
Meltem hanım endişeyle "Ne oldu Mehmet abi?" diye sordu
Mehmet şimdi ne cevap vereceğini bilemedim. Nasıl diye bilirdi ki? Kızın kaçırıldı, üstelik vurulduğunu düşünüyorlardı. "Bacım siz gelin ama Derin yok" dedi
Miran " Ne demek yok Mehmet amca" dedi endişeye.
Mehmet Bey " siz gelin oğlum öyle anlatıyım telefonda olacak iş değil" dedi
Meltem Hanımın duymayı beklediği şey bu değildi. En fazla kızının partiyi birbirine kattığını duymak isterken bambaşka şeyler duymuştu.
Daha fazla irdelemediler. Telefonu kapatıp karakolun yolunu tutacaklardı. Ancak Demirhanlar Derine bir şey olduklarını duydukları anda peşlerine takıldı. Doğalar ise ses çıkarmadılar. Zira şu an önemli olan tek şey Derindi.
Karakolun önüne vardıklarında, hızlı bir şekilde araçlarını durdurup, içeri girdiler.
Yoldan bir polis memurunu durdurup, Amirlerinin yerini sordular. Odasını da olduğunu öğrenince, kapıyı çalıp içeri girdiler. Ancak kızarmış gözlerle koltuklarda oturan Alaz ve Erez ikilisini beklemiyorlardı.
Murat Bey bir umut "kızım nerde?" diye sordu.
Mehmet Bey üzgün bir ifadeyle olan biten her şeyi anlatmaya başladı.
Bunun üzerine Meriç inanmadı "Nerden biliyorsunuz? belki kardeşimin kanı değil!" dedi hiddet ile ayağa kalkarken.
Mehmet Bey sıkıntıyla nefes verip tam cevaplayacaktı ki. Erez girdi araya kısık sesle "abi" dedi canı yanıyordu. İkizi gibi gördüğü, beraber büyüdükleri kızın başına kötü şeyler gelmişti ve bu onların suçuydu. Eğer kavga etmek yerine, Derin’in arkalarında olup olmadığına baksaydılar böyle olmazdı.
Meriç kırmızı gözlerle İkili koltukta yan yana oturan ikiyle döndü. Çokta iri olmasalar da yine de koltuğu kaplayabilirlerdi. Ancak resmen koltukta ikiside küçücük kalmışlardı.
Erez ellerinde sıkıca tutuğu kolyeyi gözler önüne serdiğinde, Meriç bir anda koltuğa çöktü. Erez'in elinde bulunan kolyeyi titreyen eliyle aldı. Kolyenin gümüş zincirinden tutup havaya kaldırmıştı.
Demirhan ailesi ve Doğa ailesi kanlı kolyeyi gördüklerinde kalpleri sanki biranda atmayı bırakmış, nefes almayı kesmişlerdi. Zira hepsi o kolyenin kime ait olduğunu biliyordu.
Meriç "hayır bu, bu olamaz" dedi Ayağa zorla kalkıp, abisinin yanına gitti.
Miran duvar dibinde sesiz bir şekilde göz yaşlarını durdurmaya çalışırken, kardeşinin yanına geldiğini gördü. Tepki veremedi kardeşi ona yalan olduğunu, böyle bir şeyin imkânsanız olduğunu söylemesini bekliyordu ancak yapamadı. Yalan söyleyemedi. Hızla kardeşini kendine çekip, birlikte sessizce gözyaşı dökmeye başladılar.
Polat Bey sesiz ve donuk bir şekilde duvara sabitlemişti gözlerini.
Ali ve Altan ağlayan eşlerini kendilerine çekip gözyaşlarının akmasına izin vermedi.
Azat Bey eşini kendine çekip sarıldığında Melek Hanım " i- iy- iyidir değil mi?" diye sorduğunda ne cevap vereceğini bilemedi sıkıca eşini sarıp göğsüne kafasını yasladığında, saçlarından öptü ve akmaya çalışan göz yaşlarını içine akıttı.
