Yeni Üyelik
16.
Bölüm

14. Bölüm

@demirkalem

"Neler oluyor! Betül kuralları bilmiyor musun, ekipten kovulmak mı istiyorsun  buraya nasıl gelirsin?"


Şaşkınlığın ve kuralların çiğnenmesinin verdiği sinirle, duyulmamasına özen gösterdiği tonda ama vurgulayarak sözlerini sıraladı Güneş. Betül ise işaret parmağını sus çizgisine dayayıp Güneş'in sesinin yükselmemesi için önlem alıyordu. Güneş daha kendine gelemeden odaya Alper'in de dalmasıyla dumura döndü. Alper odaya girer girmez ardında açık kalan kapıyı sessizce örttü. Betül öfkesi daha da harlanan Güneş'in yatağına oturtup konuya hızla açıklık getirdi.


"Koridordaki güvenlik kameralarını bir defaya mahsus hackledik. Çiğnenmiş ispatlanabilenecek bir suç yok, tabi sesini yükseltip de burada olduğumuzu diğer odadakilere ilan etmezsen Güneş.", dedi Betül yavaşça Güneş'in yanına yatağa oturdu. Alper'in gözü istemsiz sandalyeye asılı olan ıslak iç çamaşırlarına takılmıştı. Güneş durumu fark eder etmez yataktan fırlayıp çamaşırları asılı olduğu yerden kapıp dolabına tıktı. 


Betül, o ana kadar, ne çamaşırların ne de çamaşırlara dikkat kesilen Alper'in farkındaydı.


 Güneş'in panik halini görünce çattığı kaşları altından Alper'e şimşekler çaktı. Alper'se Güneş'in kendini mahçup hissetmemesini sağlamak için işi dalgaya vurmak isterken kurduğu cümleyleGüneş'i daha çok mahçup edeceğini bilmeden yeni  bir potun daha altına imzasını attı.


"Bu yöntem benim aklıma neden gelmedi, baksırı nerede nasıl kurutacağımı düşünüyordum ben de !"


"Alper başlı başına problemsin  ya!" , dedi Betül sitemle.


Güneş  dağılan saçlarını kulaklarının arkasına alıp odasındaki davetsiz misafirlere dikkat kesildi.


"Sizin derdiniz ne, madem kovulmak istiyordunuz neden o belgeleri imzaladınız! Odama geldiğiniz yetmezmiş gibi bir de sistemi hacklemişsiniz."


"Bak Güneş durum öyle sandığın gibi değil." , dedi Alper Güneş'in dikkatini çekmek için ama Güneş bedenini Betül'e çevirmiş Betül'ün bir cevap vermesini bekliyor gibiydi.


Betül Güneş'i daha fazla bekletmeden konuya girdi.


"Ne yapsaydık, ben duştayken sizin Edip'le konuşmanızı duydum. O çıplak halimle duştan çıkıp kafasına şampuan kutusunu fırlatmamak için zor tuttum ben kendimi. Yavuz kıdemlimiz bizi gezdirirken  Alper,  adayların neredeyse hepsiyle sohbet etti. Edip'le aynı okuldan mezun kaç kişi var aramızda biliyor musun? Sence hepimizi ekibe alırlar mı? An itibariyle yarış başladı. Eğitimlerde başarı gösterenler devam edecek kalanlar gönderilecek. Bir daha da deneme şansımız olmayacak. Benim çocukluk hayalimdi MIT'e girmek. Bize bahşedilen bu şansı kaybetmek gibi bir niyetim yok. Edip, Atalay, Metin ve diğerleri Askeri okullarda yetişmişler bizim eğitimlerde onları geçmemiz mümkün mü?"


"E yani sistemi hackleyip odama girmekle ne kazandınız." 


Konuşmaya Alper dahil oldu. Alper hayatı ne kadar da tavırlarıyla alaya alan biri olsada aklına koyduğu şeyi başaracaksa bir o kadarda ciddi olabiliyordu. Bu kez Güneş'i konuşmasıyla kazanacaktı.


