Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Operasyonda Bir Bela

@demirhanife

Gözleri...

 

Keskin bir bıçağın ucu gibi gözleri.

Bütün renkleri bandıran, lâkin renksiz bir duman gibi.

Unutulmaz bir şiirin dizeleri gibi ama ifadesiz soğuk.

 

Eylül çatık kaşlı adamın gözlerine bakarken yüreğinden dökülen dizelerdi bunlar. Sadece aşkın insanı şair yaptığı söylenir ama Eylül, hiçbir zaman okuyamadığı gözleri betimlemeye çalışırken şair olmuştu sanki.

 

"Neden yatağında değilsin?" Sorusuyla kendine gelirken, "Şey... Ben"

 

"Komutanım!" Diyerek selam veren bir asker ile kollarını bırakan adam şair yapan bakışlarını çekip yanındaki askere dönerken genç kız yere basan ayaklarını yeni hissetmiş, komutanın tuttuğu yeri şimdi bir üşüme almıştı.

 

"Yusuf Binbaşım sizi soruyor, acilmiş" diyerek kendini açıklamaya çalışan asker hâlâ hazıroldayken, "Rahat asker geliyorum" diyerek yeniden genç kıza dönüp, "Sen de yatağına geri dön" diyerek uzaklaşırken giden adamın arkasından küskün bakmaya devam etti.

"Neden bilmiyorum ama arkada bırakılıyormuş gibi hissettim ve hiç hoşuma gitmedi" diye mırıldanırken diğer koridordan geçen askerlere değdi bakışları. Hepsi hazırlanmış gidiyordu belli ki ama bu Eylül'ü sadece korkutuyordu.

 

***

 

"Anlaştığımız gibi Engin. Gözün üzerinde olsun." Diyerek omzunu sıkarken onları yolcu etmeye gelen Engin'e güven dolu bir bakış attı. Zaten bu bakış her şeyi anlatıyordu. Engin anlayışlı bir tebessümle karşılık verip sıra sıra dizilmiş askeri araçlara doluşan mehmetçiklere baktı. Hepsinin son bakışını hafızasına kazırken içten içe hepsinin sapasağlam geri dönmesini diledi. Dönmeyen olursa diye son bakışlarını ömrü boyunca unutmayacaktı. Onları hep hatırlayacaktı. Zira onlar vatan için can verdikten kısa bir süre sonra unutulan kahramanlardı. Engin'e de en çok bu koyardı. Onlara borcunu asla unutmayarak ödüyordu kendince.

 

Son kalan komutana çevirdi bakışlarını. Yiğit korkusuz bir adamdı Ömer. Dışardan her ne kadar acımasız ve duygusuz gözükse de en çok Engin bilirdi onun içindeki yaralı adamı. Zira ölen her bir askeri için onun omzunda ağladığını hatırlıyordu. Sabaha kadar serumla uytuttuğunu da. Çünkü böyle anlarda ne öfkesini bastırabiliyordu ne acısını. Engin de bir şekilde sakinleştirmeye çalışıyordu. Ömer'in acısı kimseninkine benzemiyordu. O acısını gözyaşlarıyla değil, içine atarak yaşıyordu. İçine bastırdıkça, insan bu eninde sonunda patlıyordu işte. Ve o patlama anlarından en büyüğüne genç doktor şahit olmuştu. O yüzden onunda yüzüne dikkatle baktı. Gözlerinin içindeki titremeyi görüp acılı bir tebessüm sunarken karşılıklı anlaştılar. "Hakkını helal et doktor" diyerek ensesini sıkarken dişlerini sıktı genç adam. Arkasını dönüp gitmeden önce son kez karakolun kapısına dönen adamın gözleri birini arar gibiydi ama Engin çok üstünde durmadan son kez göz göze geldiği adama bakışlarıyla veda edip arabaya binişini izledi. Attığı her adım kara toprağı döverken ağır hareketletle binişini izledi. O biner binmez haraket eden arabalar tozu dumana katarken buğulu gözlerini elindeki su dolu marşapaya çevirmiş bir damla gözyaşının dağıttığı suyu arkalarından savurmuştu.

