Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Bölüm

@demirkalem

"Uraz Hocam!"


Genç kız şaşkınlıkla karşısında duran öğretmenine bakıyordu. Son karşılaşmalarında yaşanan tatsızlıktan sonra hocasının sessizce gidişinden şüphelense de kendisini takip edebileceği aklına gelmemişti.


Harun, karşıdan gelen bir doksan boylarında bebek yüzlü toy delikanlının gözlerinden okuduğu öfkeyi fark etse de başta umursamamış, Güneş'in bu delikanlıya 'Hocam', diye hitap etmesinden sonra rahatsızlık duymuştu. 


"Siktir!"


Harun Güneş'i saran kollarını gevşetip genç kızı, kendilerine yaklaşan belaya doğru kızın sırtına baskı uygulayarak itti. Sırtından aldığı sert darbe yüzünden ayağı kayıp dengesini kaybeden genç kız, kaldırımdan yola doğru dizlerinin üzerinde yere kapaklanmak üzereyken kendini öğretmeninin kolları arasında buluvermişti. 


Uraz Güneş'i son anda yere düşmekten kurtarıp, yerle, genç kızın arasına bedenini set gibi siper etti.


Er meydanında rakibine tuş olmuş pehlivan misali, bir doksan boyu ve geniş omuzlarıyla yerde sırt üstü sere serpe yatan adamın, kaslı kolları arasından doğrulan genç kız bu kez de bir çift karanın girdabına yakalanmıştı. Kendisine siper olan beden sayesinde genç kızın bedeni tek bir çizik almadan kurtulmuştu belki ama  kendisine öfke dolu gözlerle bakarak ruhunu dağlayan da aynı bedenin sahibiydi.


Hırçın bir şekilde kapıldığı girdaptan son bir umut kurtulmak için çırpındı Güneş. Doğrulurken bedeni altındaki kas yığının kasılışını her bir zerresinde hissetti ama aldırmadı. 


Uraz da aynı hırçınlık ve hızla Güneş'in ardından doğruldu. İkisinin de gözleri Harun'un uzaklaştığı yöne kaymıştı ama Harun son model aracının egzozuyla sokakları çoktan inletmişti bile.


Uraz kendisine sırtını dönüp kaçar adımlarla yürüyen öğrencisiyle aralarındaki mesafeyi iki büyük adımda kolaylıkla kapattı. Kızın az evvel üzerinde süzülen cılız bedenini, incitmekten korksa da öfkesinden taviz vermeyecek sertlikle omuzlarından kavrayarak durdurdu ve aynı hızla Güneş'le yüz yüze gelecek şekilde kendisine doğru döndürdü. Güneş'in elaları, karşısında duran Uraz karalarının yansımasıyla siyaha bulanmıştı işte. 


Yutkundu Güneş, korkudan değil, yorgunluktan!


'Peki ben neden kurtulamıyorum bu kara girdaptan, neden her defasında içine içine çekiliyorum. Ait olduğum yer karanlık mı?


Bu kez yargısız infazla mı mahkum ediliyorum bir çift kör karanlığa!


Bana böyle bakmasınlar! Kayboluyorum!'


Güneş karşındakine karşı bedenini dik tutmaya çalışırken ruhundan çığlıklar savruluyordu. Susmuyordu iç sesi, haykırıyordu.


'Kayboluyorum! Şimdi bu gözlerde kaybolduğum gibi...'


Öfkesi, Everest'in zirvesine bayrağı dikmiş her bir zerresinden etrafına saçılıyordu Uraz'ın. Zaten bu genç adam gücünü öfkesinden almıyor muydu? 


Karşısında, tüm hatalarına rağmen dik duruşundan taviz vermeyen genç kızın gözlerine öfke kusuyordu. Eğer kaşısındaki kız kardeşi olsaydı, ona güzel bir ceza kesebilirdi ama değildi işte. Daha hayatının başında, yanlış bir dünyanın hevesinde, tecrübesiz, olmaması gerektiği kadar cesur, genç bir kızdı karşısındaki.


