Yeni Üyelik
32.
Bölüm

30. Bölüm

@demirkalem

"N'aber Güneş!"

"İyilik Can, sen nasılsın?"

"Aynı devam, uzun zaman sonra kaldığın yerden sanki dün gitmişsin gibi devam ediyorsun. Şaşkınım!"

"Bu projeyle olan bağımı biliyorsun."

"Evet, öyle." Dedi genç adam Güneş'e baygın gözlerle bakarken Güneş de o bakışı yakalamıştı.

"Bana aşık mısın sen?"

"Hayır, aşık olduğum bir kadın var Güneş, üzgünüm ki o şanslı kadın sen değilsin. Ben sana hayranım. Şu ekibin yarısı kendini bir şey sanan budalalarla diğer yarısı da ulaştıkları yerden kendilerini edeceklerin korkusundan kendinden sonra gelenlere, tepeden bakıp eziyet edenlerle dolu. Böyle bir yerde yeteneklerine rağmen bu şekilde mütevazı kalmış birine rastlayıp da hayran olmamak elde mi?"

" Bak şimdi, bende oradan bakınca kendime hayran kaldım." Dedi Güneş, mimiklerini kaybetmiş bir yüz ifadesiyle.

"Sekiz ayı aşkındır ortalarda yoktun, arkandan senin için projeyi yurt dışına götürmüştür diye söylenti çıkardılar."

Elindeki materyalleri bırakıp, koruyucu gözlüğü yüzünden çıkardı Güneş ve tüm bedeniyle Can'a doğru döndü.

"Eee, yani ne dememi bekliyorsun."

"Bu kadar süre burada olmayıp elini kolunu sallar gibi ekibe tekrar alınmanı hazmedemeyenler var."

"Çünkü ülkem için buradayım, yaptığım araştırmanın ülkemin silah ve savunma sanayisi için nedenli kıymetli olduğunun bilincindeler. Söz konusu vatansa gerisi teferruat , her daim birileri konuşur birileri iş yapar o yüzden kimin ne dediğiyle ilgilenecek vaktim yok. Hülya nerede ? Gelmeyecek mi bugün, sen bana ondan haber ver?"

Can tam ağzını açmış cevap verecekti ki laboratuvarın kapısı aniden açıldı. İçeri ekip müdürü Osman başından duman saça saça giriyordu. Her bir hecesine öfkeyle basa basa Güneş'in üstüne yürüyerek konuştu orta yaşlı adam.

"Güneş, hemen odama geliyorsun."

Cümlesinin karşılığını duymayı sahi beklemeden aynı hiddetle odadan çıktı orta yaşlı adam, ardında Can ile Güneş ne olduğunu anlamak için kısa süreliğine birbirlerine bakakaldılar. Güneş vakit kaybetmeden ekip müdürünün ardından laboratuvarı terk etti Can da Güneş'i takip etti.

Güneş odaya girdiğinde karşısında müdürünü, sandalyesine oturmuş masası üzerindeki parmaklarıyla agresifçe ritim tutarken bulmuştu.

"Bunu nasıl yapabildin Güneş! Anlat!"

"Müdürüm konunun ne olduğunu anlamıyoru..."

" Sağındaki ekrana bak! Her şey kabak gibi ortadayken hala üç maymunu mu oynayacaksın!"

Güneş başını çevirirken ardında duyduğu kapı sesiyle bakışlarını bir anda ardına çevirdi bu gelen Can'dı.

"Senin burada ne işin var!"

Güneşte Can'a neden burada olduğunun cevabını duymak isterken gözü az evvel müdürünün bahsettiği ekrana takılınca dumura döndü. Projesine ait tüm bilgiler makale olarak bir internet sayfasından haberi olmadan yayınlanmış duruyordu.

"Bir hata varsa bu tüm ekibi ilgilendirir müdürüm elbette ki Güneş'i yalnız bırakacak değilim."

