@demirhanife
|
Esmer adamın söndürdüğü kaçıncı sigara olduğunu hatırlayamadan yenisini yaktığını göz ucuyla görüp "Çok içmediniz mi?" diye sorduğunda adam kendisinin varlığını yeni fark etmiş gibi irkildi. Orman gözlerinin akları kızarmış kan toplamıştı. Genç kızın bu görüntüye içi gitti. Zira ilk defa onu böyle görüyor, hiç yakıştıramıyordu. Belki de bu sebeple daha önce yanına bile yaklaşmak istemediği adamın şimdi hiçbir şey yapmadan sadece sessizliğine eşlik ediyordu. Birkaç saniye kızın yüzünü süzerek sigarasına geri dönerken yanındaki varlığını yine sildi. Genç kız ise hiç alınmadı, aksine onun delice bakışları, öfkeli tınısıyla zaman geçirmekten ise böyle sadece sessizce yanında olmak istiyordu. Ne gitmek istiyordu, ne de konuşmak. "Hep aynı hikâye, aynı son. Bitmeyen bir döngü buradaki hayat. Bir görev dosyası gelir masana, toplarsın askerlerini belki bir ay belki üç, dağlarda ayazda durup dinlenmeden, yemeden terörist avına çıkarsın. Kalbin göğsünde her zamankinden daha hızlı atar. Kendinden çok yanındakilerin düşüp düşmediğine bakarsın. Mermiler üzerinize bir yağmur gibi yağarken birkaç tanesi arkandaki ya da birkaç adım ilerideki adama girer. İşte o zaman zaman durur, öyle bir durur ki, nefes alıyor musun, ayakların yere basıyor mu? anlamazsın bile. Öylece yere düşer gözlerinin önünde. Ama kanayan dizi falan değildir sadece, canıdır. Hâlâ yanınızdan vızır vızır geçen mermilere rağmen koşarsın, düşmeden yakalamak için. Gözlerine son kez bakarsın, ruhunun bedeninden nasıl da bir an da kolayca kopup gittiğini gözlerin ile görürsün. Daha bu sabah gözlerinin içine bakıp gülümseyen adam, bir daha gözlerini açmamak üzere kapatır. Sondur o, gördüğü son yüz sensindir. Hayalleri, umutlarıda orada son bakışta yitip gider. Sonra alırsın bedenini ailesini teslim etmek üzere yola düşersin. En zoru da budur, ölmekten bile zordur ama el mahkûm yaparsın. Geçtiğin her sokak, her ev elleri göğsünde korkuyla izler. Bir eve daha ateş düştü der, gözyaşlarını silerler. Şehit evinin önüne gelip de kontağı kapatınca bir çığlık kopar. Anne dizlerini döve döve gelir, yavrum diye feryat eder. baba "vatan sağolsun" der. Bir köşeye çekilip omuzlarındaki ağırlık ile sigara üstüne sigara yakarak içine içine ağlar. Sonra akşam ana haber bültenlerine çıkar. Bir filmde söylendiği gibi "45 saniye" İşte bu kadar. Bir şehidin verdiği canının bedeli bu. Birkaç gün ellerinde mikrofon o evlerin önünden ayrılmaz, haber üstüne haber yaparlar. Kalabalık bir an olsun azalmaz. Birkaç gün sonra baş sağlığına gelenlerin sayısı azalır. Medya başka haber arayışına girer, onlarda gider. İşte o zaman gerçek yas başlar. Kalabalık elden ayaktan çekilip de baş başa kaldıklarında anlarlar, yavrularını kaybettiklerini. Sonra yine bir ağıt başlar. Gündem değişir, insanlar kendi hayat koşturmalarına dalar, unutulur. Bu hikaye hep aynı, hiç değişmedi." diye titreyen sesiyle anlatan adamın bakışları bu sefer genç kadını buldu. Kız gözlerindeki yaşlar ile adamı dinlerken hıçkırıklarını zor bastırıyordu. "Burada bulacağın başka bir hikâye yok. Ne arıyorsun, bilmiyorum ama gerçekten