Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1. Bölüm

@demirkalem

Güneşin asfaltı katrana çevirdiği kavurucu yaz sıcağına aldırmayan trafikteki kalabalık,  peş peşe İsen Buga (Adını Timur'un komutanından alan  Esenboğa da bilinen) Hava Limanı yolunda arabalarıyla kaplumbağa hızında ilerlerken, kış hazırlığındaki   birbirlerini ardı sıra takip eden işçi karıncaları andırıyor gibiydiler.

 

 

Protokol gereği  resmi makam araçlarından oluşan konvoyun ilerlemesi için kapatılan şeritler, aynı güzergahta  gideceği yere ulaşmayı bekleyen yolcu ve şoförlerin   sabırlarını zorluyordu. 

 

 

Kuzey yarım kürenin en sıcak kabul edilen aylarından Temmuz ayında Ankara, akmayan  bu güne has kalabalık trafiğiyle birlikte tarihinin belki de en sıcak günlerinden birini yaşatıyordu kentlilerine. Nihayet protokol yolu sivil halka açılmış trafik eski düzeninde akmaya faz faz başlamak üzereydi. 

 

 

Tüm zorlu koşullara rağmen  araçlarında kimileri sevdiklerini karşılamak, kimileri sevdiklerini uğurlamak, kimileriyse sevdikleriyle birlikte tatile çıkmak için hava alanına doğru ilerliyorlardı. Akla gelmeyen daha nice sebepleri de olabilirdi elbet... 

 

 

Zaman zaman akan, zaman zamansa tekrar durma noktasına gelen trafikte araç içerisindekiler, kendileriyle aynı kaderi paylaşan diğer araçlardaki yolcularla yan yana geldiklerinde  içinde bulundukları durumdan bunalmış ruh hali üzere olan duygularını göz göze gelip birbirleriyle paylaştıkları gibi bazen de sanki daha erken gidecekleri yere ulaşabileceklermiş gibi ani manevralarla bir birlerini zor duruma düşürmekten geri kalmayıp akmayan trafiğin diğer mağdurlarına meydan okurcasına öfkeyle bakıyorlardı.

 

 

       Range  Rover marka siyah jeep'inin şoför koltuğunda oturan genç adamın aklındaki kaos, arasında bulunduğu diğer arabalarla birlikte mahşer meydanını andıran bu trafiği aratmayacak seviyedeydi, öyle ki ne kendisini zorlayan sıcak, ne trafik, ne de trafik magandaları umurundaydı adamın. 

 

 

      Bronz teninin vurguladığı keskin yüz hatlarını, sert ifadesine aykırı kalkık burnu süslerken, biçimli kara kaşlarına değen ok ok kirpikleri arasından gideceği yolda ileriye pür dikkat kesilmiş bakıyordu karaları.  Hayatı boyunca hiç bir bağımlılığı olmayan bu adam,  bir haftadır elinden düşürmediği sigara paketinin içinden gözüne kestirdiği bir dal kafiri yakmış, etli dudakları arasına sıkıştırdığı kafirin günahına kendi nefesini de katarak,  çalışan klimaya rağmen açık olan şoför camından dışarıya doğru savuruyordu. 

 

 

Durma  noktasına gelen trafikte  aracının son ses radyosunda çalan Neşet Ertaş'ın Neredesin Sen türküsünü sıcağa ve kalabalığa dinlettiren bu adam, kendiyle beraber trafikte yolculuk eden diğer erkeklerin düşmanı olmuştu. 

 

 

Nasıl olmasındı!  Gözü değenler 'günah yazmazlar bir kez daha bak' diyen  iç seslerine mağlupken, meleklerin bile yaratılışında hayran kaldıkları, bilmeyene 'Yusuf yüzlü' dedirtecek kadar yakışıklılıktaydı genç adam.   