Güneş, aç bıraktığı bedeniyle saatlerce yol yürümüş, Harun'la Elif'i nahoş bir yakınlıkta birlikte görmekle şoke olmuş yetmemiş bir de üzerine  aynı günde ikinci kez Uraz Hocasına yakalanmıştı. Olanlara rağmen Güneş'in, Yunan mitolojisine yeni bir es olacak ilhamlıkta bir nefes mesafesinde önünde öfkeyle duran genç adam karşında kuyruğu dik tutma gayreti de oldukça takdire şahandı.


Tabi cılız bedenini ayakta tutmaya, gururu güç yetirebilseydi Güneş'in, o kendine has dik duruşundan asla taviz de vermeyecekti.


Genç kızın kontrolünü yitirdiği bedeni, genç adamın hala omuzlarını sıkıca tutan ellerinden su olup akmak üzereyken, genç adam buna da izin vermedi. Üzerine giyindiği öfke zırhının sertliğini daha da arttırdığı kaslı kolları arasına alıp kucakladı kızı.


Güneş, okulundaki kızların hayranlıkla baktığı yerde, Uraz'ın kollarındaydı işte. Keşke bilselerdi o kolların ne kadar soğuk ve sert bir iklim olduğunu. Titretiyordu genç kızı, iliklerine kadar işleyen Uraz soğukları...


Yaşananların ne kadarına vakıf olmuştu öğretmeni diye, içten içe merak ediyordu Güneş. Tabi bu durumdan nasıl sıyrılacağını da...


Uraz siyah renk son model olmasa da orta halli bir arabanın yanına doğru yaklaştı ve ön yolcu kapısını eğilip kollarında titreyen genç kızı bırakmadan sağ elinin iki parmağıyla açtı.


Genç kız baygın değildi, bunun Uraz da farkındaydı ama kızın kaçarken bir yerlerde yığılma ihtimalini göze alamayacağından kollarında taşımakta ısrarcı olmuştu. Tabi Güneş, itiraz edecek durumda da değildi. 


Kapısını açtığı ön yolcu koltuğuna bıraktı genç adam öğrencisini, ardından genç kıza fırsat dahi vermeden emniyet kemerini bağladı.  Kendi de birkaç adımda şoför koltuğuna geçti. Bir tek kelime etmeden marşa baştı Uraz, debriyajdan çektiği ayağıyla gaza yüklendi, debriyajla gaz arasında kısa sürekli mekik dokuması sonrası da aracı istediği vitese aldı. 


Güneş ayakkabılarını ayaklarından sıyırıp dizlerini göğsüme çekti, bacaklarını sarmaladığı kollarından birini dizinin üzerinde çenesini de kolunun üzerine dayayıp akan yolu seyre koyuldu. Oturduğu yolcu koltuğunda uzun boyuna rağmen küçücük kalmıştı. İlerledikleri güzergahı sessizce izledi, izledi; yolculuklarının sonunun kaldığı yurda varacağından emindi.


İkisi de birbirine tek kelime etmezlerken Güneş, Uraz öğretmeninin öfkeli solukları ile dipsiz kuyudan farksız olan karanlık bakışlarından nasiplenmeye devam ediyordu.


Şimdi yanındaki Necla öğretmeni olsaydı, yazıcı meleklerine defterini çoktan doldurtacaktı. Es vermeden nasihatlarına devam ederdi Necla Öğretmeni. Ne kadar öfkeli olursa olsun, azarlarken şefkatini de hissettirmeyi eksik etmezdi. Necla Öğretmenime özleminden yüzüne acı bir tebessüm oturttu Güneş, maalesef bu tebessümü de Uraz Öğretmeninin gözünden kaçmamıştı.  Daha da agresif bir şekilde soluk alışverişlerini devam ettirdi Uraz Öğretmeni. Genç kız işte şimdi daha çok üşümeye başlamıştı. Göğsüne çektiği dizlerini sarmalayan kollarını daha da sıktı, çenesini dayadığı kolundan çekip aynı yere bu kez sol şakağını dayadı ve akan yolu ön yolcu koltuğunun camından izlemeye devam etti. 


