Yeni Üyelik
29.
Bölüm

27. Bölüm

@demirkalem

 

Ela gözleri siyaha çalmış öfkeyle homurdanırken, eğitim sahasından çıkan Mete ile Uraz'ı görüp duyacak halde değildi Yavuz. Hırslı adımlarına daha da hız veren Yavuz'un, halini gören Mete ve Uraz sadece birbirleriyle bakışmakla yetindiler.

"Bir şey olmuş?" Diye sordu Mete, Uraz'a. Uraz'ın, Yavuz'un bu hallerinin sebebiyle alakalı tahmini duymayı bekledi Mete.

"Ne fikrime ne zikrime..." karşılığını verdi Uraz, omuzlarını kaldırıp serbest bırakarak umursamaz bir tavırla. Yavuz'la henüz arayı düzeltememişlerdi.

"O ne demek lan, ne ölüme ne direme der gibi!"

"Öyle demek işte Mete, cevabımı beğenmediysen ne duymak istiyorsun söyle, onu söyleyeyim."

"Aman ya. Görmeyeli daha da bir huysuz mu olmuşsun sen böyle. Üstüme gelmeyin ağzınıza sıçrarım tavırları falan, ne ayaksınız oğlum."

"Mete içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetinin farkındasın değil mi? Önümüzdeki haftalarda simülasyon ve kırmızı kod eğitimlerine başlayacağız. Ekiptekilerin vaziyeti malum."

"Lan oğlum, biz çılgın Türkler adını nasıl aldık bilmez misin?"

Erkeksi edayla koridorda yan yana yürüyen ikiliden Uraz, ansızın durup Mete'ye keskin bakışlarını attı. Uraz'ın dudağının sol kenarı yukarı kıvrılırken, Mete'nin mizansen zekasıyla bu kez dudaklarından dökülecekleri merakla dinlemeye başladı!

"Yumurta göte dayanınca dört yandan düşman gelse çağ açacak bir milletiz lan biz!"

Bir anda gaza gelip aynı anda söylenmeye başladılar; ' Karada denizde ve havada!'

İki rütbedaş tekrar koridorda ilerlemeye devam ederken, Mete dudaklarından dökülenle Uraz'ı tekrar zorlamıştı.

"Şu sarı kız! Ne ayak. Ben daha önce hiç Sahacıların ARGE alanına eğitime alındığını görmedim."

İşte başlıyoruz dedi Uraz içinden. Buraya ilk geldiğinde Yavuz'la Güneş hakkında konuştuklarının tekerrür etmesi an meselesiydi.

"Öz geçmişini görmemiş olamazsın, sayfalarca akademik çalışmaları..."

"MİT'teyim lan ben, başlatma akademik çalışmalarına. Bu seviyede biri, o denli bir ekibe dahi bile olsa pat diye dahil edilemez. Türkiye'nin gelecek yüzyılını etkileyecek projeler söz konusu. Daha bir yıl olmadı lan içimizdeki hainlere kurban verdiğimiz canları defnedeli. Ne iş bu, ne biliyorsun de bir hele."

"Üstlerin takdiri!"

"Profil analizinin altında senin adın var Uraz, ben sana senin takdirini soruyorum."

"Ne dememi bekliyorsun Mete!"

"Sakin ol şampiyon."

"O kız buraya getirildiğinden beri belki de ilk kez tam da olması gerektiği yerde, bunu simülasyon ve kırmızı kod eğitimlerinde kendi de görecek ve ait olduğu yere dönecek."

" Peki ya o eğitimleri de geçerse..."

"Sen geçebileceğini mi düşünüyorsun."

"Senin ki gibi bir analizcinin üstüne değerlendirme yapmak haddim deği..."

"Sadede gel Mete!"

"Ben o kızın yüzündeki ifadesizliğin ardındaki hırsı gördüm aslanım. Hırs yapmış bir kadının elinden ise ne uçan ne de kaçan, profil analizi uzmanlık alanım olmasa da kadınları iyi tanırım bilirsin?" Dedi Mete, serseri gülüşünü sağ gözünü kırparak süslemeyi de eksik etmedi Uraz'a bakarken.

"Azimli sıçan beton hikayesi diyorsun ama , sıçanın bile ne kadar azmetse de pençelerinin geçmeyeceği materyaller var."

" Dedi çelik adam! Var mısın lan iddiasına"

...