"Gel de o vakit sende ,ardında durduğun Güneş'in bize nasıl ihanet ettiğine bak!"

"Bunun sebebi değilim! Ben yapmadım müdürüm."

"İsmine patentli projeyi bu kurum çatısı altında devam ettirmene her şeye rağmen müsaade edildi, aylarca yoktun çıkan dedikodulara rağmen döndüğünde kapıları sonuna kadar senin için açık tuttum ama sen!"

"Hemen yayından kaldırırsak daha fazla okunmasına engel olabiliri..."

"Üçüncü dakikasında Müdür yardımcısı Kemal'in sayesinde yayından kaldırabildik. O üç dakika da ne kadar kopyalandığını bilemeyiz. Sebep olduğun şeyi gör!"

"Ben yapmadım müdürüm!"

"Müdürüm Güneş yapmış olamaz."

Can'la Güneş aynı anda yinelemiştiler fakat müdürleri Cemal Bey aksini düşünmekte ısrar ediyordu. Onun bu halini gören Can savunmaya geçmek için daha fazla zaman kaybetmek istemedi.

"Makalede Güneş'in çalışması virgülüne kadar aynı yayınlanmış, ama aylar önceki versiyonu, güncel tek kalem izi bulunmazken nasıl böyle emin olabiliyorsunuz. Bu versiyonu tüm departmanda mevcut. Herhangi biri tarafından yapılmış da olabilir."

Güneş müdürünün yanına kadar gelip müsaade isteyen vücut dilinin yanı sıra konuştu.

"IP'sinden kim oluğunu bulabiliriz, lakin bunun I.T. Ekibini bekleyecek zamanımız yok."

Hızla müdürünün kalktığı sandalyeye kuruldu Güneş. Kendisine öğretilenlerle Betül kadar yetenekli olmasa da saniyeler içinde veriyi depolayan İp adresine ulaştı. Klavye üzerinde dans esen parmakları artık yavaşladığında değişen bakışlarla aradıkları isme ulaştıklarını gördüler. Can pantolonun arka cebinden aldığı telefonun rehberine girip biraz vakit kaybettikten sonra arama ikonuna basıp ardından arama sesini dışarı verecek ikona da bastı. Bir kaç arama sesinden sonra arama meşgule düştü.

"Hülya ! Ah Hülya! Açmıyor müdürüm."

"Derhal ekip yollayacağım siz dağılabilirsiniz."

"Güneş'ten özür dilemeyecek misiniz müdürüm?"

"Henüz neyin ne olduğu belli değil. Kimseye özür borcum yok. Farkında mısınız bilmem ama başımız çok ağrıyacak bu zafiyetten çoook! Genel müdürümüzün kulaklarına gitmesi de yakındır!"

"Zafiyet mi?" Dedi geveleyerek Güneş'in peşi sıra müdürlerinin odasından ayrılan Can.

"Bu versiyonuyla çok başımız ağrımaz bence hem üç dakika kadar kalmış sitede değil mi?"

"Can on saniye bile verilerin kopyalanması için yeterli bir süreç."

"Patenti sana ait değil mi Güneş? Niye dert ediyorsun."

"Çoktan formüller kopyalanmıştır, eksik haliyle bile dikkatleri üzerine çekecek bir çalışma ve patent de bu aşamada pek işe yaramaz. Korkarım ki formüller yazılım algoritmaları sayesinde çoktan ilgililerin dikkatini çekmiştir. Müdürümüzün dediği kadar vahim durumdayız Can."

"Hülya bunu seni sabote etmek için..."

"Can ben eve geçiyorum."

"Peki..."

Konunun gidişatını beğenmeyen Güneş, Can'ın kelimelerini tabiri caizse ağzına tıkayıp eve giymek üzere Can'ın yanından ayrıldı. Geride kalan Can telefonunu eline alıp tekrar Hülyayı aradı. Her beş dakika da bir yaptığı arama sonunda sonuç bulmuştu.

