Yeni Üyelik
39.
Bölüm

29. Bölüm

@demirhan_asel

 

 

Derin Doğa’nın Anlatımıyla,

 

 

Şu an eve girdiğim anda salonun tam ortasında görmeyi beklediğim şey kesinlikle 4 ayaklı, yelesi olan bir midilli değildi.

 

 

Şok içerisinde koltuklarımızı kemiren hayvana bakıyordum.

 

 

“Bu da ne?” dedim yüzümdeki şaşkınlık gibi sesimdekini de saklayamamıştım.

 

 

Annem “Meriç hemen bunu buradan götüreceksin. Kafayı mı yedin oğlum sen, eve at getirmekte ne?” dedi hiddetle.

 

 

Meriç abim ise “o at değil anne bir midilli” dedi sanki önemli olan buymuş gibi.

 

 


Meriç abim bana yaklaşmaya başladığında “Bak sana Midilli aldım küçükken hep istiyordun. Beğendin mi?” dedi masum çıkan sesiyle.

 

 

Ona boş boş bakmaya başladım. Şu an Erez’in burada olması gerekiyordu nasıl kaçırır bu olayı.

 

 

Babam “Oğlum götür şu atı buradan saçmalama.” dedi

 

 

Abim “Midilli o at değil” dedi

 

 

Annem “Murat tansiyon ilaçlarımı getir. Ay bana bir şeyler oluyor.” derken bayılma numarası yapıyordu.

 

 

Meriç abim saf saf “Anne senin tansiyonun yok ki” dediğinde annem ona koltuklardan birinin yastığını fırlattı.

 

 

Annemin attığı yastıktan kurtulan Meriç abim “Ayıp oluyor ama anne” dedi

 

 

Bense gülmemek için zor duruyordum.

 

 

Doğa ailesi ile sıradan bir gün.

 

 

“Ben odama gidiyorum” dediğinde abim telaşla yanıma geldi “Beğenmedin mi?” dedi çocuk gibiydi hayır desem oturup ağlayacaktı sanki.

 

 

Onun gözlerinin içine bakarak “Bu kadar kolay affedeceğimi mi sandın Meriç?” dedim

 

 

İsmini kullandığım an gözlerinden bir kırılma geçti. Meriç abim hep bir abi olmak istemişti ama annemin bir daha çocuk sahibi olamayacağını bilmiyordu ilk zamanlar. Sonra ben geldim onların hayatına. Onların hayatı ben oldum.

 

 


Ben iyiysem iyiydiler, kötüysem kötü. Hep beni mutlu etmek için çabaladılar. Haklarını yiyemem ama kırgınlığım henüz geçmemişti. Belki çocukçaydı ama elimde değildi.

 

 

“Perim” dedi dolu gözleriyle.

 

 

Kalmamalıydım hayır. Ama bu resmen imkansızdı. Gözlerimi ondan çektim. Anneme dönerek “Erez nerede?” dedim

 

 


Annem “Ailesi geldi bu yüzden yerleşmelerine yardım etmek için yandaki evlerine gitti.” dedi

 

 

Evet, Erez ve ailesi çok önceden yandaki villayı almıştı. Ama Erez yalnız kalmak istemediği için bizimle kalıyordu. Hem burada odası da vardı benimde onların evinde odam olduğu gibi.

 

 

Anneme bakarak “Bende gidiyorum bir kaç gün orada kalacağım” dedim

 

 

Babam itiraz için ağzını açacaktı ki tekrar susmak zorunda kaldı.

 

 

Miran abim ise sadece bana bakıyor ağzını açıp tek bir kelime bile edemiyordu. Yine de gözlerindeki pişmanlık bariz bir şekilde belliydi.

 

 

Annem “Tamam kızım sen git” dedi şefkatle.

 

 


Odama geçtim almam gereken eşyalarımı çantama doldurdum. Merdivenden aşağı indiğimde hepsi sanki gideceğim ve geri gelmeyeceğim gibi bekliyorlardı üzüntüyle.

