Yeni Üyelik
23.
Bölüm

21. Bölüm

@demirkalem

Toplantı salonunun da olduğu koridorda, sanki ayağının altındaki zeminle arasında bir husumet varmış gibi sert adımlarla ilerliyordu Uraz. Bakışı koridorun sonundaki toplantı salonunun kapısında gibi gözüküyor olsa da gözlerinin önünde Güneş'in sedye üzerindeki son görüntüsü vardı, aklındaysa hala cevabını almayı beklediği suali.

Nihayet toplantı salonunun kapısının önündeydi. Kapıyı açmak için personel kartını okuyucuya okuttuktan sonra işittiği kilit sesiyle kapının kulpunu çevirip dik tuttuğu başıyla, duruşundan taviz vermeden odaya ağır hareketlerle girdi. Her zamanki gibi toplantı masasının baş köşesindeki sandalyesine doğru yaklaşıp, sandalyelerinde oturan meslektaşlarını başıyla varla yok arası selamladı. Odadakilerle göz göze gelmemeye özen göstererek bakışını video konferansın yayınlanacağı ortak ekranın yer aldığı duvardaki monitöre sabitledi.

Masada , Koray ile Hasan yan yana Uraz'ın sol tarafında otururlarken, Yavuz hemen sağ tarafında, Yavuz'un sağ tarafında da sırayla Nur ve Kağan oturuyorlardı. Odada duyulan kilit sesinden sonra aralanan kapıdan içeri Tuğçe girdi. Bir kaç saniye sonrada Melik ve Derya da ard arda toplantı masasındaki yerlerini aldılar. Uraz toplantı saatini doğruladıktan sonra masadaki meslektaşlarına hitaben;

"Fırat hasta refakatinde, Mete de henüz aramızda değil, hazırsak Fehmi müdürümüzle görüşmeyi başlatacağım." Dedi kararlı bir ses tonuyla.

Masadakiler itiraz gelmediğinde ise masadaki telefonun tuşlarında dakikalar önce Güneş'in çatık iki kaşının arasındaki çizgiyi düzenlemede gönüllü olan parmağını dans ettirdi. Bir kaç arama sesi sonrasında bağlantı sağlandı. Masa üzerindeki küçük aparatı eline alıp salondaki herkesin gözlerinin çevrili olduğu ekrana, sinyal gönderdi. Saniyeler içinde kameralar yayına geçtiğinde konferans başlatılmış oldu. Fehmi Kemankeş, bulunduğu oda tavanındaki aydınlatmadan yansıyan ışığın vurguladığı kırlaşmış saçları parlatırken her zamanki ciddi yüz ifadesi, dik oturuşuyla ekibinin karşısındaydı.

"Nasılsınız?" , dedi toplantıdaki katılımcılara hitaben Fehmi.

"Saol!" Karşılığını her bir ağızdan aynı anda işittikten sonra devam etti yılların yorgun kurdu Kemankeş.

"Eğitimler nasıl gidiyor, ne durumdayız sizleri dinliyorum?"

Yavuz, Fehmi Müdürlerinin sorusuyla önündeki laptopun HDMI girişine taktığı kablo ile video konferansın yayınlandığı ekrana bilgisayar ekranı görselini de yansıttı. Ardından acemilerin geçen süredeki eğitim planlarını, katılımlarını ve kat ettikleri başarı ve başarı kat edemeyenlerin başarısızlıklarının sebeplerini sıraladı. Sırayla söz hakkı alan eğitmenlerde fikir ve önerilerini sunduklarında, durum analizini tamamlamış olan Fehmi müdürlerindeydi söz.

