Yeni Üyelik
22.
Bölüm

20. Bölüm

@demirkalem

 

"İçinizden biri bu özel silahı doğru parçalarla toplamayı başardı. Takdir edersiniz ..."

Uraz, umduğunun aksine karşılaştığı sonucun verdiği şaşkınlıkla, kelimeleri baskılayarak söylediği cümlesini tamamlarken, gözlerinin ve dahi tüm bedenin hapsinde Güneş'i tutuyor, bunu yaparken de bir erkekte görüp görebileceğiniz tüm ihtişamı üstünde toplamış, yönü tamamıyla Güneş'e doğru çevrilmiş halde ayaklarının bastığı zemine kökünü salmışçasına olduğu yerde dimdik duruyordu.

Zaman kavramını alt üst eden, güneş ışıklarının erişemeyeceği derinlikte, yerin altında inşaa edilmiş ve dolayısıyla tek bir penceresi dahi olmayan karargahta, bulundukları eğitim odasındaki tasarım harikası aydınlatmadan yansıyan ışıklar, Uraz'ın heybetli bedeninin engeline takılırlarken; Odanın zemininde en az bedeni kadar heybetli gölge oluşturuyordu. Değil bedeni, gölgesiyle bile aklını yitirmişlere meydan okuyan bir duruştu onunkisi. İlk kez mağlup olmuş olmanın yarattığı hisle, bedenini dolduran öfkesi, gölgesi kadar kavruk olan teninden damla damla taşıp süzülürken, hangi akıl sahibi insan bu adamı karşısına almayı düşünebilirdi ki!

Yıllar önce de ceza bile almasına sebep olan kibrinin harladığı öfkesi, bedenini harekete geçirmek için, karşısında kazandığı zaferin rehavetine kapılı bir beden görmeyi umarken, gördüğü manzara ile bir kez daha şaşkınlık yaşayıp, hezimete uğruyordu.

Bir çift ferini kaybetmiş ela göz, soluk benizli tenini saran parıl parıl teri teninden birer yıldız olup kayarken, mahşer meydanında tüm o zorlu hesaplaşmanın verdiği yorgunlukla, amel defterini sağdan alan mahzun bir kul misali, attığı aksak adımlarla kendisine doğru yürüyordu.

Kör müydü öfkesine sebep olan bu kadının gözleri, görmüyor muydu karşısında öfke ve kibirle sarmalanmış teninde cehennem ateşini taşıyan, yaklaşanı da tam olarak o ateşle kavuracak olan gölgesiyle bir bütün olmuş kapkara bedenini?

Sınavını başarıyla tamamlamış bir kulun yeri cehennem zebanisinin yanı değildi ki?

Dijital tahtaya yansıtılan puan tablosunda, sıralanan isimleri kontrol eden her bir acemi , burada geçirdikleri tüm o zaman boyunca verdikleri mücadelelerini, kah kendi kendileriyle söylenmek suretiyle, kah kendilerine yakın gördükleriyle dertlenerek, tartışıyorlardı.

Başarı kaydedemeyen acemiler, eğitimlere devam edememekle kalmayıp, imzaladıkları protokol gereği benzer alanlarda resmi hiç bir görev ve makamda yer almayacaklarını bildiklerinden, kendilerini yoğun stres altında hissediyorlardı. Herkesin aklındakilerle boğuşup, kendi dertlerine düştüğü eğitim odası, bu haliyle tam olarak kimsenin gözünün kimseyi göremeyeceği o mahşer meydanını andırıyordu. O çılgın kalabalığın arasından soyutlanmış sadece dört kişi vardı; Biri elinde salladığı silahla aklında koca bir soru işareti taşıyan Uraz, biri asla eğitim sahasına alınmaması gereken silahın eğitime dahil edilişinden huzursuzluk duyan Yavuz, biri İsminin üzerine çıkan ismin sahibine ve Uraz kıdemlisinin elinde salladığı uzun namluluya dikkat kesilen Edip ve bir diğeri de hapsolduğu karanlığa savaş açan Güneş idi.