 

 

Derin bir nefes aldım, nefesimi dışarı verdim. Ne yapacağım hakkında bir fikrim bile yoktu. Ama kalbimin kurulmasını da atlatamıyordum. Onları affetmek için birçok neden sunuyordum kendime ama olmuyordu. Bana en başından anlatsalardı böyle olmayacaktı. Güvenim sarsılmıştı. Tekrar güven oluşturmakta oldukça zor hatta nerdeyse imkansızdı.

 

 

Evden çıktığımda ayakkabılarımı giymeye başladım. Bir yandan da midilinin seslerini duyuyordum.

 

 

Hayvanları severdim ama yaklaşmaya bir o kadar korkardım.

 

 

Meriç abim “Ara ama tamam mı bir şey olursa?” dedi masum bir şekilde.

 

 

Onu başımla onayladım. Şimdi küs olmak yerine birlikte o midiliden ilk kim düşecek yarışması yapabilirdik. Ama şu an için imkansız yinede Meriç abimle barıştığım an ilk işim bu olacaktı.

 

 


Yan tarafa geçtiğimde hızla hem zili hem kapıyı çalmaya başladım. Umarım küçük dostum uyumuyordur yada sesten uyanmaz.

 

 


Kapı bir hışımla açıldığında Eymen abim tam sövmeye başlayacaktı ki “Senin ben gelmişini geçmişini si-“ beni fark ettiği anda “Derin” dedi şaşkınca.

 

 

Ona şirin bir gülümseme sunarak “Eymenciğim” dedim şaşkınlığını bir kenara attığında hızla bana sarıldı. Boy farkımız olduğu için ayaklarım resmen sallanıyordu.

 

 

İçerden Meryem yengenin “Oğlum kim gelmiş” diyen seslenmesini duyuyordum.

 

 

Eymen abim sonunda beni yere indirdiğinde annesine cevap verdi “Küçük bir prenses gelmiş anne” dediğinde Meryem teyze kapıya çoktan gelmişti.

 

 

Dolu gözleriyle “Derin kızım” dediğinde hızla koşarak ona sarıldım. “Meryem teyzem” dedim coşkuyla. O bu halime güldüğünde “Hoş geldin kızım” dedi saçlarımı severken. Ondan ayrıldığımda “Asıl siz hoş geldiniz Meryem teyzem. Yardım edilecek bir şey var mı?” dediğimde. “Yok kızım zaten her şey yerindeydi bir kıyafet getirmiştik o kadar” dedi

 

 

Evet, Erez rahat etsin diye önceden bu ev dayalı döşeli hale getirilmişti. Bu yüzden herhangi bir temizlik veya eşya yerleştirilmeyecektir.

 

 

“Artık buradasınız değil mi?” dediğimde beni başıyla onaylayarak “Artık buradayız kızım ayrılmak yok.” dedi

 

 

Eymen abim yanıma geldi beni kolunun altına aldığında “Hadi gel babama sürpriz yapalım.” dedi

 

 

Meryem teyze “sakın Derin’i kullanayım deme Eymen” dediğinde kaşlarım çatıldı. Meryem teyzenin ne demek istediğini anlamamıştım.

 

 

Eymen abi kaşlarımı düzelttiğinde “Çatma kaşlarını bir şey yok. Sadece babamın arabasını çarptım. Artık yardım edersin abine” diyerek göz kırptı. Onun bu haline güldüğümde “Bakarız. Hediyelerin iyiyse” göz kırptım “hallederiz” dedim

 

 

Eymen abi gülümserken başıyla onayladı. Meryem teyze arkadan “Aman al birini vur ötekini, ikisi de aynı.” diyerek içeriye geçti.

 

 

İçeriye geçtiğimizde Mustafa amca gazetesini açmış, gözlüklerini takmış bir şekilde, tekli koltukta oturuyordu.

 

 

Bize hiç dönmeden Eymen abime hitaben “Oğlum kim gelmiş” dedi

 

 

Eymen abiye kaş göz işareti yaptım oda beni onaylayarak “Ne bileyim baba çalıp kaçmışlar” dediğinde Mustafa amca “Çocuklardır o zaman oğlum” dedi. Eymen abi onu onayladı “Evet, öyle herhalde baba” dedi

 

 

Mustafa amcamın gözlerini elimle kapattığımda şaşırdı “Bil bakalım ben kimim” dedim neşeli bir sesle.

