Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. Bölüm

@demirkalem

On bir yıl önce ...

 

 

 Çocukluğundan beri tanıdığı Fehmi Kemankeş, babasının en yakın arkadaşı Fehmi Amcası değil, müdürü olarak Uraz'ın karşısındaydı.  Uraz damarlarında asi akan kanı henüz kontrol edemiyordu. Cesurdu, çevikti, zekiydi her yönden donanımlıydı ama durması gerektiği noktayı bir türlü bilmiyor, bilmezden geliyordu. 

 

 

 Sahip olduğu yetenekleri ekip içinde de üstlerince de takdire şahandı. Kendinden her daim emin oluşu ise en büyük zaafıydı. Benlik duygusu, egosu o kadar yüksekti ki üstüne vazife olmayıp da aldığı insiyatifler yüzünden, hayatıyla kumar oynadığı yetmezmiş gibi her defasında ekip arkadaşlarının da hayatlarını tehlikeye atıyordu.

 

 

 Birilerinin bu çılgın adama, bu asi ruha dur demesi gerekliydi.  O biri, kendisine ekibe alınması için kefil olan Fehmi Amcası olmuştu.

 

 

 Son katıldığı görevde yine üstüne vazife olmayıp insiyatif almış, ekibiyle birlikte kollarına sarıldıkları başarıyla karargâha geri dönmüş olsalar da üstleri bu adamın başına buyrukluğundan, vurdum duymazlığımdan, kendisine verilen emirleri yok saymasından, hoşnut değildi.

 

 

 Kontrolsüz güç, güç değildir!

 

 

 Kendisi takdir edileceğini düşünerek girdiği odadan hüsranla ayrılmıştı.

 

 

 Fehmi Müdür'ünün sarf ettiği sözler bir bir aklının not defterine not edilmiş, görev yeri olan okula gitmek için bindiği otobüste yol boyu aklında dönüyordu;

 

 

 "Kibir en büyük günahtır Evlat! Melekler ordusunun komutanı, cennetin anahtarlarının sahibi olan Azazil'i Cennetten kovdurup adına Şeytan dedirttiren de Kibiriydi. Bu şekilde olmaz Evlat. Ben her seferinde üstlerimle senin aranda kalmaktan yoruldum Uraz. Şimdi ya o çok sevdiğin görevinden sonsuza dek ayrılmak üzere istifanı verirsin ya da bahsi geçen Pilot Okulda sana verdiğim saati doldurur cezanı çekersin."

 

 

"Fehmi Amca ..."

 

 

"Fehmi Müdürüm diyeceksin Uraz!"

 

 

"Müdürüm, ben öğretmenlikten anlamam, yapamam yani. Ne anlatacağım onlara..."

 

 

"Vatan sevgisini anlat Uraz, milli güvenlik dersi müfredatı her neyse onu anlat. Belki birilerinin sorumluluğunu almak nasıl bir şeymiş onu öğrenirsin ha... Hem seni oraya asıl gönderme sebebim okulda başlatılan pilot çalışma. Yetenekleriyle seçilmiş öğrencilerin oluşturulduğu bir sınıf var. Biliyorsun bizim yetenekli gençlere ihtiyacımız var. Sen profil analiz etmekte en iyilerimizdensin. Asıl amacın belli, bize ihtiyacımız olan yetenekleri bul."

 

 

" Şimdi Fehmi Amca, yani Fehmi Müdürüm siz bana diyorsunuz ki sana kutsal bir görev veriyormuşum gibi davransam da aslında Allah'tan belanı istedim git ne halin varsa gör ya da gitme istifa et ne halin varsa yine gör!"

 

 

"URAZZZ!"

 

 

"Fehmi Amca ben çocukken masallar yerine babamla sizin kahramanı olduğunuz hikayelerinizi dinleyerek büyüdüm, bana bunu yapma! Zaten bedenime sığamıyorum, ruhuma bir de sen pranga vurma !"

 

 

 

 "Üzgünüm Evlat! Bunu sana ben yapmadım, bunu sana defalarca kez sözlediklerimi  kulak arkası ederek kendin yaptın. Dua et hala görevle ilişiğin kesilmedi. Benim senin için yapabileceğim en iyi şey bu!".

