Yeni Üyelik
60.
Bölüm

34. Bölüm

@demirhan_asel

 

Yazar Anlatımıyla,


 

Derin hastane odasında çıkmayı bekliyordu. Babası çıkış işlemlerini hallederken Azat bey evdeki durumu kontrol ediyordu.

 

 

Midesinde ufak bir sorun oluştuğunda, hastaneye gelmişlerdi ancak hepsinin gelmesini beklememişti Derin. İşin tuhaf yanı Doktor olan öz abisini evde bırakıp topluca hastaneye gelmişlerdi. Allah’tan Alpaslan yanlarındaydı o kontrol etmiş gerekli müdahaleyi yapmıştı.

 

 

Kapının aniden açılmasıyla babası içeri girerek "Hadi bakalım, gidelim" diyerek kızına yönelmişti ki hiç kimseye izin vermeden ani bir şekilde Güneşi’ni kucağına almıştı Agah. Bu duruma en çok sinirlenen hiç şüphesiz Miran olmuştu. Yinede kardeşi için sesiz kalmıştı.

 

 

"Aa! Ne yapıyorsun manyak komutan?!" diyerek bağırdı Derin.

 

 

Agah ise onun bağrışıyla gülümseyerek baktı "Delirdim kızım ne yapacaksın?" diyerek çıkışa yönelmişti. Diğerlerinde arkadan gelse de ikili sesiz konuşmaya başladıkları için duymuyorlardı.

 

 

"Hastaneye yatıracağım seni deliler hastanesine. Manyak komutan!" dedi Derin sinirle.

 

 

Agah hala gülümserken, sıkıca tutu kardeşini düşmemesi için. "Olur, küçüğüm. Sen doktorum olacaksan, ben tamamım hastane yatmaya" diyerek göz kırptı.

 

 

Soğuktanımdır bilinmez ancak Derin kızaran yanaklarıyla, Agah komutanın göğsüne gömdü yüzünü. Tabi bunu yapmasıyla büyük bir kahkaha atarak insanların kendilerine dönmesini sağlayan Agah komutanın, göğsüne vurmayı ihmal etmemişti. Bu vuruş Agah komutan için sinek ısırdığından bile daha hissedilmezdi.

 

 

Onların bu halini gören Miran ise yerinde durmakta zorlanıyordu. Ne diye kardeşini kucağına almıştı bu! Onun kardeşiydi! Meriç ve kendisinden başkasına abi demesinden deli gibi korkuyordu. Ve Agah komutan bu yolda emin adımlarla gidiyordu! Bu da ona daha çok bilinmesini sağlamaktan başka hiç bir şey sağlamıyordu.

 

 

Meriç ise pekte öyle düşünmüyor ufak bir gülümsemeyle izliyordu olanları. Sonuçta gerçekler ortaya çıkmış Demirhanlar’ın ve Akçıl'ların herhangi bir suçu olmadığını, Derin muayene olurken öğrenmişti. Kıskanıyor mu diye soracak olunursa?

 

 

Deli gibi kıskanıyordu. Ancak kardeşimin iyiliği için her şeyi yapardı! Yinede o Arat itine hiç güvenmiyordu. Sanki ufacık bir şey olsa kardeşini yarı yolda bırakacak biri gibi görünüyordu.

 

 

Murat bey ise Azat beyle çocukların arkasından gidiyordu. Murat bey ne kadar kızını başka birine baba demesini istemese de bu bir gün olacaktı. Yine de dikkatli olması gerekiyordu. Evet, belki gerçekler ortaya çıktı ancak bu onlara güvenebilecekleri anlamına gelmiyordu. Tabi güvenemeyecekleri anlamına da gelmiyordu. Sadece gözlem yapması ve biraz zamana ihtiyaç vardı. En ufak hatalarında kızını onlardan koparması çokta zor olmazdı. Nasıl olsa bir kere kızına zarar vermeye çalışanları atlatmayı başarmıştı. Tabi kim olduklarını bilmiyordu sadece kızının peşinde adamlar oluğunu biliyordu. Yinede genç delikanlının yardımı olmadan başaramazdı.

 

 

Polat ve kardeşleri Ali, Altan yan yana yürüyordu en arkadan. Ali "Abi sence ne olacak? Bizim suçumuz olmadığını öğrendiler. Asel'imizi bizde ayırırlar mı tekrardan?" diye sordu endişeyle.

 

 

Altan "Salak salak konuşma lan. Vermem ben yeğenimi kimseye!" dedi sinirle.

 

 

Polat ise "sakin olun koçum. Henüz ne yapılacak belli değil ama Asel bizi tanımak isteyecektir." dedi sakin sesiyle. Biliyordu Asel'in gözlerinde görmüştü. Ayrıca o intikam hırsını da görmüştü gözlerinde. Umuyordu ki bu hırs onu ele geçirmesin di.

 

 

Agah, Derin'i sakince arabanın ön koltuğuna oturttu. Kendi arabasıyla geldiği için sadece Güneş’iyle dönecekti eve diğerlerinin zaten arabası vardı.

 

 

Miran, Ay kızını ön koltuğa oturtmasıyla sinirle yumruğunu sıktı. "Ne yapıyorsun sen!" dedi dişlerinin arasından Agah ise kapıyı sakince kapatarak arkasındaki adama boş gözlerle baktı. "Ne yapıyormuşum ben?" diye sordu alayla.

 

 

Miran daha da öfkelenmişti ancak sakin olmalıydı. Çünkü biliyordu ki kız kardeşi onu araba camından izliyordu.

