Yeni Üyelik
26.
Bölüm

24. Bölüm

@demirkalem

 

 

Bilgisayarının monitöründen hava durumunu gösteren eklentiye takıldı zifiri karaları Uraz'ın, gökyüzünün ruh halini yalnızca hava tahmin raporunun günlüğünden doğrulayabildiği rutin günlerinden birindeydi. Nur'un gidişinden bu yana tamı tamına bir hafta geçmişti, çocukluğundaki güzel hatıraların baş rolü kıymetli arkadaşının gidişi kalbine ağır gelmişti. Nur onun için hiç sahip olmadığı kız kardeşi gibiydi. Nur ona , babasıyla annesinin kavgalarından kaçıp sığındığı ikinci ailesinin, el ele oyunlar oynayıp sırt sırta mücadele ettiği Mehmet'inin de emanetiydi. Nur'un yokluğu bir yandan, karargâhta gökyüzüne hasret geçen günler diğer yandan kalbini sıkıştırıyor, kasvetle donatıyordular.

Hani şu zor zamanlarında çıplak gözle gökyüzünü görebilseydim, belki bir nebze olsa kendimi iyi hissedebilirdim, diye düşünüyorsa da faydasız yerin kilometrelerce altında inşaa edilmiş bir yerde ruhu, kabzediliyor gibi canhıraş soluklanıyordu günlerdir.

Kahvaltı faslı çoktan sona ermiş, haftalık planların yer aldığı dokümanları son kez gözden geçirip yeni haftanın ilk dersi için oturduğu yerden doğrulmak üzere hareketlenirken laptopunun kapağını sol eliyle kapattı Uraz. Üzerinde her zamanki gibi koyu renk tişörtü altında ise rahat hareket etmesini sağlayacak elastiklikte yine tişörtüyle aynı tonlardaki eşofman altı vardı. Ders öncesi son kontrollerinin yapılması üzere erkenden geldiği salonda gördüğü hareketlilikle olduğu yerde durakaldı Uraz!

"Sen! Sen buraya ne zaman geldin!"

Durakaldığı yerden koca adımlar atarak, yanına vardığı karşısındaki silüetin sahibine erkeklere has selamlamasıyla sarıldı Uraz.

"Hoş geldin Aslanım!"

"Hoş geldim de hoş görecek miyim Uraz!"

"Gelir gelmez işe mi koyulmuşsun Mete, hayırdır seni memnun edemedik mi?"

"Yani benden haftalar önce geldiniz, bende çok şey kaçırmışım diye üzülüyordum. Acemilerin raporlarını gördüm. Başlangıç seviyesinden ilerde olsalar da hala hedeflenenin gerisindeler."

"Öyle, ama temelleri sağlam atıp güçlü bir sıçrama yaptırmak niyetindeydim. O yüzden çok da üstüne durmadım."

"Sen öyle diyorsan öyledir."

"Ne zaman geldin karargaha?"

"Sabah ezanını da dinleyip geldim Uraz, malum burada haftalarca gökyüzüne, çiçeğe böceğe hasret kalacaktık. Dualarımı ettim derken bir de ne göreyim güzeller güzeli bir hekimle birlikte geldik. Nur ayrılmış."

"Öyle oldu."

"Hayırdır ne bu halin, pek bir manidar söyledin."

"Ben mi sen mi? Sabah sabah kurda yaptın mı yeni hekime."

"Tövbe adımız çıkmış dokuza inmez sekize. Ne demek kur yapmak. Öyle sohbet ettik."

"Haha evet, sohbet açmamış ki kura geçememişsin."

"Yani, kısmen. Kadın tam bir yürüyen makine. Bir süre sonra sesi bile bana robotik gelmeye başladı. İyi tarafı işinde çok iyi belli. Canımızı gözü kapalı emanet edebiliriz Uraz!"