hep bilinen, herkesin bildiği bir hikâyeyi pişirip pişirip insanların önüne sermenin sana hiçbir faydası yok" diyen adamla kaşlarını çatan kız, neye uğradığını şaşırmıştı. Deminden beri Ömer komutanın ona içini dökmeye çalıştığını sanmıştı. Hâlbuki, onun yapmaya çalıştığı yıldırmak, vazgeçirmekti. Hayal kırıklığı yüzüne yansırken adam derin bir nefes verip "Söylemeye çalıştığım, acıları çok taze. Bir de böyle bir ruh halindeyken röportaj için onları sıkıştırma. Baştan beri burada yerin yoktu zaten ama belli ki engel olamıyorum. Bari birkaç gün izin ver" diyerek ayaklandığında Eylül hiçbir şey söylemedi. Böyle bir şeyi yapmayı asla düşünmediğini ve aynı fikirde olduğunu söyleyerek kendini savunmak istemedi. İstemedi, çünkü kalbi nedenini bilmediği bir şekilde kırılmıştı. Komutanın gözünde bu kadar düşüncesiz ve bencil olmayı kendine yediremedi. Baştan beri aslında onun varlığından rahatsızlık duymasının sebebinin kadın olması sanmıştı ama hayır! Kadın olduğu için askeriyede olması uygun değildi. Tamam bu düşünceyi baştan beri kabul ediyordu. Lâkin Ömer komutanın onun hakkında düşündüğü tek sebep bu değildi. O Kendisi hakkında olumsuz düşüncelere girmiş, kalpsiz belki de kendi kazancının peşinde olan bencil bir yaratık olarak görmüştü. Bu kalbini parçaladı, bu yüzden yanından sert adımlarla uzaklaşan adamın arkasından sadece baktı. Hâlbuki tek istediği, çocukluğundan beri rol model aldığı sevgili babasının hayatı boyunca neler yaşadığını gözleriyle görmekti. Her askerin gözünde, babasını görmek istiyordu sadece. Onun çocukluğu babasının yollarını gözleyerek elleri göğsünde geçirmişti. Aile kısmını biliyordu. Bir asker ailesinin neler yaşadığı konusunda deneyimliydi. Lâkin bir askerin ne hissettiği, ailesi yollarını gözlerken onlar ne tür sınavlardan geçiyordu, görmek istemişti. Hepsi bu. Ne arkasında başarı ne de ödül vardı. Tek istediği babasının gençliğini görmekti. Eğitimde, savaşta, koğuşta.. Sadece onun bir zamanlar ki yaşıtlarına bakıp her birinin gözlerinde babasını aradı. Ve buldu da. Hepsi aynı bakıyor, aynı türküleri söyleyip, aynı hayalleri kuruyordu. Öyle küçük hayallere büyük mutluluklar sığdırmışlardı ki, hayran olmak imkânsızdı. İnsanların dertleri azaldıkça en küçük dertleri, cehennem ediyorlardı kendilerini. Bunu bile burada öğrendi, onlardan öğrendi. Ne çok şey varmış aslında onlardan öğrenmesi gereken. Her bilgi, her detay ne kadar değerliydi. Ellerini göğsüne götürüp derin bir nefes aldı. Bu sene de tatile gidemedim diyenlere bağıra bağıra anlatmak istedi. Buradaki insanların en zengin tatili, damı akan evlerinde analarının bir tas çorbasını içmek. Sobalı evlerinin soğuk odasında, kendisinden ağır yorgana gömülüp huzurla bir uykuya geçmek. Onlardan öğrendiği her şey, onu biraz daha büyütürken ve en büyük acılarına ortak olurken bencil diye suçlanmayı yüreğinin hiçbir yerine sığdıramadı. Belki de bu yüzden hava kararıp yağmur yağmaya başladığında bile oturduğu yerden kalkamadı. *** "Biraz sert konuşmadın mı?" diye soran Kemal komutana döndü. Kemal komutan, diğer bölüğün eğitim komutanıydı. Ömer komutanı ararken Albay'ın