"Sistemlerini merak ettiğimiz için kurcalarken fark ettik. Bizim kattaki kameraların güvenlik duvarı yok, daha anlaşılır bir şekilde söylemek gerekirse tüm sistem mükemmel bir şekilde korunurken bulunduğumuz kat özellikle güvenlik zaafiyetinde bırakılmış gibiydi. Dinlenmemiz için değil de kendimizi ispatlamamız içinmiş gibi. Bizleri kriterlerine göre eleyecekler ve burada kalacaksak önce yerimizi sağlamlaştırmalıyız. Farkımızı ortaya koymalıyız. Bu da yalnız başımıza mümkün değil. Birbirimizi de kollamalıyız. Edip ve aynı okuldan mezun arkadaşları duşta bile birbirlerinin götünü koruyorlardı. Sanki o kıllı götlerine çok da meraklıymışız gibi."


Güneş derin bir nefes aldı.


"Yani ?"


Betül ayağa kalkıp Güneş'le arasındaki mesafeyi azalttı, Güneş'i omuzlarından tutup bakışlarını Güneş'in elalarına kilitledi.


"Birlikte miyiz?" Sordu Betül. Güneş'in iş birliği teklifini kabul etmeme seçeneğine de kendiniz hazırlamıştı ama yine de bu seçeneğe ihtimal vermek istememişti. Alper de aralarındaki mesafeyi kapayıp, Betül'le Güneş'in yanlarına yaklaştı. Güneş'in bakışları Alper'le Betül arasında bir kaç kez mekik dokuduktan sonra Betül'de duruldu.


"Peki tamam!"


Güneş'in onayıyla Alper'le Betül sevinçten birbirlerine sarılmış coşkuyla oldukları yerde zıplıyorlardı.


"Hey, şişt , sakin ama ya! Siz dediniz duyulacak diye!"


Güneş'in ikazlarıyla durulmuş bulundukları samimiyetten rahatsız olmuş gibi birbirlerinin zıttı yöne kendilerini atıvermişlerdi.


"Biz ekipte olduk o zaman gidelim de şu kameraları düzeltelim Alper!"


"Tamam o zaman. Güneş görüşürüz biz gidelim de Betül'le kameraları düzeltelim."


Güneş odasından çıkan Alper'le Betül'ün ardından bakakalmıştı. Alper'le Betül çoktan ekipten fazlası da olmuştular ona göre. 


Derin nefes alıp sonra serbest bıraktı nefesini ve ardındaki kapının tekrar açılmayacağından emin olunca öğle yemeği saatine kadar dinlenebilirmiş gibi yatağına uzandı. 


Buraya gelmede ki amacı belliydi. Güçlü olmaya ihtiyacı vardı. Geçmişinde yeterince örselenmişti. Kendisine vaat edilenlerle peşinde olduğu şeyleri elde edebilirdi. Geçmişin kendinde bıraktığı yaraların hesabını gelecekte sorabilir, cevapsız soruların cevaplarını bulabilirdi. Bunun için istemese de, havasını sevmediği bu mekanda yedi ay kapalı da kalabilir, muhabbetlerinden hoşlanmadığı insanları sineye çekebilir, çıkarlarına hizmet edeceklerle, ekip bile olabilirdi.


..


Yemek vakti gelmiş olduğunu fark ederek yatağından doğruldu Güneş. Serbest vakitlerde giyinmeleri için kendilerine verilen kıyafetler içerisinden lacivert renk tişörtü ve altına da aynı renk şortu giyindi. Eline verilen listede alternatif kıyafetlerde vardı. Aslında eşofman altı da giyebilirdi ama çok kısa olmadığı ı düşündüğü şortla daha rahat edeceğini düşündü. Zaten uyumak istese de uyuyamamış dolayısıyla günlerdir yaşadığı koşuşturmacanın yorgunluğunca sarmalanmış olmanın hissinden hala kurtulamamıştı. Odasındaki dolabın iç kapağındaki aynadaki tersine baktı Güneş. Öğrencilik yıllarında da gecelerce uykusuz kaldığı olmuştu ama yorgunluk ve uykusuzluktan gözlerinin etrafında koyu renk halkaların oluştuğuna ilk kez şahit oluyordu.


Kamufle edilecek durumda değildi göz çevresinde oluşan halkalar. Böyle bir yerde makyaj yapacak da değildi zaten. Yemekten sonra ilk kez  eğitim sahasında olacaktı. Gergindi. Psikolojik açıdan dayanıklıydı ama fiziksel açıdan kendine güvenmiyordu.


Odasından ayrıldı Güneş, yemek salonuna giderlerken kendi gibi odasından çıkan Betül ve Alper ile yolda karşılaştılar. Birlikte laflayarak yemek salonunun olduğu kata geldiler. 