Kahkahalar eşliğinde yerdeki matları düzenleyip yenilerini serdiler. Dersin başlamasına on beş dakika kalmıştı. Tüm hazırlıklar tamamlanınca salon kapısını açmak için hızlı adımlar attı Mete. O sırada Uraz da elindeki tabletten takip ettiği notlarına bakarak son kontrolleri yapıyordu.

İkisinin de yüzlerinde hala az evvelki nahoş sohbetlerinden arta kalan serseri gülüşle kaplı ifade asılıydı.

Mete, salon kapısını kimliğini okutarak açıp, araladıktan sonra, ardına kadar açtığı kapı tekrar kapanmasın diye kapı altı aparatını kullandı. Kapıyı sabitler sabitlemez ardına döndüğünde ise derse katılacak acemilerle karşılaştı ama ardı ardına gelenler arasından biri, içindeki eril enerjiyi şoka uğratmadı değildi. Sabahın bu saatinde en doğal haliyle bile güzel olan bir kadın ortalamanın oldukça üzerinde güzel bir kadındır diye geçirdi içinden. Ne zaman güzel bir kadın görse ıslık çalar ,saçını düzeltirdi Mete. Çapkın dudaklarını ıslık çalmasınlar diye güçlükle birbirine baskılarken, neredeyse refleks haline gelen o erkeksi hareketle sağ elini bal köpüğü saçlarına daldırıp geriye atmaktan kendini alamayıp, mavi gözlerinin hapsindeki güzelliğe bakışlarıyla parıltılar saçıyordu.

Uraz ardına döndüğünde kapı eşeğinde duran Mete'nin, gözüne avını kestirmiş, avcı halliyle karşı karşıya kalmıştı. Çapkın hallerine rağmen sınırlarını da bilen Mete'nin bu hallerine yukarı kayan dudaklarının kenarlarındaki çizgileri derinleştirerek bakarken, Mete'nin bu hallerine sebep olan mavilerinin takibindeki güzelliğin salona adımlamasıyla Uraz'ın da bakışları aynı yöne devrildi. Devrilir devrilmez de yüzündeki serseri gülüş yerini sert bir ifadeye bıraktı. Tüm o bir hafta boyunca kalbine dolan kasvet hiç var olmamış gibi yok olurken kalbi bir anda damarlarına kan yerine öfke pompalamaya başladı.

Hiç dönmemesini umduğu Güneş dönmüş kanlı canlı, oldukça da sağlıklı, dimdik bir halde ışıldayarak karşısında duruyordu.

Tüm o yaşananlar ve Nur'un ardından geçirdiği o son bir haftanın biriktirdikleri kendilerini tüm hücrelerine hatırlatırken başını kaldırıp gökyüzüne bakarak sabırda sebat etmeyi şu anda o kadar da çok arzuluyordu ki; Shakespeare'n '...Huzur ancak gökyüzünde vardır. Biz ise yeryüzündeyiz.' satırlarını anımsadı. Çatık kaşlarını yavaş yavaş gevşeterek yüzünü düz bir ifadeye bürürken mırıldanmadan edemedi.

"Yeryüzü bile değil yerin metrelerce altındayız ve sen, cehenneme hoş geldin."

Güneş'in kendi gibi acemi olan ekip arkadaşları birerli ikişerli yanına gelerek sağlığıyla alakalı sohbet ederlerken etrafında kalabalık oluşturdular. Uraz'sa yüzündeki düz ifade ve sağlam adımlarla ilerleyip kalabalığı yararak sağ eliyle Güneş'in sol omzunu sıktı.

"Hoş geldin." dedi, Uraz Güneş'i şaşkına çeviren içinde yüzünde tebessümü de barındırdığı ifadesiyle.

Güneş'in etrafındaki kalabalık, salonda hizalanmak üzere yavaş yavaş dağılırken Alper hareketsiz bir şekilde Güneş'le Uraz'a bakıyordu. Güneş şaşkınlığına rağmen her zamanki düz ifadesiyle başını çevirmeden önce göz ucuyla görme yetisinin elverdiği kadarıyla sol omzundaki ağırlığa baktı, çok kısa süren bu andan sonra elalarını Uraz'ın karalarına sabitledi.