 

"Günlerdir yoktun, bu kez çok fazla kızmış olmalı Uraz Kıdemli. Alper de senin yokluğunun hırsını Uraz Kıdemliden çıkardı. Daha doğrusu kim kimden hırsını çıkardı orasından emin değilim. Ceza aldı Alper, günlerdir sabah akşam parkurda koşuşturuyor."

"Sonra konuşalım mı Betül." Betül'ün Alper'e olan takıntısının son zamanlarda hat safhada olduğunun bariz farkındaydı Güneş. İkinci bir Ayça vakasına tahammülü yoktu. Her kendini ele verişine karşı Güneş Betül'ü tersliyor, Betül'de hatasının farkını varıp kontrolsüzlüğünün sebep olduğu gaflarını toparlamaya çalışıyordu.

"Güneş, beni yanlış anlama, ben yani... Çok fazla ders kaçırdın, bu ay ki eğitimler çok ağır olacak ve hepsi de yüksek kondisyon ve konsantrasyon gerektiren şeyler... Biz bir ekibiz ve ben senin için endişeleniyorum."

Gözlerini boşluktan Betül'ün karalarına dikti Güneş. Ela gözleri griye çalındı tam da o an. Tarihin kaçıncı kere tekerrür edişiydi bilinmez ama Güneş'in bir kez daha aynı yerden yara almaya niyeti yoktu. Güvenmek onun için özür sayılırdı artık. Karşısındaki kadının dudaklarından dökülenlerle gözlerinden dökülenler öyle çelişkiliydi ki... Yorgun bedenine tekrar o soğuk ve ağır olan zırhı geçirdi. O görünmez zırhın soğuğundan tüyleri ürperdi önce, ağırlığından ise omuzları çökmesinler diye daha da dikleştirdi omuzlarını. Karşısındaki kadına nefesi kadar yakınlaştı ve fısıldar bir sesle telkinde bulunarak yanından ardına bakmadan ilerledi.

"Sonuçların açıklanmasına bu kadar az bir zaman kalmışken önce kendin için endişelensen iyi olur..."

Son bir kaç gündür katıldığı ARGE çalışmalarının sebep olduğu yorgunluk artık kronikleşen baş ağrılarının şiddetlenmesine sebep oluyordu. Zihninin kapalı odalarında saklı olanları hatırlama isteği de ağrılarının şiddetinin tuzu biberleri sayılırdı. aklı oldukça karışmıştı. Geçmişiyle olan hesabı, içtiği ant söz konusu olmasa ARGE de devam etmeye gönüllü olurdu. Bulunduğu karargahta yapılan çalışmalar onu oldukça heyecanlandırıyordu. Fizik onun için tutkuydu. Bilinmeyenin keşfiydi. Var olanın en mükemmel şekilde tasviriydi fizik. Dengeydi, her şeydi en büyük tutkuydu onun için. Geceleri kendisini tüketen kabuslarından uyandığında çocukluk yaşından beri karaladığı defterlere çizdiği sembollerin tercümesiydi. Akademik araştırmalarının kat ve kat üstü çalışmaların bu karargahta yaşam buluyor olması aklının sınırlarını zorluyor onda daha fazlası için merak uyandırıyordu.

Ah o anıların üstünü kaplayan toz bulutu. Ah o kir, o kan, o nefret duygusu... Ah o yetimlik, o kimsesizlik. Çığlıklarını duyuramamanın verdiği çaresizlik. Soğuk odalardaki titreyen bedenin yoksunluğu... Kimsesizlikten yüksünen tarafını yok sayamazdı Güneş... Yaşadıklarını, yaşamaya hasret kaldıklarını.... Vazgeçemezdi, saha görevinden vazgeçemezdi. Alınacak intikamı vardı, hatırlanacak geçmişi, hesap soracakları vardı. İçindeki örselenmiş çocukluğunun katillerinden hesap sormadan hayallerine koşamazdı. Boynu bükük bırakılmasına bile fırsat verilmeden boğazlanan o çocuğa üç maymunu oynadılar en yakınındakiler. Tutunacak dal görse şüphe edip kendini umuruma teslim etmeyi tercih ederdi. Zira yaradan ona alacak nefes verdiyse yaşamasına kim mani olabilirdi ki... O uçurumdan kaç kez yaralarına rağmen tek başına sağ kurtulmuştu Güneş. Gözünü yumduğu kabus gözünü açtığı kabustan daha korkunç değildi ki.

Her kabil soyu nefsinin peşinde koşarken en yakınlarını harcamakta tereddüt etmeyecekti. Nasıl tek başına üryan geldiyse bu dünyaya aynı şekilde tek başına hiçlikle yürümeliydi.