Yemek salonuna girdiklerinde sağ tarafta etrafı bordo kadife perdelerle çevrili mütevazı bir sahne  olduğunu gördüler hemen aksi yönde de yirmişer kişilik sandalyeli masaları. Tabldot ile aşçıların servis ettikleri yemeklerden alıp sırayla masaya geçiyordular. Masalar aynı renkken sandalyeler ayrı renkti. Acemiler ile kıdemliler ayrı masalarda yemek yiyor olmalıydılar. Çünkü acemilerin hepsi mavi sandalyeli masalara yerleşirken kıdemliler siyah sandalyeli masalardaydılar.  Yemek için sıraya girdi genç kız aynı anda birkaç kişinin bakışının kendisinde olduğunu fark etti. Tek fark eden kendiydi çünkü Alper ile Betül yazılım dilleri tarihi hakkında kendi aralarında koyu bir muhabbete girmişlerdi. Güneş kendisine çevrilen bakışların sebebini anlamak için hızla içeridekilere göz gezdirdiğinde tek şort giyenin kendi olmadığını doğruladı. Acemiler içindeki bayanlar arasında kendi gibi şort giymeyi tercih eden başkaları da vardı. Peki kendisinde dikkat çeken şey neydi? Üzerindeki bakışlar, üstüme mi alınıyorum, diye kendini sorgulatmayacak kadar  kadar aşikardı. Yemeğini aldıktan sonra oturmak için acemilere ayrılan masaların olduğu tarafa doğru hareketlendiğinde peşi sıra gelen Alper'le Betül'ün hala  hararetli bir şekilde  kendi aralarında atışarak konuşmaya devam ettiklerini işitiyordu.  Oturduğu masaya doğru  yaklaşan Alper ile Betül'ün kendisini fark etmelerine karşılık Güneş'te bakışlarını kendisine yaklaşan bu ikili üzerinde tuttu ve masada oturmayı planladığı yeri başıyla işaret ederek Betül'le Alper'in onaylarını aldı. Böylece daha önce planladıkları gibi yemekhanede birbirlerine eşlik edebilecektiler. Oturduğu sandalyenin, iki yan tarafındaki sandalyelerde boştu, Alper ve Betül yanına ulaşıncaya kadar  hemen yan taraflarındaki boş sandalyelere başka birilerinin oturma olasılığını en aza indirmekti istemişti Güneş. Alper ile Betül'ün gerisinden gelen aralarında Edip'inde olduğu bir grup acemi, yürüyüş tempolarını arttırıp masadaki boş sandalyelere rağmen Güneş'in sağ ve sol yanlarına doluşmuştular. Edip Güneş'in sağına otururken Edip'in arkadaşlarından olduğunu düşündüğü bir kadında asık suratla Güneş'in hemen soluna geçmişti. Güneş, Alper ve Betül ile oturmayı planlarken, etrafta onca boş sandalye ve masa varken bu gurubun özellikle kendisini aralarında bırakacak şekilde yanlarına oturmalarındaki kastı hissedip rahatsız olmuştu Güneş. Rahatsızlığını fark ettirdiği Alper ve Betül'le kısa süreli kurdukları göz temasından sonra oturduğu yerden kalkmak için hareketlenmekte de gecikmeyecekti. Durumu fark eden Edip ise Güneş'e takılmaktan kendini alamadı.


"Güneş, müsaade almadan böyle oturmakla seni rahatsız ettik galiba ,rezerv miydi bu masa?"


Güneş soğuk bakışlarını Edip'e çevirdi.  Karşısında duran kaslı bedeni, iriliğine rağmen oldukça fit gözüken bebek yüzlü sarışın adamı tepeden tırnağa imayla süzdü. Hoş görünümlü bir adamdı Edip. Sadece görünümü hoştu. Ukala ve hadsiz tavırları Yaradan'ın her bir detayını özenle yarattığı bu adamı gözünde çirkinleştiriyordu. Güneş'e göre ön yargılı davranmaktı belki bu yaptığı ama hal ve hareketleriyle aynı gün ikinci kez kendisine ben itici biriyim kaçın benden demişti Edip.


"Keyfinize bakın, benim iştahım kaçtı, kalkıyorum."