...

Güneş evine adımlar adımlamaz kapıyı örtüp kilitleri çevirmişti, bir kaç adımdan sonda kapı önündeki ince paspası düzelti genç kadın. Titizliğinden zannedersiniz, lakin onunki eve girebilme ihtimali olan davetsiz misafirlere karşı aldığı bir önlemdi. Aylarca aldığı eğitimler sonucu bu hale gelmişti Güneş. Yanına kar kalanlar, daha dikkatli, kendini koruyabilen ve hatta savaşçı bir ruh olmasıydı artık. Zira son simülasyon eğitiminde başarısız olduğu andan sonda karargahtan, ekip olma hayallerinden resmen şutlanmıştı. O son gün geçirdiği atak her ne ise gözlerini hastane odasında açmıştı. Ne kendisiyle ilgileneni ne de arayıp soranı vardı. O ısrarla ekibe dahil olmasını isteyen Fehmi Kemankeş bile yoktu işte yanında.

Akademik çalışmalarına devam edecekti. Sevmediği iş değildi. Seviyordu mesleğini ama keşke geçmişin pençeleri boğazını sıkmasaydı da hesaplaşması gerekenler yerine kariyerine şu anda olduğu gibi devam edebilseydi.

Hoş, makus kaderi onun için yeni yeni ağlar örüyordu. Çalışması silah ve savunma sanayisi için devrim niteliğindeyken, kopyalanabilir çalınabilirdi artık. Hülya böyle bir şeye cesaret edecek biri değildi. Uraz kıdemlisi gibi profil analizcisi olmasa da güçlü sezgilere sahipti Güneş. İnsanların göründüklerinin ardında gizlediklerini okurdu. Kaderi Uraz kıdemlisinden önce öğretmişti bilmesi gerekenleri. Sahi ne çok aklından geçirir olmuştu Güneş, Uraz kıdemlisini.

"İstediği oldu, öküz ne olacak!" Söylene söylene duşa girdi Güneş.

Kim bilir şu anda ekip nerede ne yapıyordu? Kimler eğitimi başarıyla tamamlamıştı?

O kibir abidesi adam, ekibine kimleri layık görmüştü?

Aklından geçen tüm o düşünce dalgalarını da duş başlığından akıp tenini yaladıktan sonra giderle buluşan soğuk su gibi uğurlamıştı genç kadın. Musluk vanasını kapatıp iki elinin avuçlarıyla yüzündeki su fazlasının sıyırdı, saçlarını burup sıkarak yine fazla olan suyu saçlarından akıttı ardından da küvetten çıkıp banyodaki aynada aksine baktı.

Islak olması sebebiyle koyu kül rengine çalmış uzun saçları, soğuk su etkisiyle tomurcuklanan çokta iri olmayan göğüsleri, ince beli, uzun bacakları. Başa bela derecede güzeldi genç kadın. Banyo rafından önce büyük havluyu alıp bedenini sarmaladı , küçük olan havluyu da alıp seri hareketlerle bu kez de saçlarını sarmaladı. Bayağı uzamıştılar, belki de kesilmesi gerekti. Bit olsun olmasın, sırf bakımı kolay olsun diye yetimhanede saçlarını kısa kullanmaya zorlanışları geldi bu kez de gözünün önüne. Başını sağa sola sallayıp aklındaki kara bulutları anında kovmayı seçti Güneş. O yıllarda hatırlayıp üzülmesi gereken en son şeydi kısa saçları.

Israrla çalan telefon sesiyle irkilip banyodan çıktı Güneş. Oturma odasındaki orta sehpa üzerinden titreşimi yüzünden yere düşmek üzere olan telefonu havada yakaladı. Arayan Can'dı.

"Efendim Can."

"Neredesin sen ya, sana ulaşamıyorum." Heyecanlı ve sitemli sözcüklerine karşılık sadece kaşlarını şahlandırmakla yetindi Güneş. Sessizliği bozan yine Can oldu.