Bir süre odasında dinlendikten ve yarın yapılacak eğitimler için kendisine gönderilen e postadan hazırlıklarını yaptıktan sonra kendisini biraz olsun hafifletebileceği düşüncesiyle duş alanına doğru koridorda ağır adımlarla yola koyuldu Güneş. Yüzüne vuran buhar ve sabun kokusu yine duş alanlarındaki yoğunluğun habercisiydi. Zihnini meşgul eden şeylerde meşgulken gözlerinin önünde duran adamı fark edememişti.

"Nasıl geçti?" Sorusuyla afalladı Güneş. Sırtını yasladığı duvara, Edip'in sağ avucunu dayayarak bedeniyle duvar arasında kendisini adeta hapsettiğini henüz fark edebildi. Öfkesinin verdiği ani refleksle Edip'e çıkıştı Güneş.

"Seni ne alakadar eder!"

"Hadi ama haftalardır fiziksel olarak güçlenmen için sana yardımcı oluyorum."

"Ben kimseden yardım istemedim."

"İstemezsin, kimseden yardım istemezsin Güneş. Öleceğini bilsen bile istemezsin."

"Rahat bırak ulan kızı!". Alper, duştan çıkar çıkmaz karşılaştığı manzaranın hazımsızlığıyla Edip'i yaslı olduğu avucunun kolundan yakaladığı gibi gerisin geriye itekledi. Güneş hiç de istemediği bir durumda iki erkek arasında kalakalmıştı.

"Eeee sıktın ama kimsin lan sen ! Sana ne oluyor." diye haykırdı Edip. Alper denen enikten oldukça sıkılmıştı. İteklendiği yerden kalkıp Alper'in sol gözüne sağ yumruğunu indirdi Edip. Çok geçmeden etraflarını saran kalabalık içinde Hande ile Betül de yerlerini almıştılar. Güneş'se iki deli akan kanın sahibi, bedenleri kendine getirmek için çırpınıyordu. Ne Hande Edip'i tutabilmişti ne Betül Alper'e varlığını hissettirebilmişti. Güneş'in öfkeli ses tonunu bile duyamayan bu iki asi kan sahibi beden, hiç bir kural ve kaidesi olmayan dövüşleriyle dakikalardır birbirlerini yumruklayıp tekmeleye devam ediyorlardı. Ta ki koridorda yankılanan bariton ses çılgın kalabalıkça duyuluncaya dek.

Uraz Kıdemlilerinin sesinin yankılandığı koridor, anında ölüm sessizliğine bürünüverdi. Uraz, gözlerinden öfke nâresi atan dilsiz cellatların bakışlarıyla koridorda hızlı ve sert adımlarıyla ilerlerken, kendisine dikkat kesilen gözlerin sahiplerine tek tek ültimatom veriyordu. Lavların altında kalıp taşa dönen Pompei ahalisi gibi birbirlerine yumruk atacakken taşlaşmışçasına dona kalmış bedenleri birbirinden tek hamlede ayırdı Uraz.

"Ne oluyor burada!" Uraz'ın öfkeden koridorun duvarlarını titreten bariton sesini ince bir ses en fücur tavrıyla karşıladı.

"İki erkeği birbirine düşüren Güneş'e Hesap sorun Uraz Kıdemlim!", dedi Hande. Aynı anda Edip'in ismini öfkeyle haykırmasıyla bakışlarını Aşık olduğu elalara çevirdi. Çok aşıktı Hande Edip'e. Bildiği tüm o ahlaki değerleri yok sayacak kadar aşıktı. Alper burnundan sızan kanı elinin tersiyle yok sayarken atıldı konuşmaya.

"Kadını köşede sıkıştırmak erkeklik mi lan!" Edip'e yüklenmeye devam etti Alper, Uraz kıdemlisinin varlığını hiçe sayarak.

Uraz derinden soluyup sağ elinin parmaklarıyla sıktığı burun kemerini serbest bırakır bırakmaz;

"Edip, Alper, Güneş! Derhal eğitim alanına geliyorsunuz. Diğerleri koridoru boşaltın, odalarınıza! Marş hadi!" diye haykırdı, otoritesini hatırlatarak. Başıyla eğitim salonuna giden yönü olayın kahramanları üçlüye işaret edip ardına bakmadan yola koyuldu Uraz. Zira kıdemlilerinin ardından, o andan sonra dalaşmak sağlam bir göt isterdi ki bunun farkında olan acemiler kendilerine emredileni yapmadan hemen önce, o endişeyle sessizce birbirlerine bakmakla yetindiler...