Oysa Güneş'in tüm derdi, kendisine sunulan imkanlardan sonuna kadar faydalanmak ve kendisini yaşamla bağlı tutan gayesini gerçekleştirmekti. Güçsüz ve yorgun bedenini ılgın nefesiyle beslerken, etrafında olup bitenlere karşı istemsizce kapatmıştı kendini.

Omuzlarının ortasındaki zarif boynunun üzerinde taşıdığı başı, kendini tonlarca kilo ağırlığındaki kayaç gibi hissettirirken aynı zamanda da içindekilerle döngüsünü tamamlamadan milyonlarca kum tanesine evrile duran her bir görüntü karesiyle zihnini meşgul ediyordu .

Karşısında kendisini kısık gözlerle izleyen siluete doğru yöneldi bilmeden Güneş. Oysaki karanlığın tüm renklerini kucakladığı odada, ince, dikey bir şeridi andıran ışıktan başka gözüne vuran tek bir detay dahi göremiyordu. Karanlık tüm renklerini ondan almakla yetinmeyip, zihnindeki her bir kare kum tanesini tekrar kayaça çeviriyor, taşınması güç bir yükle onu ayakta tek başına bırakıyordu.

Güneş, kendisine bahşedilen yaşamın her bir sayılı nefesinden, kendine pay çıkarıp boğazladığı boynunu sıkarak hak talep eden o karanlıktan kurtulmalıydı. Şimdiye kadar hiç bir gözün görüp de hiç bir dilin anlatamayacağı bir karanlıktı bu. Tarifi mümkün olsaydı eğer, aynı anda boğazı sarıp, aynı anda bedeni ağırlaştırıp yine aynı anda ateşsiz, dumansız bir yangını andırıp, teni küle çevirmeden kavuruyor oluşundan bahsedilebilirdi belki.

Beşer bedeni daha ölmeden, mezarı bile es geçerek diri diri cehenneme gömülmüştü. Göz bebeklerine yansıyan dikey ışık şeridine doğru aksak adımlarla yürüdü , yürüdü Güneş. Kalan son gücüyle de kendisini bekleyen o ışığa tutunmak istedi.

Mahşer yerini aratmayan, herkesin kendi aklındakilerle meşgul olup kendi dertlerine düştüğü o odada, Uraz kedisine ayaklarını yere süre süre yaklaşan bedene bakıyor; Sadece özel kuvvetlerin kullandığı sınırlı sayıda üretilen silahın, kendisine yaklaşan bu kadın tarafından nasıl toplanabildiğine anlam veremiyordu!

Her bir parçası muntazam bir şekilde montelenen silahı, içindeki öfkenin kavurup kora çevirdiği eliyle sıkıca tutarken, aklındaki soru işaretinin sebebi olan kadının burnunun dibine kadar yaklaşmasıyla burnuna vuran ten kokusu, solduğu öfke kokusunu da mağlup ediyordu Uraz'ın.

Elindeki uzun namlulu silahı hemen yanındaki masaya düşürürcesine bırakırken, yeni bir ilki yaşatacaktı karşısında her daim dik başlı durmayı başarmış olan kadın!

"Korkuyorum!" Fısıldadı Güneş.

Kendine bile ulaşmakta zorlanan sesi, öyle titrek, öyle güçsüzdü.

Beline sarıldığında sertliğinden güçlü olduğu anlaşılan kolların varlığını hisseden bedeni, sanki yıllardır o tutunmayı bekliyormuşçasına kendisine ihanet ederek kontrolü elden bırakıverdi.

Bedeni kendisini bekleyen karanlık zeminle buluşmamışsa, o güçlü kollar sayesindeydi.

Uraz yıkılmak üzere olan zayıf bedeni kollarıyla ayakta tutuyorken, tüm oda aynı anda sessizliğe büründü. Skor tablosunun yer aldığı ekrandan birer ikişerli kopan gözlerin yeni odak noktalarında Güneş'le Uraz vardı.