 

 

 Yanında oturan, dökülmemek için direnen seyrek saçları ağırmış olan, takım elbiseli adamın kendisinden müsade istemesiyle bulunduğu yeri hatırlayıp gerçekliğine döndü Uraz.

 

 

 "Müsade var mı delikanlı."

 

 

 "Kusura bakmayın dalmışım. "

 

 

 "Ne kusuru evlat mola verildi. Bir bardak çay içip açık havayı soluyayım dedim. Eşlik etmek ister misin?"

 

 

 Gülümsedi Uraz, red edemeyeceği kadar cazip bir teklifti zira buna kendisinin de ihtiyacı vardı. Ait olmadığı bir dünyaya sürülüyor gibiydi.

 

 

 Birlikte otobüsten inerlerken yaşlı adam kendilerinden önce ve sonra inen kızların delikanlıyı göz hapsinde tuttuklarını görmüştü. 

 

 

 Muzip bir ifadeyle kaşlarını kaldırarak delikanlıya baktı, dinlenme tesisindeki kafede oturacakları masayı işaret ederek.

 

 

 "Bence burada oturmalıyız ki kimse boynunu sakatlamasın."

 

 

"Efendim, anlayamadım."

 

 

 "Necmettin ben."

 

 

 "Uraz.", dedi kendini tanıttıktan sonrada kendisine uzatılan eli daha fazla havada bekletmemek aceleyle kendi elini de uzattı genç adam , adının Necmettin olduğu öğrendiği bu adamla içtenlikle tokalaştılar. Masalarına otururlarken Necmettin az evvelki havada kalan konuya açıklık getirdi.

 

 

 "Gençlikte insan kalbinde sanki hep yazı taşıyor. Tek mevsim ! Kanı kaynıyor insanın her şeye herkese karşı daha bir cesur oluyor. Biz de bir zamanlar can yakacak kadar canı yandığında da canını yakanın karşısına çıkacak  kadar cesurduk."  Dedi yaşlı adam.

 

 

 Uraz hala anlamamıştı, onun konuyu anlamlandırmak için çabalayan bakışları karşısında Necmettin kaşıyla yan masadaki genç kızları işaret etti. Uraz artık konuyu anlamıştı. 

 

 

 "Biz de bir zamanlar genç olduk, eh bizimde beğenenlerimiz oldu ama şimdi ki zaman çok başka, biz bir güzellik gördük mü başımızı eğerdik. Bir daha bakmaya kıyamazdık, utanırdık bakışlarımızla incittik mi diye ? Bir de gözlerimizi yumduğumuz da hatırımıza geldi mi tamam işte aklına imza atan bu kişi kalbinden başka yere ait değil deyip nasipse yardır değip talip olurduk yarenliğe... Ben rahmetliyle öyle tanıştım vesselam."  

 

 

 "Başınız sağ olsun!" Diyebildi sadece Uraz.

 

 

 "Senin de başın sağ olsun."

 

 

 "Efendim anlayamadım." , dedi Uraz. Karşısındaki adam gerçekten kendisini zorluyordu.

 

 

 "Senin de başın sağ olsun evlat. Mola yerine geldiğimizde bir kaç kez seslendikten sonra beni anca duyabildin. Ne yol boyu ne de şimdi etrafında beni gör diye bakan gözlerin de farkında değilsin. Belli ki seninde bir kaybın var. Ya sevdiğin biriyle geçireceğin zamanı kaybettin ya da sevdiğini söyle hangisi?"

 

 

 Uraz anlamıştı karşısında düğümlü cümleler kuran adamı. Anlamak için yaşlı adamın cümlelerindeki düğümleri çözmesini beklemek, zaten istemediği bir göreve sabretmek zorunda olan  bu genç adamın sabrının sınırlarını zorluyordu. 

 

 

 "Ne hasretlik ne de kalp ağrısı bendeki. Başka mevzular."

 

 

 "Eee, ne bu halin o zaman Uraz? Kalp ağrısından ve ölümden başka her şeyin çözümü bulunur. Hadi madem birer çay söyleyelim de kuruyan boğazlarımız ıslansın."

