Yeni Üyelik
1.
Bölüm

İhanet

@demirhanife

                       

 

"Her şeyden zor olan, sevilen olma kapılarını kapatıp mütevazı biçimde sadece sevgi veren olmaktır" Nietzsche'nin bu sözüne denk gelmiştim yakın zamanda ve ister istemez kendi hayatımda izlerine şahit olmuştum. Çünkü hayatım boyunca sevilmekten çok seven bir insan olmuş bundan da bir olsun gocunmamıştım. Zira sevebilmek benim en büyük süper gücümdü. Babam emekli bir asker annem ev hanımıydı. Üç çocuktan en küçüğü olarak her zaman itilip kakılarak büyümüş olsam da, ne anneme ne babama ne de ağabeylerime bir gram saygısızlık yapmamıştım. Bu da benim sevebilme yeteneğimin en güçlü özelliğiydi. Babam ve annem aşiret çocukları olmasından olsa gerek, erkek çocuklarına biraz daha düşkün ve sevecendi. Ben ise ağabeylerime altın tepside sunulan her güzelliğe gıpta ile bakmış lâkin hiçbir zaman hırs ve kıskançlıkla dolmamıştım. Onların zaman zaman hor gördüğü küçük kız kardeşleri olsam da onları bütün kalbim ile sevmeye devam etmiştim. Hatta babam beni okutmak istememiş ağabeylerim şiddetle karşı çıkarak okumam için her şeyi yapmışlardı. Onların da sevgilerini gösterme biçimleri buydu. Saçlarımı okşayıp her sıkıştığımda dağ gibi arkamda durmasalar da okumamda ön ayak olmuşlardı. Okuyup hemşire olduğumda gurur dolu bakışları sıcacık kollardan daha çok ısıtmıştı yüreğimi. Mesleğimi aşık olup da evlenene kadar sürdürebilmiştim ama evlenince sevdiğim adam evimin hanımı olmamı çok istemişti. En büyük süper gücüm itiraz etmeme izin vermemiş arzusunu mutlulukla yerine getirmiştim. Değdi mi diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Değmedi! En çokta süper gücüm diyerek övündüğüm yeteneğimin aslında lanet olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Ne kadar çok sevdiysem o kadar çok sömürüldüğüne bir şekilde ikna olmuştum. Nasıl mı? Şimdi onu anlatıyorum..

 

Bir hastanenin koridorunda tanıdım ben Faruk'u. Doktor ona yetim kaldığını söylediğinde hemen doktorun yanında ona eşlik ederken dağ gibi adamın yıkılışına şahit, kalbim bin parçaya ayrılmıştı. Hâlbuki hastaların yakınlarına sevdiklerini kaybettiğini söylemek, bizim için rutin bir şey olmuştu. Hatta bir süre sonra bağışıklık bile kazanıyordun. Tabii ki gizli karanlık köşelerde yine ağlıyordum ama hiç bu kadar büyük bir acı saplanmamıştı kalbime. Saatlerce koridorda ağlayan bu adama bir omuz olmak için yanıp tutuşurken düşünmedim. İlk defa düşünmek benim bildiğim bir eylem değildi. Oysa attığım her adımı önceden düşünür, öyle hareket ederdim. Günü geldiğinde hiç düşünmeden ona attığım adımların bedelini ödeyeceğimi ise bilmiyordum. İlk şaşırsa da omzum sabaha kadar onun güvenli sığınağı olmuştu. Ertesi gün omzumun ağrısına karşılık bir kahve ısmarlamak istemiş bende hiç düşünmeden evet demiştim. Hâlbuki sert kabuğum ve prensiplerimden dolayı bir yabancının değil kahve teklifini kabul etmek, üç cümleden fazla konuşmazdım. Düşünüyorum da ona hiç düşünmeden omzumu verdiğimde çoktan en büyük süper gücümün devreye girdiğini fark etmiştim. Kocaman adamın gözlerinde küçük bir çocuğun çaresizliği bir şekilde beni etkisi altına almıştı. Belki de Eros'un oku gerçekti ve ben onu görür görmez okunu kalbime saplamıştı. Aramaları ve mesajları hiç tükenmeyen adam ile sonunda el ele tutuşma aşamasına gelmiş, birkaç ay gibi kısa bir süre sonunda evlenme teklifiyle hayatımın başka bir evresi başlamıştı. Rüya gibi evliliğim 7 yıl sürmüştü. Çünkü ne kadar çok istesem de bir çocuk sahibi olamamıştık. Bu da mutlu evliliğimize koca bir gölge oluşturmuştu. Ziyanı yok, ben süper gücüm ile karşılıksız da olsa sevmeye devam etmiştim. Ta ki artık sevilmediğim bir tokat gibi yüzüme çarpana kadar. Hayat bazen hiç beklemediğiniz bir an da size başka bir senaryo ile gelir ve isteyip istemediğinizi sormadan oynamanızı ister. Sanırım benim hayatım da tam olarak böyleydi. Birini kabullenmeden bir başkasını kabullenmek zorunda kalmıştım. Ve şunu anladım ki; süper gücümü kim de, olması gerekenden fazla kullansam onu elimden almakta üstüne yoktu. Razı olmaya gelince, belki de en çok bu yüzden aklımı kaybettim. Ne çok siyah ne çok beyaz olan gri hayatım, belki de bana verilmiş en büyük sınavken aksi olması mümkün değildi, zira zayıftım.

