Yeni Üyelik
13.
Bölüm

11. Bölüm

@demirkalem

        Günümüz...


Ne ölüm ne de doğum saati değişmezmiş. Azrail göz kırpınca kula, kul sessiz gemideki yolculuğunun başlangıç saatini merak edermiş;


'-Saat Kaç?'


Biliyordu Uraz, eğer o okula tayin olmasaydı da Güneş  ayrılık vakti vaki olduğunda bu yalan dünyadan gidecekti. Biliyordu lakin kalbine ağır gelen onun gidişini kabullenemeyişi değildi onunla olan anılarına veda edemeyişindendi. Suçluydu çünkü birbirlerine veda edememişlerdi. Ne kendine ne Güneş'ine veda etmeye, o yerden fitlerce yükseklikteki kibri müsaade etmemişti.


Sağ elinin işaret ve baş parmağıyla sızlayan burnunun acısını dindirebilecekmiş gibi burun kemerini sıktı Uraz. Gözleri önünden dökülen anılarını, en iyi yaptığı şeyi yapıp hiç yaşanmamışlar gibi yok saydı. 


Ne hatırlarsa hatırlasın, içinde değil fırtına kıyamet de kopsa dışına yansıtmamaktı Uraz olmak. Onu çok çok iyi tanıyanlar anlardı belki halinden ama anlasalar da ne fark ederdi ki Uraz inkar etme günahını cehennemlerde yanma pahasına kendine vazife bilmişti bir kere.


Yüreğini dağlayan ateş bir gün olsun küllenmemiş üstüne üstlük harlandıkça harlanıp Uraz'ın sinesini dağlamaya devam etmişti. 


Nemrut tarafından ateşe atılan İbrahim'in; ' Rabbim bana yeter o ne güzel vekildir.' teslimiyetinin alevleri cennet bahçesine çevirişi gibi bu gencin kalbindeki küllenmeyen aleve olan sabrı da bir gün kim bilir belki de onun cennetine kavuşmasında kefareti olabilirdi.


Affedilebilir miydi?


"Ee Fehmi Baba söylesene bu seferki adayların profil analizlerini kim yaptı."


Kahkaha tufanı kopmuştu odada bir anda. Uraz'da sebebini bilmeden Fehmi Müdürüne kahkahasında içtenlikle eşlik etmişti. Kahkaha arasında Fehmi Uraz'ın sualine cevap verdi.


"Alper!"


"Siktir! At o listeyi yok yok komple dosyayı  at müdürüm. Zararın neresinden dönsek kar!"


Fehmi kahkahasını güçlükle kontrole aldığında Uraz'a karşılık verdi.


"Sakin Uraz,  sakin! Eğitimlerini de Alper verecek, bizim için problem yok. En çok alır sazı eline  Neşet Babadan, kendim ettim kendim buldum Türküsünü çığırır bir vakitler senin çığırdığın gibi!"


Uraz boğazını sahte bir öksürükle düzeltti. Tam kendini savunacağı sırada çalan telefon sesiyle irkilip arka cebindeki telefonunu eline aldı. Aramayı görür görmez meşgule almaktan vazgeçip bekletmeden aramayı yanıtladı.


"Güzelim, nasılsın?"


"Uraz , ben kaza yaptım. "


Arayan Sevgi'ydi. İlk kez her zaman serin kanlı olan kadının, sesini bu denli telaşlı işitiyordu Uraz.


"Uraz, Güneş! Güneş de benimleydi ben çok korktum Uraz!"


"Tamam sakin ol , nasılsınız önce bana durumunuzu söyle?"


"İkimiz de iyiyiz, ama hava yastıkları patladı ve arabanın ön kaportası çöktü."


"Karşı tarafta hasar var mı?"


"Ters yönden araba üzerimize  geliyordu, bben farkedince de direksiyonu kırdım rrefüje çarptım."


Uraz Sevgi ile konuşurlarken aynı zamanda çoktan arabasına doğru yola koyulmuştu, konuşmaları işiten Fehmi Babası da onunla birlikteydi.


"Tamam bana konum at hemen geliyoruz, şu andaki durumunuz nedir? Ambulans, trafik polisini haberdar edebildiniz mi?"


....


"Tamam Fehmi Baba, biz iyiyiz evdeyiz tüm gün bizle ilgilendin sende dinlen artık. Yok bizimkilere hala haber vermedim bir de onları üzmeyelim."