Her şey saniyeler içerisinde olup biterken zaman, Uraz'a tolerans tanımıyor, Güneş için ise kendisini ağırdan alıyordu.

"Korkuyorum" dedi tekrar Güneş, gözlerinin karası büyümüş, serin odaya rağmen çöl sıcaklarına terk edilmiş gibi ter boşaltan bedeni Uraz'ın güçlü kolları arasında titrerken. Aklının kendisiyle alay ettiği zihninin o derinlerindeki her bir görüntü karesi, Firavunu Kızıl Denizin ortasında boğan dev dalgalar gibi üzerine çöküyordu. Bilmemek özgürlüktü, unutmak nimetti. Kimliğini de benliğini de sorgulamayı bırakıp sadece önüne bakmaya devam edebilseydi eğer bu kadar acı çeker miydi? Üstelik hayat, bu yaşa gelene dek ona en ufak iltimas geçmemişken, üstüne bir de her bir acıyı aklında kare kare taşımak ve Hiç bir değeri olmayan bu dünyanın kirli havasını solumak pahasına, doğum sancısı çeken annenin rahminden ciğerlerini yakacak o ilk nefes uğruna çekilen eziyete kadar her şeyi en başından yaşamak; ezilen et ve kemiğinin acısına kadar her şeyi hatırlamak, aynı acıları, kaygıları, korkuları, üzüntüleri tıpkı yaşandıkları anlardaki tazelikleriyle bedeninde, kalbinde, ruhunda hissetmek hangi günahın bedeliydi?

Uraz, daha önce kendisinde hiç görmediği bir renge bulanmış solgun ve sessiz iki et parçasının çırpınışlarından, Güneş'in söylemeye çalıştığını okudu. Kendisine dur durak bilmeden meydan okuyan o dudaklardan, tek bir nota çıkmıyordu.

Ne olmuştu da birden bu hale gelmişti genç kadın. Bu yakınlıktan hiç dudak okumaya ihtiyaç duyduğu olmamıştı Uraz'ın. Acaba yanlış mı anlıyordu, yoksa her daim kibri ve gururuyla karşısında dimdik duran kadın, ilk kez küçük, ürkek bir kız çocuğu gibi kendisine korktuğunu mu söylemeye çalışıyordu?

Boynunu boğazlayan karanlıktan sebep, güçlükle yutkundu Güneş. Şakaklarından akan her bir ter tanesi, yanaklarına doğru yol çizdi azalarak.

Gözbebekleri de titrer miydi insanın?

Elasını kaybetmiş, siyaha teslim göz bebekleri tir tir titriyordular.

Lanet olsun!

'GÜNEŞ!' Uraz'ın içinden kopan seslik çığlığı, Güneş'in de soluk dudaklarından karşılık bularak ses olup döküldüklerinde nihayet Uraz emin olabilmişti.

"Kkorkuyorum." dedi Güneş ve der demez tam da o anda zaten farklı bir zaman ve mekana tutsak olan bilincini tamamen kaybetti.

Uraz, Güneş'in karanlığa teslim olan varlığından bir haber, belinden kavradığı bedeni, kendi bedenine yaslayıp, göğsüne bastırırken, kalbini yumruklayan kalbin çırpınışlarını hissetti. Bu kadar hızlı atan kendi kalbi olamazdı ya! Sessizliğe teslim olan dudaklarına inat kalbi kalbine meydan okuyordu Güneş'in.

Dili sussa, kalbi baş kaldırıyordu kadının!

Kalbine gelen her bir kalp darbesi elektro şok etkisi yaratıyor, görevi bedenine kan pompalamaktan öteye gitmeyen kalbinde kendisini yargılayacağı vicdan mahkemesinin kurulacağı salonun temellerini attırıyordu. Saniyeler içerisinde inşaasını bitirdiği o mahkeme salonunda hakim olan vicdanıyla sanık olan kendisini yargıladı Uraz.