 

 

Sonunda hava alanındaki parka araçlar bir bir peşi sıra park edilebilmişti. Arabasının yolcu koltuğundan ağır ve kendinden emin adımlarla indi genç adam. Yakasından aşağı üç düğmesini iliklemeye erindiği üzerine oturan ekru rengi spor gömleğinin cebinde asılı duran çelik çerçeveli damla Stallone gözlüklerini tek eliyle asılı olduğu yerden çıkarıp badem gözleri, güneşten daha fazla kısılmasınlar diye  gözlerine takarken boştaki eliyle de arabasının açık kalan şoför kapısını tek hamlede itekleyip kapattı, siyah kanvas pantolonun sağ yan cebindeki kumandayı eline alıp düğmesine basarak, arabanın kapılarını sesli bir şekilde kilitledi.

 

 

Kendisi gibi otoparkta araçlarından inenlerin bir anda odağı oluvermişti genç adam. Üzerine oturan kıyafetlerin içerisindeki bir doksanı zorlayan boyu, geniş omuzları kaslı vücuduyla ; üzgünüm beyler eğlence olsun diye spor yapmıyorum, ben sporla yaşıyorum der gibi etrafındaki kendine dikkat kesilen gözlerin sahiplerine ayar veriyordu.

 

 

Otuzlarında olan bu genç adam, dik başı ve her daim ileriye bakan bakışlarıyla park alanından iç hatların bekleme salonunu birbirine bağlayan yolda, tıpkı podyumda yürüyen model gibi tüm ışıklar kendisi için yaratılmışçasına  ağır adımlarla ilerliyordu.

 

 

Kendisine gösterilen ilgiye alışıktı ama kendisine gösterilen ilgiden rahatsız olanlara oldu olası alışamamıştı. Yanından geçtiği henüz üniversite öğrencisi olduklarını tahmin ettiği ergen çift kendisine dikkat kesildiğinde yanındaki erkek arkadaşı tarafından agresifçe sürüklenmişti genç kız.  Karşılaştığı manzara karşısında dudağının sağ kenarı muzipçe yukarı kıvrılıp da sıkıştırdığı yanağında belirli belirsiz çizgi oluşurken, genç adamın gözlerinin  önünde yıllar öncesine ait bir anı perdelenmiş kendini izletiyordu.

 

 

***

 

 

"-Siz beni kıskanıyor olabilir misiniz Uraz Kıdemlim!"

 

 

"-Ne kıskanacağım ben seni! Kafan neredeyse bul içindekileri derle topla ve kendine gel derhal!"

 

***

 

 

Çalan polifonik melodi sesiyle gerçekliğine geri döndü ve pantolonunun arka cebinde şişkinlik yapan eski model telefonu çıkarıp küçük ekranında gizli numara yazan   aramayı yanıtladı.  İri ellerinde küçücük kalan telefonu kulağına dayayıp bir tek kelime etmeden sessizce dinledi.

 

 

İç hatların salonuna doğru açık havada ilerlerken güneş telefonu tutan elindeki alyansa    iltimas etmeden kendini hatırlatıyordu. Alyansından yansıyan ışık  etrafındakilerce fark edildiğinde en azından bazı erdem sahibi kadınlarca derinlerde bir ukde bırakıyordu.

 

 

El adamı!

 

 

Telefondaki sessizliği bozan aramayı yapan kişi olmuştu.

 

 

"Uraz oğlum nasılsın?"

 

 

"Sen misin? Fehmi Baba?"

 

 

"Benim ya iki ayda unuttun mu sesimi?" 

 

 

Karşısındaki kendisini görüyormuşçasına başını hafifçe yere doğru eğip sağa sola salladı genç adam. Bu hareketiyle geriye doğru taradığı uzamış hacimli saçlarının bir tutamı alnına doğru düştü. Boştaki elinin parmaklarıyla alnından ensesine doğru erkeklere has o asil hareketle düşen saçını geriye doğru taradı.

 

 

"Unutmak ne mümkün  her fırsatta hatırlatıyorsun!"

 

 

"Hayta seni... Eee nasıl gidiyor Güneş kızımızın doğum günü hazırlıkları, yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"

 

 

"Nasıl gitsin bir haftadır küçük hanımın isteklerini gerçekleştirmek için annesiyle koşuşturuyoruz. Bu yıl okumayı da öğrendiği için yetişkin biri gibi doğum günü kutlamak istedi. Hepimizi parmağında oynatıyor. Bizbize kutlayalım dedik olmaz dedi tek tek bizimkileri aratıp davet etti. Hava alanındayım şimdi Annemi alacağım sonra eve geçeceğiz."

