Yeni Üyelik
27.
Bölüm

25. Bölüm

@demirkalem

 

Günümüz...

 

Kaza sonrası kaskonun karşıladığı paranın üzerine birikimlerinden de ekleyerek, öncesinden daha yeni bir model araba alarak Sevgi'ye bir nebze olsun kazayı unutturmayı ummuştu genç adam ama tüm o kaza sonrası süreç de dahil Sevgi'nin asıl keyfini kaçıran şey Uraz'ın beklenenden daha erken yeni bir görev için hazırlanıyor oluşuydu.

Evlerinin otoparkına arabasını park edip her daim yanında taşıdığı halhalı cebinden çıkardı ve belki de tüm o koşuşturmacaları, tüm o negatif düşüncelerin verdiği yorgunluğu, biraz olsun dindirebilmek için her zamanki alışkanlığı üzere elindeki halhala uzun uzun baktı Uraz. Ah dile gelseydi elindeki halhal, keşke dile gelseydi o halhalın sahibi... Güneş'e eziyet ettiği, varlığından şikayetçi olduğu o yıllara dönebilseydi keşke...

Aklı, görevi kabul etmek ile etmemek arasındaki ince çizgi üzerinde git gel yaparken düşen omuzlarıyla hala vermesi gereken karardan emin olamıyordu vakur duruşlu adam. Fehmi müdürü kaza sonrası prosedürlerle ilgilenmesi için bir kaç gün daha kendisine müsaade etmişti etmesine ama itiraf etmesi gerekirse her zamanki gibi göreve koşmuyorsa sebebi, son yaşanan olaylarla Sevgi'nin aslında görünenin aksine ne kadar ürkek, ne kadar evhamlı olduğuna da şahit olmasıydı.

Dört yılda belki de hiç tanıyamamıştı karısını, hoş nasıl tanıyacaktı hangi özel günlerinde yanındaydı ki ailesinin. Bu haliyle, o her fırsatta eleştirdiği babasından ne farkı vardı? Yalnız geçirdiği çocukluğunu şimdi kızlarına yaşatıyordu, acı olansa bu kadar tanıdık olan hayatı nasılda görmemek için direnmişti bu ana dek. Daha bir kaç gün evveli babası da aynı şeyleri söylemişti ona oysaki. O hep her şeyin önünde tuttuğu mesleğini bile layıkıyla yapamıyor olmalıydı ki o çok iyi yaptığı analizlere rağmen kendi hayatındakileri tahlil edememişti.

Güneş'i kaybettiği o patlamanın yarattığı sis perdesi gözlerinin önünden henüz dağılıyor olmalıydı. Elindeki metal parçasını silah tutmaktan nasır tutan derisine rağmen daha da hissedebilmek için parmaklarıyla ezercesine okşuyordu. Gözlerinde dağılan sis perdesi kabulüydü ama ya o müptelası olduğu bir çift ela göz, adını aldığı Güneşin ışığını düşürdükçe kahveden sarıya çalan tel tel saçlarının o küllü tonunu da bir gün unutursa ne yapacaktı.

Boğazı kurudu genç adamın, yutkunamadı. Ağır adımlarla garajdan çıkıp havuzun yanına vardığında, bacaklarının yanında duran şezlonglardan birine gelişi güzel yıkılmaktan hallice oturuverdi. Oysaki, iri cüssesi, her daim dik duruşuyla düşmanın her bir çeşidiyle karşı karşıya gelip, tehlikenin en koyu tonlarıyla cenk ederken bile bir kez dahi dik duruşundan taviz vermeyen Uraz'ı, sadece kalbindeki o tarifsiz acı, yıkmış ve defalarca kez daha yıkacak haddi kendinde görmüştü. Gözlerini sımsıkı yumdu. Yavuz'a kaybının, acısının büyüklüğünü haykırdığı o ana gitti.

 ***

 

- Uraz, senin derdin ne! Artık dur oğlum ya! Ateşin önüne atlamadan önce dur da bir düşün! Ardında sana hasret kalacakları düşün!