 

 

Miran, Agah'ın gözlerinin içine sinirle bakarken "Ön koltuğa değil, arka koltuğa oturacak. Ayrıca senin arabana değil bizim arabamıza gelecek kız kardeşim!" dedi kız kardeşim lafını üstüne basarak söylemişti. Sanki göz dağı verir gibiydi. Agah ise alayla gülerek başını sağa sola salladı. Bu sırada yanına Alpaslan’da gelmişti. "Ne oluyor Agah?" diyerek bir Agah'a bakmış bir de Miran'a.

 

 

 

Agah "Yok bir şey dostum." diyerek Alpaslan'ın omzuna elini koyarak "Hadi sen arabana bin" dedi sakince.

 

 

 

Miran ise daha da kuduruyordu yerinde. Tam ağzını açıp bir şey diyecekti ki Meriç devreye girerek "Hadi abi gidelim" dedi.

 

 

Kız kardeşinin onları izlediğinin farkında olduğu için kavga çıkmasını istemiyordu.

 

 

Miran ise sinirle soluyarak arabasına bindi. Meriç, abisinin arkasından gitmeden önce kız kardeşine göz kırpmayı unutmadı. Derin ise gülümseyerek rahat bir nefes verdi. Kavga edecekler diye çok korkmuştu.

 

 

Miran, Meriç ve Murat bey bir arabada. Polat, Ali, Altan ve Azat bey bir arabada. Alpaslan ve babası Timuçin bey bir arabada. Agah ve Derin ise bir arabada gidiyordu.

 

 

Agah aracı hızla çalıştırarak gaza bastı. Direksiyonu sola doğru çevirirken "Nasılsın?" diye sordu Derin'e

 

 

 

Derin, Agah'a dönerek derin bir nefes alıp verdi "Nasıl olmalıyım üsteğmenim?" dediğinde Agah hiç düşünmeden Derin'in gözlerinin içine bakarak "İyi, hep iyi olmalısın küçük" dedi en keskin sesiyle.

 

 

 

Derin, Agah'ın keskin sesiyle söylemesiyle sertçe yutkundu, önüne dönerek bir daha konuşmadı.

 

 

Evin önüne geldiklerinde ustalıkla park etti Agah. Diğerleri de park ettiğinde herkes teker terler araçlarından inmeye başlamıştı. Agah sağ tarafına döndüğünde Güneş'inin uyuduğunu fark etti. Araçtan inerek Derin'in olduğu tarafa geldi, kapıyı dikkatlice açarak, uyandırmamaya dikkat ederek kucağına aldı.

 

 

Evin kapısının önüne gelindiğinde Azat bey anahtarı çıkararak kapıyı açtığında, Herkes hanımları uyandırmamak için dikkat ediyordu.

 

 

Agah üst kata yönelerek Güneş’ini kendi odasına yatırdı. Ne zamandır kendi odasına girmeyen Agah tuhaf hissetmekten kendini alamadı. Gri çarşafların üstüne kardeşini yatırdı, aynı renkte olan yorganı sıkıca üstüne örtü.

 

 

Odaya baktığında neyi nasıl 17 yaşında bıraktıysa aynıydı. Sadece temiz haliydi.

 

 

Yatağına baktı 17 yaşındaki bir çocuk için bir hayli büyük olsa da 30 yaşındaki bir adam için bir hayli küçüktü. İki kapaklı çıkartmalarla dolu dolabına baktı. Yanında hemen banyosuna ait kapı bulunuyordu. Onun hemen yanında ise çalışma masası vardı. Üstü oyuncaklar ve kitaplarla doluydu. Tabi çoğu oyuncak Asel'e aitti. Sonra diğer taraftaki duvara baktı bir kapı daha vardı. Sakin adımlarla oraya yönelerek açtı. Açmasıyla birlikte kalbinin atışları fazlasıyla hızlandı.

 

 

Bu oda kardeşleri ve kendisine ait özel bir odaydı. Koray Arsen ve Asel günün çoğunu burada geçirirdi. Tabi Asel daha çok vakit harcardı. Duvara monte edilmiş rafların üstünde sol kısımda oldukça fazla erkek için olan oyuncaklar bulunsa da, sağ tarafta prenses taçları, oyuncak bebekleri, kıyafetler doluydu.

 

 

Eskiden Asel daha doğmadan önce burası Agah'ın giyinme odasıydı. Ancak Asel doğduktan sonra kız kardeşini kaçırıp burada oyunlar oynatırdı. En azından o küçük afacan kardeşinin etrafında dolanamayacağı tek yerdi. Kimse bu odanın onlara ait olduğunu bilmezdi. Üçünün arasında bir sırdı.

 

 

Bu oda da aynı şekilde duruyordu. Evden ayrılırken bu odaları temiz tutma görevini Yalın üstlenmişti. Bu yüzden bu gizli odanın dördüncü bir sır arkadaşı vardı.

 

 

 

Kapıyı sessizce kapatarak, çalışma masasının önünde bulunan, 17 yaşındaki bir erkek çocuğun sığabileceği ancak şu anki haliyle pekte rahat olmayan sandalyeyi çekerek yatağın baş ucuna getirdi, kız kardeşinin uyuyan yüzünü seyretmeye başladı.

 

 

 

Buradaydı, iyiydi ve en önemlisi ölmemişti.

 

 

Ne kadar süre kız kardeşini izlediğini bilmiyordu arada bir sadece kalp atışlarını konturol etmekten kendini alı koyamıyordu. Ancak eve geldiklerinde güneşin doğmasına bir saat kadar vardı. Şimdi ise güneş çoktan doğmuş, her yeri aydınlatmaya başlamıştı. Tabi bu Agah için geçerli değildi. Sonuçta onun Güneşi henüz gözlerini açmamıştı.