"Hülya sonunda aramama cevap verdi. Sesi tedirgindi bir şeyler olacağını anladığımdan polisi aradım. Çok geçmeden bende evine doğru yola çıktım . Güneş çok kötü, Güneş! Ben aradığımda hayattaydı.."

"Nasıl, Can sakince ve doğru düzgün anlat."

"Şakağında tek kurşun silah elinde oturma odasında ölü bulmuşlar. Kesinlikle intihar değildi Güneş, ben eminim . Telefonu açtığında sesi çok tedirgindi, robot gibi konuştu benle, yardım ister gibiydi. Ben yapmadım dedi sonra sesi kesildi."

Yutkundu Güneş.

"Tamam. Kalabalık yerlerde takıl ve neredeysen bana konum at yanına geliyorum."

"Hemen gönderiyorum, çabuk gel Güneş. Lütfen."

"Can, sakin ol. Her şey yoluna girecek."

"Benimde adım intihar vakası olarak kayıtlara geçecek. Diğer mühendisler gibi. Çalışmamız ifşa olduğu gün bunların yaşanması tesadüf değil Güneş. Ben her şeyin farkındayım. Yaptığın çalışma Türkiye'yi değil dünyayı değiştirecek...."

"Can, alo... Can!"

Tekrar arama tuşuna bastığında operatörün 'Aradığınız kişiye ulaşılamıyor....'kaydını dinledi Güneş. Bir çırpıda giyinme odasına geçti üzerlerindeki havluları bedeninden sıyırıp tek tek odanın herhangi bir köşesine rast gele fırlattı. Çekmeceyi açıp eline gelen ilk alt be üst çamaşırı giyindi. Dolabının kapağını açıp raftaki siyah esnek dokudaki pantolonu, bacaklarını birer birer sokup beline kadar sıyırarak giyindi ve ardından kemeri düğümleyip, fermuarı çekti. Üzerini giyinmek için askıya uzandığında duyduğu sesle irkildi genç kadın. O an anladı ki evde yalnız değildi.

Hızlıca zihninde evinin her bir metre karesini canlandırdı. Ev giriş katında olduğundan tüm cam ve balkonlar parmaklıklarla kapalıydı. Dolayısıyla evden sadece kapıyı kullanarak çıkabilirdi ki duyduğu nefes sesleri evde birden fazla kişinin olduğuna işaretti. Yapacak başka bir şey yoktu. O kapıdan ya ölü ya diri çıkacaktı. Duruşunu dikleştirdi ve oturma odasının yolunu tuttu. Maskeli beş adamın dışında koltukta yayılarak oturmuş, takım elbiseli, kendisine yabancı olan yüzün sahibi adama doğru bir kaç adım daha yaklaştı genç ve güzel kadın. Oturduğu yerden doğrulmadan güzelliğini tasdiklercesine, kendisini tepeden tırnağa süzen adama dikti bakışlarını.

Sonunda adam oturduğu yerden doğruldu ve ıslak saçlarından süzülen su damlalarından birini dikkatle takip ederken karşısındaki kadına adım adım yaklaştı. Su damlasının çizdiği rotadaydı gözleri; Sutyenin altında, göğüs oluğundan süzülen damla göbek deliğimin hemen yanından pantolonunun kemerine akmıştı. Diliyle dudağını iştahla yalayan adam, genç kadına nefesi kadar yaklaştı ve parmağını damlalarının ıslattığı pantolon kemerine takıp uyguladığı baskıyla genç zayıf bedeni kendi bedenine daha da yaklaştırdı.

"Kokuna korku miski sinmemiş." Dedi orta yaşlı adam bozuk Türkçesiyle. Karşısında dimdik duran bedene hayran hayran bakmaya ve gözlerine ziyafet vermeye devam etti. Bunu yaparken, kadının etrafında ağır adımlarla dönerek, bakışlarının merkezindeki kadının kalkık kalçasında uzun süre oyalanan gözlerine rağmen , genç kadının her bir zerresine her bir ayrıntısına özenle bakmaya devam etti.