Güneş, tabldottakilerden tek lokma almadan çatal, bıçağını toparlayıp yerinden doğrulduğunda Edip, Güneş'in kendisine verdiği karşılığın hazımsızlığını yaşıyor gibiydi. Edip, seri bir hareketle Güneş'in bileğin yakalayıp ayaklanmasını engelledi. Kolundan sertçe tutulmanın verdiği şokla doğrulduğu yerde sendeleyerek sandalyeye düşer gibi oturdu Güneş. Alper elindeki tabldotu masanın boş  yüzeyine atar gibi bıraktıktan sadece saniyeler sonra Edip'in dibinde bitiverdi. Güneş aynı saniyeler içinde sağ kolunu hızla kendine çekip Edip'in elinden kurtardı Alper Edip'in boşa düşen elini bileğinden tutup çevirdi ve Edip'i oturduğu yerden kendisine doğru çekerek doğrulttu.


"Ne yaptığını sanıyorsun sen Edip!"  Yüzüne yüzüne tısladı Alper. Betül ilk kez Alper'i böyle sert görmüş çocuksu tavırlarıyla arkadaş canlısı olarak gördüğü bu adam gözüne hiç olmadığı kadar erkeksi gözükmüştü.  


"Biz Güneş'le anlaşırdık seni heyecanlandıran nedir? Güneş senin kızın mı?"


Güneş ayağa kalktı ve Alper'i sakinleştirmek istercesine Edip'i tutan elinin omzundan tuttu.


"Ergenler gibi birbirinizle didişmeniz umurumda olmazdı ama  kıdemlilerimiz şu an tam olarak buraya doğru geliyorlar ve ben bu olayın hiç bir yerinde adımın geçmesini istemiyorum o yüzden hemen kendinize gelin." , derken fısıltıdan hallice bir tonda dökülüyordu kelimeler dudaklarından.


Güneş'in dediği gibi kıdemliler çoktan yemek salonuna gelmişlerdi. Yavuz ve yanındaki Yavuz gibi kumral  olan adını henüz bilmedikleri bir diğer kıdemli birlikte yaşanan hareketliliği öğrenmek üzere çaylakların yanına gelmişlerdi bile. İlk konuşan Yavuz oldu. Güneş'in kaçamak bakışları o an diğer kıdemliler üzerindeydi ;Uraz ve yanındaki diğer kıdemlinin çoktan yemek yiyecekleri masaya yerleştiklerini gördü ve bakışlarını Yavuz ve yanındaki kıdemliye doğru sabitledi.


"Neler oluyor acemiler?"


"Yavuz kıdemlim sorun yok kaynaşıyoruz malum ilk günümüz." , dedi Edip gayet saygılıydı sanki az evvel ki taşkınlığın sebebi kendisi değilmiş gibi davranıyordu.


"Öyle mi Alper?"


"Öyle tabi Yavuz kıdemlim ne olacaktı ya koca koca insanlar daha ilk günden tepişecek değiliz ya." dedi Alper her zaman ki alaylı sempatik tavrıyla. Güneş her ikisinin Yavuz kıdemli karşısındaki tavırlarını,  olanları alaya alırcasına  başını sağa sola sallayarak izledi.


"Hiç." Dedi Güneş Alper ve Edip'in Yavuz kıdemlilerine verdiği cevaplarını  tiye alarak .


Yavuz kıdemli hariç her kez Güneş'i anlamıştı.


"Senin söyleyeceğin bir şey var mı?" Diye sordu Yavuz kıdemli bu kez Güneş'e dönerek. Salondaki herkesin bakışı Güneş'e döndü bir anda. Uraz ve yanında oturan kendi gibi kıdemli meslektaşı da aralarındaki konuşmaya son verip hep birlikte Güneş'e dikkat kesildiler. Çaylaklar oturdukları sandalyelere yaslanmış olanları pür dikkat izler haldeydiler ve salona yeni gelenler de olanları anlamak ister gibi en az salondakiler kadar meraklı gözlerle Güneş'e bakıyordular.


Yutkundu Güneş, Alper'in ardındaydı yüzüne bakıp destek almak istedi. Yıllara, aralarında yaşanan onca şeylerin sebep olduğu mesafelere rağmen burada en çok tanıdığı kişi oydu. Bir de Uraz hocası vardı, gerçi Uraz Hocası değildi artık şimdilerde Uraz kıdemlisiydi onun. 


Güneş görüş alanına bu kez de Uraz'ı aldı. Uraz o tanıdığı Uraz öğretmeni gibi değildi. Tamam öğretmenliğinden de çok azar işitmişti kendisinden ama en azından o zamanlar ilgisini, desteğini de görmüştü. Şimdilerde eskiye oranla daha soğuk daha uzak daha sert ve mesafeliydi duruşu. Bakışları kesiştiğinde bir umut öğrencisini kollayan Uraz öğretmeni aradı ama bulamadı.  Yine tek başına olduğunu o zaman anladı Güneş.