 

 

 

Derin Doğa'nın (Asel Güneş Demirhan'ın) Anlatımıyla,

 

 

Gözüme gelen güneş ışığıyla rahtsız olup diğer tarafa dönmüştüm ki, kulağımın dibinde ninni ile eş değer düzeyde konuşan birini duyuyor, ancak dediklerini anlamıyordum.

 

"Küçüğüm kalk hadi, Güneş'im"

 

Sesi duymamak için kafamı yastığa daha çok gömdüğüm de kocaman bir kahkaha sesi duydum.

 

 

Sinirle kafamı yastıktan kaldırarak, düz oturuşa geçtim. Bir yandan da yüzümdeki dağılmış saçlarımı çekmeye çalışıyorum. Ama aksi gibi çekilmiyorlardı!

 

Kocaman bir el görüş açıma girdiğinde saçlarım nazikçe çekildi.

 

"Küçük, hadi kalk bakalım acıkmışsındır." dedi nazikçe.

 

Gözlerimi zar zor açabildiğimde Agah komutanın gülümseyen yüzünü gördüm.

 

Bir dakika ben neredeyim?

 

 

Panikle etrafı yaradığımda küçük bir oğlan çocuğu için tasarlanmış bir odadaydım.

 

 

Aha! Bu beni kaçırıp organ mafyasına satmasın sakın!

 

Sırtımı iyice yatak başlığına yasladığımda Agah komutan benim ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu.

 

Ya beni kaçırıp tüm organlarımı deşerse?

 

Acaba kaç para eder bir böbreğim?

 

Ellerimi böbreğime koyup ölçmeye çalışıyorum.

 

Kilo hesabımıdır acaba?

 

Kaç kilo ki benim böbreğim?

 

3 veya 5 kilo var mıdır ki?

 

Böbreklerin kilosu ortalama kaçtır ki?

 

Ay kesin deşecek beni!

 

Bir iphone eder mi ki?

 

Ölmeden önce bende kullansaydım şu telefondan ya!

 

"Güneş, Güneş'im neyin var küçüğüm?" diye soran adama dehşetle bakmayı sürdürdüm.

 

Burnumu çektim, gözlerimi dolu dolu baktım ona.

 

 

Endişeyle yanıma oturarak yüzümü eller arasına aldı.

 

 

"Ne oldu Asel söyle bana abim" dediğinde tekrar burnumu çektim. Dudaklarımı büzerek "Ne yapacaksın bana?" dediğimde anlamaz gözlerle bakmaya başladı.

 

"Ne?" dedi şaşırmış bir şekilde.

 

Bir kez daha burnumu çektiğinde yüzümü sağa sola sallayarak ellerinden kurtuldum "Çek ellerini üstümden!" dedim kızgın bir tonda.

 

 

Ama gözlerindeki kırılmayı bir daha görmek isteyeceğimi sanmıyordum. Öyle bir bakıyordu ki sanki canımı alın daha iyi der gibiydi.

 

Geri giderek, ki gidecek yerim yoktu. "Böbreklerimi istiyorsun değil mi? Benim böbreklerim para etmez ki! Etse İphone son çıkan modelini alırdım zaten!" dedim burnumu çekerken, böbreklerime sıkıca sarılmıştım.

 

 

O ise benim bu halimi anlamaya çalışıyordu. Sonunda anladığında ise gözlerindeki kırılma geçmiş, büyük bir kahkaha atmıştı.

 

"Ne gülüyorsun be, komik mi dağ ayısı!" dediğimde yüzünü yüzüme çevirerek tek kaşını kaldırdı.

 

Aha şimdi sıçtım!

 

"Dağ ayısı?" dedi sorar gibi değil de öylemi der gibiydi sesi.

 

Kokarak başımı sallasam da erkekliğe bok sürdürme hesabını yaptım bende "Evet, dağ ayısı değil misin? Böbreklerimi çalacaktın değil mi? Yok ya sana verir miyim böbreklerim ben!" diyerek yerimden kalktım, ayakta yatağın üstünde duruyordum. O da yerinden kalkarak ayağa dikildi. Hemen yatağın başucunda, eller ceplerinde "Dağ ayısı?" dedi tekrar

 

Başımı sallayarak onayladığımda ellerini ceplerinden çıkartarak bir dizini yatağa bastırdı.

 

Aha kesin öldürecek beni!

 

Bir adım yatağın diğer ucuna attığımda "Sen bana dağ ayısı dedin?" dedi tehditvari sesle.

 

Aha bozuk plak gibi tekrar ediyor bu. Acaba kafasına vursak çalışır mı? Sol elimi uzatarak kafasına doğru bir fiske indirdim.

 

Bu atağı beklemediği için kafası hafif bir şekilde sola doğru eğilmişti.

 

Başını kaldırarak bana baktığında bakışlarından şimdi sıçtın dediğini anlamıştım.

 

"Kafasında da sorun yok ki. Niye bozuk plak gibi tekrar ediyor?" dedim ama içimden dediğimi sanıyordum ancak o duymuş olacak ki "Dağ ayısı ve abiye şiddet?" diyerek sol ayak bileğimden tutarak aşağı çekti. Çekmesiyle dengem yerle bir olurken, çevik bir hareketle diğer elini kafama koyarak, yatağa sırt üstü yatmamı sağladı. Aynı zamanda iki elini de çekerek gıdıklamaya başladığında gülmeden edemiyordum.