"Bu bedeni sabaha kadar altımda inletmek istiyorum ama maalesef şimdilik sadece gözlerimle sikebilirim."

Adam sözlerine rağmen tek bir mimik vermeyen kadının güzel yüzüne bakarak sözlerine devam etti.

"Arkadaşlarının başına gelenleri duyduğun ve sıranın sana geldiğini bildiğin halde nasıl böyle korkusuzca karşımda durabiliyorsun, hayret verici bir durum."

Gözlerini, karşısındaki kirli mavi gözlere dikti genç kadın.

"Çok güzelsin... Bu bedene, bu akla yazık olsun istemem. Açıkça iki yolun olduğunu söyleyeyim. Yollardan birinin sonu arkadaşlarının yanına, tahtalı köye varıyor...."

Güneş'in o saniye boğazları düğümlenmişti. Demek ki Can'a yetişememişti. Onun için de çok geçti artık. Gözlerinden geçen duygu dalgasını yakalamıştı karşısındaki adam.

"... diğeri ise bizimle birlikte sınır ötesinde gittiği yere kadar uzanıyor. Imm arkadaşların için üzülmemelisin bence, takımın beyni senmişsin. Ölmemek için son ana kadar direnirlerken hepsi hedef olarak seni gösterdiler. Yaşamak için cesedine basıp geçecek karakterdeydi hepsi."

Güneş kısa sürede kendini topladı ve karşısındaki adama daha da sırnaştı.

"Haklı olmalısın, bu ülke içindekilerle bana acı vermekten başka bir şey yapmadı."

Güldü karşısındaki adam, bir baş hareketiyle odadaki adamları evden dışarıya gönderdi. Artık her şey Güneş'in lehine işliyordu. Bu kadar basitti aslında erkekler. Baş başa kaldıkları anda, adam kadını kolları arasına alıp öpmeye başladı. Ellerini az evvelinde gözleriyle tavaf ettiği yerleri yoğurmak için kullanıyordu.

Güneş, karşısında yükselen adamın kontrolsüzlüğünden faydalanarak, adamın kemerini açmak için kullandığını sandığı ellerine silahını aldı. Afallayarak kaçmaya çalışan adamı duvarla arasına sıkıştırıp ağzına ucunda susturucu olan tabancayı sokup tetiğe bastı.

Tek saniye tereddüt etmeden kendi silahıyla öldürdü adamı. Ardından giysi odasına koştu ve dolaptan eline aldığı siyah tişörtü başından geçirip hızla giyindi. Elinde silahla çıkış kapısına doğru koşup sessizce bir kaç dakika bekledi. Dışarda kaç kişi olduğunu ve kendini neyin beklediğini bilmiyordu.

Tekrar odasına koştu ve daha önce bir ya da iki kez kullandığı bordo rujun kapağını açıp makyaj aynasına yazmaya başladı.

İntihar değil cinayet diye başlayan kelimelerini aynaya karalayıp eline cep telefonunu alıp acil numaralarını çevirdi. Polisten yardım isterken bir yandan da banyoya koşup duşun musluk vanasını son kademesine kadar açtı. Daha fazla vakti kalmamıştı, hızla kapıya yöneldi. Kapıyı açıp dışarda bekleyen adama sakince karşılık verdi genç kadın.

"Birazdan duştan çıkar sizinle birlikte kendisini arabada beklememi söyledi."