"Teşekkürler, elinizden gelen her şeyi yapacağınızdan eminim. Her biriniz alanında başarılı birer asker her biriniz özverili birer vatansever ve her biriniz birer isimsiz kahramansınız. Öncülüğünüzle bize verilen sürenin sonunda mükemmel bir ekiple karşımda olacağınıza inancım tam. Söz konusu Türk Askeriyse aksinin bahsi dahi söz konusu olamaz. Açıkçası gerek hainler, gerekse üst yetkililerimiz olsun yoğun bir baskı altındayız bunu sizlerden saklayacak değilim. Bulunduğunuz karargah ARGE çalışmaları için inşaa edilmiş Türkiye'de ikinci bir örneği dahi olmayan uygulama araştırma ve çalışmaların merkezi. Yeni yapılanmanın yandaşı olduğu kadar karşısında da olan otoriteler söz konusu. Yargısal anlamda hiç desteğimiz yok, teknoloji ve savunma bakanlıkları gayri resmi desteklerken geleceğimiz bir kendini bilmezin iki dudağının arasından çıkacaklarla son bulabilir. Sizden ricam tek bir hata dahi yapmamanız. Uraz, Yavuz ,Nur ve Tuğçe siz kalın diğerlerinizle gelecek toplantıda görüşürüz. "

Derin bir nefes aldı Uraz, Nur hiç olmadığı kadar tedirgindi, az evvel Fehmi Müdürü üstüne basa basa hataya yer olmadığını dile getirirken, olağan olmayan bir ses tonuyla vurgu yapmıştı. Yavuz her ne olursa olsun doğru bildiğinden taviz vermeyecek ve olacaklarla yüzleşecekti. Dördü haricindekiler sorgulamadan 'Sağol' tekmili ile odadan ayrılırlarken, Tuğçe sorumlu olduğu ARGE departmanından çıkarılan silahın az sonra yapılacak konuşmanın ana konusu olduğundan emin odadan ayrılan arkadaşlarının gözlerine dolu dolu yardım dilenircesine bakıyordu. Uzun boyunun yanı sıra fazla kilolara sahip iri cüssesine rağmen oldukça duygusal ve kırılgan bir yapıya sahipti Tuğçe. En son kişide odadan ayrılıp ardından da kapıyı kapattığında Tuğçe masanın üzerinden ellerini çekip dizlerinin üzerine koydu ve panikle daha Fehmi müdürleri tek kelam etmeden söze akladı.

"Vallah benim bir suçum yok Fehmi müdürüm Yavuz , 'Akay' serisinin ilk uzun namlulu versiyonunu eğitim sahası için istedi, Sınav mı ne yapılacakmış. Ben dedim, yazılı izin olmadan departmanın sınırlarından çıkaramayız, dedim ama zaman kaybedemeyeceğimizi resmi iznin yarın elimizde olacağını söyleyince..."

"Nefes al Tuğçe!" dedi sıktığı dişleri arasından Yavuz.

"Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Oradaki komuta ve koordinasyon için sizlere güvenmekle hata mı ettim!"

"Dediğiniz gibi Fehmi Müdürüm, komuta bizlerdeydi fakat bu konuda tüm sorumluluk bana ait. Yavuz da Tuğçe de benim yüzümden buradalar, verilecek bir ceza sorgu varsa tümüyle bana aittir. Onları bu konunun dışında..."

"Uraz! Kime ne hesap soracağıma ben karar veririm, sen değil. "

"Özür dilerim, öyle demek istemedim Müdürüm."

"Özür falan dileme Uraz, Özür falan dileme! Ulan ben size de güvenemeyeceksem kime güveneceğim. Konunun ehemmiyetinin farkında olduğunuza emin misiniz? Ne demek lan ARGE den silah kaçırıp, daha acemilere hiç görmedikleri silahla sınav yapmak. Aklından ne geçiyordu senin, lafı çarpıtmadan yekten söyle! "

"Bize eğitimlerde olağan prosedürün dışına çıkmamızı gerektirecek kadar kısıtlı bir zaman verildi, sorun yaratacak ya da teknolojimizi ifşa edecek bir hata yaptığımı düşünmüyorum. Resmi yazışmaları da başlattık. Savunmamı yazar iletir , rütbemi rozetimi masanın üzerine koyup tüm sorumluluğu üstlenirim, müdürüm ben sadece sizden zaman istiyorum. Verilen süre sonunda emeklerimizin fazlasını alacağımız bir ekiple üstlerimizin kaşsısında olacağız. "

"Uraz şu anda seni oradan çekip almıyorsam Mete henüz orada olmadığı için, başka hiç bir sebepten değil. Hangi yetkili, resmi unvana sahip olmayan bir acemiye teknolojisini açık eder ha. O izinin olumsuz döneceğini bilmiyor musun? Derdin ne senin."