 

 

Musta amaca “Derin kızım” diyerek ayağa kaktı. Hızla bana sarıldığında “yavrum sen ne zaman geldin” dedi

 

 

Ona tatlı bir şekilde gülümserken “şimdi geldim. Asıl siz ne zaman geldiniz? Karşılayamadı sizi” dedim sonda üzgün sesimle.

 

 

Mehmet amcam benden ayrıldığında “ O nasıl söz kızım şimdi geldin ya o yeter bize. Bizde gece gelmiştik rahatsız etmeyelim diye kimseye haber etmedik” dedi güler yüzüyle.

 

 

“Bir kaç gün burada kalsam sorun olur mu?” dediğimde sanki kötü bir şey demişim gibi kaşları çatıldı. Tam o anda Meryem teyze içeri girdi “Hanım görüyormuşum ne soruyor bize?” dediğinde Meryem teyzem “duydum Mustafa’m kendi evinde kalmak için izin istiyor sıpa” dediğinde gülümsedim. Eymen abi yanıma geldiğinde “Gel hadi bücür seni odana götüreyim” dediğinde ona sinirli olduğunu düşündüğüm bir bakış atarak “Ben bücür değilim! 1.70 boyum var bir kere” dedim

 

 

Eymen abi ise hiç oralı olmayarak “Çok uzunmuşsun biraz kısal bak boyumuda geçtin” diyerek dalga geçti.

 

 

O benden bir hayli uzundu polis bir bey olduğu için, zamanında çok basketbol gibi sporlarla uğraştığı için oldukça uzundu.

 

 

Şimdi size Eymen Soylu’yu tanıtıyım.

 

 

1.90 boyu gecik, kumral saçlı kahve gözlü, Agah komutan kadar olmasa da iri bir vücudu vardı.

 

 

Şimdi neden Agah komutan aklıma gelmişti ki?

 

 

“Benimle dalga geçmeyi bırakmazsan sana asla yardım etmem!” dedim kesin bir dille.

 

 

O telaşlı bir şekilde “Tamam, tamam dalga geçmiyorum” dedi

 

 

Zafer kazanmış gibi gülümsedim.

 

 

Odamın önüne geldiğimizde “hadi geç dinlen geç oldu abim” dedi

 

 

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama yorulmuştum. Onu başımla onaylayarak “Tamam, görüşürüz abicim” diyerek yanağını öptüm. O da saçlarımdan öptüğünde, odama girdim, kapıyı kapattım.

 

 

Hiç bir şey yapmadan, çantamı yere bırakarak yatağa yüz üstü yattım. Çok uykum vardı.

 

 

Gece saatleri Yazar Anlatımıyla,

 

 

Agah kardeşini bıraktığında kendi evine gitti. Ailesi ne kadar çağırsa da asla Güneşi olmadan o eve adım atmayacağına dair yemin etmişti. Şimdi ise evinin balkonunda sigarasını içiyordu.

 

 

Alpaslan arkadaşının bu haline üzgün gözlerle bakıyordu. Agah’ın yanına giderek, elini omzuna koydu “Dostum rahatla artık” dedi.

 

 

Agah arkadaşına döndüğünde kırmızı olmuş gözlerle bakıyordu.

 

 

Alpaslan arkadaşının moralini düzeltmek için “Askerdeyken bir adamı nasıl dövmüştün hatırlıyor musun?” dediğinde Agah’ın yüzünde ufak bir gülümseme oldu. “Hatırlamaz mıyım. Aslı benden sonra sen nasıl dövmüştün.” dediğinde Alpaslan Kocaman bir kahkaha attı. O anlar gözünün önüne geldi.

 

 

Yıllar önce askeri okul,

 

 

Agah odasında resmen dört dönüyordu. Sinirden yerinde duramıyordu. Alpaslan ise arkadaşını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Dostum biraz sakin mi olsan?” dediğinde Agah bir hışımla arkadaşına döndü “Nasıl sakin olayım Alpaslan duymadın sen tabi neler dedi o piç” dedi

 

 

Alpaslan’ın kaşları çatıldı. Agah’ı sinirlendirecek tek şey Güneşine laf etmektir. Agah ne kadar sakin bir olsa da Güneşine uzatılan her dili kesmeye yeminli gibiydi. Onu anlıyordu eğer biri gerçektende küçük prenseslerine herhangi bir laf atılırsa ve bunu duyarsa ki duymasına bile gerek yok haberi olduğu an o dili Agah öğrenmeden anında keserdi.