"Bu sıcak karşılama için teşekkür ederim Uraz kıdemlim. Hoş buldum." Dedi. Fehmi müdürü Uraz konusunda onu uyarmıştı. Uraz'ın onayını da kazanması gerektiğini biliyordu da Uraz'ın kendisini böyle karşılamasını beklemiyordu. Tabi ki ona göre şüpheli bir durumdu ve ardından gelecek olan için çoktan komplo teorilerini yazmaya başlamıştı aklı Güneş'in.

"Zorlayıcı bu derse katıldığına göre artık sağlığın yerinde olmalı?"

"Evet, kıdemlim. Eğitimlere katıldığım o ilk günden bile daha sağlıklıyım, endişeniz olmasın." Atik bir cevapla Uraz kıdemlisinin sorusunu karşıladı Güneş. Yüzündeki düz ifadeye rağmen ela gözleri parıltısıyla heyecanını ela veriyordu.

"Pekala" dedi Uraz, Güneş'in omzundaki elini çekip tüm acemilere hitaben.

"Halka oluşturacak şekilde herkes sıralansın."

Ortada genişçe bir boşluk bırakarak boşluğun etrafında halkayı andıran bir şekilde sıralandı acemiler.

"Yarım kol mesafe ile sıralan, sıralan!Rahat! Şimdi herkes durduğu yere oturabilir." Dedi Uraz ve Mete'nin yanına giderken az evvel Güneş'in söylediği şeye yine sıktığı çenesinden fısıltıyla tıslayarak karşılık verdi kendi duyacağı şekilde.

"Endişelenmesi gereken kimmiş göreceksin."

Mete'nin yanına vardığında Mete, Uraz'la Güneş arasında geçen diyaloğun sebebini merak etsede yerini ve zamanını uygun görmediğinden Uraz'a bir şey sormayıp sadece baş selamıyla derse başlamak üzere onay almakla yetindi. Uraz'la Mete aynı rütbede olmalarına rağmen Mete'nin Uraz sanki üstüymüş gibi saygısı tamdı. Kendi daha çok istihbarat Uraz ise asker kimliğiyle, sahadaydılar.

Mete acemilerin halka şeklinde oturup boş bıraktıkları alana girip , her bir aceminin kendisini görmesi için yürüyerek kendini tanıttı.

"Mete Salur! Dersimiz yakın dövüş ve savunma teknikleri...."

Mete anlatırken, Uraz pür dikkat salondakileri takip ediyordu. Teorik anlatımların yerini uygulamaya alınca.Mete ile birlikte bir kaç dövüş ve savunma tekniğini uygulamalı olarak sınıftakilere gösterdiler.

Kimi zaman Uraz'ın sırtı matla buluşuyordu kimi zamanda Mete'nin. Acemiler farkında olmasalar da zaman zaman kendi anlayacakları beden diliyle birbirlerini zorluyor ve dudaklarındaki serseri gülüşlerle birbirlerine kısmen meydan okuyorlardı. Kendine uzanan yumruğu koluyla ekarte edip aynı zamanda karşılık veriyor, savunma yaparken de saldırmanın atik yollarını acemilere sergiliyorlardı. Tabi bu kıdemlileri için başlangıç seviyesi iken , acemiler için görsel bir şov niteliğindeydi. İki atletik kaslı beden özellikle acemilerin arasındaki kadınlar için iç gıdıklayıcı bir güzellikteydi. Haftalardır kapalı kaldıkları karargâhta, rutin uyku saatleri ve eğitimlerle bitkin düşseler de kim içlerindeki cinsel dürtüleri yok sayabilirdi ki. Onlar da büyük bir iştahla kendilerine sunulan şovu izleyerek haz duyuyorlar , bazen kendi aralarında fısıltıyla konuşup gülüşüyorlardı. Erkeklerin ve Güneş'in diğerlerine nazaran pür dikkat konsantre oldukları şeyse savunma ve saldırı teknikleriyle sınırlıydı.