Ani bir firenle duran araç yüzünden emniyet kemerine rağmen dengesini kaybedip öne doğru savrulur gibi oldu bedeni ve dengesini sağlamak için gayri ihtiyari destek aldığı yerlerden biri de torpido kapağı olmuştu. Açılan kapakla torpido gözünden dökülen dosyalar ilişti genç kızın gözüne. Uraz genç kızın fotografik hafızasından haberdardı, aceleyle dosyaları toparlayıp ait olduğu yere tıkarcasına koyarken bir gözü de Güneş'in üzerindeydi.


Güneş, profil analizlerini görmüş olabilir miydi? Bu okulda öğretmenlik görevinin dışındaki görevi deşifre olmuş olabilir miydi?


Bu kez karşısındakinin aklını gözlerinden okumaya çalışan, Güneş değil Uraz olmuştu.


Kahretsin! Bu kızın profilini kendi çıkarmamış mıydı? Karşısındaki kişinin duygularını kamufle edebilme yeteneğinin farkındaydı. Kendisi gibi yetiştirilmiş kişilerin ve politikacıların özel eğitimle geliştirdikleri vücut diline sahipti Güneş. Diğer yetenekleri gibi bu yeteneğini de profesyonelce kullanmayı öğrenmesi aradıkları yetenekler için onu vazgeçilmez kılabilirdi. 


Öfkeyle bu kez daha derinden soluklandığı havayı geri verdi Uraz. Genç kıza psikolojik şiddet uyguluyordu. Karşısındaki öğrenci olabilirdi ama kendisi öğretmen değildi, sorgu odasına çekilmiş bir suçlu gibi görüyordu karşısındakini Uraz.    


Önlerindeki aracın harekete geçmesiyle Uraz' da vitesini harekete geçirdi. Çok geçmeden yurdun yakınlarındaki sokağa vardılar. Uraz kaldırımın kenarına arabayı park eder etmez, Güneş hızla emniyet kemerini çözdü kapının kulpunu çekti ve arabadan inmek için kaldırıma sağ ayağıyla sağlam bir adım attı eş zamanlı olarak sol kolundan tekrar arabaya doğru çekildi Güneş.


Kaçış yoktu, Uraz Öğretmeninin belli ki söyleyecekleri vardı belki de soracakları.


Uraz'ın elinde tuttuğu bileği, buz tutmuş gibi hissizleşmişti. Bu kez bakışlarında öfkenin karanlığı yoktu. Karşısındaki adamın sahip olduğu enerjiyi etrafına yaymadaki kontrole şaşırıyordu Güneş. Bu kez kendisini hipnoz etmeye çalışan bir çift siyah ışık huzmesi etkisindeydi.  Aralarında hala bir tek söz duyulmamıştı ama bakışlarıyla çok şey söylemişti Uraz. Bir çift badem göz yok olmak pahasına kısıldıkça kısıldı ve sonunda sessizliği bozan beklendiği gibi Uraz oldu. Kızar gibi değil, eleştirir gibi değil, okşar gibi bir ses tonuyla konuştu ama o iki et parçası arasından tüm yumuşaklığına rağmen duyulan sesin dönüştüğü kelimeler oldukça yaralayıcıydı.


"Sabah ziyan ettiğin tuzun kaynağını arıyor gibiydin. Saatlerce yürüdün Güneş, saatlerce celladına doğru yürüdün. Bu kadar mı değersiz görüyorsun kendini! Senin kendinle zorun ne Güneş! Celladına kararlı bir şekilde yürümeni bağımlılığına bağlayabilirim ama sen! Seni zehirleyen ciğeri beş para etmez biri için sıra arkadaşınla kavga ettin. On dokuzundasın, yaptığın, yapacağın her yanlış ve hatanın sorunluluğunu alacak ve hesabını verebilecek yaştasın. Neden Güneş? Kendini bile sevmeyen kalbin böyle bir adamdan sevgi dilendiği için mi? Her yerinden ben suçluyum diye bağıran uyuşturucu ve kadın tüccarı bir adam..."