Karşısındaki adam başıyla içeriye öylesine bir bakış attı. İçeriye girmekle girmemek arasında tereddüttü duyduğu duş sesiyle sona ermişti. Genç kadını onayladıktan sonra önden gitmesi için başıyla komut verdi. Güneş de adamı sessizce onaylayarak apartman kapısına doğru ağır hareketlerle ilerlerken karnında pantolon kemerine sakladığı susturucu başlıklı tabancayı yavaşça çekip hızla ardındaki adama yöneltip tetiğe bastı. Seri adımlarla apartmanın yangın merdivenlerinin kapısına doğru yöneldi, dış kapıdan çıkamazdı ama yangın çıkışını kullanabilirdi. Öyle de yaptı. Kendini apartmandan dışarı atar atmaz son hız koşamaya başladı mahallenin sokaklarında. Nereye gideceğini bilmeden koştu, kime sığınacağını bilmeden koşmaya devam etti ta ki sokağın başındaki polis arabasını görene dek.

Elinde silahla kendine koşan kadını fark eden polis memuru aracından çıkıp uyarı anonsu yaptığı kadına silahının namlusunu uzattı.

Geç kadın elindeki silahı yere atıp iki elini havaya kaldırarak teslim ol hareketiyle polis memuruna yaklaştı.

"Lütfen beni buradan götürün arkadaşlarımı öldürenler benim peşimdeler."

Polis memuru şaşkınca elindeki kelepçeyi genç kadının bileklerine geçirdi ve kadını arka koltuğa oturtup merkeze doğru aracını sürmek üzere şoför koltuğuna geçti.

...

Saatler süren sorgu odasındaki bekleyişin ardından odanın kapısın içeri yirmili yaşlarının sonunda, her gün özenle spor yaptığı belli olan atletik bir beden girdi ve tam Güneş'in karşısındaki boş iskemleye doğru oturdu.

"Güneş Şenel. Yirmi iki yaşında. Genç yaşına rağmen Türkiye'nin sayılı üniversitesinin birinde öğretim görevlisi olmayı başarmış, yetmemiş, silah ve savunma sanayisinden patentli tamamı kendine ait olan projesi için destek almış, akademik çalışmaları sınır ötesine ulaşmış, kimsesiz yetim öksüz bir kız. Hayran olunası bir başarı hikayesi sonrasınde malesef hüsranla sonuçlanıyor. Yurt dışından döner dönmez tekrar ekibinle çalışmaya başlıyorsun daha bir ay dolmadan çalışman internet sitesinde yayınlanıyor ve aynı gün ekip arkadaşların öldürülürken hayatta kalıyorsun. Dur bir dakika ama tüm bunlar İsrail'in oyunudur değil mi?" (! Dalga geçer)

"Kimin oyunu bilmiyorum, makaleyi yayınlayanı da. Ekip arkadaşlarım öldürüldüler ve beni de öldürmekle tehdit ettiler..."

"Ve sen, yirmi iki yaşındaki genç bir kadın, elinde silahla ardında bıraktığın cesetlerle onca kişinin arasından polise sığınmayı başardın, öyle mi?" CV. 'nin yetenek bölümüne bunları da ekletmelisin. Ha o CV. ilerle işine yarar mı orası muamma!"

"Ne demek istiyorsunuz!"

"Bana bak kızım sen bizimle taşşak mı geçiyorsun? Koskoca yargıyı, adaleti, o küçük hesaplarına alet edebileceğini falan mı sanıyorsun? Sekiz ay önce Amerika'ya gidiş bileti almışsın, bir ay önce de dönmüşsün. Amerikalı bir iş adamını evinde öldürüyorsun. Herkes patentli projeni Amerika'da pazarladığını konuşuyor. Bir anlaşmazlık olup yurda geri döndün, akabinde makaleyi yayınlayıp ya da yayınlatıp kendine yeni pazar sahası aradın. Düşman edindiğin Amerikalı iş adamlarına tüm ekip arkadaşlarını ve hatta müdürünü kurban ettin. Her şey apaçık ortada. Ulan hırsın yüzünden devletin başına açtığın şu işe bak. Sürüm sürüm sürüneceksin ulan. Vatan haini!"