"Güneş Şenel!" Dedi Nur. Aynı anda tüm gözler kendisine döndü.

"Nur", diye dişleri arasından hırladı Uraz. Uraz'dan taraf olmadı Nur. Bakışlarını ekrana sabitleyip Fehmi Müdürünün her bir micro detayını inceledi. Bu isme vereceği refleksi görmeye ihtiyacı vardı. Yılların kurdu, Fehmi de Nur'un ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Onları eğiten kendisi değilmiş gibi, öğrettiklerinin kendine satılmasından hoşnut olurken aynı zamanda da rahatsız da hissetmişti.

"Pekala sizin burada kalmanızı istemedeki asıl sebebe gelmiş olduk. Sizlerin yazdığı profil analizleri üstlerimize iletildiğinde her bir aday tek tek araştırıldı. Sebebini sadece üst düzeylerin bildiği bir nedenle Güneş Şenel'i ekibe dahil etmem için elimden geleni yapmamı istediler benden ve açıkçası adaylar içerisinden sadece Güneş Şenel'le bizzat görüştüğümü bilmenizi ve bu odada söyleyeceklerimin yine bu adada kalmasını istiyorum. Güneş'e açık çek verdim ama o kız ısrarla sahada yer alacak eğitime dahil olursa daveti kabul edeceğini söyledi. Nur'dan Güneş'in sağlık durumu hakkında bilgi edindim. Beklemediğim bir durum da değildi. Bu kadar az zamanda bedeninin kaldıramayacağı bir temponun içinde uğraş veriyor. Uraz çekincelerinin her birinin farkındayım ama o burada üstlerimiz istediği için bulunuyor ve bir asker olarak sana düşen sorgulamadan emirlere itaat etmek. ARGE'deki güvenlik zafiyetinizi bir şekilde ört pas edeceğim ama başka bir sınır aşma, başka bir hadsizlikle karşı karşıya kalırsam asla affı olmaz. Bilmem gereken bir şey var mı?"

Nur dudağını ısırmıştı, zira yapmaması gereken bir yöntemle Güneş'in kan değerlerine bakmıştı. Üst düzeydekiler her ne oluyorsa gizli kalması için uğraş veriyorlar ve bu odadakilerin dahi bilmelerini istemiyorlardı. Bu durumu şu anda itiraf ederse odadakileri de şahit tutmuş olacaktı. Gizliliğin ifşa olmaması için durumu müdürüne özel bir görüşmeyle itiraf etmeyi aklına not etti. Nur'u boğulduğu düşüncelerden kurtaran Uraz'ın itirazı oldu.

"Üst düzey yetkililer vatan için öl deseler ölürüm ama bile bile lades olmak başka bir şey Fehmi Müdürüm. İlk gün nasıl itiraz ettiysem yine aynı fikirdeyim. Güneş Şenel'i neden aramızda istediklerine dair çok ciddi endişelerim var! "

"Uraz!"

"Müdürüm lütfen itiraz hakkım varsa onu son kez sizin huzurunuzda dillendireceğim, bu kızın geçmişte ilişkide bulunduğu insanlar, dolaştığı yerler asayişten uzak. Geçmişinde özgeçmişinde yer almayan bir çok hadise söz konusu hepsini bir kenara bıraktım. Bu kız bu gün ARGE ye ait silahı tek yanlış hamlede bulunmadan toplayabildi. Dahi bile olsa bu mümkün olamayacakken, bunu nasıl yaptığını ..."

"Uraz! Yeter dedim. ARGE olayı daha fazla dillendirilmeyecek. Gerekirse Güneş'i kendim bizzat sorguya çekeceğim ama sen, senden emir olunanı ne eksik ne fazla yerine getireceksin."