Aramayı sonlandırdığında aynadaki tersiyle bir kez daha göz göze geldi genç adam. Musluğun anahtarını kaldırdı akan suyun lavabo giderinde girdap  oluşunu izledi. Anahtarı biraz daha aşağı indirerek suyun tazyikini  azalttı. Sicim ip gibi musluktan akan suyu, birleştirdiği elleriyle avuçlayıp avucunda dolan suyu da sertçe yüzüne çarptı. Üç kez artarda tekrarladıktan sonra ıslak elini ensesinde gezdirip kendini iyice serinletti. Ebeveyn banyosunun kapısının kulpunu yavaşça çevirip kapıyı ses çıkarma endişesiyle yavaşça araladı. Banyonun ışığı açık kapıdan odaya doğru yansıyordu. Günün yorgunluğundan olsa gerek Sevgi yatağına girer girmez uyumuştu. Güneş de sanki evin en büyük ferdiymiş  gibi olay süresince yaşından beklenmeyecek tavırla olgunluk gösteriyordu.  Büyümüş de küçülmüş denilenlerdi Güneş. Annesine sanki geçti dercesine bir vücut diliyle sarılmış o halde de uyuya kalmıştı. Uraz yaklaştı ve açılan üzerlerine örtüyü örttü, ardından da sessizce odadan ayrıldı.


Çalışma odasının kapısını örtüp o her canı sıkıldığında damarlarını seyrettiği ceviz ağacından yapılma çalışma masasına avuçlarını dayayıp derin derin nefes aldı.


Güneş'e Sevgi'ye bir şey olması ihtimalleri gün boyu soğuk kanlı bu adamın en büyük endişesi, telaşesi olmuştu.


Kaza yerine gittiğinde gördüğü manzara Fehmi Babasıyla yüreklerini ağızlarına getirecek cinstendi. Refüje biraz daha sert girselerdi arabadaki hasar kızıyla karısının ölümüne sebep olacaktı.  Daha  olay yerine varır varmaz avuçlarını semaya kaldırıp, şükrünü en yüceye yapmıştı Uraz ve peşi sıra kan akıtmak üzere adaklarını adamıştı.


Ellerinin ayasını bastırmaya devam ettiği masanın yüzeyinden güç alarak tekrar doğruldu Uraz, gücünü tamamen ayaklarına verdiğinde de avuçlarının masayla olan temasına son verip masanın etrafında yüz seksen derece dolaştı ve yarısı masanın altında kalan sandalyeyi üzerine oturmak üzere geri çekti. Oturduğu yerden masanın sağ üst çekmecesinin kilidini açtı. Çekmecenin içerisinden hala çalışır durumda olduğuna şükrettiği walkman'i çıkarıp kulaklıklarını kulaklarına taktı ve ilerlet tuşuna bastı. Bir kaç türkü daha ilerlettikten sonra ise oynat tuşuna bastı. Başını  oturduğu sandalyenin sert başlığına dayayıp sol koluyla gözlerini örtecek şekilde yüzünü sardı ve kulaklıklardan kulaklarına tınlayan her bir notayı ruhuyla ritim tutarak dinledi;


  ...vara vara geldim bu kara taşa


        Yazılan gelir sağ olan başa


        Aman aman aman aman oy ...


       ... Bir Ayrılık, Bir yoksuzluk, Biri De Ölüm...


***


"Kızım!"


Genç kadın, rüyasında kaza anını tekrar yaşayarak sıçramıştı yattığı yerden. Sonsuz karanlığa açtığı gözünün karanlığa alışmasını beklemeden doğruldu yatağından. Gözü karanlığa alışınca solunda yatan minik kalbini gördü. Kıymetlisinin fındık burnuna öpücük kondururken tekrar varlığına şükretmeyi de ihmal etmedi. 


Üzerindeki örtüyü sıyırıp yatak başlığının köşesinde öylesine asılı duran ipek sabahlığını üzerine giyinirken eş zamanlı olarak da ayaklarını yataktan sarkıttı genç kadın, ardından ağır ve sağlam adımlarla pencereye doğru ilerledi. 


Pencerenin fon perdelerini açtı yüzüne vuran güneş ışığı gözlerini acıtınca aynı hızla perdeleri tekrar örtü. Bu kez sırtını pencere dönüp kalçasını pencere pervazına dayadı, tüm bedeni içi çekilmek üzere olan ruhsuz bir kabuk gibi ağırlaşıyor, bu ağırlığın hissi ile bedeni yaslı olduğu pervazdan yere doğru yaslı olduğu yerden ahşap zemine doğru sürükleniyordu.


Yerçekimine teslim olan bedeni, ahşap zeminle kalçasını sertçe buluştuğunda canını acıtsa da yüreğindeki acının yanında kalçasındaki acıyı yok saydı ve dizlerini göğsüne çekip kollarını dizlerinin, yüzünü ise kollarının üzerine bastırdı genç kadın. Hıçkırıkları duyulmasınlar diye mühürlediği dudaklarına yol çizen göz yaşları, sağanak halindeki yağmuru aratmıyordu.