 

 

"Bak sen doğum günü için herkes seferber desene. Haklı ama çocuk dört yaşında okumayı öğrenmiş aceleci kızın. Bu arada Belkıs en son Antalya'daydı değil mi? Reha da geldi mi ? Belki de doğum günü hayırlı bir işe vesile olur ne dersin?"

 

   

 

Uraz, Fehmi Babasının imasını daha cümlesini tamamlamadan anlamıştı da içini hüzün sardığından bir süre nasıl karşılık vereceğini düşündü.

 

 

 

"Bitti o şiir annemle babam için Fehmi Baba. Annem buraya yalnız gelmiyor. Bu yaştaki adamın annesinin nişanlanması, yetmezmiş gibi birde nişanlısıyla tanışmak zorunda olması nasıl berbat bir his bilemezsin."

 

 

"Ne! Belkıs nişanlandı mı?"

 

 

"Öyle oldu. İki kez evlenip boşandılar babamla zaten biliyorsun, iki kez denediler ama olmadı. Sen ne kadar onlar birbirine hala aşık desende onların şiirlerinde artık başka mısra olmayacak. Demek ki çok sevmekte yetmiyormuş."

 

 

"Reha yıkmıştır ortalığı."

 

 

"Haberi yok, duysaydı birde onun yıktıklarını toplamak için uğraşırdık ki şu ara kendi dağınıklığımı anca toparlayabilirim. Doğum gününe gelemeyeceğini söylemişti, annemde öğrendiğinde nişanlısıyla geleceğini söyledi. Aksi bir karşılaşmayı hem de böyle bir günde düşünmek dahi istemiyorum, cuma  sela saatinde doğduğum için korunuyor olmalıyım. Bu arada sen özel numaradan aramışsın. "

 

 

"A evet sürpriz yapmak istedim Ankara'dayım bir süredir, lokasyonum bilinsin istemediğimden önlemleri sıkı tutuyorum."

 

 

"Eee buradaysan madem sende gel Güneş çok sevinir seni doğum gününde görünce. Sende dedesi sayılırsın."

 

 

"Davet etmesen ben kendimi davet ettirecektim zaten, özledim Prensesi. Gelmişken Reha'yı da görürüm diyordum, onca yılın ardından hasret gideririz diye düşünmüştüm ne yalan söyleyeyim , üzüldüm. Hem Reha'nın olmayışına hem de Belkıs'la ilişkilerinin son buluşuna."

 

 

Derinden soluduğu nefesini sesli bir şekilde bıraktı Uraz.

 

 

"Bazen annemin babamın inadına nişanlandığını düşünüyorum. Koca koca insanlar çocuk gibiler ne yaptıklarına akıl sır erdiremiyorum ama anneme de hak vermiyor değilim. Babam iyi bir asker, iyi bir dost olabilir, Aras'la bana da elinden geldiğince iyi bir baba olmaya çalıştı ama iyi bir eş değildi hepimiz biliyoruz . Sevginin yanında özveri de gerek. Babam çok zor bir adamdı annem için."

 

 

"Ben yine de onların ne seninle ne sensiz tadında bir aşkları olduğunu düşünüyorum. Hey gidi günler... Neyse hayırlısı olsun, kendi hayatları ve tercihleri bize de kararlarına saygı duymak düşer Uraz. Sende sıkma canını aslanım. Eee kaçta başlıyor eğlence geç kalmayayım kızımıza."

 

 

"Ayıp ediyorsun Fehmi Baba yabancı mısın sen? Saati mi var ne zaman istersen gel, hatta hemen şimdi gel bende bir saate evde olurum."

 

 

"Yanımda birilerini getirebiliyor muyum? Yalnız gelmeyeceğim o yüzden saatinde gelsek daha uygun olacak."

 

 

"Bak işte şimdi şüphelenmeye başladım, hayırdır Fehmi Baba?"

 

 

"Sürpriz evlat sürpriz."