Yavuz'un Uraz'a sahadayken belki de ilk baş kaldırışıydı. Daha önce birbirlerine defalarca kez yoldaşlık etmiş, o mayın tarlası sığ arazilerde hayatta kalmak için sırt sırta cenk etmişlerdi. İlk kez sırtını Uraz'a dönmekten korkuyordu Yavuz , keşke bu korkusu kendisini güvende hissetmeyişinden olsaydı. Onun korkusu, Uraz'a sırtını ilk döndüğü anda Uraz'ın kendini kaybedebilme ihtimaliydi.

- Haklısın Kaybolduğunda, bulunmak için durmak gerekirdi. Öyle değil mi? Hem ben boşa koşuyorum, kaderde yazılı veda saati gelmeyince Azraili ne kadar kovalasak da tanışmak hasıl olmuyormuş. O vakit durayım da artık bitsin bu koşuşturmaca! Hem belki kaybolduğum bu vadide Azrail de beni arıyordur!

Güneş'i kaybettikleri o çatışmadan sonra durmaksızın çıktıkları sayısız görevden biriydi bu da ama bu kez sınırın çok ötesinde düşmanın yetkin olduğu, ölüm vadisi diye adlandırılan o yerdelerdi. Aylar vardı, Ari denen şeref yoksununu bile unutturan acıyla dağ bayır demeden koşturuyor, soğuk cehennemden sıcak cehenneme , cehennemin her bir odasında dolaşıyordu. soğumuyordu yüreğindeki ateş, dinmiyordu kalbindeki o acı... Düşmana göğsünü açmış yüzü gökyüzüne dönük sanki göz göze gelmeyi umut eder gibi Azrail'ini arıyor , eceline susamış bir halde Azrail'ine meydan okuyordu.

Dava arkadaşları da onun acısına onun kadar olmasalar da ortaktılar, onlarda Güneş'i kaybetmiştiler üstüne birde yaşarken mezara koydukları Uraz'a ağıt yakıyordular sessizce ve acizce... O acizlikten, o sessizlikten yüksündü Yavuz, sabrının sınırını geçerek cengaver tavrıyla düşmanına değil bu kez dostuna kükredi.

-YETER! Yapma Uraz! Bu yaptığın ölüme meydan okumak değil, bu yaptığın vatan yolunda şehitlik değil, bu yaptığın düpedüz İNTİHAR! Sadece sen mi kayıp verdin. Bizde kaybettik ulan. Bir uzuvlumuzu kaybettik, kanımızdan kan aktı, Güneş hepimizin kıymetlisiydi. Kendine gel artık!

Gri gökyüzünden Yavuz'un elalarına indirdi bakışlarını. Bir kaç adımda Yavuz'un dibindeydi Uraz.

-Kendimdeyim ben! O kadar kendimdeyim ki bedenimi yakan ateşi, her bir zerremde hissediyorum o kadar kendimdeyim ki onun artık nefes alamadığı bu hayatta, ben ciğerlerim patlayasıya nefes alabiliyorum, o kadar kendimdeyim ki on..onn.. onun o küçücük bedenine mabet olmaktan aciz bu topraklar üzerinde sapasağlam yürüyebiliyorum. Peki Neden? Neden YAVUZ NEDENNN! LAN , bir mezarı bile yok kızın. Bir mezarı bile yok ! Anlıyor musun? Ben bu kadar kendimdeyken o yok! Oysa bir mezarı olsaydı, giderdim başına 'kalbim' derdim, 'kalbim ben geldim beni affet.', derdim. Halimi , derdimi soranlara, 'Benim kalbim burada gömülü.' Derdim. Bilirdim işte, 'Benim mekanım burada, gidip dolaşıp döneceğim evim bura!' Derdim. Üzerine örtülü toprağı severdim. Hem hissederdi belki! Ona kimsesizliğini unuttururdum! İnsan nasıl yaşarsa öyle ölürmüş derlerdi. Kimsesiz yaşadı lan o kız! Toprak bile kimse olamadı ona! Yok lan bir mezarı bile yok! Söylesene ! O bu kadar kayıpken ben neden bu kadar kendimdeyim!"

Sustu Yavuz, Uraz Güneş için kalbim dediğinde, hep duymak istediği o itirafı duymak boğazını düğümlemişti. Bundan sonra Uraz için sadece dua edebilirdi; 'Mümkünsüz görüneni mümkün kılan Kadir olan Allah'ım! Ya ona kalbini geri ver ya da kalbine onu ver!'. Duasına Melekler amin demişti, kim bilir...