 

 

"Ya bıraksana!" derken bile gülmelerimin arasından zar zor söylemiştim. Ama o yüzünde ufak bir gülümsemeyle beni gıdıklamaya devam ediyordu.

 

Kapı aniden açıldığında "Yardım edin!" Diyerek bağırdığımda Agah komutan bir anda çekildi. Gözlerim açıp baktığımda, Alpaslan abiyi görmüştüm.

 

Alpaslan abi "Lan bıraksana kızı gülmekten çatlayacak!" dediğinde gelip beni hızla yataktan kaldırdı.

 

Agah komutan “Alpaslan çekil dostum. Yoksa arada sende kaynayacaksın” dedi tek kaşını kaldırarak, sakin bir ses tonuyla.

 

Alpaslan abi ise onu hiç takmayarak beni daha da arkasına sakladı. “Üzgünüm dostum, prensesi dağ ayısından korumam gerek” dedi alayla.

 

Agah komutan öylemi bakışları atarak bir anda Alpaslan abiye saldırdı.

 

Evet, saldırdı zira yerde boylu boyunca yatması çokta kolay olmazdı. İkili yerde boğuşurken ben yatağa çıkarak tezahürat yapıyordum Benim yüzümden olsa bile sonuçta ben kavga edin demedim değil mi?

 

Agah komutan “Hamlanmışsın dostum” diyerek bir yumruk çaktı Alpaslan abiye

 

Alpaslan abi ise o gelen yumruğu son anda tutarak engelledi, karnına dizini geçirdi. “Önce sen kendine bak üsteğmenim. Pek bir yavaşsınız” dedi alayla.

 

Agah Komutan ani gelen harekete kendini koruyamamış, kaçamamıştı. Tekrar yeni bir atak yaparken “İyi öyleyse bakalım kim yavaş, kim hızlıymış?” dedi göz kırparak.

 

Alpaslan abi “seve seve dostum” dedi gülümserken.

 

“Üf ya, keşke çekirdek olsa. Böyle pekte eğlenceli olmuyor ki!” diye mızmızlanmamla ikili bana dönerek ne yaptıklarını fark etti.

 

Agah komutan, Alpaslan abiye elini uzattığında, Alpaslan abi sıkıca tutarak kalktı.

 

Alpaslan abi “hadi, kahvaltıya ben sizi onun için çağırmaya gelmiştim” dedi arkasını dönerek odadan çıkıp gitti.

 

Ben kapıya bakarken, Agah komutan yanıma gelerek beni yere indirdi. "Hadi bakalım küçük, doğru banyoya eller yüzler yıkanıp, üstünü değiştireceksin" dedi

 

Başımı sallayarak onayladım ancak sonra burada kıyafetimin olmadığı aklıma gelmişti. "Ama benim kıyafetim yok ki burada" dedim

 

O ise bana gülümseyerek baktı, odada bulunan iki kapaklı çıkartmalarla dolu dolabı açarak "Eminim bu dolapta sana göre bir şeyler vardır" diyerek bakmaya başladı "Hadi sen elini yüzünü yıka. Bende o zamana kadar bir şeyler bulurum küçük" dedi

 

Ben banyoya yönelmişken arkasını dönmeden "Kullanılmamış diş fırçası olmalı istersen kullanabilirsin. Aynı zamanda diş macunu da olmalı" dediğinde o görmese bile gülümsedim.

 

Bilmiyorum belki abartıyordum yada şımarıklıktı bu kadar ilgi ancak ben yeni tanışmış olmamıza rağmen öz abimin bana ilgili davranması hoşuma gidiyordu.

 

Banyoya geçerek tüm ihtiyaçlarımı giderdim, şimdi ise benim için bırakılan tişört ve şortu üzerime geçiriyordum. Sade beyaz bir tişört, açık gri bir şorttu.

 

Tişört büyük olsa bile şort nerdeyse tam olmuştu. Bu biraz tuhaf gelmişti.

 

Tişörtü giydiğim için dağılan saçlarımı düzelterek, aşağı merdivenlerden inmeye başladım.

 

Salonun kapısına geldiğimde içeriye kafamı uzatarak biri olup olmadığına baktığımda kimse yoktu. Mutfaktan sesler geldiğine oraya yöneldim, içeriye baktığımda kadınlar gülüşerek kahvaltı hazırlarken Melek hanım durgundu.

 

Belki de benim burada olmamdan rahatsızdı. Nede olsa aile düzenlerini bozmuştum. Belki de oda oğlu Arat gibi düşünüyordu. Ne kadar öz abim olsa da Arat'ın yüzündeki o rahatsızlığı görmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Anlaşılan Melek hanımda oğluyla aynı hissi paylaşıyordu.

 

İçimde tuhaf bir his belirdi o an. Neydi bu his?

 

Başımı sağa sola sallayarak bu saçma hisden kurtulmaya çalıştım.

 

Tam o anda yengem olan kadınlardan biri "A a a Asel'cim gelsene. Bizde tam kahvaltı hazırlıyorduk" dedi.

 

Yalancı bir gülümseme kondurdum yüzüme "Rahatsız etmek istememiştim aslında" dediğimde kahve gözlü olan yengem "Saçmalama kız gel buraya" diyerek yanına çağırdı.

 

Sanırım adı Selma'ydı isim hafızam kötü olması yüzünden tam olarak hatırlayamıyordum hepsinin ismini.

 

Bir gözüm hep Melek hanımın üstündeyken, kahvaltıya yardım ettim. Benim en sevdiğim şuruplu pankek bile yapmıştık.