 

 

"Sürpriz dedin beni bitirdin, endişelenmeye başladım, senin sürprizlerin malum. Neyse yolcular salona gelemeye başladı,  ben bizimkileri kaçırmayayım, nasılsa  en geç bir buçuk iki saate her şey ortaya çıkacak şimdiden canımı sıkmayayım değil mi? Geç kalmayın, en çok iki saat sonra görüşürüz."

 

 

"Görüşürüz evlat."

 

 

Uraz, Ümitköy'e doğru aracını sürerken içten içe annesinin nişanlanmasına karşı öfke, utanç, kıskançlık ve anlam veremediği daha nice duygu karmaşası duyuyordu. Arabanın ön yolcu koltuğuna annesini ısrarla oturtmuş. Arka koltukta oturan annesinin müstakbel nişanlısı Ahmet'i dikiz aynasından bakışlarıyla hırpalıyordu.

 

 

Hava alanında ilk tanışmalarındaki gerginlikleri Annesi Belkıs tarafından gözle görülecek kadar aşikardı.

 

 

Belkıs ellili yaşlarının ortasında güleç yüzlü naif bir hanımdı. Reha ile tanıştıklarında yaşı çok küçüktü. İlk görüşte birbirlerine aşık olmuşlardı. Reha o zamanlar tayin ile Belkıs ve ailesinin bulundukları köye gelmiş, Belkıs Hanım'ın babası dönemin hatırı sayılır isimlerinden olduğundan evinde verdiği davette birbirleriyle tanışmışlardı. Önce birbirlerinden sonra ailelerinden uzunca bir süre aşklarını gizlemişlerdi. Belkıs, Ankara da üniversiteyi okurken Reha ile gizliden görüşmeye başlayıp üniversiteyi bitirdiğinde de babasının engellerine rağmen Reha ile evlenmişti. 

 

 

Bu evliliklerinden bir kaç yıl sonra oğulları Uraz doğmuştu. Uraz on yaşındayken de ayrılmışlardı. Bir yıl sonra tekrar barışmışlar ikici kez evlendikten sonra da oğulları Aras'a kavuşmuşlardı. Bir kaç yıl sonra tekrar ilişkileri kopma noktasına gelmiş sancıları bir kaç yıl daha sürmüş ve sonunda tekrar boşanmışlardı. Ayrılsalar da ne birbirlerine öfkeleri ne de birbirlerine aşkları bitmemişti. Ta ki Belkıs Hanım boşanmalarına rağmen aynı şehirde Reha ile yaşadıkları İzmir'den taşınıp Antalya'ya yerleşene ve Ahmet Bey'le tanışana kadar.

 

 

...

 

 

Pekte uzun sayılmayacak yolculuklarının ardından Uraz yaşadıkları villanın arka duvarındaki  demir kepenkli garaj kapısını kumandayla açıp aracını yavaşça garaja park etti. Hızla şoför koltuğundan inip annesinin arabadan inmesine fırsat vermeden ön yolcu kapısını açarak annesini tekrar samimi bir şekilde kucaklayarak karşıladı. Bu sıra arka yolcu koltuğundan inmekte olan Ahmet'i es geçerek arabanın bagajına valizleri almak için yöneldi. 

 

 

"Oğlum , valizleri indirme istersen, doğum günü partisi bitince otele geçeceğiz tekrar bagaja koymak gerecek, yük olmasın."

 

 

"Ne demek o  anne. Koskoca üç katlı ev dururken otel de mi kalacaksın."

 

 

"Oğlum biz Ahmet ağabeyinle otel için rezervasyonumuzu yaptırdık, odalarımız hazır bir de Sevgi kızımla size zahmet vermeyelim dedik."

 

 

Uraz kendine has tavrı ile  tek seferde burnundan soluduğu göğsünü şişiren havayı yavaş yavaş sesli bir şekilde serbest bıraktı. Annesine ait olduğunu bildiği valizi bagajdan çıkarıp eline aldı ve ardından arabanın bagajını kapatıp ilerlemeye başladı.

 

 

 

"Olmaz sen burada kalacaksın, partiden sonra ben Ahmet Ağa-be-yi-mi oteline bırakırım."