 

Yanağıma değen sıcak dokunuşlarla gözlerimi aralarken yeni aydınlanmakta olan güneş çoktan odamın penceresinden içeriye sızmıştı. Yüzümde kocaman bir gülümseme ve yüreğimdeki heyecanla başımı sıcak dudakların sahibine çevirmiştim. Uzun zamandan beri ilk defa gözleri bana sevgiyle bakarken kalbimdeki kelebeklerin çırpınışlarını hissedebiliyordum. Sanki o kara bulutlar bir an da dağılmıştı ve biz yeniden güneşin ışıltılı duruşuna beraber bakıyorduk. Çocuk hayalimizi bir süre daha askıya almaya karar verdiğimizde, daha fazla bu duruma kafamı takmamam için Faruk yeniden çalışmamı önermişti. İşte şimdi uzun bir süre sonra yeniden doğmuştum. Bugün işimde ilk günümdü ve evliliğimizin ilk günlerinden beri ilk defa bu şekilde uyandırılıyordum. Sanki bugün hayatımın en güzel ilk günüydü ve mutluluğum içime sığmıyordu. "Uyanmış mı benim güzel karım?" keyifli sesiyle konuşan Faruk'a dudaklarım kıvrılarak bakmış utançla yüzümü kapatmıştım lâkin engel olmak isteyen elleriyle yatağımızda küçük bir boğuşma kaçınılmaz olmuştu. Faruk ela gözleri, hafif dalgalı saçları ve kirli sakallarıyla aklımı ilk günkü gibi başımdan alan bir adamdı. Hâlâ bana olan etkisini kelimelere dökmek imkânsız olduğu gibi anlamakta zordu. Öpücükleri ile yüzümün her yerinde ıslak bir iz bırakırken daldığım yerden çıkmak uzun sürmedi. Onunla küçük bir çocuğa dönüşmek sanırım en sevdiğim eylem olmuştu. Rabbimden her sabahımın böyle olmasını diledim. Her sabah yeniden doğmak gibi sevilmek.. Geçen birkaç ay bana yeniden doğduğumu hissettirmişti. Faruk yine işiyle çok fazla meşgul olduğundan beraber çok vakit geçirmesek de mutluyduk. En azından ben öyle sanıyordum.