 

 

 

 Birlikte çaylarını içtikten sonra, sohbet ede ede otobüste kendilerine ait olan yolcu koltuklarına geçtiler.

 

 

 "Hangi dersin hocasısın şimdi sen?"

 

 

 "Vatandaşlık ve milli güvenlik dersleri için saat dolduracağım."

 

 

 "Ne demek saat doldurmak. Hiç hoşuma gitmedi bu kelime. Zaman parayla satın alabileceğin , geri döndürmeye güç yetirebileceğin bir şey değildir. Kıymetini bilmelisin delikanlı."

 

 

 "Benim için de öyle Necmettin Amca. Burada geçireceğim vakti daha verimli olabileceğim bir işte geçirebilirdim. Pek ala bir başkasını da gönderebilirlerdi eminim gönüllü olacak askerler de vardı."

 

 

 "Öyle ya da böyle seçilmiş olan sensin, kaderini kabullen ve seni bekleyenlere kucağını aç."

 

 

 "Öyle yapacağız artık, bana verilen hiçbir görevi eksik özensiz yapmadım, üzerimize düşen buysa bunu da layıkıyla yapacağız artık. Sevsek de sevmesek de. Peki sen amca senin yolculuk nereye?"

 

 

 "Gurbetçiyim ben, bizim evlatlar da gurbette onalara haber etmeden geldim. Vatanıma, ilk  ve tek aşkımı yaşadığım toprakların kokusunu içime çekmeye geldim. Yaşlısın, yolculuk sana iyi gelmez dediler. Ne bilecek dünkü çocuklar bana neyin iyi gelip gelmeyeceğini. Kader işte, vakti zamanında karar verdik rahmetliyle, bir yol tuttuk el memleketine göç ettik, az buz kazandıktan sonra nasılsa geri döneriz diye . Bizim çocuklar orada doğdular, haliyle orayı bildiler hep . Vatan sevgisini Türklüğümüzü hep yaşattık, onlarada aşıladık ama onlar orada düzen kurunca, orada yuvalarını kurunca, buralar tatil yeri gibi oldu. Tatile de olsa geldiler evlatlar ama ya torunlarım. Onların çocukları!"

 

 

 Gözleri dolu dolu olmuştu Necmettin'in. 

 

 

 "Biz hata mı ettik? Doğduğun yer değil doyduğun yer vatanın diyorlar şimdilerde. Olur mu öyle şey Uraz evladım? Devlet artık tek vatandaşlık hakkınız var seçin birini dedi. Bizimkilerse Alman vatandaşlığını seçtiler sırf orada doyuyoruz diye.  Kulağına ezan sesiyle adı okunmuş adama çan seslerinin yankılandığı taş yollardan vatan olur mu delikanlı! Ha söylesene elden memleketi gönle yar olur mu? Ben yarimi de buraya gömdüm, kendimi de onun yanına gömdüreceğim. Yârimle dolaştığım sokaklarda yürümeye geldim ben. O geri alamayacağım en mutlu olduğum anıları tekrar yaşamaya geldim.  Almanya'nın havası anılarıma zarar evlat. Tanıdık kokuyu içime çekersem belki daha fazlasını da hatırlarım. "

 

 

 Uraz Necmettin Amca'nın gözlerine dolan yaşların süzülmemesi için güç yetirmeye çalıştığını fark etmişti de elinden tutup kendisine destek olmak istemişti. Anlatacakları bitmemişti Necmettin'in.

 

 

 "Keşkelerle yaşanmaz ama acaba diyorum İstanbul' dan Almanya'ya göç etmek yerine köyüme mi dönseydim? Toprağımı ekip biçip çoluk, çocuk, torun azından yesek daha mı huzurlu olurduk diyorum. İçim acıyor evlat içim!"

 

 

 

 Gözlerinden yaşlar süzülmüştü Necmettin Amcanın, Uraz avucunun altındaki eli sıktı ve Necmettin'in elinin sırtını önce dudaklarına sonra alnına götürdü.