Ne kadar zulüm ederse etsin, ne kadar kendisine karşı olursa olsun; Sonu asla böyle olmamalı, her daim görmeye alışık olduğu gibi sarışın inadıyla, kibriyle, gururuyla karşısında dimdik durmalıydı Güneş. Kollarında tuttuğu bu cılız bedeni kendine getirmek için mi, karşısında dişli duran o kıza içten içe alıştığı için mi bilinmez ama sonrasında kendini bile şaşkına uğratacak o kelimeler bir bir döküldüler Uraz'ın biçimli dudaklarının arasından:

"Güneş! Karanlığı sadece varlığıyla yok edebilen birine korku yakışır mı?"

Zihninin derinliklerine gizli kayıp anılarıyla harp halinde kıvranıyor oluşundan bir haber, kollarındaki genç kadının kulağına güçlü sesi ve nefesiyle ismini fısıldayıp, kaybolduğu anılarının arasında, ona kim olduğunu hatırlattı Uraz. 'Güneş!' ... O kapalı bilince, fısıldadığı sözleri Hipokampus'a doğru sinyalleri göndermek üzere yola çıkmıştı bir kere, kollarındaki genç kadın er ya da geç ekmek kırıntılarını takip edip ait olduğu yere geri dönecekti.

Sımsıkı göğsüne bastırdığı bedeni, bir miktar kendi bedeninden ayırıp kucakladı Uraz.

Etrafındakilerin bakışları arasından sıyrılarak koridora çıkıp, asansöre doğru aynı hızla yola koyuldu. Asansörü beklemesi, asansörde kaybettiği zaman ve sonrası... ta ki kendini revirde bulduğu ana kadar geçen onca zaman Uraz'ın hafızasında yer etmemişti. Hiç bir vakit soğuk kanlılığını kaybetmeyen bu adam, kendine ne olduğunu dahi anlayamadan sürüklendiği girdaptan Nur'un sayesinde çekilip, kurtarıldı. Tabi buna ne kadar kurtulmak denirdi orası muammaydı? Kendi gerçekliğini bulduğu an Nur'un hesap soran cümlelerinin şiddetini arttırdığı an olmuştu.

...

"Ben bilmiyorum Nur!", diye karşılık verdi Nur'un serzenişlerini nihayet işitebildiğinde.

"Sana söyledim, bu gün istirahat etmesi gerek dedim. Üstüne gitmeyecektin. Ne vardı azıcık kendinden taviz versen. Görmüyor musun burada kalmak için nasıl da çırpınıyor kızcağız!"

"Görüyorum! Görmez olur muyum ama anlamıyorum! Kendi buraya ait olmadığını nasıl göremiyor, neden bu ısrarı an-la-mı-yo-rum!"

"Belki de kendini buraya ait hissediyor. Anlama, ya bir kez de anlama! Bir kere de aklınla değil , kalbinle düşünüver. Bir kez de oluruna bırak be Uraz. "

"Profesyonellikte duygulara yer yok, iki artı iki dörttür sonuçsa belli! Hem sen neden bana bağırarak konuşuyorsun ki ! Ben miyim bu hale gelmesine sebep. Eğitim koşulları belli, ben yerine komutada bir başkası da olsa bu kız bu hale gelecekti. Buradaki yanlış benim varlığım değil! Onun varlığı! Hem ayrıca madem istirahat yazdın revirde kalmasını da sağlayacaktın!"

"Bana bak, o laflarına dikkat et, karşında astın yok senin! Bana işimi öğretecektiysen zamanında tıp fakültesini bitirecektin. Ayrıca kızın gözünü ne kadar korkuttuysanız bir an önce derslere katılmak için istirahatte kalmak istemedi! Eğitimlere katılmak için bana yalvardı bu kız Uraz! İşte bu yüzden senden üstüne gitmemeni istemiştim. Güneş'i ilk gördüğümde, senin aksine, kızın gözlerindeki o gayreti gördüm ben. Başarıp başaramaması onun elinde ama çabasına destek olup elinden geleni yaptığından emin olmasını sağlamak bizlerin görevi. Gelen tüm acemilerin sicillerini neredeyse ezbere biliyoruz. Kimsesiz bu kız, Uraz. O, mükemmel matematiğin, eksiden başlayanla sıfırdan başlayanın aynı yolu kat etseler bile aynı yere varamayacağını hesaplayamıyor.