 

 

Belkıs Hanım'ın imalı bakan gözlerini görünce de yumuşak  bir ses tonuyla aba altından sopa gösterircesine Ahmet'e dönerek.

 

 

"Aynı çatı altında nikahsız kalmak yakışık kalmaz öyle olsaydı pek tabi sizi de ağırlamaktan zevk duyardık.", dedi.

 

 

"Tabi tabi evladım bizde zaten o niyetle tanışmak için geldik, nasıl münasipse."

 

 

Uraz tekrar önüne dönerek yalnızca yakınında duran annesinin duyabileceği seste ağzının içinde homurdanarak söylendi.

 

 

"Daha da münasibini gösterirdim de yaşına hürmetten..."

 

 

Belkıs  Ahmet'in duymasından endişe ettiğinden Uraz'ın sözünün üzerine boğazını temizlemek istercesine öksürdü.

 

 

Uraz garajın içerisinde bahçeye açılan kapıdan geçti, peşi sıra annesi ve nişanlısı Ahmet takipteydiler. Bahçe havuzunun etrafında geceyi daha aydınlık kılmak için ek ışıklandırmalar konulmuş, pembelerin, morların, sarıların hakim olduğu renkli balonlarla süslenen dekor önündeki masanın üzerinde örtünün etekleri renkli kartonlardan yapılmış kelebeklerle süslenmişti.   Yine Masanın hemen solunda üst üste konulmuş dekor kutuların içerisinde Güneş'in adının harfleri bulunuyordu. 

 

 

"Immm bayıldım pek bir renkli olmuş burası Uraz.", dedi Belkıs.

 

 

Uraz annesine karşılık vermek üzereyken villanın salonundan bahçeye açılan kapısında esmer teni  uzun siyah saçlarının beline döküldüğü zayıf uzun bedeni en zarif haliyle Sevgi beliriverdi.

 

 

"Anne, hoş geldiniz." diye en sevecen haliyle davetlilerini karşılarken , koşar adımlarla annesine sarıldı ve ardından da Ahmet'e elini uzatarak,

 

 

"Hoş geldiniz Ahmet Bey,", dedi.

 

 

"Hoş bulduk kızım."

 

 

 

Uraz tabi ki bu manzaradan hoşnut değildi. Sevgiye yine de ailesine bu denli saygılı sevecen ve samimi davrandığı için minnettar bir bakış atıp ardından gözlerini kapatıp bir iki saniye sonra açtı teşekkür etmişti kendine has hareketiyle. Sevgi de onun bakışından kaşının gözünün hareketinden ne demek istediğini hemen anlardı.

 

 

Salona geçtiklerinde evdeki çalışanlar son hazırlıkları tamamlıyorlardı, çok geçmeden çalan kapıyla Uraz kendini Ahmet'in varlığının verdiği kasvetli atmosferden uzaklaştırabilmişti. 

 

 

Koşar adımlarla kapıya vardığında çocuksu bir heyecanla kapıyı açtı Uraz. Karşısında Fehmi Müdürü'nü görünce badem gözleri olabildiğine irice açılmıştı. Çünkü dediği gibi yalnız gelmemişti Fehmi Müdürü. Yanında ekip arkadaşları vardı. Hep beraber içeri girdiklerinde sırayla erkeklerin birbirlerine has selamlaşmalarıyla birbirlerinin kolundan tutarak sarılıp selamlaştılar. Fehmi Müdürünün elini yakalayıp izin vermese elinin tersinden öpüp başına koydu. Babasından sonra kendisine babalık adam vardı karşısında. 

 

 

"Alper, Betül, Berat, Metin! Ne zamandır buradasınız?"

 

 

"Çok olmadı gönül koyma Uraz.", dedi Betül. 

 

 

Uzun boyu modern kesim kısa saçları iri kahverengi gözleri ile alışıl olmadık bir halde üzerine giydiği siyah dizinin altında bitse de uzun boyu sebebiyle bacak dekoltesi verdiği elbisesiyle çok şık gözüküyordu.

 

 

"Ooo , çok şık olmuşsunuz Betül."

 

 

"Her şey Güneş için, ayrıca şık denmez ona Uraz güzel olmuşsun denir."