Güneş'in ayar bilmez mimiklerini gülmekten uzak tutan alaylı kahkahası Uraz'ın konuşmasını yarıda kesmişti. Uraz karşısında duran kızı okumaya, anlamaya çalışıyordu. Bu kadar zeki olup, aynı zamanda bu kadar hata yapması anlamsızdı? Neydi bu kızın kendisiyle derdi?  Uraz bu kez de alaylı bir tonda yukardan konuşmasına devam etti. Daha keskindi sözleri, kâğıt kesiği gibi, daha da acıtıcıydı.


"Yetim olmak bir kusur değil. O sana çok kıymet veren Necla Öğretmenin, tüm bu tavırlarının, okulda yetimhanede büyüdüğün duyulduktan sonra başladığını söylemişti. Başta gerçekten sorununun bu olabileceğine ihtimal verdim ama senin asıl sorunun bu değil. Bence sen bundan utanıyor değilsin, sen bu durumdan besleniyorsun. Kusurundan faydalanan bir fırsatçısın. Tıpkı dilencilerin eksik uzuvlarını kusur gibi gösterip ajitasyonla insanların gözünü boyadıkları  gibi sen de yetimliğinle ajitasyon yapıp senin için taviz veren insanları, çıkarların için manipüle ediyorsun."


Uraz bu sefer Güneş'in direncini kırmakta ısrarlıydı. Sıraladığı her bir cümlesinde Güneş'in elalarının siyahının büyüyüşüne şahit oluyordu. 


Güneş için işittiği kelimeler kanına karışan uyuşturucudan farksızdı. Uyuşturucu insanları zehirler ve bağımlılık yaratırdı. Uraz'ın sözleri de kanına karışmış bir zehir gibiydi.  Asla bağımlılık yapmayacak daha çok bağışıklık kazandıracak türden bir zehir. Tıpkı ilaç gibi...


Yıllarca benzer ithamlara maruz kalmıştı Güneş; aşağılanmış, acınmış, hırpalanmıştı...


Bu kez karşısındaki adam diğerlerinden çok farklıydı. Söyledikleri acımasızca kelimelere rağmen Uraz Öğretmenini diğerlerinden faklı kılan bir şey vardı gözlerinde; onu üşüten, onu düşündüren, onu perçinleyen tanımlayamadığı bir şey. Bu kez susmamayı seçti Güneş. Bu kez karşısındakine hiç de kendisine ait olmayan bir tutumla karşılık vermeyi seçti.


Uraz Hocam, insanları anlamakta, tanımakta çok iyi olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Kimsenin göremediğini karşımda bana öfke kusan bu gözler görüyor olmalı. Söylesenize sizin suçlu ilan ettiğiniz  o kişi, nasıl oluyor da polislerin, hakimlerin, savcıların gözünde görünmez olabiliyor? Suçluysa neden özgür! Onca otoriteye karşı, sizin hükümsüz kanaatlerinize göre mi hareket etmeliyim? Madem sizin tavsiyelerinize göre hareket edeceğim, madem ki sizin yargılarınıza itimat edeceğim bu ülkede hukukçular, polisler, hakimler savcılar... NE İÇİN VARLAR!...  Dilediğinizi söylemekte ve yapmakta özgürsünüz. Öğretmenim olduğunuz için bu hakka sahipsiniz maalesef. Ben de bana hüküm verecek otoritelerin kararlarına saygı duyacağım. Beni okuldan attırabilirsiniz, beni karakola şikayet edebilirsiniz. İyi geceler Uraz Hocam." .


Güneş, kitaptan okuduklarını anlatmak dışında ilk kez bu kadar çok cümle kurmuştu. Konuşurken sesi duygu belirtisinden uzak dümdüzdü. Ne bir heyecan ne bir öfke sesine karışmamıştı. 