"Yeni tanışmaya başladık, selamlaşmamıza denk geldiniz Yavuz kıdemlim, eğer yemek saatinizde size ve diğer arkadaşlara rahatsızlık verdiysek özür dilerim."


Uraz'ın duyduklarıyla şaşırarak Güneş'e dikkat kesilmişti tek kaşı da şahlanarak. Özür dileyen bir adet Güneş, onun için oldukça şaşırtıcıydı. Dikkati  çaylaklarda olsa da onları umursamıyormuş gibi yapıp yanında oturan meslektaşı Arif ve yanlarına henüz katılan Hasan'la konuşmaya devam etti. 


Yavuz'un Güneş'in özrüne karşılık gözlerinin içine , içine doğru yüksekten bakıyor oluşunun sebebi elbette uzun boyundan kaynaklanmıyordu. 


"Herkes yemeğe geri dönsün o vakit, sessizce ve sorunsuzca.", dedi Yavuz bakışları gibi yüksekti sesinin frekansı. Tüm yemekhanedekilere hitap etmişti.


Güneş, sorun çıksın istemese de ne Edip'in yanında oturmak ne de yemeğe devam etmek niyetindeydi. Tabldotu masadan alıp tekrar hareketlendiğinde Yavuz duruşunu düzeltip bedenini Güneş'in önünde set yaptı, dişlerinin arasından tısladığında Güneş neye uğradığını anlayamazken, Yavuz'un celalli fıtratını bilen kıdemli meslektaşları çoktan patlamak üzere olan volkandan sıçrayan ateş parçalarını fark etmişlerdi bile.


"Geç yerine!" Bağırdı Yavuz, duymayana mübalağa gelirdi ama salondakiler Yavuz bağırdığında masaların üzerindeki demir tabldotlarda dahil titrediğini görüyorlardı. Edip ve kendi gibi askeri okul mezunu arkadaşları dudaklarının kenarlarının kıvrılmamaları için yüzlerini sabit tutmaya çalışılarken diğer çaylaklar için aynı şeyler söylenemezdi; ne olup bittiğini anlamaz bakışlarla kıdemlilerine bakıyorlardı.


Yavuz geriye  doğru birkaç geri adım atıp tüm çaylakların görüş alanına girebileceği bir konum belirledi kendine ve az evvelki tondan sözcüklerini sıralamayı devam etti.


"Burası lokanta değil! Burası evinizin mutfağı , üniversite yurdunun yemekhanesi de değil! Hal ve hareketlerinize dikkat edeceksiniz! Herkes haddini bilecek ! Sofranızdaki her bir kırıntıda milletimizin hakkı olduğunu unutmayacak! Herkes  buraya neden Peygamber ocağı dendiğini öğrenecek ve asla unutmayacak! Dinimize ve bayrağımıza ve dalgalandığı semadan gölgesinin düştüğü şehitlerimizin mabedi olan toprağı şehit kokan  vatanımıza ,milletinize olan sorunluluğunuzu bileceksiniz, aksi hal ve harekette bulunanlarınız olursalar da siktir olup gidecekler anladınız mı? Burası kafanıza göre yiyip kafanıza göre birbirinizle takışacağınız, istediğinizde oturup istemediğinizde kalkabileceğiniz bir yer değil. Esnaf lokantası mı sandınız lan burayı! Herkes şükrünü toplu bir şekilde aynı anda  yaptıktan sonra yemekhaneden ayrılabilir. Odalarınızdan ayrıldığınız andan itibaren tekrar odalarınıza dönene dek, tek bir vücut gibi uyum içinde hareket etmeyi öğ-re-ne-cek-si-niz! ANLAŞILDI MI?!"


'Anlaşıldı', diye bağırdı askeri okullu acemiler, ikinci kez daha sordu Yavuz, bu kez tüm acemiler hep bir ağız 'anlaşıldı', dediler ve son kez bir daha sordu Yavuz, aynı şekilde cevap verdiler. 


Güneş hala Yavuz kıdemlisinin bakışları altındayken Edip'in yanındaki sandalyesine geçti. Yavuz , Edip'le Alper' de masadaki yerlerini aldıktan sonra kendi masalarına doğru yöneldi. Alper yanında Betül'le yan yana masada Güneş'in tam karşısındaki sandalyelere oturuyordular.