İki kıdemli birbirleriyle hararetle tartışırken sedyenin üzerinde baygın yatan kızı unutmuş gibiydiler. Oysa tüm o sözlerin sebebi tam olarak o kızdı. Ateşler içindeki beden sayıklamaya başladığında Nur, ihmalkarlığına kızıp Uraz'ı Güneş'le birlikte bırakıp serum karışımını hazırlamak üzere hızla odadan ayrıldı.

O an tüm öfkesiyle yönü tekrar öfkesinin merkezinde kalacak o bedene döndü. Eğildi ve kendisini bu baygın halde bile işitip anlayabileceğini düşündüğü bedenin kulağına yaklaştı.

"İşte tam olarak da bu yüzden buraya ait değilsin! Kendine eziyet etmekten vazgeç artık. Üniversitene geri dön!" Hırsla bitirdiği cümlesinden sonra hızlı bir hareketle oturduğu yerden kalkmak için doğrulmuşken işittiği sözle tekrar karşısındaki aciz beden için rukûya varır gibi eğildi Uraz!

"Korkuyorum, lütfen... Beni bırakma." Aralanan gözleri kendini görüyor gibi değildi Güneş'in, titreyen bedenine rağmen kolunu kaldırıp elini kendisine doğru uzatışı nedendi peki!

Uraz kendisine uzanan eli ne vakit geri çevirmişti ki? Elin havada kalmasına izin vermeyip, o ince narin eli sağ eliyle avuçladı.

"Buradayım, yanındayım korkma!" Bunu söylerken aynı zamanda bedeniyle de güven verebilmek yanında olduğunu hissettirebilmek için sedyenin yanındaki iskemleye oturdu ve diğer eliyle de destek verip Güneş'in sağ elini iki eli arasında sıcakta tuttu Uraz.

"Lütfen beni burada bırakma, karanlıktan korkuyorum."

"Güneş, neredesin?"

Cevap alamadı Uraz? Bir kaç kez sorduktan sonra Nur elinde serumla odaya döndüğünde sustu.

"Halüsinasyon görüyor?" Dedi Uraz. Nur'un gözleri Uraz'ın , Güneş'in elini avuçları arasında tutan ellerine kaydı ve tek kaşını şahlandırarak gözlerini takılı kaldığı yerden kaldırmadan;

"Yüksek ateşte görülmesi olası bir durum, biliyorsun." ,diyerek Uraz'a karşılık verdi.

Uraz, Nur'un dikkat kesildiği noktayı fark edince ellerini kendine doğru çekmek için ani bir hareket yaptıysa da Güneş, o yarı baygın haliyle bile elini tutan elin parmaklarının arasından kaymasına izin vermedi. Hala sayıklıyor ve sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordu Güneş.

Nur, Güneş'in sol koluna damar yolu açıp serumu taktı ve Uraz'a hitaben.

"Ben dönene kadar hastaya refakat edersen sevinirim. Serum yarım saate kadar biter, yarım saate kalmaz geri dönerim."

"Olur, ben sen dönene kadar beklerim de..."

"Ne , de ne Uraz?"

"Kendine gelmesi ne kadar sürer ki?"

"Bakıyorum sebep olduğun şey yüzünden pek bir gerginsin."

"Başlama yine Nur? Aynı şeyleri tekrar etmekten öteye gidemeyeceğiz belli ki ayrıca ben sadece beynimi kemiren sorunun cevabının peşindeyim?"

"Nne sorusu bu?"

Boştaki elinin işaret ve orta parmaklarını kullanarak şakağının saçıyla birleştiği yeri kaşıdı Uraz.

"Rahmetli Tuğrul Akay'ın uzun namlulusunu sadece bir kaç saniye kağıt üzerinde tek boyutlu görseline baktıktan sonra parçalarını onca uzun namlulu silah parçaları arasından seçerek tek seferde doğru bir şekilde topladı desem?"