Güneş'in yüzünde, neredeyse duyduklarına memnun olmuş gibi bir ifade gördüğünü düşünmüştü Uraz. Neyi denerse denesin Güneş'in ağzından fazladan birkaç cümle işitmek dışında bir şey elde edememişti. Karşısında, suçlarını olağanlaştıran halk dilinde pişkin bir surat ifadesiyle oturan genç bir kız duruyordu. Onunla gece kulübünde karşılaştığı geceyi hatırladı ama o geceyi de aralarında geçenleri de yok sayacağına söz vermişti bir kere.  Onun gözünde bu kız bildiği yolda gurur ve kibriyle var olmayı seçen, sahip olduklarına layık olmayan bir kayıptı. İnsanlık için maalesef büyük bir kayıp. 


Sahip olduğu yeteneklerin, ne için bahşedildiğinden habersizdi belki de. Ona uzanan elleri yok sayıyor olmasa, ona acıyabilir, onun için mücadele edebilirdi. Necla gibi bir öğretmenin yapamadığını başarabileceğine inanmasa da deneyebilirdi ama intihar edecek kadar kendisine saygısı olmayan biri tüm dinlerde aforoz edilirdi.


Yaratılanlar ne kadar yetenekli olursa olsunlar ya da ne kadar bilgili ya da ne kadar güzel, varlıklarının değerini anlamadıkları sürece değersizdiler. 


Varlığının sebebini sorgulamayan ve sahip olduklarına kıymet vermeyen herkes değersizdi Uraz için. 


Varlığın içinde bütünlenemeyecek bir kayıptı böyle tipler. Tıpkı cennette kendine yer bulamayan kovulmuş şeytan gibi... 


Saniyeler içinde aklının not defterindekileri bir bir taradı Uraz.


Şeytanın Meleklere hocalık yapacak kadar bilgili ve aynı zamanda cennetin anahtarına sahip olacak kadar yetenekli olduğunu okumuştu. Fehmi Amcası defalarca kez kibri yüzünden kendisini ikaz ettiğinde kibir abidesini araştırma gibi bir ödev edinmişti kendisine... 


Kendi zafiyetini tanımlamak isterken de Azazel'in (İblisin cenneten kovulmadan önceki adı.) Cennetten kovulan kör Şeytan'a dönüşme hikayesini öğrenmişti Uraz.  


İnsan yaratılana kadar, yaratılmışlar içinde belki de en yetenekli olanıydı Azazel ama artık Azazel değildi adı Şeytandı ve yaratılanlar arasında  malesef bir kayıptı. 


Uraz bir anda düştüğü kuyudan kurtuldu. Karşısındaki genç kızın gözlerine tekrar baktı. Buraya sürülüş sebebini sorguladı, sonra karşısında en az kendi kadar kibirli duran varlığı. 


Farklı gibi gözüken denklemin benzer iki bilinmeyeniydiler; Uraz ve Güneş.


Şartlar ve koşullar farklıydı belki ama ikisi de kendi bildiklerinden taviz vermeyen, kararlılıklarını kendi doğru bildikleri yolda yolculuk etmek için ısrarla sürdüren iki bilinmeyendiler ve de evrende kendisini arayan iki kayıp.


Yutkundu Uraz, elinin arasındaki narin bileği usulca bıraktı. Kendi gerçekliğine döndüğü an bir tek kelime etmeden arabanın kontağına götürdü Güneş'in bileğinden çektiği elini. Eş zamanlı olarak da Güneş indiği yolcu koltuğunun kapısını, sertçe örttü.  Genç kız ağır adımlarla ardına bakmadan Uraz'ın görüş alanından uzaklaşırken, Uraz yeni rotasını kafasında çoktan belirlemişti. Geriye bulunduğu konumu doğrulayıp, hedefine ulaşmak üzere yola çıkmak kalıyordu.


Esaretinde kaldığı karanlıkta, kendini kaybetmek üzereyken, karanlığına doğan, kaderin karşına çıkardığı Güneş'le birlikte tekrar görmüştü kendini durduğu yerde. 