 

 

 "Bu eller helal kazanmadı mı? Çocukların anasının ak sütünü içmedi mi  Necmettin Amca?"

 

 

 " O nasıl söz evlat. Ne ben, ne rahmetli harama bulaşmadık. Alnımızın teriyle kazandık. Hele rahmetli hanımım bir kez dahi abdestsiz süt içirmedi bizim arsızlara. Gece gündüz, vakitli vakitsiz ağlarlardılar. Küçücük bir odada kalıyorduk o zamanlar, koca binada tek lavabo vardı ve herkes orayı sırayla kullanırdı. Rahmetli üşenmezdi hiç, eli yüzü suyun soğundan yana yana tek bir öğün dahi abdestini eksik etmedi sütünü vermek için."

 

 

 " Hah işte, benim öyle fedakar anaları olan nice gurbetçi arkadaşım var. Bakma sen onlara,  rüzgar nereye savurursa savunsun özlerini bilir, bulur, hatırlarlar, sahip çıkarlar."

 

 

 " Öyle mi dersin?"

 

 

 " Hiç şüphen olmasın! Sen bence onları burada olduğundan haberdar et artık. Merak ettirme daha fazla çocuklarını. Bence hatalarını da anlamışlardır. Daha fazla endişe etmesinler."

 

 

 "Yok biraz daha sürünsün haytalar!"

 

  

 

 

 Bu kez de sulanan gözlerin sebebi yerli kahkahaları olmuştu.

 

 

 

 Yolculukları süresince birbirlerinin gönüllerine serinlik vermişlerdi. Kader bu ikisini birbirini teselli etmek için bir araya getirmişti. Öyle değil mi?

 

 

 

 Kimileri, kaderin sözlük anlamından ötesini görmeyip 'ne büyük tesadüf' , 'seninle tanışmak ne büyük bir şans' derken bu ikisi birbirlerine farkındalıklarıyla veda edeceklerdi.

 

 

 Güneş'e Dünya milim yakın olsa Dünya'da cehennem sıcağı, milim uzak olsa cehennem soğuğu olurdu da üzerinde tek bir canlı barındıramazdı. Bu mükemmel dengenin içinde tesadüflere de şanslara da yer yoktu.

 

 

 

 "Allah, iyi ki seni karşıma çıkardı evlat. Yolun hep açık ve aydınlık olsun. Allah'a emanet ol."

 

 

 " Bilmukabele Necmettin Amca, seninle tanışmış olmak, sohbet etmek de benim için çok kıymetli bir lütuf. Allah'a emanet ol."

 

....

 

 

 Uraz kendi için ayrılan pansiyondaki odasına vardığından ilk işi evraklarını odasındaki masaya itinayla dizmek olmuştu. Sonrasında kırışmaması için özenle kılıflandırdığı giysi takımları dolaba yerleştirdi. Sadece resmi törenlerde ve davetlerde giydiği uzun burunlu deri el yapımı ayakkabısını dolabın alt rafına yerleştirdi. Kişisel bakım malzemelerini banyo tezgahına dizdikten sonra yolculuğun üzerinde bıraktığı yorgunluk kalıntılarından arınmak için kendini duş kabinine attı. Soğuya yakın ısıdaki suyun altında sağ eli fayanslara dayalı halde dakikalarca hareketsiz durdu ve yeterli olduğuna kanaat getirdikten sonra suyun vanasını kapatıp duş kabininden çıktı beline doladığı havluyla odaya geçtiğinde müşteriler için bırakılan su ısıtıcısının içine iki fincanı solduracak kadar suyu doldurup ısıtıcı çalıştırdı. Hemen yanındaki fincana tek fincanlık  içecek paketlerinin içerisinden sade kahve paketini aldı. Paketin içindekileri fincana boşalttıktan sonra ısıttığı suyu fincana eklerken granül kahvenin suda çözülüşünü izledi.