 

***

 

Acının en büyüğünü yaşarken ,görevden göreve koşusunu hatırladı, o koşuşturmacada hayatına Sevgi'nin girişini Güneş'in tekrar doğuşunu hatırladı.

Bu kez görevi reddetsem ne olur ki diye düşündü önce; Yapamazdı ki. Arkadaşları o zorlu görevdeyken kendisi yuvasında güvende hissedemez, nefes alamazdı.

"Baba! Biliyordum ben! Biliyordum işte.."

Afalladı Uraz, yanı başındaki kızını fark ettiğinde, ne zaman yanına gelmişti Güneş? Ne zamandan beri kendisiyle konuşuyordu. Neler söylemişti bir çoğunu kaçırmıştı, anlattıklarının.

"Prensesim! Neler de biliyormuş öyle?" derken dalgınlığında işitemediği detayları yakalamayı umuyordu, Güneş'in çocuk kalbini incitmeden.

O anda Güneş'in söyledikleriyle gayri ihtiyarı parmakları arasında eziyet ettiği halhalı da fark etti, daha doğrusu halhalı Güneş'in parmaklarının parmaklarına temas etmesiyle fark etti.

"Anneme söylemiştim. Babamın bu, babama verelim demiştim. Biliyor musun ben buldum bunu."

"Güneş emin misin kızım? Başka bir şeye benzetmiş olmayasın."

"Hayır babacım, bizi almaya geldiğinde ben uyuyakalmıştım ya hani , üzerime ceketini örtmüştün. Ceketini üzerimden çektiğimde yanımda buldum bu kolyeyi, daha öncede görmüştüm ki hem elinde. Dedim anneme bu babamın dedim."

Duraksadı Uraz ne diyeceğini ne tepki vereceğini bilemedi.

"Teşekkür ederim, kaybetmediğin ve onu koruduğun için."

"Annem mi verdi?"

Güneş'in sorusu, halhalı kaybettiğini fark ettiği gün Sevgiyle aralarında geçen konuşmada Sevgi'nin verdiği cevapların altını çizip hatırladığı kadarıyla o anki vücut dilini tekrar tahlil etmesine sebep olmuştu.

 

***

 

 

"Anahtarlığımdaki aksesuarı düşürmüşüm. Hani şu üzerinde yıldız, ay falan hatırlarsın."

"Yaa , görmedim ama evde bir yere düşmüştür bulunur merak etme."

"Belki Güneş görmüştür, bir de ona sorayım."

"Uraz ! Güneş odasında , uyuyordu rahatsız etmesen şimdi."

"Yeni uyanmıştı, hasta mı neden uyudu ki tekrar?"

"Yok dün yoruldu sanırım, öyle elinde tablet uyuyuverince bende yatağına yatırdım."

"Peki o zaman uyandığında sen sorar mısın? Benim çıkmam lazım."

"Olur, tabi ki sorarım. Belli ki senin için çok kıymetli."

"Yani sen bilirsin beni, öyle anısı olan şeylere değer veriyorum. Hala kaset doldurup walkmande dinleyen köhne bir adamım ben, öyle demiyorlar mı gıyabımda."

"Gıyabında söylenenlerle ilgilenmiyorum, dediğin gibi ben bir seni, bir senin dudaklarından çıkanları bilirim, anne babanın birlikte aldıkları ilk doğum günü hediyendi o walkman, öyle söylemiştin ama bu anahtarlığın anısını hiç anlatmamıştın."

"O da ilk ve son öğretmenlik yıllımdan bir hatıra. Gerçekten mesleğiniz kutsal Sevgi, bende o anıları unutmamak için saklıyordum. Bu anahtarlık da haylaz ama çalışkan bir öğrencime aitti. Anlatmıştım ya Fehmi Müdürüm ceza olarak milli güvenlik dersi için beni okula sürmüştü diye. Ders mi verdim ders mi aldım öyle bir deneyimdi. İşte o zamanların anısı var bende."

"Anladım. Öğretmen Uraz'ı hatırlatıyor sana yani."