Ailesinden uzaklaşmak için öğrenciliğinde bahane ettiği okul aktiviteleri, sırf ailesinden uzakta olmak için seçtiği mesleğini düşündü. Her göreve çıktığında üzerine giyindiği gurur ve kibir zırhını, teoride öğrendiği, bildiği ne varsa sadece görevi yerine en iyi şekilde yerine getirmiş olmak için yapışını ve bunu yaparken aslında kendi iç dünyasında ait ve sahip olduğu şeyleri nasılda yok saydığını birer birer hatırladı. 


Azazel iken Şeytana dönüşen İblis gibi olmamak için de hatasını kendinden bilip, kabul etti. Başkalarına değil asıl kendisineydi Uraz'ın öfkesi. Hep kendineydi.


Uraz Fehmi Amcasının verdiği bu görevi de tamamlamıştı ve artık vakit, geri dönme vaktiydi.


   ...


Gemilerini yakmış bir halde son kez okula gelmişti Güneş. Üniversite sınavlarına hazırlanacağı için bu haftayı tamamlayacak ve tüm imkanları üniversite için zorlayacaktı planı buydu. Tabii okulda kendisini nelerin beklediğine dair tahminleri hayallerinin üzerine balçık sıvamasını söylüyordu. Ayça ortalığı karıştırmış olabilirdi aynı zaman da Elif Harun'la ayrılmaları için yaptığı baskılarının karşılığında boş durmayacaktı. Bir de Uraz öğretmenine iki kez yakalanmıştı. Aslında üç kez yakalanmıştı ama Uraz Hoca ilkini söz verdiği gibi yok sayıp tüm öğretim süresince esamesini bile etmemişti.


Sınıfa girmek üzereyken Alper'le karşılaştı Güneş.


"Tüm okul gerçeği öğrendi.", dedi Alper. Güneş derinden soluklandı.  


"Her şey benim için sona erdi öyle mi?" Güneş yarım ağız gülerek Alper'e el selamı verdi ve sınıfa girmekten vazgeçip çıktığı merdivenlerden inmek üzere geri döndü. Bir anda omzundan tutulup geri çekildi. 


"Nereye gidiyorsun bugün son kez yoklama alınacak, dersleri asmayacaksın değil mi?"


Güneş'in kafası karışmıştı, tekrar sınıfa doğru yöneldi ve kapıyı çalıp içeri girdi. Sınıfta tuhaf bir atmosfer vardı, sırasına geçtiğinde Elif'in hala derse gelmediğini görmüştü. Derslerinde başarılı biri değildi ve hatta derslerle çok da alakadar bir öğrenci de değildi buna rağmen ailesinden çekindiği için hiçbir ders saatine geciktiği olmamıştı Elif'in. Ön ve arka sıradakilerin konuşmaları arasında kalakalmıştı bir anda Güneş.


"Kaza değilmiş gerçekten de Ayça'nın annesi okulu ayağa kaldırınca patlamaya sebep olan kişiyi soruşturup bulmuşlar."


Yutkundu Güneş dünden beri gündem belliydi. 


"Elif yapmış!", dedi arka sıradan biri. Güneş başından aşağı kaynar sular dökülmüşçesine can havliyle doğrulmuştu oturduğu sıradan. Önce ön sıradaki sınıf arkadaşına sonra arka sıradakine duyduklarını doğrulamak istercesine baktı. Alper'in tüm okul gerçeği öğrendi deyişindeki gerçek bu muydu? Gerçekten de patlamanın sebebi Elif olabilir miydi? Peki ama neden?


Nedeni belliydi aslında, son zamanlarda birkaç kez Elif' i uyarmıştı Güneş. Harun'la aralarında bir şey olduğundan da şüphelenmişti, yolundaki engel olarak gördüğü kendisinden sinsice kurtulmak istemiş olmalıydı. Sırtına kader bir çeltik daha atmıştı. O kadar da yakın değildi Elif'le, Alper ve Ayça ile yaşadığı deneyimden sonra bir daha kimseye körü körüne inanmayacağına ve kalbini açmayacağına dair kendisini sıkıca tembihlemişti çünkü. Yine de Elif'in bu kadar ileri gidebilecek biri olduğuna ihtimal vermemişti.