"Nne , nnasıl? Arge bölümünde olması gereken silahın eğitim sahasında ne işi var Uraz?"

"Silahı tek seferde topladı diyorum Nur , seninse takıldığın yer bu mu?"

"URAZ! Ya beni çıldırtmak mı istiyorsun, daha ekibe devam dahi edip etmeyeceği belli olmayan acemilere o silahı nasıl gösterirsin sen? Bu duyulursa başımıza neler geleceğinden haberin..."

"Ya neyse ne ! Ben sana bu kız o silahı tek seferde topladı diyorum , sahiden de buna neden şaşırmadın ki şimdi sen?"

Duraksadı Nur! Bu kızla alakalı şaşırması gereken ilk şey bu değildi , bu öğrendiğinden sonra belli ki son da olmayacaktı. Bildikleri kadarıyla bile yeterince tedirgin hissediyordu kendini ve her ne oluyorsa bundan üst düzey yetkililerin haberlerinin olduğundan emindi, ama o yetkililerin haberleri olmayan şeyde, kıdemlilerin her geçen gün Güneş hakkındaki şüpheli durumlara daha fazla maruz kalıyor olduklarıydı .

"Bir dakika , bir dakika ben bu bakışı biliyorum Nur? Neler oluyor, derhal anlat?"

"Bir şey olduğu yok, gitmem gerek, ne halt ettiysen yalnız başınasın."

"Hey, kaçak hallerinden belli var bir şey! Nur dur bir dakika, Nur geri gel, NUR!"

Nur'un ardından ayaklansa da, Güneş'in ellerinde hapsolan eli sebebiyle tekrar iskemlesine geri oturmak zorunda kaldı Uraz, göğsünü tıkayan adını bilmediği şeyden kurtulmak için derin bir nefes alıp verdi.

Fayda etmedi.

Elini avucu arasında sıkıca tutan genç kıza bakakaldı. Bu haliyle küçük bir kız çocuğunu andırıyordu. Sarı saçlarının beyaz sedye üzerine olabildiğince dağılmış halinin her bir detayında dakikalarca oyalanırken karaları, ne kadar da masum gözüküyordu gözlerine. Sanki kendisine meydan okuyan kadın o değilmiş gibi , sanki arka sokakların asfaltını eskiten, artı on sekiz eğlence mekanlarında çalışan, çürük adamın birinden aşk dilenen o değilmiş gibi. O karanlık bataklıktan kurtulup kariyer basamaklarını başarıyla çıkan o savaşçı ruha sahip beden o değilmiş gibi. Berrak teni, saf ifadesi duru güzelliğiyle asla gerçek olmayacak bir masalın melek yüzlü, sarı saçlı uyuyan güzeli gibiydi.

Yüzünü saran tebessümü, gerilen kaslarının farkına varıp hissettiğinde sanki bir suç işlemişçesine, günahından silkelenmek ister gibi başını sağa sola salladı. Aklından geçen düşüncelerin fazlalıklarından kurtulup, hala önemini koruyan konuya yoğunlaşmaya çalıştı. Bu kızla alakalı çekincelerini destekleyen şeyler olduğuna emindi artık. O silahı, üreticisi ve kullanıcılarından başka ancak silahın namlusundan çıkan kurşunla tanışanlar görmüş olabilirlerdi. Aklında iri puntolarla fazlaca yer kaplayan sorunun ağırlığından, ancak ve ancak cevabını duyduğunda kurtulabilirdi.

Nasırlı ellerini avuçlarında sıkan ince uzun parmaklı narin eller, serumun tesiriyle gevşiyordu. Uraz, gevşeyen avuçların içinde hala bir elinin kalmasında sakınca görmezken diğer eliyle de Güneş'in alnına temas ederek ateşini ölçmek istedi. Nur'un gitmeden önce söylediği seyirde ilerliyordu her şey ; Güneş'in ateşi düşmüş, kısa bir müddet sonra sayıklamaları da son bulmuştu. Uyanmasına engel bir şey kalmamış, kendisine gelmesi için saniyeler yelkovanı ardından sürüklerken, peşinde olduğu cevaba kavuşması artık an meselesiydi.