Şov acemiler için sona erdiğinde Mete, eşleştikleri arkadaşlarıyla pratiğe başlamaları için acemilere seslendi. O sırada eşleşmede yalnız kalan Güneş olmuştu. Kura çekilerken Güneş'in çektiği rakamın çifti Uraz'daydı. Eşit sayıda askeri okullu acemi ve sivil acemi olmaması sebebiyle tek kalan acemi için eğitimlerde dönüşümlü olarak kıdemlilerin eşlik edeceği ön görülmüştü. Mete Güneş'in yanına ilerlerken Uraz iri adımlarla yanına yetişip kendileri duyacağı şekilde Mete'ye seslendi.

"Güneş'e ben eşlik ederim, sen devam edebilirsin."

Sadece bir an duraksar gibi oldu Mete ama üstünde durmadı zira bu dersin eğitmeni kendiydi ve her bir çiftin mücadelesini Güneş'e eşlik ederken, takip ve müdahale etmesi mümkün değildi. Uraz'ı başıyla onaylayıp yerinde durdu ve çiftlere savunma teknikleri uygulamaları için yön verdi.

Şimdi başlıyoruz, diye geçirdi içinden Uraz. Koca adımlar atarak Güneş'in yanına vardı. Mete askeri okulluların saldırmalarını diğer acemilerinde kendilerini savunmalarını emretti. Emir salon duvarlarında yankı bulurken Güneş şaşkınca iri cüssesiyle üzerine biçer döver gibi gelen Uraz kıdemlisine bakıyordu. Tam savunma pozisyonu alacakken kaldırdığı sol kolu yanına varan Uraz kıdemlisince havada yakalandı ve o daha ne olduğunu anlamadan çekilen sol koluyla önce ezilen göğsünü sonra matla sertçe buluşan sırtını hissetti. Soluklanırken beyaz tavanla arasına Uraz kıdemlisinin yüzü girmişti. Zira Uraz eserini henüz tamamlamış bir sanatçı gibi Güneş'i inceliyordu.

Uraz, dudağının kenarı kıvrılmasın diye düz tutmaya çalıştığı ifadeyle sağ elini yerden kalkması gerektiğini hatırlatmak üzere Güneş'e uzattı. Güneş kendini kaldırmak için uzatıldığını düşündüğü eli tutmak için hareketlendiğinde Uraz uzattığı elinin dört parmağını aynı anda 'gel' işareti yapar gibi sallayıp çekti. Yerinde doğrulup Güneş'in aptallaşan ifadesini keyifle seyretti.

Aynı anlarda Güneş, sınıfa geldiği anlardaki sıcak selamlamanın ardından gelecek olanların fragmanını izlediğini düşünüyordu. Pastırma değil cehennem sıcaklarıyla karşılandığına kendini ikna da zorluk çekmiyordu.

Bir kez daha , bir kez daha derken çok kezler sırtının matla buluşmasını hissetti Güneş. Tek bir savunması başarılı olmamıştı. Sıra askeri okul mezunu acemilerin savunmalarına geçtiğinde artık saldırı sırası diğerlerindeydi.