Ders sona erdiğinde öğretmenler odasının yolunu tuttu Güneş. Uraz Hocasına sorması gereken bir şey vardı. Öğretmenler odasının kapısını tıkladığında duyduğu onayla kapıyı araladı. Karşısındaki Nilay Öğretmenine Uraz'ı sordu. Uraz öğretmeninin Nilay Öğretmeninin göz hapsinde olduğunu bildiğinden, arayışının son bulduğunu düşünürken kendisini şanslı hissetmişti. Nerede olduğunu bilse bilse zaten Nilay Hoca bilebilirdi.


"Dün tüm notları teslim etmiş Uraz Öğretmeniniz. Zaten geçici olarak bizimleydi, ayrılmış kendisi. Bize bile veda etmeden öyle apar topar gitmiş bu ne görgüsüzlük canım.", dedi Nilay son cümleleri ilki kadar keskin değil de homurdanırcasına çıkmıştı dudaklarından.


Güneş, tekrar yutkundu. Uraz kabusu da sona ermişti; Meğer dün onu son kez görüşüymüş meğer dün Uraz'ın kendisini son uyarışıymış.


Okuldaki son ders gününü de tamamlamıştı Güneş, kaybettiği şeyi sormak üzere gittiği odada öğrendiğiyle de hafiflemiş hissetmişti. Dudaklarından çıkanın aksine hakkında düşünülenler umurundaydı hep, görülenin aksine kendini umursuyordu. Kaybolmaktan korkuyordu ve kendini arıyordu? Okul kapısının camına yansıyan aksindeki gözüne takıldı ve her kendisini gördüğünde yaptığı gibi yansımasına tekrar sordu;


"Kimsin sen?"


...


Uraz evrakları Fehmi Müdürüne iletmiş, yeni görev bilgilerini almak üzere aynı günde ikinci kez Müdür'ünün yanına çıkmıştı. Kapıyı işaret parmağının eklemiyle iki kez tıklayıp onay alınca odaya girdi Uraz. Yüzünde her zamanki kibirli adam ifadesinden farklı bir ifade taşıyordu. Yaşlı adam delikanlı bu çocuktaki değişimi daha ilk görüşte fark edebilmişti de inanamamıştı. 


"Uraz gel gel, geç otur. Bu yeni görevin ve bilgileri."


Elindeki saman kağıdından yapılma a4 boyutundaki zarfı uzattı Uraz'a. Uraz şaşkındı çünkü zarfın üzerinde parıldayan bir şey görmüştü.


"Bu nedir?", sordu Fehmi Müdürüne zarf üzerindekini gözüyle işaret ederek. 


"Öğrenci profillerine bakarken dosyaların arasından düştü ben sana ait zannettim. Yani benim olmadığına göre."


Uraz zarfı da üzerindekini de eline aldı. Zincire takılmış güneş, ay ve yıldızdan oluşan kopuk bir halhaldı bu. En son Güneş'le yaşadıkları arbede de dosyaları eline almıştı. Apor topar evrakları torpidoya atarken aralarına karışmış olmalıydı. Gülümsedi Uraz. Güneş şeklindeki sembolü, işaret ve baş parmağı arasında sıvazlarken. 


"A evet hatırladım."


"Eee kim bu şansız kız?", diye sordu Fehmi Müdürü bu kez Fehmi Amcası sıfatıyla ve sevecen ses tonuyla.


"Öyle bir şey değil müdürüm, bir öğrencimin kazara karışmış olmalı, bir yolunu bulup iade etmem gerekecek ama o da şu anda imkansız görülüyor."


"Hımm, anladım tamam o zaman! Bende umutlanmıştım. Bir gün senin yanında yok yok yanında çok görüyoruz da gözünde, gönlünde bir kız görebilecek miyiz bakalım?"


"Tek derdimiz bu olsun Fehmi Müdürüm!", dedi Uraz elindeki zarfı açmış yeni görev yerini doğrulamıştı çoktan. 


"Bu kez üç yıl sınır ötesindesin Uraz, yeni görevin..."


Loading...
0%