Genç adam odadaki ekranı açıp tüm cesetleri bir bir Güneş'e izletti. Tüm ekip arkadaşlarının en kötü halleriyle son görüntülerine şahit oldu Güneş. Ne ispat edebilirdi ki? Ne olduğunu araştırmak için en kolay senaryoyu seçeceklerdi. Hep öyle olmuyor muydu? Yine yanlış yere mi sığınmıştı. Ölümden dahi korkmuyordu ama haksızlığa karşı tahammülsüzdü.

"Konuş! Anlat! İtiraf et!"

"Avukatımı istiyorum."

"Aaa tabi, ihanet ettiğin devlet sana ücretsiz avukat da temin edecek. Öyle olsun bakalım."

" Hayır, Avukat Sermet Günay'ı istiyorum."

"Hah, bakalım görelim seni savunmayı kabul edecek mi?"

Bir hışım odadan çıkan adını sanını bilmediği kişi tarafından odadaki yalnızlığına terk edilmişti genç kadın.

Saatler sonra sorgu odasına kırk, kırk beş yaşlarında, kumral saçlarına düşen akları dikkatle bakıldığında görülebilen, zayıf bedeni bir seksen bulan boyuna yakışır giydiği takım elbisediyle bir adam girdi.

Masadaki genç kadına dikkatle ve şaşkın gözlerle uzun uzun baktıktan sonra , genç kızın tam karşısındaki sandalyeye naifçe oturdu. Sakince elindeki fındık rengi, deri dosya çantasını açtı, içinden ince bir dosyayı çıkarıp siyah masanın pürüzlü yüzeyine koydu.

"Gözlerime inanamıyorum." Dedi hayretle, orta yaşlı adam.

Onun karşısında Güneş, hürmetle ve aynı zamanda büyük bir mahcubiyetle iki büklüm oturuyordu.

"Sizinle bu şekilde, böyle bir yerse karşı karşıya olmak istemezdim Sermet Bey."

"Bey mi? Ağabey'e ne oldu?"

"Şu anda karşımda avukatım olarak oturuyorsunuz?"

"Peki, küçük hanım, af edersiniz sayın müvekkilim demeliydim."

"Ben yapmadım?" Dedi hemen peşi sıra Güneş.

"Biliyorum, sana inanıyorum da ama hakkında jet hızında hazırlanan dosyayı da okudum. Çok zor Güneş."

"Sermet Bey, ben adalete olan güvenimi yıllar önce yitirmiş bir kadınım, sizi bu kadar yozlaşmışlığın içinde hala omurgalı durabiliyor oluşunuzdan, mücadelenizden tanıdığım için buraya çağırdım. Nasıl bir oyunun içinde olduğumun farkındayım. Bu kurguyu hazırlayanlar benden talep edecekleri şeyi almadan beni asla bırakmayacaklardır."

"Her şeye rağmen tıpkı yıllar önce olduğu gibi adalet için mücadele etmek istiyorsun, bu yüzden de beni buraya çağırdın öyle mi?"

"Sizin yanınızda vereceğim ifadenin virgülü virgülüne resmi kayıtlara geçtiğinden emin olmak istiyorum."

"Oyun, o kadar büyük yani?" Dedi avukat ve yetkilileri yazılı ve sözlü ifadenin alınması için haberdar ettikten çok kısa bir süre sonra ifadesi alınmak üzere herkes hazır bekliyordu.

"Ben Güneş Şenel, belirtilen tarihte Amerika'da olduğum doğrudur. Zaten patenti bana ait olan projemi daha fazla değer biçecek yabancı iş ortakları arayışındaydım. Bahsi geçen isimlerle irtibata geçtiğimde aramızda yaşanan anlaşmazlıklar vaat edilenler vuku bulmadığından geri döndüm. Akademik çalışmalarıma devam ederken makaleyi yayınlayıp Rus ve Çin pazarlarının dikkatini çekmeyi hedefledim fakat tecrübesizliğim sebebiyle bu gayretim Amerikalı iş adamlarının dikkatini çekti... Yaşanan tüm olayların sorumlusu benim ve çok pişmanım..."