Ne kadar süre bu şekilde kaldığını hesaplayamazken toparlanma zamanının geldiğinden bir şekilde emin olup, yığıldığı yerden doğrulup her zaman yaptığı gibi dimdik ayağa kalktı genç kadın.


Odanın banyosuna girdi aynadaki aksine bakıp yüzünün kızarıklığını azaltmak için peş peşe avuçladığı suyu yüzüne çarptı. Aynalı dolabı açıp renkli kremle de yüzündeki kızarıklıkları kamufle etti.


Siyah düz saçlarını tek eliyle sabahlığın içinden çıkarıp savurdu ve  kombinezonunu sabahlığın içine saklamak istercesine sabahlığının önünü örtüp kuşağını sıkı sıkıya bağladı. Kuruyan boğazını yumuşatmak için uzandığı komedinin üzerindeki şişede su olmadığını gördüğünden, şişeyi eline alıp mutfağın yolunu tuttu. Genç kadının adımları mutfak koridoruna yaklaştıkça hızlanır olmuştu. Burnuna çarpan buram buram yemek kokusu aklındakileri süpürüp yerini soru işaretlerine bırakmıştı.


"Bu koku da ne ola ki? Neler oluyor Uraz?" , dedi genç kadın neşesi ve merakı bedeninden bütünüyle okunuyordu.


"Bu sabah kahvaltılar benden!" , dedi Uraz sağ elinde tuttuğu ıspatulayı havada sallayarak.


       Genç kadın gördüğü manzarayla az evvel sanki ağlayan kendisi değilmiş gibi keyifli ve neşeli bir yüzle mutfak masasına doğru süzüldü.


"Uraz masayı donatmışsın. Şimdiye kadar neden bizi bu yeteneğinden mahrum bıraktın?"


Afallamıştı genç adam. Yutkundu, şaşırmakta haklıydı eşi, evlendiklerinden beri bir kez mutfakta yemek yapmamıştı, bekarken kendi yemeklerini sanki kendi pişirmezmiş gibi.


Genç kadın sorusuna karşılık alamayınca kendi cevapladı.


"Tamam tamam şımarmayayım, onca işin gücün arasında bir de aşçılık beklemek haksızlık olurdu. Hem böylesi sürpriz olmuş oldu, Uraz zehirlenmeyiz değil mi?"


"Ayıp ettin be güzelim! Ama suçlu sensin, öyle  lezzetli yemekler yaptın  ki, bana yemek yapmayı unutturdun , artık olduğu kadar inşallah lezzetli olmuştur."


"İnşallah, yoksa Güneş'in dilinden kurtulanın vay haline. Damak tadı kuvvetli biliyorsun."


Mutfaktaki şölene  çocuk adımlarıyla katılmıştı Güneş. 


"Adımla seslendiğinizi duydum sanki!"


"Ooo , kıymetlim de gelmiş!"


"Babaa!"


 Uraz elindeki ıspatulayı tezgah üzerine  öylesine koyup kendisine koşan kızını kucaklamak için kollarını açarak eğildi. Daha kollarının arasına gelir gelmez sıcaklığıyla yüreği ısını vermişti Uraz'ın. Baba kız kendi etraflarında sıkı sıkıya döndüler.


***


 Kahvaltıları sona erdiğinde dağılan mutfağı toparlamak Sevgi'ye kalmıştı. O an emin olmuştu Sevgi . Uraz nadiren mutfakta yemek yapmalıydı. Epeyce bir emek vermesi gerekmişti mutfağa bir gece önceki haline getirebilmesi için. Son olarak da bulaşık makinesinin düğmesine çalışması için bastığında duyduğu beklenmedik sesle bir anda irkildi.


 "Sevgi! Korkuttum mu?"


"Yok , öyle bir anda duyunca ... Sorun yok bir şey mi soracaktın Uraz?"


"Evet, yani belki görmüşsündür diye."


"Neyi?"


"Anahtarlığımdaki aksesuarı düşürmüşüm. Hani şu üzerinde yıldız, ay falan hatırlarsın."


"Yaa, görmedim ama evde bir yere düşmüştür bulunur merak etme."


"Belki Güneş görmüştür, bir de ona sorayım."


"Uraz ! Güneş odasında , uyuyordu rahatsız etmesen şimdi."


"Yeni uyanmıştı, hasta mı neden uyudu ki tekrar?"