 

***

Şimdi Güneş'in anlattıklarıyla Sevgi'nin tavırları çelişiyordu. Sevgi, elindeki demir parçasını yok saymakla kalmamış, o gün Güneş'le konuşmasına da mani olup elindeki tek yadigarı ondan almak istemişti. Neden yapmıştı ki bunu? Elinde tuttuğu metal parçasının anlamını kendinden başka kimse bilmiyordu ki..

Şaşkınlıkla dakikalar önce yığıldığı şezlongdan tek hamlede doğruldu. Ayaklandığında kızı hala elini tutuyordu. Elindeki halhalı cebine sokuştururken Güneş'in cevap bekleyen gözlerine baktı Uraz, kızının sorduğu soruya ne cevap verecekti ?

"Hayır, o da kaybetmiş, bu kez de ben buldum. Bir daha asla kaybetmeyeceğim."

"Ben de babacım, bende! Bulurum ki sen tekrar kaybedersen."

Uraz, bakışlarının Güneş'ten çekip evin bahçe kapısına doğru çevirdiğinde garajdan havuzlu bahçeye geçerken fark etmediği bir detayı fark etti. Havuz kenarındaki masa bir davet için hazırlanmış, Sevgi'nin özel günlerde çıkardığı porselen servis takımı ve kadehlerle en şık haliyle süslenmiş duruyordu. Adım adım evin bahçe kapısından içeri süzüldüğünde mutfaktan burnuna vuran lezzetlerin kokusunu soludu. Sevgi Uraz'ı fark eder etmez kocasına doğru her zamanki sevecen haliyle koşar adımlarla ilerledi.

"Uraz, hoş geldin?"

"Ne bu hazırlık, neler oluyor Sevgi."

Sevgi'nin Uraz'a cevap vermek için hareketlenişi çalan kapı ziliyle yarıda kesilmişti.

"Kendi gözlerinle görsen daha iyi olacak!", deyip koşar adımlarla mutfaktan ayrıldı Sevgi. Sadece bir kaç dakika içinde Sevgi'nin çıktığı mutfak kapısından içeri giren adamı görünce gözbebekleri büyüdü Uraz'ın.

"Eray!"

"Uraz!"

İki yılların eskitemediği dostlukların sahibi adam erkeklere has o selamlaşmayla birbirlerine sımsıkı sarıldılar.

"Aslanım benim!"

"Ulan ne zaman geldin Ankara'ya." Birbirlerinden ayrılırlarken mutfaktaki biri diğerinden biraz daha kısa ve tombul olan iki küçük adamı daha fark etmişti Uraz. Şaşkınlığıyla bakışlarını tekrar dostuna çevirdiğinde cevabı veren Eray oldu.

"Yeni geldik, oğullarım!"

İki yakışıklı aslan parçasını kucaklarken hatırladı. Ara ara konuştuklarında aslında baba olduğundan bahsetmişti Eray. Esinle birlikte gerçek bir aile oluşunu her fırsatta anlatırdı Eray. İşleri gereği uzunca bir süre Eray ve ailesi Londra'da yaşadıklarından görüşememişlerdi. Onca yılın ardından hasret gidermek onun için gerçekten hiç beklemediği bir sürpriz olmuştu.

" Eeee, hanginiz Osman?" , diye sordu Uraz. Eray'ın bir zamanlar zoraki olan şimdilerde ise tutkulu olan evliliğinin mimarı olan babası, aile geleneğiyle torunlarından birine illaki adını verecekti.

"Sence soru mu senin ki?"

"Büyüğü elbette ve küçüğü de Oğuz olmalı."

"Aynen Uraz."

"E ne kaynatıyorsunuz siz?", diye mutfağa giren Sevgi'ydi hemen yanında hemen hemen Sevgi'yle aynı boyda olan kumral naif bedenin sahibi Esin de görüldü kapıda. Uraz bir koşu Esin'e de sarıldı.

"Hoş geldin Esin."

"Hoş bulduk Uraz! Hoş bulduk da biz bu sürprizi Sevgi ile planlarken senin göreve gideceğinden habersizdik!"

Sevgi'nin gülen yüzünden bir hüzün dalgası geçiverdi. Uraz Esin'den bakışlarını çekip Sevgi'ye baktığında anın hüznüne tanık oldu. Esin daha ilk dakika da lafını esirmeden söylemişti. Eray eşinin bu hızlı girişten bir miktar rahatsızlık duymuş olacak ki eşinin gözlerinin içine bakarak Uraz'a seslendi.