 

 

 Odanın serinliğine aldırış etmeden üzerini çıplak bırakıp sadece eşofman altı giymekle yetinmişti. Islak kısa saçları çoktan nemini yitirmişti. Elindeki fincandan sade kahvesini yudumlarken masası üzerine dizdiği dosyalarda tek tek göz gezdirdi. İçlerinden birinde karar kılıp dosyayı önüne çekip incelemeye başladı. Okulda yedi adet son sınıflara ait  derslik vardı. Bunlardan D şubesine ait öğrenciler özellikle seçilmişti. Üzerinde profil analizi yapacağı öğrenciler de bu sınıfta olmalıydı. Diğer sınıflara da katılacaktı elbette. Eğitimde fırsat eşitliği sebebiyle ve de haklı olarak öğrencilerin motivasyonu için  D şubesinin ayrıcalıklı gözükmemesi gerekiyordu ama ayrıcalıklıydı. 

 

 

Burası diğer okulların yanında da ayrıcalıklı bir okuldu. Öğretmen atamaları da rastgele yapılmamıştı. Veliler çocuklarını okula aldırmak için kim bilir el altından ne dolaplar döndürmüşlerdi. Çünkü bu liseye kabul edilen öğrencilerin sadece diploma ve ders notları değil geçmiş öğrenim hayatındaki öğretmenlerinin öğrenci dosyalarına ekledikleri referanslar etkili olmuştu. Tabi o referanslarda yer alan kelimeler kimsenin ya da hiç bir şeyin tesirinde kalmadan kaleme alınmışsalar!

 

 

 Birkaç ismi çerçeveye aldı. Elbette girdiği dersler yeteneklerini ölçmedi mümkün olmayacaktı. Diğer ders hocalarının ismini belirlediği kişiler hakkındaki yorumlarını da gizliden gizliye takip etmeliydi. 

 

 

Fincandaki son damla kahveyi de yudumladıktan sonra odasındaki televizyonu açtı. Haberleri dinledi.

 

 

 Ergonekon davası sıcaklığını koruyordu birçok asker görevinden alınıp sorguya çekilmişti. Teröre en çok kayıp verdiğimiz bir yıl olmuştu. Siyasetçilerin diplomasi ile çözmeye çalıştıkları çözüm süreci safsataları adı altında Teröristlerle masa başında buluşmaları onur zedeleyici bir durumdu. Ama Fevzi müdürünün her zaman görünenden fazlası vardır sözünü aklının not defterinde altı çizili bir şekilde yerini koruyordu. Emin olduğu tek şey bu kadar karmaşanın içinde kendi üzerine düşeni en iyi şekilde yerine getirmek, aşık olduğu mesleğini icra etmekti. Tabi şu anda kendisine verilen cezanın koşullarını yerine getirmek zorunluluğu vardı.

 

 

 Herkesin hızlı bir şekilde teknolojiye uyum sağladığı android telefon cihazlarının yerine kullanmakta ısrar ettiği eski model telefonunu eline alıp mesajlarını kontrol etti. 

 

 

 Ailesinden gelen birkaç mesajın ve çağrı kaydından başka bir şey görmedi. Mesajlarına dönüş yapıp telefonunu kapattı. Peşi sıra çantasından çıkardığı walkmanin pillerini takıp oynat tuşuna bastı. Kulaklığından gelen Neşet Ertaş'ın yolcu türküsü en sevdiklerindendi ama türkünün ortasında çalmaya başlamıştı. Baştan dinlemek istediği için her bir türküyü kendi doldurduğu kasetini başa sardı. Cd oynatıcılar , mp3 oynatıcılar ve diğerleri onun kullanım alanında değildiler. Çünkü onların anıları yoktu. Elindeki walkman'i babasıyla annesi karne hediyesi olarak almışlardı.  Telefonu bozulduğunda babası postayla kendisine telefon yollamış paketi açtığında duyduğu heyecanı telefonu her eline aldığında hissetmeye devam etmişti.

 

 

Teknolojiye direnç gösteren biri değildi zira mesleği de buna izin vermezdi. Her bir gelişmeyi yakından takip edip hayatına almakla birlikte gerekli görmedikçe teknolojinin güncellediği hırdavatları kullanmıyordu. Etrafındakilere göre genç yaşına, modern görümüne rağmen derinlerinde bir yerlerde köhne kalmış bir adamdı Uraz.