"Emriniz olur Fehmi Müdürüm! Ama şunu da bilesiniz, eğitimler tamamlandığında istediğim isimlerle cenk atmakta ben karar vereceğim."

"Zorluyorsun Uraz! Yapma!"

"Zorlamadan bu günlere gelebilir miydim Fehmi Amca!"

Gözleri parlamıştı Uraz'ın, geçmiş gözlerinin önünden geçmişti. Daha küçücüktü babasının doğu görevindeyken annesinin yanından kaçırılıp esir alındığında. Daha küçücük çocuktu anne babasının kendisi yüzünden ayrılmalarının yükünü çocuk bedeniyle sırtlandığında. Annesinin, babasından ayrıldığında , aşkı için terk ettiği ailesine geri dönemeyip, gururundan da kocasından tek lira yardım istemediği o zorlu yıllarda hastalanan annesi için doktor olmak istemişti Uraz. Doktor olup herkesi ücretsiz tedavi etmek, insanları kurtarmak istemişti. Çalıştı da, anne babası tekrar evlendiklerinde de çocuk aklıyla kendine verdiği söz için mücadele etmişti. Üstelik artık ağabeyde olmuştu. Babasının yokluğunda gölge tutacağı tek annesi değildi artık birde küçücük erkek kardeşi vardı. Babasının ne görev aşkı biterdi ne de annesine aşkı ama annesinin sabrı tükenmiş tekrar büyük depremin artçı sarsıntılarını yaşamaya başlamışlardı. Tehlikenin yüksek olduğu, babasının görevi gereği doğu sınır illerinin birinde oldukları bir yıl patlak veren sınır ötesindeki savaş, ailesini de etkilediğinden kazandığı tıp fakültesinin ilk dönemini okurken ani bir kararla okulu terk edip asker olmaya karar verdirmişti. Kazandığı harp okulunda eğitimine başlayıp yüksek lisansını tamamladığı güne kadar ailesiyle çok az görüşmüş, bedenini saran öfkesini kontrol etmeyi öğrenmek, yıllarını almıştı. Yıllarca sayısız operasyonda başarıya imza atmış ama kendi iç savaşından asla galip gelememişti. Ailesinin yokluğunda kendisine aile olan Fehmi Müdürü olmuştu. Vatan aşkından başka bir aşka vakti kalmayan Fehmi Kemankeş'in kan bağı olmayan evlatlarından olmuştu Uraz.

Baba oğul birbirlerinin gözlerinden dillenmeyenleri okurlarken odadaki herkes suspus bekliyordu. Son sözü profesyonelliğinden taviz vermeden Fehmi Kemankeş söyledi.

"Tam duruldun diyorum, yeni bir fırtınayla karşıma geliyorsun Uraz. Bu kez başka bir okula sürülmekle cezalandırılmaz açığa alınırsın. Ortalık karışık mahkemelerden çıkan kararlarda kurunun yanında yanan yaşlardan olursun Uraz. Ben bunu göze alamam. Her biriniz benim evlatlarımsınız. Her biriniz kıymetlilerimsiniz fakat biliyorsunuz ki vatan söz konusu olduğunda gözlerimizden sakındığımız evlatlarımızdan bile vazgeçeriz. Mete gelene kadar sana mühlet. Bu süreçte tek bir ihmal ya da hata görürsem tüm yetkilerini Mete'ye devretmeni isterim. Silkelenip derhal kendinize geliniz ve bir daha karşıma böyle şeylerle çıkmayınız. " Fehmi kemankeş Kendisine 'Sağol' tekmili veren ekibiyle görüşmeyi sonlandırır sonlandırmaz eline telefonunu aldı.

"Alo, evet başkanım, her şey kontrol altında. Yalnız belirtmem gereken bir husus var..."

...

Uraz Yavuz'dan öfkeli bakışını sakınmazken Yavuz , maruz kaldığı imalı bakışa sessiz kalamadı.

"Boka bakar gibi ne bakıyorsun lan!"

"Bok var çünkü."

" Aaa ama ya ! Uraz, Yavuz kendinize gelin!"