"Yok dün yoruldu sanırım, öyle elinde tablet uyuyuverince bende yatağına yatırdım."


"Peki o zaman uyandığında sen sorar mısın? Benim çıkmam lazım."


"Olur, tabi ki sorarım. Belli ki senin için çok kıymetli."


"Yani sen bilirsin beni, öyle anısı olan şeylere değer veriyorum. Hala kaset doldurup walkmande dinleyen köhne bir adamım ben, öyle demiyorlar mı gıyabımda."


"Gıyabında söylenenlerle ilgilenmiyorum, dediğin gibi ben bir seni, bir senin dudaklarından çıkanları bilirim, anne babanın birlikte aldıkları ilk doğum günü hediyendi o walkman, öyle söylemiştin ama bu anahtarlığın anısını hiç anlatmamıştın."


"O da ilk ve son öğretmenlik yıllımdan bir hatıra. Gerçekten mesleğiniz kutsal Sevgi, bende o anıları unutmamak için saklıyordum. Bu anahtarlık da haylaz ama çalışkan bir öğrencime aitti. Anlatmıştım ya Fehmi Müdürüm ceza olarak milli güvenlik dersi için beni okula sürmüştü diye. Ders mi verdim ders mi aldım  öyle bir deneyimdi. İşte o zamanların anısı var bende."


"Anladım. Öğretmen Uraz'ı hatırlatıyor sana yani."


"Evet, öyle. Neyse çıktım ben akşam görüşürüz." 


Genç adam önce mutfaktan çıktıktan bir kaç saniye sonra şaşkın bir ifadeyle geri döndü. Karısına sarılıp her zaman yaptığı gibi alnından öperek görüşmek üzere deyip eşine veda etti. Genç kadın telaşla ikinci kez mutfaktan ayrılan hayranı olduğu kocasına seslendi.


"Uraz nereye gideceğini söylemedin."


"Arabayla ilgili bir pürüz çıkmış prosedürleri halledeceğim oradan da Alper'i görmeye gideceğim. Gecikirsem haber ederim!" 


Uraz vakit kaybetmemek için bir yandan Sevgi'nin sualini cevaplarken diğer yandan da evden çıkmak üzere son hazırlıklarını yapıyordu.  Ayakkabısını giyinip çekeceği vestiyere astıktan sonra kendini hızla dışarı attı ve derin derin soluklandı. 


Neydi az önceki havanın hali. Neden bu kadar soru sormuştu ki Sevgi, oysa hiç böyle sorular sormazdı. Ya öğrencisinin adını da sorsaydı ne diyecekti? Babasının söylediklerinden sonra Sevgi'ye karşı farkındalığı artmıştı. Gerçekten de mütevazı bir kadındı Sevgi ve onun sınırlarını daha da fazla zorlamamalıydı.


Aracın çekildiği park alanına gelip hasarlı arabanın kapısını açtı ve tıpkı oyuncağını kaybeden bir çocuk misali kaybettiği aksesuarı dertli dertli aramaya koyuldu Uraz. Koltuk altlarına, bagaja koltuk aralarına tek tek baktı. Şoför koltuğunun kapısının rafında gözüne çarpan parıltıyla ümitlendi. Hiç düşünmeden rafa elini daldırdı ve parmakları arasındaki güneş, ay ve yıldızdan oluşan aksesuarı tek tek inceledi. Kopukları tamir edilebilirdi. Kanvars  spor pantolonunun cebine attı halhalı. Elini cebinden çıkarmadan arabanın kapısını örttü ve park alanından içinde buruk bir sevinçle uzaklaştı. 


Güneş'inin yokluğu kabullenilebilir değilken  ya ondan kalan hatırasını da kaybetseydi.  O zaman yalnız kaldığı köşelerde korkularını kiminle paylaşacaktı. Sahi ne kadar zaman olmuştu , ilk ne zaman başlamıştı basit bir demir parçasını avuçlayıp, sanki karşısındaki bir canlıymışda halden anlarmışçasına  içinde birikenleri bir bir anlatmaya.


Güneş'inin bir mezarı bile yoktu ki başında dikilip döksün içindekilerini. Yoksa o bilmiyor muydu demirden bozma adi bir takının kendisine sırdaş olamayacağını.


Range rover marka jeepine akladığı gibi protokol yoluna koyuldu Uraz. Bir eli direksiyondayken diğeri hala halhalındaydı. Hatıralara sarılmak da neydi , o anılarını hatıralar kadar uzakta değil yakınında, dün yaşanmışlar gibi taptaze tutuyordu, hayatının belki zor ama aynı zamanda da Güneş'li günlerini. Hala kulaklarında çınlıyordu Güneş'inin sesi. Unuttuğu gün öldüğü değil yok olduğu gün olurdu. Oysa o ölümden sonrasına bırakmıştı vuslatı. Ne çok elindeki takıya bakıp zikir gibi tekrarlamıştı o sözleri;


'Kavuşmak ölüm olsa kabulümdü, kader izin verseydi. Vuslata koşamıyorsam bu senden vazgeçtim demek değil. Ben seninle vuslatı cennete bıraktım.'