Edip devam etti.


"Bu yüzden gitmene mani olmak istemiştim, buradaki kurallardan bir habersin zamanla öğreneceksin tabi..." 


Güneş'in bakışlarının odağında artık Edip vardı.


"Sana ne bundan!"


"Bak sarışın, burada biri bir yanlış yaptı mı sorunluluk aynı gruptaki herkese aittir ve ben başkaları yüzünden ceza almak istemediğimi daha önce söylemiştim."


"Tüm bunlar benim hatamdı yani?"


"Aynen öyle."


"Onca boş masa varken, istemeyen ot gibi yanımda biten sen değildin halbuki haklısın suç bende!"


Edip'in dudağının sağ kenarı yukarı kıvrıldı. Önce Güneş'in önündeki tabldota sonra Güneş'in yüzüne baktı. Kendisinin ki gibi bal rengi olan Güneş'in gözlerine  kilitledi gözlerini.


"Onca masa vardı buraya oturmak istedim, rahatsız olduğun varlığıma aylarca katlanmak zorundasın ama böyle giderse buradaki varlığın çok da uzun sürmeyecek gibi gözüküyor. Sen burayı nereye benzettin bilmem ama burası Miss Turkey kampı falan değil Güneş." , Dedi Edip tabldotundaki salata ve zeytinyağlılara atıfta bulunarak, devam etti: "Sen konuyu çok yanlış anlamışsın. Mükemmel fiziğini korumak için böyle beslenmek ya da beslenmemek yerine, bir an önce sıska bedenini güçlendirmek için et yemelisin mesela!"


"Ne yiyip yemediğim ne de buradaki varlığımın ömrü seni ilgilendiriyor!"


Edip , silik bir gülümsemeyle Güneş'e bakmaya devam ederken Güneş bakışlarını önüne çevirmişti.  Güneş'le göz göze gelen Alper, Edip'le  Güneş'in fısıldayarak neler konuştuklarını sorarcasına sol gözüne kırpıp başını salladı. Güneş ise sorun yok der gibi iki gözünü aynı anda ağırca kapatıp açtı ve herkes gibi kendi ile Alper de yemeklerine dönmek zorunda kaldılar.


Yavuz ayağa kalktı ve herkesin duyacağı şekilde, ezberlenmiş bir marşı andıran hamt duasını yaptı. Artık dağılabilirsiniz dediği anda tüm masalarda aynı anda hareketlilik oldu. 


Herkes sırayla dönüşüm çöplerinin olduğu alana gidiyordu. Güneş sıra kendisine gelince elindeki kâğıt peçeteyi  çöpe attıktan sonra plastik dönüşüm çöpüne de su şişesini attı. En son yemek atıklarının olduğu çöpe tabldotundan kalanları sıyırıp, tabldotu da içindeki çatal, bıçaklarla birlikte çekmece şeklindeki tabldot raflığında boş gördüğü alt sıraya tabldotu yerleştirdi. Bir an önce odasına gitmek isteğinden eğildiği raftan ani bir hareketle doğrulduğunda burnunun sızladığını hissetti. Çarpmanın etkisiyle sızlayan burnunu kavradığı  elini gevşetip acıdan yumduğu nemlenmiş gözlerini  araladığında karşısında o tanıdık karanlığı görüvermişti. 


"Lanet olsun dikkat etsene! " , azarladı Uraz. Genç kadına burnunun sızısını unutturacak kadar acıtıcıydı tavrı. Kazara olan bu çarpışmaya daha nezaketli karşılık verilemez miydi? Yetimhane yıllarını aratmayacak türde bir zorbalıkla karşı karşıyaydı. Az evvel Yavuz kıdemlisi, şimdi Uraz kıdemlisi karargahın kasvetli havası , Edip ve aynı okuldan mezun oldukları arkadaşlarının tavırları hepsi burayı terk etmesini istiyormuşçasına üstüne üstüne geliyor gibiydiler. Oysa kendilerine bu ekibe katılmaları için ne kadarda özenli teklifte bulunulmuştu. Vaat edilenleri elde etmek hedeflerine ulaşmak için heveslendirilmişti. Yine şaşırmamıştı Güneş şimdiye kadar hayat ona hiç bir ikramını altın tepside sunmamıştı. Ağzında altın kaşıkla doğanlara da imrenmemişti belki genç kadın ama bir kez de olsa kendi için bir şeylerin yolunda gitmesini ummuştu. Yine zırhını giyecek canla başla mücadele edecekti. Durmadan, dinlenmeden, kimseye güvenmeden. 