 

Hep birlikte güzelce kahvaltı ederken, artık okula gitme zamanımız gelmişti. Tabi Miran abim ben bırakacağım derken, Agah komutan karşı çıkmış ben bırakacağım demişti, Meriç abim Çakıl ile bırakmak isteyince işler karışmıştı. Tam o anda ön bahçede bulunan motor gözüme çarpmıştı. Eminim ki gözlerim ışıl ışıl parlayarak o motora bakıyordum. Tam o anda bir ses geldi sağ tarafımdan "Beğendin sanırım" dedi Alpaslan abi

 

Hala gözlerimi motordan çekmeyerek cevapladım onu "Beğenmek mi? Sen kafayı mı yedin? simsiyah bir motor bu bayıldım resmen" diyerek gülümsedim.

 

"Atla o halde" dediğinde kafamı direk ona çevirdim şaşkınca. O ise bu halime gülerek "Hadi" dedi

 

Onu onayladım ve ne zaman eline aldığını bilmediğim kasklardan birini kafama geçirdim. O ise bana yaklaşarak kaskı tam olarak sabitlemişti kafama.

 

Diğerleri hala tartışırken Alpaslan abi alaylı bir gülüşle "siz kavga ede durun prensesi ben kaptım gençler. Emir ve Koray'ı siz getirirsini. Ha bide bücürcükleri de" dedi kaskı kafasına geçirerek benimde motora binmeme yardım etti.

 

Agah komutanın arkadan "Piç herif” dediğini zor duymuştum.

 

"Uçmaya hazır ol prenses" diyerek gazı kökledi.

 

Belline sıkıca sarıldığım için sıkıntı yoktu.

 

Kısa bir süre sonra okula geldiğimizde Erez'in bahçede beni beklediğini görmüştüm. Onun yanına gitmeden kaskı çıkarıp Alpaslan abiye verdim "Teşekkür ederim Alpaslan abi" dediğim de kaskatı dondu. Gerçektende dondu. iki kaskı elinde tutarken gözlerini kırpıştırıp bana baktı "Abi mi?" dediğinde başımı sallayarak onu onayladım. O ise bir anda gülümseyerek bana sarıldı" Abinim değil mi kız prenses?" dediğinde onu onayladım.

 

Allah'tan kaskları motorun üzerine bırakmıştı.

 

Ona neden abi dediğime şaşırdığını anlamıyordum, sonuçta benden büyüktü.

 

"Evet de, neden şaşırdın?" dediğimde gülümseyerek baktı bana. "Bilmem abi demeni beklememiştim." kollarını benden çekerek sarılmayı bıraktı "Ama sen Agah'ın yanındayken de abide tamam mı?" derin bir nefes alarak gülümsemesi büyüdü. "Şimdiden o şerefsiz abinin sen bana abi dedikten sonraki halini hayal edebiliyorum" dedi sonra gülümsemesi yüzünde bir bir solarak sol elini sol gözü ve yanağına doğru tutu "Yüzümde oluşacak morluğu da ama" dedi ve alaylı gülüş oluştu yüzünde, bana dönerek "Buna değer" dedi. "neyse hadi sınıfına ders başlayacak prenses" dediğinde gülümsedim ve ona veda ettiğimde tam arkamı dönüp, gidecekken "Bir daha desene" dedi.

 

"Neyi?" dedim anlamadığım için. o ise gülümseyerek "Az önce abi dedin ya. Bir daha de" dedi

 

Gülerek "Görüşürüz Alpaslan abicim" dedim O ise gülümsememe karşılık vererek "Görüşürüz abim" dedi içten bir şekilde.

 

Sonunda Erez'in yanına yürüdüğümde hemen bana sarılarak "Nasılmış benim kan ikizim?" dediğinde "iyiyim kan ikizim" dedim

 

Yüzü ciddi bir hal alarak "Hayır, değilsin ama bunları okuldan sonra konuşacağız" dediğinde mecburen başımı sallayarak onayladım.

 

Birlikte sınıfa girdiğimizde yerlerimize geçerek oturduk, diğerleri de yanımıza gelerek konuşmaya başladığımızda bir kaç dakika sonra öz kuzenim ve öz ikizim girdi tabi Ata yanlarında yoktu. Herkes sırasına oturduğu da hoca sınıfa girdi.

 

Matematik hocamız sınıfa girdiğinde "Evet çocuklar kitabınızın 98 sayfasını açın bakalım" dediğinde herkes kitaplarına yöneldi. “Derin kızım hadi bu soruyu sen çöz” demesiyle ilk soruya göz gezdirdim.

 

Soru şöyleydi, (3xküp +2 bölü x kare) parantezin üstünde 10

İfadesinin azalan kuvvetlerine açılımında ifadesinin x'in azalan kuvvetlerine göre açılımında sabit terim baştan kaçıncı terimdir?

 

Boğazımı temizleyerek ayağa kalktım elimde tahta kalemi alıp, yazmaya başladım

 

" Son olarak 11-4'den cevap 7 hocam" diyerek kalemi bıraktım.

 

Hoca ise gülümseyerek "Tebrik ederim Derincim, böyle devam edersen eminim istediğin mesleği okuyabileceksin" dediğinde gözlerim parladı.

 

İstediğim bir meslek vardı elbette. Ve bunun için çok çabalıyordum.

 

Gülümseyerek yerime geçtiğimde bizim çocuklar beni tebrik ediyordu.

 

Hoca bir anda Mert'e dönerek "Mert gel oğlum bunu da sen çöz" dediğinde sınıfta gülme sesleri başladı.