Sabrı en iyi bilenlerdendi Uraz, soğuk ıssız karanlık bir gecede karanlık bir kayanın üzerinde menzil alıp, refleks gerektiren hareketler dışında tek bir mimik bile vermeden hedefine konsantre halde saatlerce bekleyebilir, aylarca ve yıllarca hedefinin peşinde gölge olup dolaşabilirdi gelin görün ki söz konusu karşısındaki kadın olunca geçen her saniye onun için tahammül edilemez bir hal alıyordu.

Neden hala gözlerini açamamıştı ki!

Ellinin içinde boşlukta gibi duran eli çekti önce, odanın içinde volta attı, hatta revirin kapısından yarım beden dışarı koridora çıkıp boş koridorda sağına soluna bakındı. Nur da hala dönmemişti. Tekrar revir odasına girip, iskemleye ges geri oturup sebat edecekti. Öyle de yaptı, kaykılarak iskemleye oturduğunda iskemlenin kollarından destek alan dirsekleriyle gözlerinin hapsindeki kadına bakaduruyordu. Güneş'in meleksi ifadesi yerini, iki kaşının arasındaki çizgi belirginleşip de derinleşmeye başladığında acı çeken bir hale bırakmıştı.

Kaykıldığı iskemlede, öne doğru eğilerek rahat oturuşundan taviz veren Uraz, uyanmak üzere olduğunu düşündüğü kadına iyice yaklaştı. Bir şeyler söylendiğini düşünerek sol kulağını kadının dudaklarına doğru eğip işittiği ses parçalarını anlamlandırmaya çalıştıysa da iniltiden öteye bir şey işitmediğinden emin olunca, yakın olduğu dudakla aralarında mesafe bırakmayı akıl etmeden yüzünü çevirdiğinde burnunun ucu genç kadının hokka burnunun ucuna değdi. İlk kez bu mesafeden inceliyordu genç kadının yüzünü. Çattığı iki kaşının arasında oluşan dikey çizginin dışında , aydınlık göz kapaklarının büzüşmesi haricinde tek bir mimik çizgisi tek bir kırışıklık ya da yaşanmışlık emaresi yara izi göremedi. Yaratıcının kusursuz sayılabilecek mükemmellikte yarattığı eserine bakarken hipnoz olmuştu adeta, sağ elinin işaret parmağını iki kaşın arasındaki çizginin üzerine bastırıp, bu mükemmelliğe yakışmayan çizgiyi yok etmeye çalışırken işittiği yapmacık öksürük sesiyle kendini buldu Uraz.

"Uraz kıdemlim, toplantı odasından bekleniyorsunuz!"

Açıklaması zor bir halde, Fırat'a yakalanmış olmanın hoşnutsuzluğuyla yerinden hızla doğrulup sesin sahibine doğru döndü Uraz. Fakat Fırat'ın yüzünde ciddiyetten uzak ima barındıran tek bir mimik görmüyor oluşuyla anın öncesini yok sayarak Fırat'a karşılık verdi.

"Haftalık raporlama yarın akşam değil miydi?"

"Öyleydi fakat, erkene alındığına dair cihazlarımıza çağrı iletildi.", dedi Fırat ve Uraz'a ait çağrı cihazını alması için Uraz'a uzatıp devam etti. "Poligon sahasında unutmuşsunuz, size iletmem için Yavuz Kıdemli verdi."

"Kendisi nerde?"

"İletişim odasına giden koridorda karşılaştık, kendisi gecikmeden toplantıya katılacağını söyledi."

'Lanet olsun! Düşündüğüm şeyi yapmış olamazsın değil mi Yavuz?', Diye geçirdi Uraz içinden, derinden soluduğu havaya özgürlüğünü kavuştururken Fırat'ın elindeki cihazı alıp bakışlarıyla cihaz ekranını kontrol etti ve ardından da Fırat'a karşılık verdi.