 

"Yine yüzünde güller açıyor Türkan?" Onkoloji katının en neşeli hemşiresi Aysel yine yaramaz bakışlar atarken sormuştu. Aysel geçen ömrümün yarısında belki de bana verilmiş en güzel ve özel hediyeydi. O genç ruhu, umutlu hayalleri ve sevecen kalbiyle benim yaşam enerjimdi. Yorucu iş yükünü bile onun bana verdiği ruhsal enerji ile atabiliyordum. Bende kıymeti büyüktü ve eminim hep öyle kalacaktı. Küt kıvırcık kül rengi saçları, açık kahve tonlardaki gözleri ve sağ burun deliğinin hemen bitiminde bulunan beniyle çok güzeldi. Küçücük dudakları dişlerini gösterirken adeta kaybolurdu. "Bugün Faruk'a bir sürpriz yapmak istiyorum. Ne zamandır beraber bir şeyler yapmadık. Bugün şirkete gidip onu kaçıracağım" dediğimde gülümseyen yüzü solmuştu. "Ne oldu?" Ne zaman Faruk'tan bahsetsem yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade oluyordu. "Bir şey yok. Sadece.." diyerek duraksamış tereddütle gözlerime bakmıştı. "Sadece?" diye sorduğumda duymaktan sıkıldığım şeyleri sıralamaya başlaması ise gözlerimi devirmeme sebep olmuştu. "Bırak da bir kerede o seni mutlu etsin. Hep sen onu düşünüyorsun. Evlilik dediğin karşılıklı fedakârlık değil mi? O senin doğum gününü bile unutmuş kuru bir öpücükle kutlamıştı ama sen koca bir parti düzenlemiştin. Üstelik Selma paçozu da senin düşünüp düzenlediğin doğum gününe sırf iş arkadaşlarını o ayarladı diye kendi düzenlemiş gibi konmuştu." Diye devam eden kızı susturdum. "Çok ayıp Aysel o ne biçim söz! Hiç yakıştıramadım sana" dedim ayıplayarak. "Yalan mı? Kocana yaranmak için bir altına yatmadığı kaldı!" dediğinde gözlerim dönmüştü. "Aysel!" İrkilen kız bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerimde ilk defa oluşan ifadeye şaşkınca bakıyordu. "Tamam, benim de pek sevdiğim bir insan değil lâkin Faruk'un Üniversite yıllarından beri arkadaşı. Birbirilerine düşkün olmalarının sebebi bu" Dediğimde alaylı bir ses dudaklarından dökülmüş acıyarak bakmıştı bana. "Ne zaman senin kocana ihtiyacın olsa işim var diyor ama o kadın gecenin bilmem kaçında arayıp ihtiyacım var dese koşarak gidiyor. Neyse, o kadın yüzünden daha fazla seni üzmek istemiyorum ama bırak da biraz Faruk sana sevgisini göstersin. Hep vermek bir süre sonra sevgiyi alandaki kıymetini azaltıyor." Diyerek tripli bir havayla uzaklaşırken haklı olduğunun farkındaydım. Lâkin Faruk'u seviyordum ve onun da beni sevdiğini biliyordum. Önemli olan bu değil miydi?

 