Dakikalardır sicim gibi yan yana dizili boynu bükük emir kulları gibi bekleyen üçlünün önünde, kaslı kollarını yine kaslı göğüsleri altında bağlamış kalçalarını masaya dayamış halde duruyordu Uraz. Sessizliğindeki sırra vakıf olma hevesindeki öfkeli üçlü, akan dakikalara inat sabırla beklemeye devam etmek zorundalardı. Zira aylardır yaptıkları tek şeydi sabretmen. Tüm o zorlu sürecin ardından bu kadar emek vermişken her şeyin ellerinden alınmasından oldukça endişelilerdi. Duydukları o tanıdık bariton sesle sonunda bekledikleri anın geldiğine vakıf oldular.

"Derdiniz ne , neyi paylaşamıyorsunuz diyemeyeceğim ... " derken neyi paylaşamıyorsunuz kelimelerindeki her bir heceyi tek tek vurguladı Uraz, bunu yaparken de gözleriyle Güneş'i alaşağı etmeyi ihmal etmiyordu.

"... Size altına imza attığınız o dosyalar verilirken yazılı, aynı zamanda da sözlü olarak açıkça beyan edildi. Bu kurum çatısı altında asla ve kata duygusal bir yakınlık söz konusu o-la-maz! Olursa ..." Aynı anda Edip ve Alper itiraz bildiren kelimelerini salonda savururlarken Güneş sadece gözlerini sımsıkı yumup yutkunmakla yetindi.

"Zannettiğiniz gibi değil!" dedi Edip ilk kez Alper de Edip'i destekledi.

"Evet zannettiğiniz gibi değil!"

"Ne imiş benim zannettiğim! Ne imiş benim zannettiğim GİBİ OLMAYAN! SÖYLESENİZE!" Sona doğru kükrercesine yükselen sesiyle tüm eğitim alanındaki eşyaları titretmişti Uraz. Söze ilk Alper girdi.

"Biz arkadaşız Uraz kıdemlim, biz liseden beri arkadaşız biliyorsunuz. Ben bu hergele, kıza yüklenince arkadaşımı müdafaa ettim." Edip dönüp şaşkınca Alper'e baktı. Uraz kıdemlisine karşı kendini açıklama sırası ondaydı ama önce Alper'e karşılık vermeliydi.

"Ne yüklenmesinden bahsediyorsun lan sen, bırakmıyorsun ki kızla iki laf edelim. Burada kendini müdafaa edemeyecek birinin ne işi olabilir sence!"

Uraz öfkeyle cümlesini yineleyerek araya girdi.

"Ne imiş benim zannettiğim GİBİ OLMAYAN dedim size!" Güneş her zamanki düz ifadesiyle yüzünü Uraz kıdemlisine doğru kaldırdı ve ifadesiz yüzünün aksine bakan duygulu gözlerle kendisine imalarda bulunan karaların sahibi kara yürekli adama baktı.

O nasıl bir bakıştı Allah'ım.

O nasıl bir vakur duruştu.

Celladına son bakışını atan masum tutuklunun idamdan önceki son manifestosunu veriyordu o bakışlar. Ruhu titredi adamın. Belki de ilk kez kızın üzerine çok gittiğine ikna oldu. ilk kez tereddüt etti adam kurduğu cümlesinin ardına sıralayacaklarından. Oysa ki her şey ortadaydı, paylaşılamayan kadın içindi gençlerin arasında vuku bulan, ama neden? Neden böyle bakıyordu o elalar. Ne anlatıyordular, neyi haykırıyordular!

Uraz'ın karalarıyla, Güneş'in elalarının arasına Edip girdi.

"Biz... Biz yetimhaneden arkadaşız Güneş'le. Zaten biliyorsunuzdur, özgeçmişimde evlatlık edinildiğim yazılı olmalı. Evlatlık edinildiğimden beri ilk kez burada karşılaştık Güneş'le ve ben beni hatırlamamasına bozuktum. Derdim bu!"

Uraz bakışlarını mecburen Edip'e çevirmek zorunda kaldı. sağ kaşının şakağına varan kısmı şahlanınca Edip yutkunarak anlatmaya devam etti.

"Teorik olarak kuralları çiğnemedik. Öyle ya da böyle biz zaten birbirimize yakındık ve ... ve buraya davet edilenlerin hakkında istihbarat sizlerin işi. Ne zannedip etmediğinizle değil sadece doğrularla karşınızdayım Uraz kıdemlim. Başkalarının ne söylediği ya da nasıl göründüğü umurumda değil. Kimse benden yıllar sonra kavuştuğum çocukluk arkadaşıma bir yabancı gibi bakmamı bekleyemez."