"Nur dönene kadar hastaya refakat etmemi istedi, toplantının başlamasına sadece beş dakika gibi bir zaman kalmış görülüyor."

"Toplantı sizsiz başlamayacaktır Uraz Kıdemlim ama ben sonradan da dahil olabilirim, izniniz olursa Nur Kıdemlim dönene kadar sizin yerinize hastaya ben refakat edebilirim."

Yutkundu Uraz, Fırat'ın mantıklı olan önerisine rağmen kendisini huzursuz hissediyordu. Ya kendisi yokken Güneş gözlerini açarsa, duymak istediği cevabı bir saniye dahi geç duymaya sabrı yoktu, haliyle bu sebepten de huzursuz hissetmesi normaldi. Fakat Fırat'a itiraz edecek mantıklı bir sebebi de yoktu, sorumluluğu sebebiyle de haftalık toplantılara katılmama gibi bir lüksü yoktu.

"Pekala , hasta sana emanet Fırat ama uyanır uyanmaz derhal haberim olacak."

"Emredersiniz, Uraz Kıdemlim."

"Saol."

Uraz, Fırat'ın sol omuzuna sağ eliyle artarda iki kez kendisini doğrularcasına yavaşça vurup revir odasından ayrılmadan önce son kez sedye üzerinde yatan kadına baktı. Uraz'ın gittiğinden emin olan Fırat'sa sedye üzerinde yatan kadına doğru ağır adımlarla yaklaştı. Kadının bileğini tutup nabzını ölçtü, göz kapağını yukarı kaldırıp göz bebeklerini kontrol ettikten sonra odada göz gezdirdi. Nur'un masasında duran iki yüz milimlik ambalajlı bardak sulardan birini gözüne kestirdi. Masadan bardak suyu alır almaz Güneş'in yanına yaklaştı ve tekrar revir kapısına göz ucuyla bakıp seri hareketlerle cebinden çıkardığı hapı paketinden çıkarıp , Güneş'in ağzına bıraktı, ardından suyun ambalajını açıp dolu bir yudumu ağzına aldıktan sonra hala baygın olan kadını yattığı yerden bir miktar doğrulttu ve kadının araladığı dudaklarına dudaklarını dayayıp, hapı yutturabilmek için ağzındaki sudan azar azar kadına içirdi. Birine yakalanmamak adına seri hareket ederken aynı zamanda genç kadına zarar vermemek için de özenli olmaya gayret ediyordu. Genç kadını yavaşça yerine yatırdıktan sonra çenesini tutup baş ve işaret parmaklarıyla baskı yaparak kadının ağzını iyice açtı, hapı yokladı. Sorunsuz bir şekilde ilacı içirdiğinden emin olduğunda, yine seri hareketlerle önce elindeki boş ilaç ambalajını iyice ezdi, açtığı plastik su bardağının ambalajının içine sararak bardağın içine sıkıştırıp bardağı da iyice ezdiğinden emin olduktan sonra da bardağı dönüşüm çöplerinin arasına sakladı. Ardından da hiç bir şey olmamış gibi az evvel Uraz kıdemlinin oturduğu iskemleye kaykılarak oturdu.

"Bu gözler seni daha kimlerle beraber görecek Güneş." Alayla homurdandı Fırat. Sessizce Nur kıdemlinin dönmesini beklerken, yüzündeki serseri gülüşüyle başını oturduğu iskemlenin sırtına dayayıp gözlerini dinlendirmekten geri kalmıyordu. Kapalı gözlerinin önünde, odaya ilk girdiğinde gördüğü manzara vardı.

------------------------------------------------------------------------------------------>

Gelecek bölümde görüşmek üzere, size anlatacak hikayem var! Siz okuyucularımdan tek isteğim karakterlerimle tanıştığınızı anlamam için varlığınızı hissettirmeniz. Benimle misiniz?

Loading...
0%