 

Hoca "Sessizlik çocuklar eminim Mert bu soruyu çözebilir. Hatta size bir yaş problemi sormak istiyorum konu dışında bakalım kimler bilecek?" diyerek soruyu yazmaya başladı.

 

“Sorunuz, 12 yaşındaki Burcu 54 yaşındaki teyzesine kaç yıl olduğunda senin yaşın benim yaşımın tam 3 katı olacak." demiştir.

 

“Bu konuşma 2020 yılında geçtiğine göre, kaçtır?”

 

"Hocam bu nasıl soru ya." dedi sınıftan biri.

 

 

Emir "Hocam bence Burcunun yaşı zamanla teyzeyi bile geçmiştir" dediğinde sınıfta gülme sesleri artmıştı.

 

Hoca herkesi susturarak, Mert'e yöneldiğinde. Mert boğazını temizleyerek. Tahtaya kalktı.

 

"Mert bu soruyu cevaplarsan iki hafta matematikten ne yazarsak ben senin yerine yazacağım" dedi geçen sefer Mert kaybettiğinde kaybetmeden önce sunduğu teklifi sunmuştu.

 

Mert ise oldukça ciddi bir ifadeyle,

 


" Hocam x yıl sonra teyzesinin yaşının Burcu'nun yaşının 3 katı olduğunu varsayarsak

 

x yıl sonra Burcu 12 + x, teyzesi 54 + x yaşında olur. Bu durumda,

 

3(12+x) = 54 + x

 

36+3x=54 + x

 

Yani x=9 dur.

 

Buna göre de n = 2020 + 9 = 2029 yılında teyzesinin yaşı Burcu'nun yaşının 3 katı olmuş olur." diyerek tahta kalemi hocaya uzattı. Hoca şaşırmış bir şekilde tebrik ettiğinde sınıftan çıt çıkmadı.

 

Teklifi sunan arkadaşımıza dönerek "İki hafta emin ol ki matematik notlarını sen alırken büyük bir keyifle uyuyacağım arkadaşım" dediğinde sınıf onu tebrik ederken beşe ediyordum.

 

"Heyt be Mert yürü be koçum" dedi Emir orta en arka sıradan.

 

"EyvAllah Emir kardeş" diyerek havalara girdi Mert.

 

Matematik derse böyle eğlenceli geçerken sonunda çıkış saati gelmişti.

 

Tam çantamı alıp Erez'lerin peşinden gidecekken Kerem önüme geçerek "Şey, Derin okula gelmediğin günlerin notları burada mevcut istersen alabilirsin" dedi ensesini kaşıyıp, gözlerini kaçırırken.

 

Ona şaşkınca bakarken gülümsemeye çalışarak içten bir teşekkür ettim "Teşekkür ederim Kerem" dediğimde sıcak bir gülümsemeyle "Rica ederim Derin" diyerek sınıftan çıktı.

 

Erez'in yanında durduğumda "Neden geciktin?" diye sordu. elimdeki notları işaret ederek "Kerem gelmediğimiz günlerin notlarını verdide" dediğimde kaşları çatıldı. Emir yanıma gelerek "Kerem verdi?" diye sordu.

 

Onu başımla onayladığımda "Vay şerefsiz demek o yüzden not tutuyormuş. Ulan tanıdım tanıyalı bir kez bile not tutuğunu görmemiştim piç herifin" diyerek söyleniyordu.

 

Ona şaşkınca baktığımı fark ettiğinde, notları bir hışımla elimden alarak "Boş ver sen bu notları ben sana başka notlar bulurum" dedi

 

Yanımıza Eren ve Alper geldiğinde "Abi ne oluyor?" dedi Eren.

 

Emir sinirle " Piç Kerem kırk yılda bir not tutmuş oda Asele yavşamak için resmen" dediğinde

 

Alper "kerem abi not tutmuş?" dedi kaşları havaya kalkarken. Emir onu başıyla onayladığı da Eren "Hem de Asel ablam için" dedi Emir tekrar onayladığında Eren "Abi bu senin elindeki notlar mı?" diye sordu bu seferde.

 

Emir sinirle "Yeter lan ne çok sordunuz evet onlar" dedi

 

Alper Emirin elinden notları aldığında "Biz bunları alalım abi" dedi

 

Eren "Aynen abi hem bir güzel yakar ısınırız boşa gitmemmiş olur notlar" dedi

 

Ben ve Erez şaşırmış bir şekilde izlerken, Arsen çocukları onaylayan bir şekilde başını sallıyordu hızlıca.

 

Okulun bahçesinde tam önümüz de bir araç durduğunda öz olan Ali amcam indi "Hadi çocuklar eve. Zaten zor kaçtım abilerimden" dediğinde diğerleri binerken ben ve Erez hala aynı yerimizde duruyorduk. Bunu fark eden öz olan amcam "Asel hadi kızım" dediğinde başımı sağa sola sallayarak reddediğimi belirtim "olmaz, ben bugün Erez'lerde kalacağım" dediğimde yüzü fena halde düşerek "Gelmeyecek misin yani?" diye sordu çocukça.

 

O an içim burkuldu "Hayır, sadece bu gün orada kalacağım sonra görüşürüz" dediğimde isteksizce başını salladı. O anda Eymen abi polis üniformasıyla yanımıza gelerek "Hadi çocuklar" dedi onu onaylayarak araca bindiğimizde. Diğerleri de okulun bahçesinden çıkıyordu.

 


Eymen abi direksiyonu çevirirken "Ee nasıl geçti okul?" diye sorduğunda aslıında Demirhanların bana kötü davranıp davranmadığını sorduğunu anlamıştım.