 

 

 Walkman'inin tetrisiyle oynarken Neşet Ertaş'ın başak kokan, toprak kokan türküsünü dinliyordu.

 

 

 Yol mu yolcuya sırdaş yolcu mu yola!

 

 

 Gün ağırır ağırmaz görev yeri okula gitmek için hazırlığa koyuldu Uraz. Alışkanlıklar kolay değiştirilebilir şeyler değildi. Traşını oldu, duşunu aldı.  Özenle astığı yerden takım elbisesini aldı, kılıfından çıkarıp giyindi. Sanki oda servisi yokmuşçasına yatağını hiç kullanılmamış gibi muntazamca düzeltti. Evraklarını dolabın kasasına koyup dolabın kapağını kilitledi. Odadan ayrılmadan önce son kez ardında bıraktıklarına göz gezdirdi ve çantasını yanına alıp önce odasından sonra da pansiyondan Okula gitmek üzere ayrıldı. Yoldan çevirdiği taksiye binip adresi şoföre söyledi. Hala içten içe 'Benim burada ne işim var.', diye söyleniyordu. 

 

 

 Gergindi!

 

 

 Okula vardıklarında taksi şoförüne parayı uzattı, taksici den kendisine uzatılan paradan taksimetreye yansıyan bakiyeyi alıp para üstünü genç öğretmene uzattı. Yolculuk süresince yüzeysel sohbetlerde bulunmuşlardı.

 

 

 " İyi dersler muallim bey!" , dedi taksi şoförü sohbet ettiği genç yolcusuna.

 

 

 "Teşekkürler size de rast gelsin!"

 

 

 Okul bahçesine girmek istediğinde güvenlik görevlisi tarafından durdurulup kimlik kontrolü yaptırmıştı.

 

 

 

 " Henüz yirmi iki yaşındaymışsınız. Buradaki haytalar canınıza okur Allah sabırlar versin."

 

 

 

 Güvenlik görevlisi, kırklı yaşlarında orta boylu hafifi kilolu bir adamdı. Adının Ragıp olduğunu öğrendiği bu adama kafa selamı verip;

 

 

 

 " Amin!" , diyerek karşılık verdi.

 

 

 

 Ragıp, Uraz'ı toy bir öğretmen zannediyordu, daha fazlası olduğunu , aldığı eğitimleri ve genç yaşına rağmen tecrübe ettiklerini bilemezdi.   

 

 

 Uraz okula girdiğinde karşısına çıkan nöbetçi öğrenciden müdür odasını tarif etmesini istediğinde bu isteği öğrencinin kendisine müdür odasına kadar eşlik etmesiyle karşılık bulmuştu. Okul koridorları oldukça sakindi.  İlk ders saatindeydiler.

 

 

 Uraz kendisine eşlik eden adının Erdem olduğunu öğrendiği öğrenciye teşekkür edip müdür odasının kapısını işaret parmağımın eklemiyle tıkladı ve odaya girmek için müsaade istedi. Aldığı onayla odaya girdiğinde karşısında kırklı yaşlarında bir ellili boylarında  olduğu Müdüre Hanımı bulmuştu.

 

 

 

 "Merhabalar ben Uraz Cağaloğlu, okulunuzda milli güvenlik dersleri için görevlendirildim."

 

 

 "Ben de Zuhal. Hoş geldiniz Uraz, biz de sizi bekliyorduk. Lütfen şöyle buyurun."

 

 

 

 Uraz Zuhal Müdire ile tokalaştıktan hemen sonra eliyle işaret ettiği koltuğa oturdu.

 

 

 

 Zuhal Hanım, kelimeleri ağzında yuvarlayarak sanki İstanbul'un yedi göbek yerlisiymiş gibi kelimeleri telaffuz etmeye çalışıyordu. Bu hali Uraz'a oldukça suni gözükmüştü. 

 

 

 

 Zuhal eline masası üzerindeki telefonun ahizesi alıp birkaç tuşa bastıktan sonra sert bir ses tonuyla;

 

 

 

 "İki çay İstiyorum Veysel efendi."  , dedi.

 

 

 

 Uraz'ın en sevmediği karakter tipiydi. Karşısındaki insanlara göre muamele eden insan tipi. 