Ne olursa olsun Uraz, Yavuz'un arkasından kendisini Fehmi Müdürlerine ispiyonlamasını kabul edemiyordu. Yavuz'sa Uraz'ın hem suçlu hem güçlü halinden sıkılıp daha fazla olayın büyümemesi için toplantı odasından ayrılmaya karar verdi. Kapıya kimliğini okutup çıkmadan önce son kez Nur'a döndü.

"Kız'ın durumu nasıl?"

"Kendine gelmiş olmalı, birazdan yanına geçerim."

" Müsadenizle o zaman!", dedi Yavuz odadan ayrılmadan önce. Uraz hala öfkeliydi, Fehmi Müdürünün lafı üstüne, gidip de Güneş'i sorgulayamazdı. Bir hışım yerinden kalkıp kimliğini okutarak odadan ayrıldı. Tuğçe de müsaade isteyip odadan çıktığında Nur çağrı cihazından Fehmi müdürüne güvenli ağdan toplantı talebi iletti. Çok kısa zamanda geri dönüş aldığında bağlantıyı ekrana yansıtıp karşısındaki adama, yüzüne en yakışan tebessümünü sundu.

"Müdürüm ben bir hata yaptım, izniniz olursa yerime birini bulduğunuzda görev alanımın değişmesini talep ediyorum?"

"Tahlil olayından mı bahsetiyorsun?"

"Bbiliyor muydunuz? Peki ya nasıl?"

"Bilgisayarlarınız domaine bağlı dolayısıyla kullandığınız uygulamalar, sisteme giriş çıkışlarınız tarattığınız veriler loglanıyor. Gün sonunda loglamalar için girilen anahtar kelimeler için ana serverdaki quantum işlemcilerin oluşturduğu algoritmalarla üst düzey yetkililere bilgi iletiliyor. Yani sen tahlili yaptığın anda manipüle edilen kan değerleriyle benzer değerler eşleştirilip kendi adına verdiğin tahliller sistemce bildirildi."

"Bizler de sıkı kontrol altındayız yani."

"Sorun büyük Nur, ihanetin kol gezdiği bir dönemde kimseye ayrıcalık tanıyamazlar, güvenlik üst düzeyde ve kurallar oldukça sıkı, prosedürlerde taviz yok. Yapmaman gereken bir şey yaptın bunun izahatı da yok. Yazık ki yaptığın şey aynı anda tüm üst yönetimdeki yetkililere iletildiğinden örtbas da edilemez. Resmi raporun elime ulaşması yakındır, o vakit savunmanı isteyeceğim bu durum da tahmin edersin ki sadece görev yerini değiştirmekle kalmayacaklardır."

"Yani ben itiraf etmeseydim de.."

"Ama ettin, benim ekibime güvenim tamdı. Tamam genel manada fazla sorgulayıcısınız ama işinizin de en iyilerisiniz. Farklı bir yerde göreve devam etmen için elimden geleni yapmaya çalışacağım ama artık mevcut durumda devam edemezsin."

"Teşekkürler müdürüm."

"Gelişmelere göre seni haberdar ederim."

"Müdürüm, Güneş'e verilen ilaçlar, yani tedavisi için..."

"Nur! Lütfen, ne sen sor ben söyleyim, ne de sen söyle ben duyayım."

"Özür dilerim."

"İyi Akşamlar."

"Saol!"

Nur mahzun bir şekilde ayrıldığı toplantı odasından revirin olduğu kata doğru aheste aheste yola koyuldu. Ara ara elini göğsünün üstüne koyup bluzunun altındaki kabarıklığı sıkıyordu. Sonunda revire geldiğinde başında Fırat'ın beklediği Güneş'e bakıverdi. Nur'u odaya girdiği an fark eden Fırat'sa kaykılarak oturduğu sandalyeden, kendisinden rütbeli olan kıdemlisi geldiği için esas duruşla ayaklandı.

"Rahat ol Fırat!"

"Sağ olun Nur Kıdemli."

Gülümsedi Nur. "Uyandı mı?"

"Hayır."

"Hastama refakat ettiğin için teşekkürler, artık gidebilirsin."