 

"Su gidip su gibi gelin aslanlar. Eksiksiz ve tam.Bu sert toprağa basıp bindiğiniz gibi inişiniz de öyle olsun" diyerek el sallarken gözleri yaşlanmıştı bile.

 

***

 

Taşlı yolda giden araba sallanırken Ömer bakışlarını dağlara çevirdi. Tetikte olan bakışları çevreyi tararken tek bir askerini bile şehit vermeye niyeti yoktu.

Bu yüzden dikkatini dağıtan her düşünceyi kafasından kovarak çıktı yola.

Arabalar arka arka dururken sonunda planlanan konuma geldiklerini anladı. Arabadan inerken, "Buradan gerisini yürüyerek geçeceğiz." Diyerek karşıdaki dağlara baktı. "Emredersiniz komutanım!" Diyen askerler ile ilk adımı atmıştı ki askerlerden birinin, "Komutanım buraya gelseniz iyi olacak" dediğini duydu. Bakışlarını konuşan askere çevirdiğinde çantaların olduğu bagaja şaşkınlıkla, bir miktarda korkuyla baktığını görünce kaşlarını çatarak adımlarını hızlandırdı.

Bagajı gören diğer askerlerinde bakışları aynı ifadeyle değişince merakla o da bakışlarını bagaja çevirdi. Mahçup ve birazda gergin bakışlarını askerler arasında gezdiren genç kız komutan ile göz göze gelince gözleri korkuyla büyümüş sertçe yutkunmuştu. Genç kızın burada olmasını beklemeyen komutan şok içinde birkac dakika hareketsizce önündeki bedeni süzmüş varlığını kabullenince yüzü öfkeyle kasılmıştı. "Senin burada ne işin var?" Diye öfkeyle bağıran komutan ile yerinden korkuyla zıplayan genç kız kendini bagajdan yere atınca korkuyla, "Aslında açıklayabilirim!" Dedi titreyen sesiyle.

 

"Açıklama? Geldiğinden beri baş ağrısından başka bir şey olmadın. O zaman da söylemiştim ve bugün kanıtlamış oldun. Şımarık bir genç kızdan farkın yok. Yazıp çizdiklerinin okunması için yapmayacağın şey yok değil mi? Tek istediğin ün ve bunun için insanların duygularını sonuna kadar kullanmaktan çekinmiyorsun" diye bağırarak konuşurken genç kız yumruklarını sıkıyor, burnunun içi sızlıyordu. İnsanların yanında aşağılanması bir yana saygı duymaya başladığı adamın düşüncelerinde hep aynı kaldığı için kötü hissediyordu.

 

"Komutanım..." Diyerek araya girmeye kalan Çavuşa, "Sen karışma Çavuş! Zaten bu kız için önüme geçip durduklarından bu anı yaşıyoruz."

 

"Bana yine ön yargıyla saldırıyorsunuz. Bu sözlerinizi hak etmiyorum!" Diyen genç kizin sesi ağlamaklı çıkmıştı.

 

"Ön yargıyla mı? Şu an yaptığın hatanın farkında mısın? Bir sivilin operasyona katıldığı duyulursa sorumlu olan herkesin başı yanar! Burada olmaman gerekiyordu ve geri dönmen için..." Diye sözlerine devam ederken, "Geri dönmem!" Diyen genç kız sözünü kesti.

 

Komutan sinirli bir gülüş bırakırken kızın pişkinliğine dayanmakta zorlanıyordu.

 

"Burada olmaman gerekiyordu ve geri dönmen için bir yol yok!" Diyerek az önceki sözlerini tamamladı.

Genç meraklı bakışlarını komutana çevirdi.