Güneş, bedeninde ezilen uzuvlarının sızısını yok sayıp zihnini yokladı, karşısındaki devi geçip flamayı sallandırabilirmiş gibi hareketlendi, önce sağ koluyla hamle yaptığında Uraz basit bir hareketle kılına bile değdirmeden kendisine uzanan uzuv sahibini savurdu. Güneş savrulan bedeninin dengesini sağlayıp gerisin geriye hareketlenirken, Uraz ayakları omuzuna paralel açıklıkta ellerini beline dayamış bir şekilde ayakta, alabildiğince ti ye alır bir halde Güneş'in yeni hamlesini bekliyordu. Üzerine çekimser bir hal ile ilerleyen genç kadına bakarken zorlandığı tek şey kahkaha atmamak için kendini tutuyor oluşuydu. Güneş, zorlu olsa da imkansız olmadığını umut ederek bir şekilde Uraz'ı yere düşürebilecek hamlesine odaklanmıştı. Sağ ayağını Uraz'ın sol dizinin sırtına baskılayıp yine sol omzuna baskı uygularsa düşüremese de yıkılmasını sağlayabilirdi önündeki devin. Azimle aklındakileri uygulamaya geçirmek için adımlarını hızlandırdı Güneş ama Uraz'ın kılını kıpırdatmadan duruyor oluşunun karşısında bir anlık duraksadı ve aklındakileri uygulamak bir yana dursun ani bir şekilde durmasının verdiği denge kaybını sağlamlaştırmak için sağ kolunu kaldırmasıyla karnına aldığı varla yok arası bir darbeyle kendini yerde bulması bir oldu. O sırada nefesinin kesildiğini hissetti. Bir anda Mete ve Uraz'ı kıvrandığı yerde kendisini izlerlerken buldu.

"Ayağını uzat!", diye bağıran Mete'ye bakarken midesinde hissettiği şeyle öğürdü Güneş.

Mete doğrulup Uraz'a sert bir bakış attı, ilk derste diyaframa hamle yapmasını onaylamıyordu. Dersin geri kalanında Güneş kendini toparlamakla meşgulken diğer acemiler antrenmanlarına devam ediyorlardı. Uraz'sa çoktan Güneş'i olduğu yerde bırakıp gitmişti. Güneş tavanı seyrederken kendine uzanan ele baktı önce, sonrada kendisine uzanın elin sahibine. Mavi parlak gözleri bal köpüğü saçlarıyla kendisini bekleyen Mete'nin elini tutup kendisinden destek alarak yattığı yerden doğruldu. Herkes biten dersin ardından salonu birerli ikişerli terk ederlerken Mete Güneş'i alıkoymuş kendisine gönüllü olarak özel ders veriyordu. Alper bu manzarayla Güneş'i beklemekten vazgeçip Betül'e yetişip duş odalarına gitmek üzere yola koyulmuştu.

Arda arda bir kaç teorik ve uygulamalı dersten sonra gün sona ermiş akşam yemeği için yemekhane masasında toplaşmış oturuyorlardı.

"Uraz kıdemlinin içinden geçecekmiş gibi koşup neden hamle yapmadan duraksadın?", diye sordu Edip Güneş'e.

"Kendini savunmayışından şüpheye düştüm bir anlık şaşkınlıktı.", diye karşılık verdi Edip'e. O esnada Alper'in gözü Edip'le Güneş üzerinde kulakları ise Betül'deydi. Betül yakın dövüşle alakalı derste yaşadıklarını heyecanla anlatıp masadakilerle gülüşürken, aslında tüm çabası Alper'in dikkatini biraz daha fazla çekebilmekti.

"Resmen selamın okunduğunu duydum son hamlede. Sıcağıyla hissetmedik ama tüm bedenim sızlıyor şu an. Bir an önce yemek faslı bitse de yatağıma uzansam."

"Aynen.", demekle yetindi Alper. Kıdemlilerinin onayıyla şükür duası da yapılıp, ant içildikten sonra herkes günün yorgunluğunu atmak üzere odalarına çekilmek için hareketlendi.

Koridorda aheste aheste ilerleyen Edip, Güneş'i yanından geçerken kolundan tutup duraksattı. Sadece kendilerinin duyacağı tonda konuşmaya başladı Edip.

"Artık konuşma zamanı gelmedi mi sence de? daha ne kadar yok sayacaksın, seni fitness salonunda bekliyorum."