"Görevim, Nur Kıdemlim.", dedi Fırat selam verip odadan ayrılmadan önce.

Nur Güneş'i muayyene ettiğinde ateşinin düştüğünü nabzının ve tansiyonunun normal seyrinde olduğunu gördü. Uyanmamasının sebebinin psikolojik olduğunu düşünüyordu. Kanında bulunan ilaçların ve Güneş'in kayıtlı özgeçmişindeki notların, üst düzey yetkililerin bu kadın için ısrarlı oluşlarının ve Uraz'ın söylediği ARGE silahının tek seferde toplamış oluşunun ortak bir paydada olduklarını düşünüyordu. Duygulandı Nur. Eğer tahmin ettiği gibiyse sedir üzerinde yatan genç kadını çok zorlu bir hayat bekliyordu.

Sessiz adımlarla Masasının yanına geldi ve iskemlesine oturdu Nur. Masa üzerindeki evraklara göz gezdirdi ama aklı bambaşka yerlerdeydi. Askeri lojmanlarda geçen çocukluk yıllarını düşündü. O anıları paylaştığı Uraz'ı, Mehmet'i. Eli tekrar göğsünün üzerine gitti. Başını bağladığı şalının altında boynuna asılı zincirin klipsini açtı ve boynundan çıkardığı altın zincire asılı yüzüklere baktı. Biri küçük biri büyük olan alyanslardan büyük olanının etrafında koyu kahve tortular vardı. O tortular yüzüğün içindeki yazıyı görmeye engel olsa da gümüş işlemeli yüzüğe öyle güzel yakışıyordu ki. Hemen yanındaki altın yüzüğü zincirden çıkarıp içindeki yazıya içini çekerek baktı Nur.

'Mehmet'

Yüzüğü sol eline taktığında gördüğü manzaraya tebessüm ederken gözünden akan yaşa engel olamadı Nur.

"Nur!" Bu gelen Uraz'dı. Panikle gözlerindeki yaşı sildi önce, sonra parmağındaki yüzüğü çıkardı ama Uraz görmemesi gerekeni çoktan görmüştü bile. İkinci kez duygulu bir şekilde adını Uraz'ın dudaklarından işittiğinde yakalandığını kabul etti.

"Özledim. Çok çok özledim." Derken sesinin titremesine engel olamayışına ayrıca üzülmüştü.

Uraz, her defasında güçlü duran üzüntülerini içinde yaşarken etrafına farklı duyguları yansıtan bir adamdı. Üzgün olduğunda üzüntüsünü ya öfkesiyle ya yersiz kahkahalarıyla ya aklını bedenini yoracak aktivitelerle gizlerdi. O da çok özlemişti ama asla itiraf edemeyecekti.

"Nur yapma, eğer seni görüyorsa onu en çok bu halin üzer. Artık kendine bu eziyeti yapmaya bir son vermelisin. Kaç yıl oldu, hayatına devam et, kendine yeni bir şans ver. Ben çok eminim, Mehmet'te böyle yapmanı isterdi."

"Bin yedi yüz yirmi..." dedi Nur.

"Nne!"

"Bin yedi yüz yirmi gün oldu kalbimin nasıl attığını unutalı Uraz. Onu görünce böyle değişik bir şey olurdu kalbime. O hissi unuttum ama onu kaybettiğimi öğrendiğim gün içime oturan yumruyu hala hissediyorum. Kaç yıl oldu dedin ya iki ay on beş gün sonra tam beş yıl olacak ama acısı sanki bu gün gibi hissettiriyor ve sen karşıma geçmiş bana kendime bir şans vermemi istiyorsun. Başka birini nasıl severim. Mehmet'e söz verdim ben. Onun için giymediğim gelinliği başkası için nasıl giyerim. Bunu bana nasıl söylersin?"

"Nur, ben bir dostumu en güzel makama, peygamber âğuşuna uğurladım. Diğeri de gözlerimin önünde diri diri kendini mezara gömüyor. " Dedi , sinirle Uraz. Öfkesinin boyutu siniriyle doğru orantılıydı Uraz'ın.