 

"Bir askerimi görevlendirsem ya da birkaç askerimi yolda pusuya kurbanlık koyun gibi göndermek olur yapamam. Bir tabur asker göndersem, kalanların hayatı tehlikeye girer. Çünkü her hangi bir çatışma için sayımız yeterli olmayacak. Senin burada olman ise, askerlerimin güvenliği için uygun değil. Çünkü bir sivil olarak senin güvenliğine odaklanırken dikkatim o kadar dağınık olacak ki, yanlış kararlar verip onların hayatını tehlikeye atabilirim!" Dedi sinirle. Genç kız mahçup bakışlarını diğer askerlerin üzerinde gezdirirken pişman hissetti.

 

"B-Ben özür dilerim!" Diyerek başını eğerken komutan bıkkın bir nefes verip uzaklaştı. Biraz uzaklaşıp bir taşa sırtını verip otururken cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Birkaç defa çakmagı çaksa da yanmayan ateşle dudaklarının arasından çıkarıp sıkıntıyla yüzünü ovuşturdu.

 

"Burada olmamalıydınız" diye mırıldanan çavuşa baktı büzülen dudaklarına mani olamayarak. "Olana ve ölmüşe çare yok çavuşum" diye mırıldanan Nail abiyle çavuşta, "Haklısın Nail" diyerek mırıldanıp oflayarak uzaklaştı.

 

"Hadi sen de üzülme bacım. Bu defa harbi büyük olay döndürdün he! Komutan affetmez" diyerek araya giren Aydın'a soğuk bakışlar atan Suat yüzünde anlayışlı bir tebessümle önemli değil bakışı attı genç kıza. Bu genç bir defasında ona komutanı savunmuştu. O zamandan beri aklında komutanını seven sessiz bir asker olarak kalmıştı. İsmini daha sonra öğrenmişti.

Sonra aklına burada neden olduğu geldi. O yüzlere bakıp buna daha çok emin oldu. Yumruklarını sıkıp sert ve büyük adimlarla komutanın çöktüğü yere giderken diğer askerler merakla genç kıza bakıyordu. Bir an da değişen ruh haline anlam verememislerdi.

 

Sigarasını tekrar yakmak için dudaklarının arasına koyup ellerini çevresinde tuttuktan sonra çakmağı yaklaştırmıştı ki, önüne düşen gölgeye gözlerini kısarak baktı. Genç kızın somurtkan ve meydan okuyan yüzüyle karşı karşıya kalınca kaşlarını çattı.

 

 

"Onların hayatını ben de önemsiyorum. Sen inanmasan da düşündüğüm başka hiçbir şey yok. Ve ben burayı eğlence yeri olarak ya da ünlenmek için yol yaptığım bir hikaye olarakta görmüyorum. Aksine! Tehlikeli olduğunu, belki de bir yaylım ateşinde öleceğimden de hiçbir şüphem yok.. Yazmak benim yanınızda bulunmam için bahane! Ben gerekirse sizin ile ölmeye geldim. "Diyerek elini cebine sokup bir kağıt parçası çıkardı. "Bu kağıtta bütün sorumluluğu kendim aldığıma dair bir mektup. Olur da burada ölürsem, kimsenin başı benim yüzümden ağrımasın diye" Adam mektubu parmaklarının arasında çevirip genç kıza döndü. Ne zaman ön yargılı bir atak yapsa genç kız onu yine pişman ediyordu. Ne zaman kızsa...

 

 

Sıkıntılı bir nefes verip genç kızı süzdü. Spor bir atletin üzerinde geniş örgülü bir bluz vardı. Göbeğinin biraz altında bitiyordu. Bacaklarıni saran dar bir pantolon ile çizmelerini geçirmişti. Sigarasını cebine atıp ayaklanırken üzerindeki kamuflaj montu çıkarıp kızın omuzlarına bırakırken, "Madem askersin önce onlara benzemelisin!" Derken genç kız kıvrılan dudaklarına engel olamadı. Ömer'in bakışları kıvrılan dudaklardan genç kız ile göz göze gelirken ifadesiz bakışlarını yüzünde gezdirdi. Eylül ise daha önce rüya gibi gelen hissi bu defa ayık kafayla yaşamanın tadını çıkarıyordu. Onun tarafından kabul edilmeyi, belki miktar şefkatini hissetmiş olmak gerçekten rüya gibiydi.

 

Loading...
0%