Güneş derin bir soluklanıştan sonra sol omzu üzerinden ardına baktı ve daha cevap vermesini beklemeden fitness salonunun olduğu yöne doğru ilerleyen Edip'i ardından kısa süre izledi. Alper ve Betül çoktan ilerlemişlerde, devamında dikkat çekeceğini düşünen biri var mı diye koridorda devam eden acemi ve kıdemlileri göz ucuyla takip ettikten sonra, hayalet adımlarla yönünü değiştirip kimseye fark ettirmeden Fitness salonuna varan koridora yöneldi. Güneş, revire götürdüğü için Edip'e teşekkür ettiğinde kulağına Edip'in fısıldadıklarıyla, yüzleşmesi gerekenlerin daha fazla ertelenmeyeceğinin farkındaydı.

Fitness salonuna temkinli adımlarla girdiğinde yürüyüş parkuru aletler olmak üzere alanda iyice gözlerini gezdirdi Güneş ama Edip'i görememişti.

"Neden Güneş diyorlar sana?"

İşittiği sesin kaynağına doğru yön alıp ilerledi, yasak alan olduğunu bilmesine rağmen havuzların olduğu bölüme geçti Güneş ve işte tam da oradaydı Edip.

Ela gözleri, sarı saçları loş alanın etkisiyle koyuya çalmıştı. Fitness salonunun aydınlatmasından yansıyan ışık bedeninin bir kısmını aydınlatırken bir kısmı havuz alanındaki cam olmayan briket duvarlar sebebiyle aydınlatmaya set olmuş gölgeliyordu. Havuz metrelerce uzağında Edip de kendisi ile havuz arasında elleri ceplerinde bekliyordu. Edip'e doğru ağır adımlarla ilerlerken gözlerinin önünden geçti Edip'in suflör gibi tekrarlayıp replik verdiği geçmişindeki o puslu anılar.

***

"Neden Güneş diyorlar sana?"

"..." (Susuyordu küçük kız, karşısındakine ürkek gözlerle bakarak başını sağa sola sallayarak meramını anlattı. Sorduğu sorunun cevabı onda yoktu.)

"Neden cevap vermiyorsun ?

"..." (Başını eğdi. Kimsesizlik yetim hane duvarları dışında kusurken yetim hane duvarları içinde de diğer çocuklardan farklı olmak kusurdu. Bir aile tarafından sahiplenilmiş sonra tekrar yetimhaneye terkedilmişti. Yetimhanedeki diğer çocuklar gibi konuşamamak onun için kusurdu, yetimhanenin en çok ilgi gören çocuğu olmak onun için kusurdu, bir aile tarafından evlat edinilip sonra tekrar yetimhaneye dönmek zorunda kalmak onun için kusurdu. Herkesin dışlayıp alay ettiği hayatta sessizliğe gömülüp çekildiği yalnızlığına son verecek gibi kendisine el uzatan birine güvenmek onun için kusurdu.)

"Konuşamıyor musun? Bebek de değilsin ki neden konuşamıyorsun?"

"..." (İnandı çocuk kalbi, kendi gibi olduğunu sandığı çocuk kalbe başını kaldırdı ve kendisi gibi renk olan gözlere baktı.)

"Saçların sarı ya senin , teninse apaydınlık. Güneş'e benziyorsun" , dedi küçük parmaklarını tıpkı kendi gibi küçük olan kız çocuğunun saçlarına geçirdi, sarı saçlarının tellerini okşadı. Bu güzel kız çocuğu neden konuşamıyordu ki. Ama sorduğu soruları yanıtlar gibi bakıyordu gözleri. Bebeksi yüzü öyle dümdüzdü ki ifadesinden de bir şeyler okuyamıyordu erkek çocuğu. Saçlarını okşarken kendi gibi ela olan gözlere takıldı gözleri. İşte buldum dedi içinden. Bu kız gözleriyle konuşuyordu. Gözleri ona parıl parıl bakıyorken alıyordu cevapları.