Burnunu kavramayı bırakıp yüzünden elini çekti Güneş, saniyeler içerisinde aklından geçenlerin sonucu karşısında kendisine haklı olarak üstünlük taslayan o tanıdık karartıya usulca cevap verdi. 


"Özür dilerim Uraz kıdemlim!"


Özür dilemişti!


Özür dilemişti Güneş' çünkü biliyordu, artık hadsizce etrafındakilere meydan okuyan ergen bir liseli değildi. Biliyordu çünkü, şimdiye kadar okuduğu meydanlar , dik başlılığı, gururu ona hiç bir şey kazandırmamıştı. Hayatının dama değil satranç tahtası üzerinde olduğunu, kendisinin de o tahta üzerinde basit bir taş değil, kralların oyunundaki en önemli taş  olması gerektiğini biliyordu.  Kazanmaya en yakın olmasının ancak böyle mümkün olabileceğini anlamıştı Güneş. 


Üniversite yılları boyunca satrançta, piyondan vezire nasıl dönüşeceğini öğrenmişti. Güç şahta gözükse de en değerli taşın, oyunu kazandıracak olanın vezir olduğunun farkındaydı Güneş. 


Özrü karşısında saniyelik de olsa afallayan bir Uraz görmüştü. Çabuk toplamıştı Uraz kıdemlisi yüzündeki saniyelik afallamayı. O kendisinin meydan okuyan ya da umursamaz takındığı hallerine aşinaydı, biliyordu. Hoşuna gitmişti Uraz'ı şaşırtmak. Kendini az da olsa iyi hissettirmişti. O her şeyi bildiğini zanneden adama içten içe bu hali de bir çeşit meydan okumaydı.


Güneş gözlerini karşısındaki karaların sahibinden hala ayıramamıştı, daha fazlasını görmek ister gibiydi sanki daha fazlası varmış gibi? Vardı, bir anda Uraz'ın bakışları gözlerinden dudaklarına doğru kayar gibi oldu aynı anda burnundan sızan sıcaklığı hissetti Güneş ve bitti dediği yerden yeniden başladılar.


"Siktir!" 


Hem bağırıyor hem azarlıyor hemde bedenini kavradığı kollarla kendisini çekiştiriyordu Uraz. Neye uğradığını anlaması bu yüzden epeyce bir zamanını almıştı Güneş'in. 


Uraz etrafındaki bakışları hiçe sayarak  kendisini çekiştirmeyi bırakıp koşar adımlarla yürüdükleri koridorda duraksadı ve tekrar kendisini azarlamaya başlamıştı.


"Kızım, sıksana sende burun kemerini!" 


Uraz dudağını öfkeyle ısırırken, Güneş'in sağ elini elleri arasına aldı işaret ve baş parmağıyla az evvel verdiği komutu yapması için kendisine yardımcı oldu. Genç kadın burnunun kanadığını ancak o zaman anlayabilmişti. 


Burun kemerinin altını sıkıp kanamaya tampon yaparken dudaklarını araladığında genzine gelen paslı demir tadını hissetti. Bu kadar hassas mıydı  burnu?


Uraz'ın bedenini yönlendirmek için kavramasıyla tekrar koşuşturmaya başladılar. Asansöre bindiklerinde Uraz elindeki kartı  tekrar okuttu ve ekrana felen kat numaralarından üçe bastı. O zaman fark etti Güneş. Kendilerine verilen kartı okuttuğunda ekrana gelmeyen kat numaraları Uraz kartını okuttuğunda ekrana dökülmüştü. Neredeyse kendi gördüğü kat bumaralarının üç katı kadar numara gelmişti ekrana. Karargaha gözleri bağlı getirildiğinden bulundukları yapının büyüklüğünü görememişti. Gördüğü numaralardan hayal ettiğinin de ötesi bir yerde olabileceğini düşündü Güneş. 


Çok geçmeden asansörden indiler.  Uraz Güneş'in hareketini kısıtlamak için kucağına aldı. Güneş yemekhaneden beri olanları idrak edemeyecek kadar şaşkındı, karşısındaki genç adamı anlamaya çalışıyordu.