"Ya şu meşhur havuzlu bahçeyi görsek mi artık?"

***

 

Eray ve Uraz yan yana şezlonglarda oturup sohbet ederlerken Güneş, Osman ve Oğuz'la çoktan kaynaşmış, Güneş'in oyun odasında oynuyorlardı. Sevgi ve Esin de yemek için son hazırlıkları yapıyorlardı.

"Esin'in çıkışına takılmıyorsun değil mi?"

"Hayır , haksız da değildi. Sevgi'nin bu kez ne kadar özendiğini fark edememişim. Şer görünende hayır vardır, o kaza olmasaydı çoktan görevi kabul etmiş olacaktım. Sevgi'nin sessiz serzenişlerinin yanında Esin'in tepkisi o kadar az can acıtıcıydı ki."

"Görevi kabul etmedin mi?"

"Henüz ret de etmedim, kazadan sonra müdürüm toparlanmamız için biraz daha zaman verdi."

"Peki ne düşünüyorsun."

"Eray, bir tarafta ailem bir tarafta ailemi büyüteceğim vatanım. Hangi tarafı seçsem diğer taraf yüreğime batacak. Kardeşlerim bilmediğim bir yerde cenk ederken ben burada nasıl huzurla durabilirim. Ya ben yanlarında yokken başlarına bir şey gelirse nasıl devam ederim hayatıma!"

"Anlamaya çalışıyorum, ama sende artık bir şeylerin farkına varsan. Bu vatanın fedakar evlatlarının ne ilkisin ne de sonuncusu zaten bir gün gelecek emekli olacaksın . Bahsettiğin korkuların bin katı ardında bıraktığın bu yuvada senin için yaşanıyor olmalı. Bunu biliyorsun değil mi?"

"Bilmem mi? Asker bir babanın oğluydum ben!"

"O halde neden? Es vermeden görevden göreve koşuşunun sebebi. Bana bak, vatan aşkından başka bir sebebi yok değil mi?"

"Ne demek bu Eray?"

"Bak beni bilirsin, sınırlarımı bilirim ama ... nasıl söylesem. O kız öldükten sonra kendini kaybettin. Dağıttın kendini be oğlum. Ben de Esin de o hallerine yakından tanıklık ettik hatırlarsan. Sonra bir anda çıkageldin yanında Esmer güzeli bir kızla, evleniyoruz dedin. Şahidim ol dedin, eminsen oluruz dedik ve olduk. Bu ev... sen bu evi Sevgi'yle yuva yaptın."

"Bu konuşma nereye varacak diye sabırla bekliyorum Eray."

"Demem o ki, benimde Esin'le nasıl evlendiğime Fuat , Cihan, sen yakından şahit oldunuz. İnsan bazen burnunun ucundaki mutluluğa hayatındaki fazlalıklardan sebep kör olabiliyor. Farkına vardığımda karıma aşık oldum lan ben. İkinci evladım dünyaya geldiğinde de aşkım, kat ve kat arttı. Ben hayatımdaki fazlalıklardan kurtulduğumda kalanın kim olduğunu ,asıl mutluluğu ve aşkı gördüm."

Eray'ın sözleri Uraz'ın sabrını taşıran damlalar halindeydi artık. Öfkeyle yerinden doğrulup Eray'ın yakasına yapıştı Uraz. O sınırlarını bilen arkadaşı ilk kez hiç aşmaması gereken bir sınırı aşmıştı. Güneş Uraz'ın kırmızı çizgisiydi.

"Ne anlatıyorsun lan sen bana. Senin ağzından çıkanları kulakların duyuyor mu LAN! Düşüp kalktığın fazlalıklarınla benim mabedimi bir mi tutuyorsun? Sen kimin koynunda uyuyup uyandığını bilmediğin o oyuncaklarını kenara atıp AŞK'ı bulurken ben aşkıma kalbimden başka mezar bulamadım lan. Adam mısın lan Sen! Adam mısın!"

Yükselen seslerle Sevgi ve Esin çoktan bahçede kendilerini buluvermişti.