 

 

Alper Betül'ün tepkisine kahkahalarla gülmüştü.

 

 

"Eee yani Uraz evli barklı adamsın öğren artık, karşındaki en azından bu günlük de olsa bayan."

 

 

"O ne demek lan!", dedi Metin elini Alper'in ensesine patlatarak.

 

 

"Ne yapıyorsun be oğlum acıttın ya! El değil gülle mübarek."   , dedi Alper ensesini ovuşturarak acısını dindirmeye çalışıyordu.

 

 

"Hak ettin Alper. Betül sen bakma bunlara hayatım hadi gel içeri geçelim. Bunlar centilmenlikten hiç mi hiç anlamıyorlar.", dedi Berat salon erkeği taklidi yaparak alaylı bir ifadeyle.

 

 

"Eee hadi kesin şamatayı, bizi içeri buyur etmeyecek misin?", diye çıkıştı Fehmi müdür.

 

 

"Davete gerek mi var keyfinize bakın." dedi Uraz bu gece doğum günü çocuğu kendisiymiş de hediyelerini  almış  gibi bir neşeyle arkadaşlarını salonu işaret ederek eve buyur etti. Tam da o sırada tekrar kapı zili duyuldu.

 

 

Kapıyı açmasıyla karşısında gördüğü kişiyi görüp dumura dönmesi bir olmuştu.

 

 

"Siktir!"

 

 

"O ne biçim söz lan öyle. Baban var ulan karşında."

 

 

"Bbaba! Sen gelmeyeceğim demiştin. Bben."

 

 

"Dediysek dedik. Sürpriz yaptık işte. Hem bu ne hal böyle  gördüğüne sevinmek yerine karalar bağladın resmen. Güneş torunum için olmasa yapacağımı bilirdim ben. Çekil git kapının önünden ."

 

 

Uraz panikle kapının önünden çekildi. Babasının eline ağırlık yapan el valizini almak için uzandığında.

 

 

"Ben taşırım, dede olduk diye ihtiyarlamadık daha, gücümüz kuvvetimiz yerinde şükür."

 

 

Uraz babasının ardından salona koca cüssesine rağmen kıvranarak giriverdi. Ahmet'le babasının karşılaşması demek evinin ortasında nükleer bombanın patlaması demekti.  Albay emeklisi Reha Cağaloğlu'ydu sonuçta kendisi.

 

 

"Ooo Fehmi Müdürüm buradaymış! Ekip tam gözüküyor."

 

 

"Ya ya fazlamız var eksiğimiz yok." diye homurdandı Uraz, babasının duymayacağını zannederek.

 

 

"Lan! Sen ne biçim konuşuyorsun babanla. Kimmiş fazla."

 

 

"Dur Reha dur ya çocuğa yüklenme şaşırdı seni görünce, döneminin efsanesi Albay Reha Cağaloğlu var karşısında."

 

 

"Yok yok var bunun benle bir derdi, sekiz aydır neredeyse görüşmüyoruz, insan babasına sarılır bir değil mi?"

 

 

"izin verdin mi ki sarılalım baba!"

 

 

"Lan,  'Siktir.', diye kapıda karşılayan kimdi!". Sesler yükselip gerginlik artarken salona bahçe kapısından zarafetiyle birlikte el ele Sevgi giriverdi.  Salondakilerin bir anda tüm dikkati Sevgi'ye kesilirken Belkıs'la Ahmet bahçede sohbet ediyorlardı.

 

 

"Babacım hoş geldiniz!" 

 

 

Yüzünü kaplayan tebessümle sarıldı Reha Babasının  boynuna. Sırtını sıvazladı önce sonra elleriyle o ciddi adamın yanaklarından tutup çekiştirdi.

 

 

"Şu kızcağızın dul kalacağını bilmesem yapacağımı bilirdim ben, sen karına dua et!", dedi sakinleşmişti bir anda Reha.

 

 

"O kızla birlikte patlayacağız ya hep beraber birazdan , o yüzden kimse kimsenin ardında dul falan kalmaz." dedi Uraz bu kez kimsenin duymayacağı bir tonda söylendiğinden emin olarak.