Meltem Hanım ve Murat Beyinde onlardan bir farkı yoktu. Kızlarının iyi olması için dua ediyorlardı.
Mehmet bey acılı ailelere hiçbir şey diyemedi. Doğa ailesinin acısını anlıyordu ancak Demirhan ailesinin neden bur da olduklarını ve acı çektiklerini anlamadı. Yine de sesini çıkartmadan gelecek iyi bir haberi beklemeye başladı.
Herkes güzel bir haber beklerken saatler sonra acı haber gelmişti.
Acı haberi duyan herkes hastanenin yolun tutu.
Yazar Anlatımı Hastane,
Helikopter sonunda hastanenin çatısına indiğinde, Doktorlar ve hemşireler koşmaya başladı.
Sedyeye yatırılması istenilen küçük kızı tutan askerden zorlukla aldılar.
Doktor "hasta?" dedi
Hemşirelerden biri " 17 yaşında, sağ böbreğine yakın yerden vurulmuş, kurşun hala içinde, çok fazla kan kaybetmiş, ayrıca kalp atışları oldukça düşük." dedi
Doktor "hemen ameliyathaneye!" diye bağırdığında hızlıca gitmeye başladılar.
Arkalarında ise yıkılmış bir abi bırakarak.
Agah silah tutmaktan nasırlaşmış elline bulaşan toprağı umursamadan, gözlerinden akan yaşları sildi. Ancak sol elindeki kız kardeşinin kanını fark ettiğinde daha çok ağlamaya başladı.
Onlarda hızlıca komutanlarını sakinleştirip, ameliyat hanenin önüne geldiler.
Herkes çökmüş durumda ameliyathanenin önünde bekliyordu.
Demirhan ailesi ve Doğa ailesi içeri girdiklerinde bilgi aldılar ve ameliyatta olduğunu öğrendiler.
Hızlıca ameliyathanenin önüne geldiklerinde hiç kimse askerler tarafından dolu olan bir koridor beklemiyordu.
İçlerindeki acı katlanarak artarken Azat Beyin gözü yıllar sonra ilk defa oğlu Agah Demirhan'ı gördü. Yere çökmüş kızarmış gözleriyle ağlayan oğlu, ameliyat hanenin kapısından gözünü bir saniye bile ayırmıyordu.
Diğer aile üyelerinde onu fark etmişti. Melek hanım "O-oğlum" dedi titreyen sesiyle Agah annesinin sesini duyar durmaz kafasını kaldırdı. Ağlamaktan kızarmış yeşil gözlerini aynı durumda olan annesinin mavi gözleriyle birleştirdi. Hızlıca yerinden kalkıp annesine gitti ve sarılarak ağladı. En son ne zaman annesine sarıldı yada ne zaman duygularını tam anlamıyla göstermişti?
Melek hanım oğlunu en son kız kardeşinin ölüm haberini aldığı zaman böyle görmüştü. Şimdi ise dejavu gibi aynı şeyi 13 yıl sonra tekrar yaşıyorlardı. Ama umuyorlardı ki sonu aynısı olmasın.
Saatler saatleri kovaladı ancak hala bir haber yoktu. Hastanenin kapısından giren diğer aile üyeleri de geldi. Tabi Timuçin bey, Sevim hanım, Alpaslan da arkadaşlarını yalnız bırakmadı. Alpaslan hızlıca bilgi almak için çıkan hemşireyi durdurdu.
Hemşire "üzgünüm şu an bilgi veremem" dedi
Alpaslan "Ben Alpaslan Soylu. Soylu Özel hastanesinde Genel Cerrahıyım" dedi sert ve katı bir sesle.
Hemşire anında bilgi vermeye başladı çünkü hastane sahibi karşısındaki adamın ameliyata girmesini istemişti. "Hasta 17 yaşında, kurşun sağ böbreğe yakın yerde denk gelmiş, çok fazla kan kaybı var, kurşunu çıkaramadık, zarar vermesinden korkuyoruz, ayrıca hastanın kalbi bir kez durdu" dedi hızlıca sayarak
İşte tam o an koridorda olan tüm herkesin aklında olan tek cümle var hastanın kalbi bir kez durdu.