 

 

 

 "Ben bir şey içmeyecektim, zahmet olacak."

 

 

 "Lütfen ama ne zahmeti."

 

 

 

 Çok geçmeden kapı tıklandı, elince çay tepsisiyle orta boylu gözlüklü bıyıklı bir adam içeri girdi. Tepsisinden aldığı çay bardağını önce Zuhal'e uzattığında Zuhal sert bir tonda;

 

 

 

 " Önce Uraz Hocamıza Veysel." ,dedi.

 

 

 "Buyurun Uraz Hocam, hoş geldiniz okulumuza."

 

 

 " Teşekkür ederim Veysel Bey, ellerinize sağlık buraya kadar zahmet ettiniz."

 

 

 " Bbey mi? Veysel diyebilirsiniz, ayrıca ne zahmeti işim bu benim."

 

 

  " Veysel  gidebilirsin bizim Uraz Hocayla konuşacaklarımız var."

 

 

 

  Neydi şimdi bu kadının yaptığı, diye geçirdi Uraz içinden. Burada hayat beklediğinden de zor geçecekti belli ki...

 

 

 

 " Öncelikle bu  gördüğünüz ders saatleri programı. Ders planı ile ilgili de bu dosyayı vereceğim. Burada olduğunuz için de müteşekkiriz."

 

 

 

 Karşısındaki kadının ağzını yaya yaya konuşmasının amacını anlayamadı Uraz . Hayır kendisi sıradan bir öğretmendi, hatta öğretmen bile değildi. Öğretmelerine bu kadar kıymet veren biri miydi sahiden karşısındaki yoksa bu tavrının altında başka bir neden mi aramalıydı?

 

 

 Uraz Zuhal'i dinlerken bir anda oda kapısı tıklandı , Zuhal onay verdiğinde içeri siyah saçlarını at kuyruğu bağladığı, ceketinin içerisinde kendisini görmekte zorlandığınız, gözlüklü, sıska bir kadın giriverdi.

 

 

 

 " Aysel tamam mı evraklar?"

 

 

" Tamam sayılır  Müdire Hanım, kitap listesini de çıkardık." 

 

 

" İyi yapmışsınız. Bu Bey Okulumuza Milli Güvenlik dersi için gönderilen  Öğretmenimiz Uraz Cağaloğlu , Uraz bu Aysel de okulumuzun rehberlik ve danışman öğretmeni."

 

 

"Merhabalar"

 

 

"Merhabalar Uraz, okulumuza hoş geldiniz."

 

 

 " Hoş buldum."

 

 

 " Müsaadenizle ben işlerime dönmeliyim, iyi günler."

 

 

 

 Aceleyle çıktı Aysel odadan. Zuhal konuşmadına devam etti.

 

 

 

 Açıkçası bu kadar genç bir öğretmen beklemiyordum. Öğrencilerimizin en iyi koşullarda eğitim almaları temennimiz malum okulumuzda pilot çalışma yapılıyor her birinin başarısı bizim başarımız bunun için velilerimiz çocuklarını bize emanet ediyor. Sizinde çocuklarımız için ellerinizden geleni en iyi şekilde yapacağınızdan eminim lakin hoş görürseniz bir konuda tecrübemi paylaşmak isterim. Öğrencilerle iyi bir diyalog kurmak için öğretmen öğrenci çizginizden taviz vermeyiniz demem o ki öğrencilerinizle arkadaşmışsınız gibi bir ilişkide olmayanız. Zamane gençleri bazen çok acımasız olabiliyorlar sizi genç ve toy gördüklerinde ....

 

 

 

 Uraz bu konuşmadan oldukça sıkılmış Müdire hanımın sözünü yarıda kesmek zorunda hissetmişti kendi.

 

 

 

 "Merak etmeyin Zuhal Hanım. Kime nasıl davranacağımı kimlerle arama mesafe koyacağımı iyi bilirim. Programa göre bu günkü ders saatine daha var, okulu gezmemde sakınca yoksa müsaadenizi isteyeceğim."

 

 

 "Eee tabi tabi ne demek."