"Neler oluyor burada?", diye çığlık atan Sevgi'ydi, aynı anda ellerinin avuçlarını dudaklarına bastırdı zira daha fazla ses çıkarıp çocukların dikkatini bu manzaraya çekmeye niyeti yoktu. İlk kez Uraz'ı böyle öfkeli görüyordu. Sevgi manzaranın şokunu atlatamazken Uraz'ın Eray'a haykırdıklarının üstüne Esin'in çıkışıyla Uraz'ın yapabileceklerinden korktu.

"Yeter Uraz! Kendine gel. Seni aldatan, sana sadece acı veren bir kadın için dostuna bu muameleyi yapamazsın sen!"

Durdu Uraz, yakasından kavradığı dostunun yüzüne öyle bir baktı ki, Eray o bakış yerine Uraz'ın ellerinde ölmeyi diledi. Eray'ın yakasından yavaşça ellerini çekerken Esin yakarışlarına devam ediyordu.

"Ağzına tek lokma içki koymayan adam, aşık olduğum kadın en yakın dostumla beni aldattı diye perişan halde kapımıza geldiğinde ayılsın diye kahvesini ben yapmıştım hatırlarsa. Sana bu evi yuva yapan kadını daha fazla üzmene de müsaade edemem. Kendine gel! Senin o nerde uyuyup uyandığını bilmeyen dediğin kadınlar bile yattıkları adamların dostlarına ağabey derler! Eray onları bir tutmakla ancak bu noktada hata etmiştir!"

"Esin YETER!", diye bağırdı Esin'e ilk kez Eray! Gözünün önünde dostunun Uraz'ın ruhunun çekilişine şahit oluyordu. Eray dostunun az evveline kadar her zaman dostlukları için kendine uzanan o iri ellerinin, boğumları bembeyaz kesilinceye dek sımsıkı yumruk halini alışını sükûnetle izliyordu.

Uraz, öfkesinin rotası şaşmasından endişe ederek koca adımlarla bahçeye açılan kapıdan evlerine girdi. Ardında bıraktıklarına dair tek bir kare yoktu gözlerinde. Duyduklarından sonra geçmişte yaşadıkları gözlerinin önünde çağlar olmuştu. İhanet hala beyninde taşıdığı bir kurşun gibi acıtıyordu, ne öldürüyordu ne de unutmasına izin veriyordu. Hızla valizini toparlayıp önce odasından sonra da evin bahçe kapısından dışarı çıktı Uraz. Seri adımlarla garaja doğru ilerlerken, ne Esin'le tartışan Eray'ı ne de peşinden kendisine seslenen Sevgi'yi işitiyordu.

Jeepi'nin şoför kapsını açıp arka koltuğa elindeki spor valizi fırlattı, ardından vakit kaybetmede şoför koltuğuna yerleşti. Nefes alabilmek umuduyla kapattığı şoför kapısının camını sonuna kadar indirdi. Marşa basıp jeep'in motorunu ateşlediğinde çıkan yüksek sesin bastırdığı Sevgi'nin sesi, şoför kapısına kadar gelen bedenine rağmen fısıltı gibi duyuluyordu. Şoför camından kendisine konuşan kadının sesini duymazdan gelmekle yetinmeyip öfkesinin şiddetinden Sevgi'nin de nasiplenmesini sağlayacak o şeyi yaptı Uraz. Hırsla cebindeki meral parçasını çıkardı ve elindeki halhalı Sevgi'nin görmesini sağlayarak jeep'in dikiz aynasına astı Uraz. Sonrada bir kaz saniye sadece halhala baktı.

Sevgi, Uraz'la halhal arasında dit gel yapan bakışlarını Uraz'ın üzerinde sabitledikten sonra Uraz'ın eli vites kolunu hareketlendirmeden hemen önce, şimdiye kendisinin dahi şahit olmadığı kadar yüksek tonda son cümlelerini sıraladı.

"Peki git! Ama dönüp varacağın yer; Sana hayran, sana aşık olan bu kadının yanı olacak!". Haykırışı son bulduğunda geriye çekilen vites kolunun gazla tetiklenmesiyle hareketlenen arabanın şoför camından hızla başını ve ellerini geri çekti Sevgi.