"Anlamıyorsun, an-la-ya-maz-sın Uraz. Dilerim ki hiçte anlamak zorunda kalmazsın. Onsuz bir anı düşünemediğin birinin yokluğuyla yaşamak zorunda olmak nasıl bir imtihan bilemezsin. Tuhaf olan, insan o kadar çok sevince onsuzluğu bile seviyor. İçinde 'o' olan her şeyi seviyor. Ondan gitmek dışında. Ben bir başkasıyla evlensem yüreğimde 'o' varken, kendime de evlendiğim kişiye de ihanet etmiş olmayacak mıyım? Yakışır mı bu gönüle ihanet.", dedi Nur sağ elinin parmak uçlarıyla göğüs kafesinin ortasına dokunarak.

"Bir gün aileni de kaybettiğinde yapayalnız mı kalacaksın? Bak biz erkekler düz adamlarız yalnız adam olur ıssız adam olur ama kadınlar farklı. Sizler o kutsal olan anaç duygulara sahipsiniz. Anne olmak aile kurmak istemeyecek misin? Ne bileyim, keşke, demeyecek misin?"

"Ben en büyük keşkemi yaşıyorum ki zaten. Keşke ..." utandı Nur. Böyle bir şeyi bir erkeğe itiraf etmek çok zordu. Sesi kısıldı söylerken ama karşısındaki Uraz'dı. Utansa da ona söyledi. "Keşke bir gece de sürse onunla evlenmiş olsaydık. Keşke soyadını taşısaydım. Keşke şu alyanslar sağ elimizden sol elimize geçmiş olsaydı. Yine onsuzlukla sınansaydım ama keşke ..."

Sessiz hıçkırıklarla ağladı Nur. Uraz'sa onu sarıp sarmalamak istedi ama yapamazdı.

"Ağlama, bak seni sarıp sarmalamamak için zor duruyorum. Çocukluğumu birlikte geçirdiğim kardeş bildiğim kadın karşımda ağlıyor ve ben onu teselli de edemiyorum. Acizlik egoma çok ters."

Güldü Nur, bu kez gülücüklerle döküldü hüznü gözlerinden.

"Ben de kardeşimin omzunda ağlamak isterdim ama rabbim razı değil."

"Ya evet,. Tövbe tövbe rabbimin gücüne gitmesin de ben daha çok Mehmet çıkagelip , bana kızacak korkuyorum."

Mehmet muhafazakar bir adamdı ama o etrafta gezinen sözde dincilerden değil özde dindarlardandı. Söz verdimi iki eli kanda olsa tutar, yalan söylemez, vefa bilirdi. Bir kez olsun ağzından küfür, kötü söz duymayacağınız, ahlaklı, erdemli Müslüman gibi Müslümandı. Dağda kıştayız demez gerekirse kar ile abdest alıp abasını serip kıblesine döner rabbine secdeden bir vakit geri durmazdı. Değil dostuna, düşmanına bile adildi Mehmet.

Şehitlik ona değil o şehitliğe çok yakışmıştı.

Nur Müslüman ailesinin seküler kızıydı. Çocuklukları Mehmet ve Uraz'la aynı lojmanda geçmişti. Mehmet'e çok aşıktı. Mehmet'in yaşam tarzına uzak olduğu için kendisine bile duygularını çok geç itiraf etmişti. Çok uğraşmıştı Mehmet kendisini kadın gibi görsün diye. Sırf bu yüzden saçmaladığı, utandığı zamanları çok olmuştu. Değmişti ama...

Mehmet'inin Nur'u olmayı başarabilmişti. Hiç zorlamamıştı Mehmet onu... Uraz'a çok güvense de değil diğer erkeklerden Uraz'dan bile sakınmıştı. Ona rağmen Uraz'la Nur'un kardeş gibi olduğunu bilse bile, birbirlerine sarıldıkları zamanlarda derin soluklar alıp vermiş ama sevdiği kadına tek kelime etmemişti Mehmet. Nur belki de en çok da onda bunu sevmişti.

