@demirhanife
|
Yakın bir zamanda okuduğu bir kitapta"Gurur, insanın kendisiyle ilgili, kibirse başkalarının bizimle ilgili görüşleriyle alakalıdır." diye bir yazı okumuş, ne kadar doğru bir tespit olduğu konusunda kafa yormuştu. O hiçbir zaman kibirle yaklaşmamış olduğunu düşünürdü ama hata yaptığını şimdi çok daha iyi anlıyordu. Zira kendi değil miydi, Komutan hakkında ön yargılı düşünüp dillendiren. Şimdi aynısı kendisine yapılınca utandığını hissetti. Bu utancın asıl sebeplerinden biri de, o komutanın arkasından kendisine göre yargılarken, komutan bunu başkasına değil; yüzüne söylemişti. Yağan yağmura karışan gözyaşlarıyla iç çekip yüzündeki yaşları sildi. Yavaşça ayaklanıp odasına doğru yürürken ayaklarında can bile olmadığını fark etti. Çocuklukta yaşadığı hastalığını hatırlamak beynine çakılan bir çivi gibi korkutmuş, olduğu yere geri çökmüştü. Titreyen elleriyle cebine uzanırken telefonunun olmadığını fark etti. Hâlbuki bir an bile yanından ayırdığı olmamıştı. Kalbinin hızı göğsünü yumruklarken geçmesini umarak dizlerini yumrukladı. "Şimdi olmaz!" diyerek ağlama krizine girerken dudaklarını ısırdı. Bağırıp yardım istese, hemen yarın evine göndereceklerini bildiğinden susmayı tercih etti. Zira kısa süreceğinden emindi. Çocukken de yaşamıştı. Omuriliğe baskı yapan bir tümör nedeniyle bir yıl boyunca tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmüş, ameliyattan birkaç ay sonra fizik tedavi sayesinde sağlıklı bir şekilde ayağa kalkmıştı. Kendi unutmak istese bile bedeni unutmuyor olacak, psikolojik olarak çöktüğü zamanlarda inme gibi kısa süreli bir felç iniyordu. Üç yıldır ilk defa yine bu kâbusu yaşıyor olmasına da lanet etti. O hiçbir zaman iyileşemeyecek, hep böyle yarım yaşayacaktı. Hayır! Bu düşünceyi hemen kafasından atması gerekiyordu. Zira kötü düşünceler yeniden nükseden bu şeyi büyütebilirdi. "Geçecek! Geçecek!" diyerek tekrar ayaklanmak istediğinde bir daha düştü. Gözyaşları düştüğü toprağa karışırken hıçkırıklara boğuldu. Yağmur şiddetini arttırıp ona büyük bir rüzgâr eşlik ettiğinde dişleri soğuktan birbirine vuruyordu. Yaslandığı taşa iyice sokulup rüzgârdan kaçınmak istese de onu adeta dövüyor gibiydi. Bir taraftan ağlıyor, diğer taraftan kollarını birbirine bağlayarak rüzgardan kaçınmaya çalışıyordu. Ne kadar zaman geçti bilinmez, sıcak eller yanaklarına dokunduğunda gözlerini bile açmakta güçlük çekti. "Eylül!" Onun sesi heyecanla gözlerini aralarken kendisine hep soğuk bakan bakışların ilk defa endişeyle bakıyor olmasına tebessümle karşılık verdi. "Şimdi de rüya görüyorum" diyerek ellerini ona endişeyle bakan adamın yüzüne değdirdi. Parmaklarına değen sıcak tene şaşırarak "Ben mi çok üşüyorum yoksa rüyalarımda sıcak mısın?" diye mırıldandı. Esmer adam ise fırtına yüzünden neler sayıkladığını duymadan kucakladı. Büyük adımlar atıp revire doğru koşarken bir taraftan kendine kızıyordu. "Neden böyle bir şey yaptın ki?" diye sormadan duramadı. Hem kendine kızıyor, hem de bu kadar ihmalkâr davranış sergilediği için genç kıza öfke duyuyordu. Küçük bir çocuk gibi küsmeyi, tavır almayı anlardı ama bu başka bir şeydi. Yarından tez yok üstlerine bildirip evine yollayacaktı. Revire girip "Engin!" diye telaşla bağırırken boş yatağa yatırdı. Engin doktor, komutanın telaşlı sesiyle masasından kalkıp muayeneye girdiğinde genç kızı ıslak ve titrerken buldu. Eylül geldiğinden beri belki de en iyi anlaştığı kişi Engin'di. Zira diğer herkes gibi o Eylül'ü burada fazlalık görmüyor, aksine amacına büyük bir hayranlıkla yaklaşıyordu. Bir çok defa akıl danışmak için Engin'e gelmişti. Her ikiside çok tatlı güzel bir dostluk kazanmıştı. Şimdi onu böyle kendinden geçmiş titrerken gördüğünde endişeyle yüzü kasılmış eli ayağı birbirine girmişti. "Eylül!" diyerek elindeki küçük feneri gözlerine tuttu. "Ne oldu komutanım" diye sorarken bir taraftan muayene ediyordu. "Bilmiyorum, onu limon çayında yerde yatarken buldum" derken sesinde endişe vardı. Limon çayı askeriyenin orman kısmına yakın bir ağaçlık alandı. Burada limon ağaçları ve başka birkaç ağaç bulunuyordu. Askerlerin çok fazla oralarda takılması yasaktı, malûm gözle görülür bir yer değildi. O yüzden genelde komutanlar ya da ara sıra, çok değil askerler takılırdı. Yalnız kalmak istediklerinde, sigara içmek için ya da uzanıp ormanı dinlemek için giderlerdi. Komutanlar sigaralarını orada içer, askerlere sigara içerken görünmek istemezlerdi. "Fırtınaya yakalanmış" diyerek sözünü bitirdi. "Hemşire hanım!" diye seslenen Engin ile Duru hemşire odaya girdi. "Hastanın üzerini değişin, sıcak havlu ile vücut ısısını kontrol altına alalım. Komutanım Hipotermi geçirmemiş ama geçirmek üzereymiş. Tam zamanında bulmuşsunuz" diyen adama hüzünle bakarak yüzünü sıvazladı Ömer. Hemşire işini yapması için odayı terk ederlerken bekleme salonundaki koltuktan birine kendi attı. Dirseklerini dizine koyup elini yüzünü kapatırken Engin yanına oturdu. "Sorun ne? Ne işi vardı orada tek başına?"