 

 


Alpaslan soğuk sesiyle “Ne dedi?”

 

 

Agah durdu Alpaslan’ın gözlerinin içine bakarak “Güneşim hakkında ileri geri konuşuyormuş o şerefsiz” dedi keskin sesiyle.

 

 

Bu son damla olmuştu. Dedim ya herhangi biri küçük Asel’e dilini uzatmaya yeltenirse o dili koparırlardı.

 

 

Alpaslan sakin kalmaya çalışarak, seğiren gözünü yerinde tutmaya çalışıyordu. “Madem prensesimize laf etmeye cüret etti bir kez daha edememesini sağlarız bizde” dedi kararlı ama sert sesiyle.

 

 

Agah’ın da yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi.

 

 

Alpaslan “Ama ulu orta yerde olmaz dostum. Sen Güneşine söz vermedin mi asker olacağım diye?” dediğinde Agah onu başıyla onayladı. “O zaman dikkatli olmalıyız” dedi

 

 

Yarım saat sonra,

 

 

Elleri kolları bağlanmış, ağzında beyaz bir kumaş, bir şekilde sandalyede oturan adam neden burada olduğunu dahil bilmiyordu. Korkuyla ağzından anlamsız sesler çıkarsa bile hiçbir faydası olmuyordu. Eski kapı gıcırdayarak açıldığında içeriye aralık olan kısımdan ışık huzmesi girmeye başlamıştı. Sert adımda içeriye giren adamların kim olduğuna bakmak isteyen genç adam, ani gelen ışık huzmesine alışamadığı için kısık gözlerle görmeye çalışıyordu.

 

 

İçeriye giren adamlardan birinin kapıyı gıcırtılı bir şekilde kapatması ve eski tavan lambasını yakmasıyla içerisi yeteri kadar aydınlanmıştı.

 

 

Genç adam gözlerini zorda olsa ışığa alıştırdığında sonunda kimlerin onu bu şekilde alı koyduğuna bakmıştı ve gördüğü kişilerle küçük dilini yutacaktı nerdeyse.

 

 

Agah ve Alpaslan ona şaşkın ve korku dolu gözlerle bakan bu adama karşı sert tutumlarını sürdürüyor, sanki onu öldürecek gibi bakmaya devam ediyorlardı. Alpaslan sert bir hamleyle genç adamın saçlarını aşağı doğru çektiğinde genç adamdan acı dolu bir inleme sesi duyuldu. Bu sesten haz alan Alpaslan daha da asıldı genç adamın saçlarına. Dişlerinin arasından “Sen ne hakla bilmediğin haltlara burununu sokarsın” dedi sert sesiyle.

 

 

Genç adam korkudan üç buçuk atsa da geri adım atmaya gururu izin vermemişti.

 

 

Agah bit şey söylemek isteyen ama ağzının bez parçasıyla kapalı olan adamın ağzını açması için Alpaslan’a işaret verdi.

 

 

Yaptıklarının yanlış olduğunun farkındaydılar ama bu adamdan zaten şüphe ediyorlarken, birde Güneşine laf etmesi son nokta olmuştu.

 

 

Alpaslan sert bir şekilde saçlarını bıraktığı, aynı şekilde de ağzındaki beş parçasını aşağı doğru çekti.

 

 

Agah ruhsuz sesiyle “Ertan!” dedi

 

 

Ertan oluğu yerde korkudan titremede geri adım atmayarak “Beni neden buraya getirdiniz bilmiyorum ama bu yaptıklarınızı ödeyeceksiniz” diye bağırdı.

 

 

Agah’a onun bu tiz sesiyle yüzünü buruşturarak yaklaşmaya başladı. Yüzlerini eşitlediğinde “Sana tek bir soru soracağım sende cevaplayacaksın anlaşıldı mı?” dedi keskin sesiyle.

 

 

Ertan Agah’ın ilk defa bu kadar çok konuştuğunu duyuyordu. Genelde hiç konuşmazdı bile. Korkudan titrese bile kafasını sağa sola sallayarak reddetti.