 

Ona gülümseyerek baktım "Gayet iyiydi abicim. Ama bir pasta ile daha iyi olabilirdi" dedim

 

annemin bundan haberi olmayacak nasılsa.

 

Eymen abi gülerek "Üzgünüm küçük hanım, ama yengem pasta yok dedi. Kesin talimatı var ne yazık ki sana pasta yok" dediğinde dünyam başıma yıkıldı resmen.

 

Ah anne ah! Bu kadarında fazla ama ya!

 

Somurtarak koltukta arkaya yaslandım, kollarımı çiçek yaptım, camdan dışarı izlemeye başladım. Eymen abi gülerken Erez durumumun vahim olduğunun farkına varmakla meşguldü.

 

Yol boyunca kimse konuşmadı. Eymen abi aracı evin önüne park ettiğinde, hızla inerek içeri koştum.

 

Hem zile basıyor hem de ayağınla kapıya vuruyordum. "Geldim, geldim. Patlama!" diye bağırıyordu Meryem teyze.

 

 

Kapı açıldığında "Derin kızım ne yapıyorsun?" demeye kalmadan hızla ayakkabılarımı çıkararak mutfağa koştum. Yolda giderken Mustafa amcayı da gördüm "Kızım ne bu acelen" dedede durmadan mutfağa girerek buz dolabını açtım.

 

Açmamla hayal kırıklığına uğramam bir olmuştu. Yinede bir umut kahvaltılıkları kenara çekerek belki arkasına saklanmıştır diye bakıyordum ama nafile.

 

Somurtarak bakmaya devam ederken, ne zaman geldiğini bilmediğim Eymen abim mutfak kapısına kolunu yaslamış bir şekilde "Boşuna bakma bücür. Annen yasak olduğunu söyleyince gece atıştırmalığı yaptım kendime" dedi pastayı kastederek.

 

Meryem teyze oğlunun kafasına bir diske vurarak içeri girdiğinde "Oğlum ben onu Derin'ime yaptım sen neden yiyorsun" diye kızarken Eymen abim kafasını tutarken, yaslandığı yerden çekildi. "Of anne ya, o nasıl vuruş. Karı koca nerden geliyor bu güç anlamıyorum ki." dedi

 

 

Meltem teyzem "Sus cevap verme bana. Şimdi söyle neden yedin pastasını kızın?" dedi

 

 

Eymen abi alayla "Anne hem cevap verme diyorsun hem de soru soruyorsun" dediğinde ensesine bir fiske daha yedi ama bu sefer Mustafa amcamdan "Sus lan eşek sıpası annen ne diyorsa onu yap."

 

 

Eymen abi somurtarak "Yeter ama ya gelen geçen bana vuruyor neyim ben stres topumuzun!" dedi bu seferde ensesini tutarken.

 

Mete'de gelerek abisinin ayağına bir tekme geçirdi. Bunu beklemeyen Eymen abi acı bir çığlık atarak "Lan!" Diye bağırdı.

 

Mete abisine gülerek bakıp yanıma koştuğunda hemen onu kollarımın arasına aldım.

 

"Kimse ablamın pastasına ondan izinsiz alamaz!" dedi küçük kaşlarını çatarak abisine baktı.

 

 

İşte aslan, işte kaplan. Benim favorim hep Mete'ydi zaten.

 

Ona sıkıca sarılırken, yanağından öptüm. O ise utanarak yüzünü boynuma gömdü. Ben bu haline gülerken Eymen abi söyleniyordu "Ulan ben abinim velet! sen nasıl ablan yüzünden bana vurursun! Ben sizin en büyüğünüzüm!" diyordu.

 

 

Erez'de geldiğinde "Sende vuracaksan çekinme kardeşim beklerim. Nasılsa stres topuyum ya!" dedi agresif bir şekilde.

 

 

Erez abisine gülerek baktı anne ve babasına dönerek "Bu sefer tam olarak suçu yok aslında abimin anne" dedi

 

 

Meryem teyze "Nasıl yok oğlum, kızım için yaptığım pastayı yemiş!" dedi anlamazsa.

 

Erez "Meltem teyze aramıştı gece, eğer derin pasta isterse vermeyin cezalı demiş. Biliyor tabi buraya geleceğini" dedi gülerek.

 

Mustafa amca kaşlarını çatarak baktı bir süre "Olmaz öyle kızımın canı pasta istediyse yiyecek tabi." dedi

 

 

Erez "Emin misin baba? Neler yaptığını bilmiyorsunuz ki?" dediğinde ona susması için kaş göz yapıyordum. Tabi ki de Erez'e gece yaşananları anlatmıştım ama bu hainliği yapacağını tahmin etmemiştim.

 

Meryem teyzem "Ne yapmış olabilir ki oğlum?" dediğinde Erez bir bir anlatmaya başladı. "Marketteki reyonları devirip, insanları rahatsız etmişler. Ayrıca çakıl da arabaları mahvetmiş. Ee tabi bu kadar şeyden sonra karakolun yolunuda tutmuşlar." dediğinde Mustafa amcam ve Meryem teyzem ağzı açık dinliyorlardı. Eymen abi ise "Tüh lan keşke bende karakolda olsaydım." diyordu.

 

Mustafa amca "Çakıl kim oğlum?" diye sorduğunda Erez "Derin'in Midilisinin adı baba" dedi aydınlanmış gibi bakan Mustafa amca "Kusura bakma kızım bu gün pasta yok anlaşılan" dedi bana üzgün gözlerle bakarak.