Kalbi durdu, durdu Agahın aklında dolanan cümle tam anlamıyla buydu. Bir kez daha küçük kalbi durmuştu. Koridorda ağlama sesleri, çığlıklar yankılanıyordu.
Melek Hanım Asel diye ağlarken.
Meltem Hanım ise Derin diyordu.
Demirhanların geri kalan aile üyeleri de gelmiş ve o cümleyi duymuştu.
Alpaslan ise hızlıca ameliyathaneye daldı. Ancak dalmadan önce bir adamın "Astımı da var!" diye bağırdığını duydu. Bu bilgi gereklimi değil mi bilmiyordu Miran ancak yine de bağırdı.
Alpaslan dalar Dalmaz üstüne gerekli olan her kıyafeti giydi ve kendini temiz olduğunda içeriye girdi. Dedikleri gibi kalp atışları giderek duruyordu.
Hemen müdahale etmeye başladığında oradaki doktor, asistanlar ve hemşireler şaşırmıştı.
Alpaslan " hemen şok cihazını hazırlayın, 0 + kan bulun" diye talimatı verdi
Herkes şaşırsa da dediklerini harfiyen uygulamak zorunda kaldı zira buraya bir doktorun daha önceden geleceğinin haberlerini almışlardı. Ancak ameliyatta bulunan doktorun pek hoşuna gitmemişti bu durum. Yine de sesiz kalarak yapılması gerekenleri yaptı.
Saatler geçiyordu ki Derin hala ameliyattan çıkmamıştı. Kanı öz babası ve abisi Agah tarafından verilmiş. Şimdide beklemeye devam ediyorlardı.
Sonunda ameliyathanenin kapısı açıldığında, önce hemşireler çıkmıştı sonra ise doktor, arkasından önlükle Alpaslan çıktı. Bunu gören herkes Alpaslan'ın etrafında toplandığında. Orada bulunan doktor bu duruma canını sıkılmıştı. Ancak bir şey demesine izin verilmeden Alpaslan sorularını sormaya başlamışlardı. O yüzden o da oradan ayrıldı nasıl olsa ona ihtiyaçları yoktu.
Alpaslan ise onu soru soran arkadaşları, ailesi diğerlerini sakinleştirerek konuşmaya çalışıyordu ancak kimse susmayınca,
Devrim yüzbaşıdan bir ses yükseldi "ASKER!" diye bağırdı
Tüm askerler Agah da dahil olmak üzere "EMREDİN KOMUTANIM!" diye bağırdı ve hastane onların sesiyle inledi.
Devrim "sesiz olun!" dedi Alpaslan'a dönüp sakin ama sert sesiyle "buyur doktor sen" dedi
Alpaslan teşekkür edip konuşmaya başladı. "Hastanın durumu şimdilik stabil. Ancak bir süre bekleyeceğiz daha sonra uyandıracağız. Neyse ki korktuğumuz şey olmamış ve kurşun sağ böreğin yakınına denk gelse bile hiç bir organa zarar vermemiş." dedi sakince
Orada bulunan herkes rahat bir nefes almıştı.
Agah "iyi değil mi?" dedi kızarmış gözleriyle.
Alpaslan arkadaşının bu haline gülümseyip sarıldı ve kulağına "iyi" dedi
Saatler saatleri kovaladı Derinin uyanmasına sadece 24 saat zaman vardı. Bir gün uyutmak zorunda kalmışlardı.
Bakalım Derin uyandığında neler olacaktı.
Bölüm sonu bundan sonra yavaş yavaş artık Derin ailesi ile tamamen tanışacak. Doktorluk hakkında sıfır bilgim var yanlışım varsa kusura bakmayın. Agah'ın halleri? Ben çok üzülüyorum ona ya. Kılıç timi? Güneş timi? En sevdiğiniz karakter? En sevmediğiniz karakter? |
0% |