"Acılı ve ters bir anıma geldi ağır konuştum. Dinlemeden yargıladım, sonra da onu orada bırakıp gittim. Akşam üstü yemekhaneye gelmeyince, bu kadarını da yapmaz diye düşündüm ama ..." diyerek duraksadı. Engin sıkıntılı bir nefes verirken geriye yaslandı. "Eylül aklı başında bir kız. Eminim başka bir durum olmuştur. Yoksa bu kadar pervasız olacak değil" derken komutan alaylı bir kıkırtı ile karşılık verdi. "O kızdan her şeyi beklerim" diyerek o da geriye yaslandı. "Çok fazla önyargılı değil misin?"
"Kim değil ki?" diye karşılık verip ayaklandı. koridorda volta atarken elleri belindeydi.
"Ne zaman kendine gelir?" diye sorduğunda hemşire odadan çıktı.
"Üzerini değiştirdim, özel bölgelerine sıcak havlu koydum. Ben ateşi olan hastayı kontrol etmeye gidiyorum hocam" diyen kıza Engin başını salladı. "Tamam Duru sağol, bende gelirim birazdan." Kız uzaklaşırken "Sen kalacak mısın?" diye sordu Engin.
"Kalırım" dedi başını sallayarak.
"Kendini suçlama" diyerek omzunu dostça sıkıp hemşirenin peşinden gitti.
Ömer komutan odaya girdiğinde huzurla uyuyan kıza baktı. "Başımın belası" diyerek yanındaki sandalyeye oturdu. Yandaki elektrik sobasının önünde duran havluyu alıp genç kızın boynuna koyarken hafifçe aralanan gözler ile elleri havada kaldı. "Eylül" Kızın yarım açık gözleri önce esmer adamın yüzünde gezmiş daha sonra havada asılı kalan ellere bakmıştı. Komutan ellerine bakan genç kıza hüzünlü bir bakış atıp havada kalan ellerini saçlarına götürüp okşadı. "Beni korkuttun" diyerek gülümserken yaramaz bir çocukla konuşur gibiydi. "Ellerin çok sıcak" fısıltıyla mırıldanan kız ile gülümsemesi yüzünde solmuş kızın gözleri huzurlu bir uykuya geri dönmüştü.
***
Yüzüne vuran güneş ışığıyla gözlerini aralarken beyaz tavan ile bakıştı. Başta nerede olduğunu anlamayarak gözlerini çevrede dolaştırırken revirde olduğunu anladı. "Uyandın mı?" diyen sese döndüğünde ona gülümseyerek bakan Engin ile göz göze geldi. "Ne oldu bana?" sesi hırıltılı gelirken konuşmakta zorlanır gibiydi.
"Bunu ben sormalıyım, ne oldu da bu hâle geldin?" diyen adam ile dün akşama gitmiş yüzü endişeyle kasılmıştı. Göz ucuyla ayaklarına bakarken oynatmayı denedi. Kıpırdanan örtü ile rahat bir nefes verirken Engin kaşlarını çatarak izliyordu. Eylül genç adamın sorgulayıcı bakışlarından gözlerini kaçırıp "Sanırım uyuya kaldım, bilmiyorum" diyerek geçiştirdi. Lâkin Engin yalan söylemeyi bile beceremeyen ve ilk tepkisinin garipliğine anlam veremeyerek genç kıza bakmaya devam etti. Bunu sorgulamayı daha sonraya bırakıp "Peki, şimdi iyi olmana sevindim. Ama dikkat etmelisin Eylül. Bir daha bu kadar şanslı olmayabilirsin. Allah'tan Ömer komutan yokluğunu fark etti" diyerek muayene etmek için kulağına steteskop takarak göğsünü dinlemeye başladı. Eylül ise genç adamın son sözlerinde takılı kalmıştı. Onu kurtaran Ömer komutan mıydı? Sonra aklına rüyası geldiğinde gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Rüya değil miydi?" diye adeta çığlık atarken Engin bile irkilmiş,korkuyla göğsünü tutuyordu.
|
0% |