 

Ben kucağımdaki Mete'ye dikkat ederek sağ ayağımı çocuk gibi yere vurmaya başladım. Eymen abi ise gülerek "Ee bir özrü hakkettim sanırım canım ailem. Nasılsa benim suçum yokmuş." dik dururken.

 

Mustafa amca arkasını dönüp giderken "Öncekilere sayarsın hayırsız" dedi

 

 

Meltem teyze ise "Baban haklı. Hadi çıkın üstünüzü değiştirin çocuklar. Yemek yiyeceğiz" dediğinde onu onayladık ama Eymen abi hala somurtuyordu.

 

"Ulan suçsuz olsak bile şiddet görüyoruz. Hayır, yakında erkek sığınma evine gideceğim o olacak!" dediğinde Mustafa amca içerden "Söylenme Eymen söylenme oğlum. Getirtme beni oraya" diye bağırdı.

 

Biz yukarı çıkarken, Eymen abi hala söylenmekle meşguldü.

 

Mete'yi yere indirdiğimde koşarak odasına girdi. Erez'de odasına gittiğinde bende odama geçtim.

 

Üstümü değiştirdiğimde odamda bulunan lavabomda yüzümü yıkadım. İşte şimdi hazırdım.

 

Hemen aşağı indiğimde diğerlerinizde burada olduğunu fark ettim. Hızla sofraya geçerken, Mete'ye göz kırpmayı da ihmal etmedim. Tabii o da utanarak yanındaki abisime sokuldu.

 

Hep birlikte güzel bir akşam yemeği yederken Mustafa amca öz ailemin nasıl insanlar olduğunu soruyordu.

 

"Yani iyiler tabi ama yinede onlara alışabilir miyim bilmiyorum. Öz babam Azat bey bana karşı çok iyi herhangi bir şey yapacakken bile eli titriyor. Bir numaralı öz amcam biraz gıcık" dediğimde Erez gülerek "Tabi Fransızca mı konuşuyordu o. Sende anlamadığın için sinirlenmiştin." dediğinde diğerlerinde ona katılarak güldü.

 

Tabi ki Erez'e her şeyimi anlatıyordum. Kan ikizdik görevini yerine getirmeli nasıl olsa. Arada bir dalga malzemesi olarak kullanıyordu ama neyse.

 

Ona göz devirdim ve devam ettim "O da iyi biri ama fazla korumacı sanırım. Öz olan iki numaralı amcam Altan biraz tuhaf üç numara ve son amcamla sürekli kavga halindeler sanki anlaşamıyorlar ama en çokta anlaşan kişiler onlardı. Öz olan Ali amcam biraz haylaz komik bir tip." dedim

 

 

Eymen abi "Kuzen tayfası nasıl?" dediğinde

 

"İyiler herhangi bir sorun yok ilk gün sadece gördüm sonra hemen gittiler zaten."

 

Erez "abi tayfası?"

 

Derin bir nefes aldım. Kesinlikle iki numaralı öz abi hiç iyi değildi. "İyi gibiler özelikle bir numaralı öz abim Agah kesinlikle peşimden ayrılmıyor. Orada olduğum sürece nereye gitsem yanımdaydı. Üç numaralı öz abim ise biraz çekingen. Yaklaşmak istiyor ama bir şeyden korkuyor gibi. Onunla hiç diyalogumuz olmadı da zaten." dedim

 

 

Meryem teyze "Kızım ikizin nasıl biri?" dediğinde Erez gerildi. Kesinlikle Arsen’den beni kıskanıyordu.

 

"O da iyi. Koray Arsen biraz fazla çekingen ve utangaç bir tip. İlk karşılaşmamamızda daha az çekingenken şimdi biraz daha fazla çekingen nedense. Ama tatlı biri." dedim sonda gülümserken.

 

 

Kimse iki numaralı öz abimi sormadı az çok tahmin etmişlerdi.

 

Yemeklerimizi yediğimizde küçük beyin uykusu geldiği için ona hikaye okudum ve uyudu. Şimdi ise benim balkonumda Erez'le birlikte sıcak çikolata içerken, Erez beni tekrar sorguya çekiyordu.

 

Sıcak çikolatasından bir yudum alarak bana baktı "Gerçekten de sana kötü davranmadılar değil mi?" diye sorduğunda gülümseyerek "Hayır, zaten ailem yanımdaydı herhangi bir sorun olsaydı onlar beni asla orada tutmaz, hemen geri dönerdik" dedim.

 

 

O da başımı sallayarak onayladı. Sessizce gök yüzünü izledik bir süre uykusu geldiği için Erez odasına geçerken, ben pasta yiyemediğim için bir türlü uyuyamadım, var olan uykumun da içine ettim.

 

Telefonuma bir mesaj sesi daha geldiğinde komidinin üzerinden alarak okudum.

 

 

Bilinmeyen numaram,

 

Sen misin güzel olan yoksa ben miyim sana güzel bakan? Tatlı rüyalar şeker kız...

 

 

Bu durum artık canımı sıkmaya başlamıştı. Arada kaynayıp gitmişti ama abilerime ya da babama bu konuyu açacaktım. Bir anda aklıma gelen fikirle düz oturuşa geçtim. Telefon rehberimden Komutan'ım yazısını bulduğumda hemen tıkladım.

 

"Küçüğüm?" diye bir ses geldiğinde gülümsedim. Madem kimse bana pasta vermiyordu bende bana pasta alabilecek birini bulurdum.

 

Bölüm sonu.

 

Dikkat diğer bölüm Agah ve Derin (Asel Güneş) ile tatlı sahneler içerir. :) Çok güzel abi, kardeş olacaklar.

 

Bölüm nasıldı?

 

Loading...
0%