Açık olan garaj kapısından ikinci manevrada ayrılırken egzozundan dağılan dumanı bırakıp gözden kaybolan aracın ardından baka kaldı Sevgi.

Hayrandı asker kocasına, aşıktı, meftundu. Uraz neden görmüyordu neden kendisine kördü!

Sevginin son zamanda yaptıklarıyla söylediklerinden sonra taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu. Sevgiyle evlenme kararı alıp çıktıkları yol çoktan rotasını şaşmıştı. Farkında olmadan çıkmaz sokağa varmış hapsolmuştu Uraz. O öyle tutsakken kendisini sevenleri nasıl mutlu edebilirdi ki? Yıllar yıllar önce , Nur'a Mehmet'i unut kendine yeni bir hayat kur dediğinde Nur'un verdiği karşılığı hatırladı.

 

 ***

 

"...Bin yedi yüz yirmi gün oldu kalbimin nasıl attığını unutalı Uraz. Onu görünce böyle değişik bir şey olurdu kalbime. O hissi unuttum ama onu kaybettiğimi öğrendiğim gün içime oturan yumruyu hala hissediyorum. Kaç yıl oldu dedin ya iki ay on beş gün sonra tam beş yıl olacak ama acısı sanki bu gün gibi hissettiriyor ve sen karşıma geçmiş bana kendime bir şans vermemi istiyorsun. Başka birini nasıl severim..."

***

 

İnsanoğlu dudaklarından çıkacak olan kelimelere dikkat etmeliydi. Nur'a o zamanlar tavsiye ettiği şeyin ne büyük bir yanlış olduğunu yaşayarak deneyimlemişti. İki ay on gün sonra Güneş'in ölümünün beşinci yılı dolacaktı. O koskoca beş yılda dünya da ne çok şey değişmişti o koskoca beş yılda bedeninde, ruhunda, aklında neden tek bir şey bile değişmemişti.

Hırsla ayrıldığı evinden ne kadar süre geçtiğini bilmeden Fehmi müdürünün karşısında buldu kendini Uraz. Güneş'in yokluğunun kendisine öğrettiği şeyi yaptı ve acısı gibi öfkesini de yüzüne taktığı maskeyle gizleyip Fehmi müdürünün gözlerinin içine içine baktı.

"Görev için hazırım komutanım!"

"Biz de seni bekliyorduk Uraz, ekip seninle birlikte tamamlandı. Gel benimle."

Uraz ve müdürü birlikte Fehmi müdürün odasından çıkıp koridorun sonundaki toplantı odasına doğru sessizce yol aldılar. Toplandı odasının kapısını aralayıp sadece projeksiyonun ışığının aydınlattığı loş odaya ilk giren Fehmi Kemankeş oldu, peşi sıra Uraz Cağaloğlu da onu takip ediyordu. Fehmi keman keş odaya girmez odanın ışıkla aydınlatılmasıyla birlikte görevde beraber yer alacakları ekiple daha net bir şekilde karşı karşıya geldi Uraz. Odadakiler içerisinden bir çift mavi gözle karaları kesiştiğinde, karalarının etrafındaki beyazlık öfkesiyle kırmızıya çalıp, gözlerinden kızıl ateş saçar olmuştu Uraz.

"Uraz'da buradaymış, uzun zaman olmuştu." dedi Mete lakayt bir dille, oturduğu yerden doğrulup Uraz'a doğru ilerlerken.

Güneş'in şehit edildiği patlamanın olduğu o lanet görevden sonra Mete'yle Uraz'ın ilk kez bir araya gelişiydi bu.

Uraz kasılan çenesi, sıktığı dişleri arasından Mete'ye tıslarken, burnunun dibine kadar gelen beynindeki kurşunu sürgüye yerleştiren adamın mavi gözlerinin içine içine baktı baktı;

"Çok da uzun sayılmaz! Bin yedi yüz otuz gün."

 

 

--------------------------------------------------------------------------------------------------->

 

Devam edecek...

 

Gelecek bölümler de görüşmek üzere hoşça kalın, Köhneyle kalın. Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. Kitappad geliştirmeleri tamamlandıkça bölümlere karakterleri özdeşleştirdiğim fotoları eklemeyi düşünüyorum.

Herkese SELAM OLSUN!!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%