Faruk özel bir pazarlama şirketinde çalışıyordu. Bu şirket en yakın arkadaşı Selma'nın babasına aitti. Biz tanışmadan öncede bu şirkette çalıştığı için artık aile gibi olmuştuk. Selma'dan hiç hazzetmesem de ailesini en az kendi ailem kadar sevmiştim. Faruk'un bir ailesi yoktu. Daha küçük yaşta babasını trafik kazasında kaybetmişti. Annesini ise hastalıktan kaybetmişti. Üstelik annesini kaybettiği hastanede tanışmak kaderimizdi. Son aile ferdini de kaybeden Faruk'un karşısına beni çıkaran bu kaderin farklı planları olduğu daha o zaman belliydi. Yüzümdeki gülümseme ve yüreğimdeki heyecanla şirketin otoparkına öğle saatlerinde girebilmiştim. Planım öğle yemeğini beraber yemekti ve ona güzel bir sürpriz olacağından adım kadar emindim. Arabamı park edecek bir yer bulduktan sonra çıkıp soğuk ve karanlık duvarların arasında yürümeye başladım. Hemen sağ taraftaki Faruk'un arabasına gözüm kaydığında bu hayatta belki de kör olmayı istediğim tek an olduğunu derinden istediğim bir andı. Hemen ön koltukta kendilerini kaybetmiş şekilde öpüşen kocam ve en yakın arkadaşı zannettiğim Selma'yı gördüğümde koca bir dünyanın üzerime yıkıldığını hissetmiştim. Dudaklarımdan dökülen çığlığa benzer inlemeyle irkildiklerinde bakışları beni bulmuş adeta taş kesilmişlerdi. Faruk'un gözlerindeki korku Selma'nın gözlerindeki rahatlama ile geriye giden adımlarım titriyordu. Gözlerimdeki yaşlar yanaklarımdan süzülürken süper gücümün ne kadar büyük bir talihsizlik olduğunun sonunda farkına varmıştım. Zira gözlerimi kör etmişti. Belki de daha biz evlenmeden önce olan bu çirkin ilişkiyi, o çok sevme alışkanlığımdan göremeyecek kadar kör olmuştum. Zira bu görüntü gözümdeki perdeyi indirmiş daha önce fark etmediğim detaylar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmişti. Benim doğum günümü bir kere bile hatırlamayan kocam, söz konusu Selma olduğunda dünyanın en romantik adamı oluyordu. Ve ne zaman şirkete gitsem Selma ile dışarıda oluyordu. Daha buna benzer birçok örnek bir kere bile şüphe duymama sebep olmamıştı. Çünkü çok sevme gücümü, karşılıklı olduğunu düşünecek kadar derinden yaşıyordum. Arkamı hızla dönüp kaybolmayı isteme düşünceme uydum. Bir an önce yok olma isteği beni esir almış gibiydi. Sanki bütün dünya bana gülüyor, kalbim bir ateşe atılmış gibi kavruluyordum. Arkamdan kapanan araba kapısının sesi soğuk duvarlarda yankılanırken adımlarımı hızlandırdım. Onunla göz göze gelmekten ve bana dokunmasından ölesiye korkuyordum. "Türkan!" Keşke şimdi sağır olsam.. "Türkan!" kollarıma sarılan sert parmaklar beni geri çektiğinde nefes nefese kalmış adamın boynundaki gömleğin yakaları açılmış, ısırık izleri meydan okurcasına bana bakıyordu. Arkasından açılan başka kapıyla bakışlarımı o yöne çevirdim. Sanki göstermek ister gibi gömleğinin altındaki beyaz sütyeni biraz daha yukarı çekiştirip göbeğine kadar açılan düğmeleri iliklemeye çalışan Selma alayla bakıyordu. Tekrar bakışlarım kocama çarptı, daha doğrusu boynundaki izlere. Bakışlarımı takip edip hemen gömleğinin yakasını yukarı çekiştirdiğinde midemdeki bulantıyla yüzümü buruşturdum. "Türkan ben aslında sana anlatacaktım.." diye devam eden sözlerini duymadan yüzüne sert bir tokat çarpıp arkama bile bakmadan arabama yürüdüm. Son kez arkamda bıraktığım enkaza bakarken enkaz ben miydim, o muydu? Bilmiyorum. Zira eli yanağında bir noktaya dalıp gitmişti. Ona attığım ilk ve son tokattı. Selma ise şaşkınlıkla birkaç adımda Faruk'un yanında bitmiş omuzlarını tutuyordu. Görmek istemedim. İğrenç teselli kucaklaşmalarını görmekten ölesiye tiksindim. Arabayı çalıştırıp gaza sertçe bastığımda duvarlarda yankı yapan tekerlek sesleriyle beni enkaza