 

 

Agah geri çekilerek “Güzel, o halde ben konuşturmasını bilirim. Hem Güneşime uzattığın o dili kesmesini bilirim hemde yaptığın hainlikleri de ortaya çıkarmasını!” dedi keskin sesiyle.

 

 

O anda sonra güneş doğana kadar Alpaslan ve Agah Ertan’a türlü işkenceler yaparak hain planlarını öğrenmekle kalmadılar, küçük Asel’e uzatılan dili de kesitler. Ama sonrasına sesleri duyanlar gelmiş ve Alpaslan, Agah’ın başına herhangi bir şey gelmesin diye suçu kendi üstüne almıştı.

 

 

Sonuç ise Alpaslan askeri okuldan atılmış, kendi babası ve Agah’ın babası sayesinde siciline herhangi bir zarar gelmemişti. Yaptıklarından pişman mı diye sorsalar? Asla cevabını verirdi. Askeri okuldan atıldıktan sonra tekrar sınavlara girmiş doktor olmuştu.

 

 

Ertan ise hainlikten tutuklu yargılanmış bir kaç ay sonrada öldüğü haberi gelmişti.

 

 


Günümüz,

 

 


Alpaslan “Yaptıklarımdan pişman değilim aklım hala yapamadıklarında” dedi Agah’a göz kırparken.

 

 

Agah sigarasını söndürdüğünde kafasını sağa sola sallayarak küçük bir gülümseme sundu.

 

 

Alpaslan Agah’ın sırtına iki kere vurarak “Hadi dostum, yatalım yarın uzun bir gün olacak” dediğinde Agah onu onayladı.

 

 

Doğruydu uzun bir gün olacaktı çünkü artık yarın her şeyi konuşacaklardı.

 

 

İki arkadaş odalarına dağıldığında Agah yatağına yatmadan önce Güneşinden gizlice (ç)aldığı saç tokasının kokusunu içine çekti. Belki psikopatça gibi gelebilirdi ama bu kokuya yıllardır muhtaçtı.

 

 

Aynı saatler Demirhanlar,

 

 

Azat bey uyuyan eşine son kez bakıp ayağa kalktı. Sessizce odasından çıktığında, merdivenlerden de bir o kadar sessizce indi. Bahçeye geldiğinde koltuklarda oturan abisini gördü. Sesiz bir şekilde yanına gittiğinde “Abi?” dedi

 

 

Polat Akel kardeşinin sesini duyduğunda arkasını dönmeden oturması için işaret verdi.

 

 

Bahçeye inmeden önce iki tane kahve yapmıştı. Zira biliyordu ki kardeşi uyuyamayacak ve bahçeye inecekti.

 

 

Kahvelerden birini ona uzattığında diğerini kendi içmeye başladı.

 

 

Azat abisinin uzadığı kahveyi tereddütsüz aldığında, bir yudum içti. Kahve kupasını iki eliyle tutarak “Nasılsın?” dedi abisinin acı çektiğinin farkındaydı. Zaten o hepimizden daha çok acı çekmemiş miydi?

 

 

Polat kardeşinden gelen soruyla ilk afallasa da kendini hızla toparladı “iyiyim aslanım nasıl olayım, Hem sen beni düşünme adıl sen nasılsın?” dedi babacan tavrıyla.

 

 

11 yaşında abisinin gitmesiyle, kendisi 10 yaşındaydı bir hayli küçük olmasına rağmen kardeşlerine abilikten çok babalık yapmıştı Azat. Ancak yinede hiç şikayetçi olmamıştı. Yinede abisini tekrar bulduğunda yükleri sanki hafiflemiş gibiydi. Abisine belki babalık yapan biri olmamıştı. Ancak ikisi birbirine hem kardeş hem de baba olmayı başarmışlardı. Ayrıca kardeşlerinde hem baba hem de abi olmayı başarmışlardı.

 

 

Azat “bilmiyorum ki abi. Nasıl olmalıyım, ona nasıl yaklaşmalıyım bilmiyorum!” dedi acı içinde.