 

 

 

 Zuhal Urazı müdür yardımcısının odasına götürdü ve kendilerini tanıştırıp okulu gezdirme görevini Müdür yardımcısı Haşime verdi. Haşim Bey okulu Uraz'a gezdirdikten sonra son olarak öğretmenler odasına götürdü ve öğretmenlerle tanışması için kendilerini tanıttı.

 

 

 Uraz  yeni Milli Güvenlik Hocamız.Merhabalaştılar ve her biri kendini tanıttı Uraz'a;

 

 

Matematik Hocası Halil İbrahim,

 

 

Edebiyat hocası Yasemin Ilgaz,

 

 

İngilizce hocası Nilay Ahsen,

 

 

Fizik Hocası Ezgi Elçin,

 

 

Tarih hocası Akif Cendik,

 

 

Ve diğerleri...

 

 

 

 

Uraz Öğretmenler odasının salonunda boş olan koltuklardan birine geçtiği sırada kapı açıldı ve içeri hamile bir bayan girdi. Halil ayağa kalktı.

 

 

 

"Necla sen buraya otur ben sandalyeye geçeyim."

 

 

" Teşekkürler."

 

 

"Nasıl geçti arabuluculuk."

 

 

 

Öğretmenler odasındaki tüm öğretmenlerin dikkati Halil'in sorusuyla Necla'nın üzerine kesilmişti. Necla'nın gözü ise odadaki tak yabancı kişiye; Uraz'a.

 

 

 

"Bu yeni meslektaşımız Uraz, MG dersleri için bizimle. Uraz Necla Hanım kimya öğretmenimiz.", dedi Halil Necla ile Uraz'ı tanıştırarak Necla'nın merakla beklenen sorusuna devam etmesini istemişti.

 

 

"Hayır, müdüre hanımın kulağına kadar da gitti ve şimdi işin içine veliler de dahil olacak."

 

 

"Ne alıp veremedikleri var bu ikisinin.", diye sordu Akif Cendik. Uraz' sa tüm odayı saran bu konunun ne olduğunu idrak etmeye çalışıyordu.

 

 

 

"Aman genç bunlar olur böyle şeyler, birinci yıllarında aralarından su sızmaz eküri değil miydiler? Tekrar barışırlar." , dedi Yasemin elini havada sallaya sallaya havadaki kasveti dağıtmak ister gibi bir hali vardı.

 

 

"Mevzu o kadar basit değil, Ayça Güneş'i hırsızlıkla suçluyor."

 

 

Herkes suspus olmuştu. Necla bu sessizliğe sinirlenmişti.

 

 

"Ne bu haliniz, az evvel genç bunlar diyordunuz. Niye sustunuz belli ki aralarında bir sorun var ama Güneş böyle bir şey yapmaz desenize."

 

 

"Ne için bu ithamda bulunmuş Ayça?" , diye sordu Halil.

 

 

"Ayça kendisine ait olan altın kolyenin Güneş tarafından çalındığını söyledi, Güneş ise kendisine ait olduğunu söylüyor."

 

 

 "Okulda takı takmak yasak değil mi?", diye sordu Nilay.

 

 

"Bir de o mevzu var tabi de konumuz bu değil. Hırsızlık ciddi bir suç okulda Güneş hakkında bir de bu konu yayılırsa bu kez eğitim hayatı biter. Çocuk esirgemeden geldiği duyulduğundan beri kız kendini iyice soyutladı.", dedi Necla.

 

 

"Sen ne yapmak fikrindesin."

 

 

"Müdüre hanımın Güneş'e  olan tavrı belli  bu yüzden Güneş'e dikkatli olmasını hataya sebebiyet verecek durumlardan sakınmasını istedim."

 

 

" Ya kolye? Yani ortada bir itilaf var ve ..." , dedi Nilay devam etmedi cümlesine, sessizleşti herkes.

 

 

"Onu da sahibine vereceğiz. " , diyerek sessizliği bozan Necla oldu.

 

 

"Peki sahibi kim?", diye sordu Uraz!

 

 

 

 

 

 

? Üçüncü bölüm sonu...

 

 

 

 

 

Loading...
0%