kızıyla otururken görmüş, konuştuklarına kulak misafiri olmuştu. Ömer komutan kızın hiçbir şey söylemesini beklemeden gittiğinde Kemal komutana denk gelmişti. Kemal komutan adamın omzundan Eylül'e göz ucuyla baktığında yüzündeki acı dolu ifadeyi görüp üzülmüştü. Belli ki Ömer komutanın huysuz yüzü bu defa Eylül'e denk gelmişti. Bu yüzden ofiste oturup rapor yazan adama bir süre boş gözler ile baktıktan sonra Eylül'ün son bakışı aklına gelmiş konuyu istemeden de olsa açmıştı. Kıza o sözleri söyledikten sonra yüzüne baksaydı, Ömer'in de pişman olacağına emindi. Belli ki söylemek istediği bunlar değildi ama askeriyede işler biraz ağırdı ve Ömer komutan genelde ters tarafıyla dolaşırdı. Özellikle, şehit haberlerinden sonra biraz daha hassas ve öfkeli olmuştu. Yani, Eylül en olmaması gereken yerde, Ömer komutan ile oturuyordu. Kırılması kaçınılmaz bir sondu, şaşırmadı. Ömer'in elindeki kalem duraksarken sıkıntılı bir nefes verip kalemi masaya bıraktı. Geriye yaslanırken saçlarını karıştırırken gözleri penceredeydi. "Askerlerimi korumaya çalışıyordum" "Eylül'den mi?" "Zaten zor zamanlar geçiriyorlar, bir de elinde kamerasıyla dolaşan bir kız, onlar için pek sağlıklı değil" diyerek yaptığını savundu. Lakin o da ileri gittiğini biliyordu. Ama çenesini tutamamıştı işte. Geldiğinden beri ondan rahatsız oluyordu. Bir askerini onun yüzünden cezalandırmış hücre cezası vermişti. Tamam, askeri de hak etmişti ama suçu dışarda işlemeliydi, askeriyede değil. Buna sebep olan o kızdı. Abaza bir erkek kız gördüğünde nasıl tepki verirse onu yapmıştı. İçinden 'pislik herif' diye küfretmeden kendini alamadı. Ya orada olmasaydı? Düşünmeden duramıyordu. "Kız zaten kamerayı falan bırakmıştı, çocuklarla yas tutuyordu, herkes gibi" diyen Kemal komutana döndü şaşkınlıkla. "Röportaj?" "Onu yapmamaya karar vermişti" diyen Kemal ile göz kapaklarını pişmanlıkla birbirine bastırdı. "Benim haberim yoktu" dedi ellerini yüzüne bastırıp. "Neyse üzülme, Eylül anlayışlı kızdır, acı ile konuştuğunu anlamıştır." derken son bakışı aklına gelmiş "Umarım" diyerek fisıldamıştı. Ömer ise üzgün ve pişmandı. Boşu boşuna kızın kalbini kırmış ağır sözler etmişti. Sonra belki de böylesi daha iyi diye düşündü. Gitmesine vesile olurdu. Buraya ait değildi, gitmeliydi. *** Yemekhanede genelde yemek yemezdi, lâkin Eylül geldiğinde beri koruma amaçlı gelmek durumunda kalıyor, uzaktan da olsa varlığıyla koruyordu. Askerler o varken, Eylül'ü gözleriyle yemiyordu en azından. Lâkin ne kadar beklese de bu defa Eylül yemekhaneye inmemişti. Onun yüzünden öğün atlamış olmasına içten içe kızdı. "Kadınlar işte!" diye homurdanmadan duramadı. "Hemen çocuk gibi küsmek adet bunlarda" diyerek mırıldanmaya devam etti. O sırada Eylül'ün odasına yakın yerde nöbet tutan askeri görüp parmağıyla gel işareti yaptı. Asker selam verince Eylül'ü sordu. Lâkin asker sabahtan beri görmediğini, odasına hiç gelmediğini söyledi. Hatta bahçede de yoktu. Ömer komutanın kaşları çatılırken aklına gelenin başına gelmemesini umdu. "Siktir!" diye öfkeyle mırıldanıp ayaklandı. Zira dışarıda fırtınalı bir yağmur vardı. |
0% |