 

 

"Eee hani Güneş torunum nerede?", diye söylendi Uraz'ın babası o anda herkes Güneş'i arayan gözlerle Sevgi'ye baktı.

 

 

"Herkes geldikten sonra gelecekmiş. parti başlamadan önce kıyafetiyle gözükmek istemedi."

 

 

"O neymiş öyle düğünden önce gelini görmek uğursuzluk getirir dercesine!", dedi Alper.

 

 

"Oğlum bir sus ya!", dedi Metin bu kez savurduğu elini fark edip  Metin'in yanından kaçınmıştı Alper.

 

 

"Hadi hep birlikte bahçeye geçelim her şey hazır, Güneş'i de alıp geliyorum ben.", dedi Sevgi yüzünden eksik etmediği tebessümüyle birlikte davetlileri salondan bahçeye aldı.

 

 

"Uraz sakin ol."

 

 

"Farkında mısın bilmem ama babam birazdan annemin nişanlandığını öğrenecek ve benim onları evime davet edebilecek kadar Ahmet'le yakın olduğumuzu düşünüp tüm bunları bildiğim halde kendisine bu olanlardan bahsetmediğim için de babam benim ağzıma... "

 

 

Sevgi cümlenin nereye varacağını anladığında Uraz'ın küfürlü ağzına terbiye vermesi için öğrencilerini uyardığı üslupta tepki vererek terbiyeye davet etti.

 

 

"şşşşt, Uraz çok ayıp!"

 

 

"Ne ayıbı kızım ya dul kalacaksın dul diyorum."

 

 

"Hadi geç salona ben Güneş'i alıp geliyorum."

 

 

"Onca profil çıkardım bir seninkini çıkaramadım Sevgi ya! Bu ne rahatlık böyle."

 

 

Uraz söylene söylene salonun bahçeye açılan kapısına vardı ve sonrasında bildiği bütün duaları okuyarak bahçeye adım attı.

 

 

"Şehitliğe talibiz Niyazi olmasak bu gece bari! Allah'ım kazasız belasız bu  geceyi atlatmamız için sen yardım et ya rabbim." 

 

 

 

Uraz bahçeye girdiğinde çoktan herkes yemek masasındaki yeri almıştı. Babası masanın sol köşesinde sessizce oturmuş  hemen sağında oturan Fehmi Müdürüyle koyu bir sohbete girişmişlerdi. Neler kaçırmıştı ki beklediğinin aksine her şey yolunda gözüküyordu. babası gerçeği öğrenmiş miydi?

 

 

"Uraz oğlum, Aras gelmeyecek mi?", diye sordu Belkıs.

 

 

"Yok anne finalleri varmış, çok üzüldü ama dersleri daha mühim."

 

 

"Anladım evladım. Nasip bir dahakine."

 

 

"Tüh yazık oldu Ahmet Bey, Aras oğlumuzu da görseydi keşke. Böyle evlatlar her babaya nasip olmaz." deyi verdi Reha.   

 

 

Ahmet Bey yıllar önce evlenmiş çok kısa süren evliliğinin ardından eşiyle yollarını ayrılmış ve baba olamamış bir adamdı. Anlaşılan babası çoktan durumu öğrenmişti. Az önce kurduğu cümleden anlaşılan buydu ve bu cümleyle masada bir anlık sessizlik olsa da bir daha benzer bir durum yaşanmamıştı. Beklediğinin aksine babası sakin ama üzgün bir şekilde masada yerini almıştı.

 

 

Patlayan konfeti ve maytaplar eşliğinde mavi prenses elbisesi ve sarı peruğuyla  salon kapısından annesinin elini tutarak bahçeye girdi Güneş. Aynı anda hep bir ağız iyi ki doğdun Güneş sesleriyle dolup taşmıştı gece.  Elsa kostümüyle aynı konsepte hazırlanan pastasının mumlarını üfledi Güneş, hemen ardı sıra sanki yaşıtlarını karşılar gibi davetlileri selamladı ve hediyelerini kabul etti.

 

 

Her şey umulmadık bir şekilde yolunda giderken, Reha Babadan geceye düşmesi  beklenen bomba  beklenmedik bir şekilde Alper'den gelmişti. 