Tekrar tekrar baktı halhalına. Bayram sabahı, yeni alınan rugan pabuçlarını giymek hevesiyle sabahı sabah eden çocuklar gibi gözlerini ayırmak istemedi o maddi hiç bir değeri olmayan metal parçasından.


    ... 


'Bir  dakika , bu halhal benim olabilir mi?'


' Ne olduğu konusunda emin değildim demek halhalmış.'


' Bunun sende ne işi var?'


' Okuldaki son günümde olanları unutmadığından eminim, o gün düşürmüşsün. Şans eseri buldum posta ile gönderdim ama alıcıya ulaşamadıklarından bana geri gönderdiler.'


'Seni bu kadar uğraştırmaya değecek bir kıymeti yoktu, demirden bozma bir takı işte.'


'Ben yusufçuk kolyesine verdiğin kıymeti görünce bununda anısı vardır sanmıştım.'


'Yoktu, hoşuma gittiği için yol kenarında tezgah açmış seyyar satıcıdan öylesine aldığım bir şeydi ama artık öyle değil. Artık çok kıymetli.'


... 


Uraz  yol ayrımına geldiğinde daha tenha olan yöne doğru kırdı direksiyonunu. On , on iki kilometre daha ilerisindeki  taş tepe arazilerin bulunduğu alana vardı. Toprak yoldan devam ederken jeepini mağarayı andıran tünele doğru sürdü. Bir kilometre sonra karşısına çıkan güvenlik duvarı olan kamuflajlı kapıyı açmak için şoför koltuğunun kapısının açık camından kimlik kartını uzatıp gizli kameraya okuttu açılan kapıdan içeri doğru sürmeye devam etti aracını.


İki kilometre daha mağaranın derinlere doğru  inen yolu takip etti. Sonunda gizli eğitim sahasının park alanına ulaşmıştı. Arabasının motorunu kapatıp ağır hareketlerle aracından inerken sağ elinde tuttuğu halhalı tekrar özenle pantolonunun cebine koydu.


Elini cebinden çıkarıp park alanındaki asansörün kapısını açmak için sağ elinin işaret parmağını kapıya okuttu. Açılan kapıdan içeri asansöre bindi ve eksi dörde basıp asansör anonsu eşliğinde eğitim alanının olduğu kata indi. Kapı açılır açılmaz harekete duyarlı sensörler Uraz'ı algılayınca koridor aydınlanmaya başladı. Uraz'ın her bir adımında ilerisindeki sensör devre giriyor önündeki ışıklar sıra sıra aydınlanıyordu.


Koridorun sonundaki cam sürgülü kapının açılması için tekrar kimliğini okuttu. Açılan kapının ardından Fehmi Müdürüyle karşı kaşıya geldiler.


"Uraz seni bu gün beklemiyordum."


"Neden müdürüm , Alper'in ilk eğitim gününde çıldırışını izlemeyi kaçıracak kadar kötü durumda değiliz şükür."


"Evdekiler iyi, her şey yolunda demek. Peki geç de gör tanıdık gelecek mi? Ne yalan söyleyeyim ben pek bir keyiflendim."


Uraz toplantı odasının kapısının önüne geldi kapıyı açmadan içeri dinlemekle yetindi. Alper'in çömezlere ikazlarını dinliyordu.


Söyledikleri çok tanıdık gelmişti.


"Eğitimler yedi ay kesintisiz sürecek! Bu süre zarfında kimse ailesiyle osuyla busuyla irtibata geçemeyecek. Zorlayıcı süreçte gelişme kaydedenler bizimle kalacak geriye kalanlarınsa ikinci bir şansı olmayacak!"


Kapının ardındakileri ilahi bir gözle seyrediyor gibiydi Uraz, şu anda Alper'in konuşma yaptığı masada yıllar önce kendisi oturuyor ve Alper'in de için bulunduğu yirmi beş kişilik ekibe konuşma yapıyordu.


Canını dişine takıp eğittiği , emeğinin karşılığını bir çok operasyonda başarılara imza attıklarında fazlasıyla aldığı, bu gün bile hala anılıp adını hafızalara altın harflerle kazınmış efsane ekip!


'HAYALET TIM'


Loading...
0%