Hareketleriyle aydınlanan ve havalandırma dışında tek bir pencerenin olmadığı koridorda ilerlemeye devam ettiler. Karşılarına çıkan sürgülü cam kapının önünde durdu Uraz, kucağından Güneş'i indirdi, sol tarafındaki sensöre kartını okuttu. Açılan kapıdan içeri önce Uraz peşi sıra Güneş girmişti. Kapı bir başka koridora açılıyordu ama bu koridor daha aydınlık, daha geniş ve renkliydi. Bir kaç  kapı geçtikten sonra sol taraflarında yeşil etiket levha asılı kapıyı tıkladı Uraz . Levhada revir yazan kapıyı tıkladığında, içeriden gelen 'müsait'  tiz ses komutunu duyduktan sonra kapıyı aralayıp, kendisini de araladığı kapıdan kolundan tutup içeri çeken Uraz'ı takip etti Güneş.


"Nur , burnu kanıyor." 


Güneş Uraz'ın seslendiği yöne döndüğünde  masasında oturan beyaz önlüklü ve ismi gibi nurlu yüze sahip olan başı örtülü kadını gördü. Tahmini yirmili yaşlarının sonunda olan bu kadının, boynunda asılı duran stetoskoptan sebep doktor olabileceğini düşündü. 


Kadının bakışları kendisine değmesiyle hareketlenip yanına gelmesi bir oldu. Güneş elini burnundan çektiği an, yoğun bir şekilde akan sıcaklığı süzüldüğü çenesinde hissetti.


"Nasıl oldu bu?" diye sordu Nur. Hızla cam kapaklı dolan içerisinden aldığı kutuyu açtı bir diğer dolabı daha açıp eline aldığı plastik kapı Uraz'a uzattı ve hastayı sedyeye dik oturtmasını söyledi. Güneş Uraz'a fırsat vermeden elinden plastik kabı aldı ve genzinden boğazına kadar dolan kanı tükürerek boğazını temizledi, ardından Uraz'ın yardımını, beden diliyle red ederek sedyeye dik bir şekilde oturdu.  Nur elindeki kutudan çıkardığı pamuk tamponları Güneş'in burun deliklerine yerleştirdi.


Hala sorusuna cevap alamamış oluşundan odada bulunan Uraz'la genç kadın arasında gidip geliyordu sorgular bakışları. 


"Çapıştık.", dedi Uraz. 


Nur'un hala sorgular türden bakışı Uraz'ı germişti .


"Kayaya çarptı Nur kayaya!" , Uraz'ın sitemli yorumuna Nur altta kalmayıp tam cevap verecekken Güneş'in öğürmesiyle  Uraz da Nur da dikkatlerini Güneş' e verdiler.


"Şimdiye kadar kanaması durmalıydı. Güneş, düzenli olarak kullandığın bir ilaç var mı?"


Güneş başını sağa sola çevirdi. Karargaha alınmadan önce kontrollerden geçmiş yasak olan eşyalarına el konulmuştu. Gizlice soktuğu ilaç kutusundan da sıklıkla yaşadığı baş ağrılarından da  bahsetmeyecekti.


Nur, Güneşin burun deliklerindeki tamponun birini çıkarıp yenilemeden önce tekrar muayyene etti.


"Tahmin ettiğim gibi arka burun kanaması, karargahın kuru havası, üzerine çarpışmanız sonrası aldığı darbe  kanamayı tetiklemiş görülüyor."


Nur yine de kanamanın durmamasına anlam veremedi kendisine iletilen  dosyalarda personellerin herhangi kronik rahatsızlığı olduğuna dair bir rapor  görememişti. 


"Uraz beni hastamla yalnız bırakır mısın?"


"Neden?"


"Hasta mahremiyeti."


"Nur alt tarafı burun deliklerini muayyene edeceksin ne mahremiyeti?"


"Uraz çık dışarı!"


"Peki Nur kıdemlim."


Uraz asker selamı verip işkillense de odadan çıkmak zorunda kaldı. Güneş'i burada istemiyordu ve onu göndermek için en ufak fırsatı bile kaçırmayacaktı.


Nur odada Güneş'le baş başa kaldıklarında Güneş'e çevirdiği şefkatli mavileriyle direk sordu.


"Hangi ilacı aldın?"


 ->Bölüm sonu...


->Artık yavaştan karakterlerimize dair ön izlemelerinizi de yorumlara eklerseniz çok sevinirim?


->hikayemin bu bölümünü de okuduğunuz içinde teşekkürler, siz bırakmayı unutsanız da ben okuyucularıma kalp bırakıyorum ...


Loading...
0%