 

 

Güneş  bir anda hapşırınca,  keyifle yemeğe devam etmek istediği pastası burnuna ve Elsa peruğuna bulaşmıştı. Sevgi, kızının değişen ruh halini fark eder etmez eline aldığı peçeteyle önce kızının yüzüne bulaşan pasta kalıntılarını temizledi sonra da kızına göz kırparak kendi lisanlarında kızından müsaade istedi ve konsept sarı renk Elsa peruğu, kızının başından çıkarttı.  

 

 

Güneş etrafındakilerden utanmıştı, utançtan kızaran yanakları ve dolan gözlerini Alper fark edince de kendince işi şakaya vurarak Güneş'i neşelendirmek istemişti.

 

 

"Sarışınlar hapşırsın Esmerler Çok Yaşasın! " deyiverdi Alper.

 

 

Patavatsızlığının farkına varamayacak kadar  karşısındaki çocuk gözlere dolan ıslaklığa konsantre olmuştu.  Oysa dudaklarından hesapsızca dökülen o kelimeleri, hedef  tahtasına nişan alınmadan namluya sürülen merminin tetiklenişi gibi kontrolsüzce havada patlamıştı.

 

 

Metin her zamanki gibi Alper'in patavatsızlığına karşılık vermek için Alper'in ensesine patlatmak için havaya kaldırdığı elini  yumuk yapıp bu kez amacından cayarak yavaşça masaya geri koydu. Masadakilerden yaptığı espriyi anlayanlar sadece Uraz ve ekip arkadaşları olmuştu ama bu espri artık ekiptekileri hiç mi hiç güldürmüyor  aksine hüzünlendiriyordu.

 

 

En çok da Uraz'ı; Alper'in söyledikleriyle Uraz'ın elinden düşürdüğü çatal, ekip arkadaşları gibi masada oturan  diğer davetlilerin ve Uraz'ın eşi Sevgi'nin de gözünden kaçmamıştı.

 

 

Yutkundu Uraz, sisli bir gecenin cama bıraktığı buğuyu andırıyordu puslanan gözleri, kızı Güneş'e bakarken. Güneş'inin suretini aradı baktığı yerde. 

 

 

Yoktu!

 

 

Ama o, baktığı yerde  sanki Güneş'i karşısındaymış  gibi sıraladı kelimelerini, içinden. 

 

 

Kimse duymazdı Uraz'ın kalbinin fısıldadıklarını  ama ekip arkadaşları tahmin edebilirlerdi; Uraz'ın tam da şu an da kalbine saplananı, tam da şu an da dudaklarından süzülemeyenlerin kalbinde saplı kaldığı yerde daireler çizerek yarasını daha da deşerek kanattığını. 

 

 

Tüm ekip Uraz gibi dumura dönmüş, masada olup da konuya uzak kalanlar dahi sessizliğe bürünmüşlerdi. Tüm bu sessizliğin içinde eş zamanlı olarak Uraz ve ekip arkadaşlarının akıllarındaki  ortak anılarının gürültüsü kavga kıyamet koparıyordu ; Kayıpsız, eksiksiz tüm ekibin  bir arada oldukları operasyon önceleri, son hazırlıklar yapılırken aralarında dönen diyaloglarda her defasında kulağa ucuz ve saçma gelseler de bir o kadar da  ekiptekilerin dillerinde pelesenk olmuş  yüzlerini güldüren o cümleler...

 

 

Alper'in her defasında Güneş'i kızdırmak adına söylediği    (Sarışınlar hapşırsın Esmerler Çok Yaşasın) ve karşılık bulan kelimeler şimdilerde havada kalıyor ve ekibin yüzünü  güldürmüyorlardı;

 

 

***

 

 

Alper; 'Sarışınlar hapşırsın Esmerler çok yaşasın!'

 

 

Güneş; ' Komik mi!"

 

 

Uraz; ' Komik değil ama yine de SARI SAÇLARINDAN SEN SORUMLUSUN!'

 

 

***

 

 

 

 

:(   Birinci Bölüm Sonu...

 

 

 

 

 

Loading...
0%