"Ne! Güneş siz Edip'le tanışıyor muydunuz?" Diye sordu Alper, şaşkındı. Beklemediği bir durumdu. Peki neden gizliyorlardı ki. Neden en başından söylememişlerdi. Edip hakkındaki düşüncelerini bile bile neden gerçeği saklamıştı Güneş kendisinden Alper'in.

Duraksamadan devam etti Uraz. şimdiye kadar görülmedik bir babacan bir üslup takındı üzerine. Söz konusu ekibi olunca akan sular dururdu. Kendisinden büyük olanlara bile evladına sarılan bir baba şefkatiyle yaklaşırdı. katıldığı tüm o operasyonlar saniyeler içinde gözlerinin önünde sıralanarak akıp geçtiler.

"Duygusallık zafiyettir, en sevdiğinizin şah damarına dayalı kıldan ince bıçağı gözlerinizle değil gönlünüzle görürken, o bıçağı tutan elin sahibini soğuk kanlılıkla etkisiz hale getirebilir misiniz? Bizler vatan için canlarımız ellerimizde yürürüz ama o vatan içinde sevdiklerimizle kutsal görünürler bize. Ayrılmaz mabetlerimizdir. An olur sırtını kollayan arkadaşı sırf vatan için ardında bırakmak zorunda kalırsın, an olur vatanla sevdiğin arasında tercih yapmak zorunda kalırsın. Vatanla canın arasında tercih yapmak en kolay olanıdır. Allah hiç bir askeri vatanla yüreği arasında tercih yapmakla imtihan etmesin. O yürek dostlar için, o yürek sevdiklerimiz için var. Aranızdaki şey her ne ise burada ne için bulunduğunuzu size unutturmasın. Yarından itibaren burada gördüğünüz eğitimlerin en zorlarıyla sınanacaksınız. Yaşananlardan mütevellit her hangi bir ceza vermiyorum, zira yaşananlar sizin için bundan sonra ne yapmanız konusunda karar vermenizi gerektiren bir imtihan. Özetle cezanızı da ödülünüzü de kendi ellerinize bırakıyorum."

Uraz şefkatle sıraladığı samimiyet dolu nasihatinden sonra 'Serbest!' komutu verip eğitim alanından ardına bakmadan uzaklaştı. İstemsizce elini sol göğsüne götürdü Uraz.

Yürek!

Kalbi pişirip yürek yapan, yaşanan ve yaşanacak şeyler sol yanına vuruyordu. Gözlerinin önünde peygamber oğuşuna koşan nice hayata şahit olmuştu.

Uraz'ın ardından ilk kez lisede Uraz öğretmenini son kez gören liseli Güneş gibi hayran hayran baktı Güneş. İnkar etmiyordu, Uraz kıdemlisiyle hem de hiç anlaşamıyordular ama ona rağmen derinlerde bir yerlerde ona o kadar hayrandı ki. Kedisine minnet duygusu hissettirmeden, hesapsızca, adilce bakan bir çift zalim gözdü Uraz'ınki.

Alper ve Edip'e varla yok arası bakış atıp, Uraz kıdemlisinin açık bıraktığı kapıya doğru seri adımlarla yöneldi Güneş. Aynı tempoyla koridoru takip etti asansöre bindi ve nihayetinde takip ettiği yolun sonunda odasına vardı. Kendini yatağa atıp sağ elinin avuç içini göğsünün soluna bastırdı. Gözlerini yumdu ve o anı tekrar yaşadı Güneş:

'...Vatanla canın arasında tercih yapmak en kolay olanıdır. Allah hiç bir askeri vatanla yüreği arasında tercih yapmakla imtihan etmesin...'

Sol yanında, işte senin zafiyetinde bu diyebileceği tek bir şey bulamadı. Bu yokluk kendisini diğerlerinden daha mı güçlü kılacaktı? Şimdi ölse ardında bırakacağı kimsesi yoktu, şimdi ölse alınacak intikamı yetim kalırdı. Gözlerini açtı Güneş. Beyaz tavana bir süre öylece bakmaya devam etti. Ta ki göz kapaklarının ağırlaşarak ettiği eziyete, teslim olunca ya dek.

 

 

 

 

->Gelecek bölümde buluşmak dileğimle,

Loading...
0%