Mehmet'in inancını sözde değil özde yaşayışını. Onun rabbine samimiyeti öyle aşık olunasıydı ki. Bu samimiyette bir adam kim bilir kadınını nasıl sever diye düşünmüştü hep. Onun ahlakından, yaşayışından öyle feyiz almıştı ki, nişanlarından bir kaç gün sonra karşısına tepeden tırnağa tesettüre girmiş bir kadın olarak çıkmıştı. O haliyle ilk karşılaşmalarında bile Mehmet'in söylediği şey, 'Bunu rabbim istediği için değil de farklı bir sebepten yapıyorsan ben razı değilim bilesin.' olmuştu. O gün Nur emin bir şekilde 'Seni kalbime veren rabbim, benden razı olsun diye yaptım. Mehmed'im.' Demişti. O günden sonra sadece bedeniyle değil, yaşamıyla, yediğiyle , içtiğiyle, sustuğuyla, konuştuğuyla, ahlakıyla, edebiyle özetle layıkıyla tesettüre girmişti, cennetinde 'Rabbi senden razıyım kulum' der mi ki diye umut ederek Nur.

Sevdiğini toprağa verdiği gün bir kere bile isyan etmemişti. Züleyha'ya putlarını yıktırıp Rabbini bulduran Yusuf aşkıydı onunkisi. Rabbine kalben daha da yaklaşmış, onu rabbine ahlakıyla yaklaştıran adamın aşkına yokluğunda bile vefayla sarılmıştı. İyi gününde de kötü gününde de Mehmet'e sarılmıştı. Mehmet'inin varlığı gibi yokluğuna sabretmeyi de sevmekten bir kez bile vazgeçmemişti. Onsuzken de onunla gibi yaşayışını, başkalarının anlamamasına şaşırıyor değildi Nur.

Uraz'ın kendisini teselli ederken söylediklerine gönül de koyuyor değildi. Onun çabasına gülerek karşılık verirken akıllarında aynı anı vardı;

Nur tesettüre girdikten sonra Uraz'la ilk karşılaştıklarında Uraz'ın Nur'la selamlaşmak üzere sarılmak için hareketlenişine, Mehmet'in panikle aralarına girip Uraz'ı kucaklayarak karşılık verişi.

Uraz Mehmet'in adam gibi adamlığını o gün daha da iyi anlamıştı. Birlikte büyüdükleri kardeşini değerleri için bir gün bile rencide etmeden içinde kıvranışını o gün görmüştü. En sevdiği dostu en sevdiği dostuyla evlenecekti. Ondan mutlusu olabilir miydi? Mutluluklarının boynu bükük kalmıştı, muratlarına erememişlerdi. Artık Mehmet hayatta değildi. Nur da daha çok gençti. Evet aşk meşk olaylarını yargılıyordu ama duygusuz bir adam da değildi Uraz. Nur'un aşkına olan vefası, sadakati önünde saygıyla önünü ilikliyordu bir tarafı bir tarafında da katliamlar vardı çünkü çok ağlamıştı Nur Mehmet için. En az annesinin babasını göreve uğurladığı zamanlardakinden çok çok daha fazlası. Daha lojmanın bahçesinde oyun oynadıkları yaşlarda sığdırmıştı Mehmet'in aşkını çocuk kalbine Nur. Mehmet'e söyleyemediği duygularını kendiyle paylaşırken döktüğü göz yaşları, Hz. Adem'in tövbesinin kabulü için döktüğü göz yaşlarıyla yarışır mıydı?, diye sormadan edemiyordu kendine Uraz.

Okyanusu doldururdu göz yaşlarıyla, ah be kadın milleti!

Kavuşmak için, bir o kadar daha gözyaşı dökmüşken, vuslatı ahirete bıraktığı hasreti için hala göz yaşı dökecek olmasınaysa dayanamıyordu işte. İçindeki aşk katliamın sebebiydi kadınların gözünden akıttıkları.

Aşk anlaşılması ne zor denklem, aşk hesap vermesi ne zor bir imtihandı, aşk çok yasak bölgeydi Uraz'a göre vesselam.

 

Loading...
0%