 

 

Polat kardeşine anlayışla baktı “bazen bilmemek daha iyidir Azat. Bırak akışına hayat zaten olması gerektiği gibi akacak” kahvesinden bir yudum alarak “hem emin ol Asel akılı bir kız bizi dinleyeceği açık. Yarın her şeyi konuşacağız.” derin bir nefes alıp gülümsedi “Ayrıca görmedin mi hepimizi nasıl ayakta uyuttu?” dedi

 

 

Azat abisinin bunu demesiyle gülümsedi. Evet, küçük prensesi onları kandırmayı başarmıştı. Her şeyi sakladıklarını sansarlarda başından beri her şeyi biliyordu. Yalan söyleyemezdi oldukça şaşırmış ancak bir o kadarda gurur duymuştu. Agah abisine çektiği çok açık bir şekilde belliydi. “Evet, kandırdı. Yinede korkmadan edemiyorum abi. Murat beye bakarken gözleri ışıldıyordu resmen. Ama bana bakınca resmen bir yabancı gibi hatta belki” sertçe yutkunda uzun zamandır aklından geçenleri ilk defa dile döküyordu.”üvey babasıyla arasındaki tehlike olarak bile görüyor olabilir” dedi acıyla. Kalbi bir anda acımaya başlamıştı. Sanki bir hançer vardı ve o hançeri biri derinlere itiyormuş gibiydi.

 

 

Polat kardeşini kendine çekerek sarıldı. “Halledeceğiz. Merak etme aslanım Asel bizi kabul edecek” dedi keskin sesiyle. Asel’in onları kabul etmesi için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Bu hayata iki prenses sevmişti. Birini bir kez kaybetmiş Asel’ini ise kaybettiğini sanmıştı. Şimdi Asel’inin yaşadığını öğrendi ve bir kez daha kaybetmeye niyeti yoktu.

 

 

Aynı saatler Soylu ailesi,

 

 

Mustafa bey çardakta oturan eşine yaklaşarak, elinde tutuğu battaniyeyi omuzlarına bıraktı. Meryem hanım ilk irkilse de eşini görünce derin bir nefes aldı. “Ne yaptın Mustafa’m” dedi eşine hitaben.

 

 

Mustafa bey eşinin yanına oturdu “Derinime hikaye anlatım biliyorsun ki hikaye okumadan uyuyamaz uyusa bile huzursuz olur. Odasına girdiğimde yine huzursuzdu. Ama hikaye okumaya başladığımda yüzü normale döndü.” dedi gülümserken. Hiç şüphesiz Derin’i olmayan kızı yerine koymaktan kendini alamıyordu. Çok küçüktü Derin tanıdıklarında ama zorda olsa onlara alışmıştı.

 

 

Meryem hanım eşinin bu haline gülümsedi battaniyenin bir ucundan tutuğu gibi onun da omzuna attı.

 

 

Mustafa bey eşinin bu haline gülümseyerek karşılık verdiğinde eşini kolları arasına çekti.

 

 

Meryem hanım “şimdi ne olur dersin Mustafa’m sence Derin öz ailesini kabul eder mi?” diyen sordu meraklı bakışlarla eşinin gözlerine bakarken.

 

 

Mustafa bey yerdeki çimlere dalgınca bakarken “Bilmiyorum Meryem’im” derin bir nefes alıp eşinin gözlerine çevirdi gözlerini “Bilmiyorum, ama Derin akılı bir kız ne yapacağını o bilir. Bize sadece beklemek kalır” dedi

 

 

İki çift bundan sonra ne olacağını düşünürken, Erez Derin’in burada olduğunu fark eder etmez soluğu yanında aldı. Açılmış üstünü tekrar örttüğünde anlına bir öpücük kondurdu. “Ne olursa olsun hep yanında olacağım ikiz” diyerek yanına yatarak gözlerini kapattı.

 

 

Bundan sonra ne olur bilinmez ama her şey Derin’in yani Asel’in kararına bağlıydı. Tabi bunda çevresinde olan insanların davranışları da etkili olacaktı. Eğer yanlış davranan olursa hep pişman olacaktı.

 

 

Bölüm sonu.

 

 

Bölüm nasıldı?

 

 

Erez’in ailesini nasıl buldunuz?

 

 

Polat Akel’in derin bir yarası var gibi?

Loading...
0%