"Saçların yumuşacıklar, gözlerinde parıl parıl tıpkı Güneş gibisin."

***

Anılardan kör olan algıları, saçları arasına karışan Edip'in ellerini hissetmesiyle kendine gelmiştiler. Edip tıpkı çocukluklarındaki gibi Güneş'in sarı saçlarının tellerini okşuyordu.

"Saçların yumuşacıklar, gözlerinde parıl parıl tıpkı Güneş gibisin."

"Ne istiyorsun?"

"Ben daha ilk gördüğüm anda seni tanımışken, sen beni yok saydın. Senin de beni görmeni istiyorum artık." Dedi hala elleri Güneş'in saçlarını okşuyordu. Güneş bu duruma son vermek için bir kaç adım gerileyip aralarına mesafe koyduğunda Edip'in bakışlarına gölge düştü.

"Affet beni Güneş." O, her zaman kendinden emin, ukala tavırlarıyla tanınan adam değilmiş gibi , mahzundu Edip.

Vicdanlarının rahat bırakmadığı huzursuz bedenlerin, günahlarının önünde çöküp, önlerinde açtıkları beyaz mendille, yüzsüzce değil zalimliklerini perdeledikleri mahzun bir yüzle, zalimliğin en zorbası olan samimiyetsizlikle dilendikleri; AH O MERHAMET!

Ne kolaydı af dilenmek!

"Sen sadece Edip'sin, yani benim için herkes gibisin."

"Artık senin Aliş'in değil miyim yani?"

"Sen Aynaya baktığında Ali'yi görüyor musun?" Çenesini öyle bir kasmıştı ki Edip, dişlerinin gıcırtısını Güneş dahi duymuştu.

"Ben, ben hala ..."

"Sen Edip'sin. Eğer Ali olsaydın, seni gördüğüm ilk an tanırdım."

"Büyüdük, değiştik. Bu yüzden tanıyamadın belki de" , dedi kabullenemeyerek Edip.

Büyümekle değişmezdi ki insan, yok saydıklarıyla değişirdi.

"Öyle ise , sen beni nasıl tanıdın?" , fısıldadı Güneş.

"Çünkü ben seni hiç unutmadım."

"Düşeni elinden tutan, kanayan yaraya üflediği nefesiyle merhem olan, verdiği sözü tutan bir Ali vardı. Ben değil, Ali'yi sen unutmuşsun."

"Seni bırakıp gittim diye kızıyorsun bana. Hayat bize çocuk olma şansı vermese bile çocuktum ben Güneş. Bir aile tarafından sevilmenin ne demek olduğunu öğrenmek istedim. Yetimhaneye terk edilen her çocuk gibi bende bir aileye sahip olmak istedim. Bende sevilmek istedim! Sende bir aile tarafından evlatlık edinilebilirdin, eğer birbirimizin yerinde olsaydık, ben sana bu şekilde davranmazdım." Duyulmasın diye tek tonda tutmaya zorladığı sesi elverdiğince haykırdı Edip. İşittiklerine rağmen yüzünden tek bir duygu kırıntısı geçmeyen genç kadına baktı. Gözlerinden merhamet esamesi okunmuyordu Güneş'in.

"Sana herkes gibisin dedim, ne kırgın ne de kızgınım. Ben sana hiç bir şeyim. Yanlış kişiden af diliyorsun. Yüzleşmen gereken kişi ben değilim; Ali."

Edip'in gözleri dolu dolu olmuştu. O, yetimhane de neler yaşandığını en iyi bilendi. Hayatına orada devam etseydi yaşanacakları da. Kendisini evlat edinen ailesinin himayesinde rehavetle hayatına devam ederken geçmişini, verdiği sözleri, yetimhanedeki kader arkadaşlarını ardında bırakmak ve yok saymak gibi bir günah işlemişti. Günahlarıyla yüzleşmek zorunda olan kalbi yüzsüzce affedilmeyi bekliyordu.