çeviren yerden ölümüne kaçtım. Bunların hepsinin kâbus olmasını ne çok isterdim. Geçmişe dönüp çaresizce annesinin arkasından ağlayan adamı ne çok yalnız bırakmak isterdim. En büyük ağabeyim Tuğrul'un sözleri şimdi eko yapıyordu kulaklarımda. Belki de en büyük sevgiyi o gün derinden hissetmiştim öyle ki benim sevgimin aynası gibiydi. Belime kırmızı kuşağı bağlarken elleri titremiş son kez bağlayıp çözmeden önce duraksamıştı. Herkes ne olduğuna anlam verememiş annem çatık kaşlarıyla oğluna seslenmişti ama Turgut ağabeyim buğulu gözlerini bana çevirip şöyle demişti: "Allah biliyor ya, hayatımda ilk defa beynimi kemirip duran bir düşünce ve tereddüt var. O adamı hiç gözüm tutmadı. Sanki sana değil de senin ona olan sevgine âşık. Şimdi diyeceksin ki bu kötü bir şey mi? Kötü! Seni seven sana sadık olur ve sevgine sonsuza kadar değer verip sahip çıkar. Çünkü sevmek muntazam bir duygu, her insan beceremez. Lâkin ona olan sevgine âşık adam, o duygunun tadını iliklerine kadar yaşayamadığı için ne değer vermeyi bilir ne korumayı. Onun tek derdi, sahip olamadığına senin sayende sahip olmak. İster kız kardeşini kimseye yakıştıramayan bir ağabey olarak söylediklerimi kulak arkası et ama ne olursa olsun sadece sevmenin değil sevilmenin tadına da bakmayı ihmal etme. Yanında hep seni gerçekten seven ve bunu derinden hissettirenleri tut" Titreyen sesiyle açıklamaya çalıştıklarından çok beni heyecanlandıran abim için ne kadar kıymetli olduğumdu. Zira bana çok sevse de yaşattığı eksikliği doldurmamı istiyordu sanki. Hâlbuki ne çok şüphe etmiştim sevgisinden. O gün ilk defa kollarının gücünü ve göğsünün sıcaklığını hissetmiştim. Şimdi düşünüyorum da ben hep biraz yarım hep biraz sevgisiz kalmışım. Ne kadar çok sevdiysem o kadar sevgiden mahrum yaşamışım. Ve bütün bunlara rağmen yine ben suçlanmışım. Ailem tarafından ve okul hayatım boyunca hep biraz çok sevmekten ve güvenmekten hasar almıştım. Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf adlı eserinde dediği gibi : "Bana yaptıkları için kimse özür dilemedi. Sadece tepki verme şeklim için beni suçladılar" Zira ne zaman neden diye sorsam "Bu kadar güvenecek kadar sevmeseydin" dediler. Lâkin sevebilme gücüm hiç bu kadar canımı yakmamış bütün dünyamı başıma yıkmamıştı. Yemin ederim! Hıçkırıklarım boğazımı yakıp geçerken gözlerimdeki yaşlar bir yağmur gibi akmaya devam ediyordu. Sanki vücudumdaki bütün suyu tüketmek üzereydim, öyle ki dudaklarım kurumuş nefes almakta güçlük çekiyordum. Ne kadar süre araba sürdüm bilmiyorum. Şehir dışına çıkmış ıssız karanlık bir otobanda son sürat araba kullanıyordum. Çevremde tek bir araba kalmayana kadar sürdüğümde ay ışığının aydınlattığı yolda bakışlarım bir km ötede asfalt üzerindeki mezarlıklara takıldı. Sağ tarafımdaki bariyerlerin hemen aşağısında bulunan denize ay ışığı o kadar güzel yansımıştı ki, mezarlığın arka tarafında olan orman ve deniz manzarasıyla oradaki yaşamayanların şanslı olduklarını düşünmeden edemedim. İçimdeki ölme isteği baskın bir şekilde kafamın içinde davullar çalarken bedenim buna uymuş gaza daha sert basmıştım. Gözümden damlayan belki de son yaş özgürlüğüne kavuşurken benim beynimdeki son sahne, sevdiğim adamın boynundaki izlerdi. Sonrası ise gözlerimi sımsıkı kapatıp direksiyonu bırakarak büyük bir gürültünün kopması ve bedenimin öne doğru sertçe savrulmasıydı. Başımda hissettiğim şiddetli bir ağrıdan sonrası ise karanlıktı. Kim bilir belki de okyanus sularına savrulmuş bedenim ay ışığının altında günlerce, belki de aylarca sürüklenmesinin ödülünü alacaktım. Ben hissetmesem bile..

 

"Ölümün bir son olduğunu söyleyenlere inat ben o sonu yaşayacaktım."

 

Loading...
0%