"Haklısın. Yine de affettim seni diyemez misin? O zaman bende affederim kendimi. Aliş olurum. Hem belki seninle tekrar o eski günlerdeki Aliş'le Güneş oluruz, olamaz mıyız?" Diye sordu umutla bal rengi gözlerin sahibine.

"Affedilmek için birine ihtiyacın olduğunu düşünmüyorum. Hatta hiç bir şey için birine ihtiyacın olduğunu sanmıyorum aksi olsaydı; Arar , sorar bulurdun? Ben burada tesadüfen karşılaştığın biriyim sadece. "

Güneş, söyleyecek bir şeyi olmadığı için, Edip'in aksine gitme vaktinin geldiğini biliyordu. Tıpkı bir zamanlar kendisine yapıldığı gibi o da sırtını dönüp ardına bakmadan gidecekti, tabi Edip buna izin verseydi. Kolundan tutulup daha neye uğradığını anlamadan, havuzun dibinde buldu kendini Güneş. Suyun içine hapsolurken alaca karanlık havuzun içinde kabre terk edilmiş bir ölü gibi, hala hayatta olduğunu haykıran ruhunun çırpınışlarıyla NEFES dilendi. Çırpınışlarının arasında belini kavrayan ellerle havuzun yüzeyine çıktığında muhtaç olduğu nefesi büyük bir iştahla ciğerlerine doldurdu. Edip'in harelerinde kendi yansımasını gördüğünde öfkesine rağmen, karşısındaki kişinin umduğu gibi davranmamayı seçti. Kızmasını, haykırmasını bekleyen adamın ellerini boş bırakmakla en ağır karşılığı verdi Güneş. Hiç bir şey söylemeden havuzun merdivenlerine doğru kulaç attı. Edip Güneş'in ardında kalan olmamakta ısrarcıydı. Tekrar uzandı Güneş'e doğru, bu kez de ayak bileğinden yakalayıp hırsla geriye doğru çekti genç kadını ve ani bir hareketle Güneş'in bedenini önce kendine yaklaştırıp sonrada omuzlarına baskı uygulayarak havuza batırdı. Geçen saniyelere aldırmadan suyun içinde tutmaya devam etti Güneş'i. Sonra da ellerini çekerek Güneş'in suyun yüzeyine çıkmasını bekledi. Nefes nefese çıkmıştı suyun yüzeyine Güneş. Kendisini boğmak isteyen adama yine tepki vermeyip tekrar merdivenlere doğru kulaç atmaya devam etti. Bu gayreti de Edip tarafından engellendi ve bir kez daha suyun içine sokuldu. Bu kez ciğerlerinde onu idare edecek kadar nefese sahipti Güneş. Edip'e beklediği tepkiyi göstermeyecek kadar da sabıra...

Edip Güneş'e uyguladığı baskıya son verdiğinde bir kez daha nefes nefese suyun yüzeyine çıkabildi Güneş. Fakat bu kez merdivenlere doğru yönelmek yerine ardındaki adama doğru dönüp geçmiş ve gelecek arasındaki o kapı eşeğine baktı, baktı baktı ta ki Edip'in içinde kalan o cümleyi işitene dek...

"Sana yardım edebilirim... sıralamalarda epey geridesin. Önümüzdeki hafta eğitimlerde level aklayacağız ve sen koskoca bir hafta kaybettin... İzin ver sana yardım edeyim..."

"Benim kimsenin yardımına ihtiyacım yok!" Dedi Genç kadın net ve kendinden emin bir tutumla .

"... ama benim var , Aliş'i bulmak için, benim senin yardımına ihtiyacım var!" Dedi Edip her bir heceyi bastıra bastıra sesinin en kararlı yonuyla.

"BENİM SENİN YARDIMINA İHTİYACIM VAR GÜNEŞ!"

 

 

 

 

Bölüm sonu...

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%