Güneş'in kendisi için yazılar kurguyu destekleyen ifadesi, Sermet'in şaşkın bakışlarıyla tamamlanıp altlarına imzalar atılarak son bulmuştu.

"Güneş?" Dedi anlamak istercesine Sermet ama Güneş izin vermedi.

"Teşekkür ederim, gereğini yapacağınızdan eminim."

Bu bir intihardı, dava dosyalarının açılması, araştırılması günleri haftaları hatta ayları bulurdu. Bu süreçte tutuklu yargılanacağını bilmiyor olamazdı Güneş. Hatta elindeki ifade resmi yerlere iletildiğinde ceza evi transfer aracına bindirilmek üzere resmi yazı da çok gecikmez gelirdi. Yıllar önce adaleti sağlayamadığı için Güneş'e karşı mahcup olan adam ikinci kez aynı mahcubiyeti hissediyordu. Tüm bu duygu karmaşasına rağmen kendisinden bekleneni yaptı ve Güneş'in dilediği gibi yazılı ifadenin harfiyen resmi yerlere iletildiğinden emin oldu.

Çok geçmeden sorgu odasına nakil için iki memur geldi. Genç kadını nakil arabasına aldılar. Araç harekete geçtikten yarım saat kadar bir süre sonra duraksadı. Güneş soğuk kanlılığını koruyordu. Arabanın arka kapısı açıldığında içeri tanıdık bir yüz girdi.

"İlyas müdürüm siz?"

Adam baş işaretiyle araçtaki memurların kendilerini yalnız bırakmalarını sağladı. Nasıl böyle bir yetki ve güce sahip olabilirdi? Şaşkındı Güneş. Çok geçmeden dakikalar önce karşısında oturan polis memurunun yerine oturdu İlyas Müdürü.

"Ceza evinde yılların geçecek, en ağır suçlarla yargılanman sağlanacak, belki de dosyaların başka dosyalarla birleştirilecek ve hiç beklenmedik bir suçla yargılanacaksın. Şu anda evet dersen seni buradan kurtarırlar."

Derin bir nefes alıp sesli bir şekilde bıraktı Güneş. Her şeyi o saniye anlamıştı. Proje ekibinin içine kadar sızmışlardı.

"Elinizden geleni ardınıza koymayın." Dedi fısıldar bir sesle. Korktuğundan değildi sesindeki zayıflık, kendisinden cevap bekleyen adama geçirmek istediği duygudandı ki karşısındaki adam da umursanmadığını idrak etmiş öfkeyle oturduğu yerden sıçrarcasına doğrulmuştu.

"Hapishanede geçen bir kaç günün sonrasında tekrarlayacağım bu konuşmayı Güneş. Pansiyonda konaklamaya benzemez kodeste kalmak! Oranın duvarları rutubetli, birlikte kalacağın insanlar ise azılı birer suçlu. Kime sırtını döneceğine karar verene kadar uykusuz varacağın sabahlardan sonra konuşacağız senle. O zaman da böyle kibirli olabilecek misin göreceğiz?"

Güneş öne doğru duran eğri oturuşunu dikleştirip, ardından da oturduğu yerde kaykılarak umursamaz görünmeye devam etti ve gözlerini yumarak kendini uyku moduna aldı.

İlyas denen adam çoktan nakil aracını terk ettiğinde yerine , o şanlı üniformayı üzerinde bez parçası gibi taşıyan satılmış polis memurları bindiler.

Amerika'da kendini bekleyen Türkiye'deki kripto itlerin sahibi ismi tahmin etmesi onun için bile zor değildi. Son zamanlarda bir çok mecrada hiç olmayacak işlerin ardında duyduğu önemsiz isimden sıkılmıştı artık. Zira o da birilerinin kapı köpeği değil miydi?

Drakula!

Nakil aracının motoru çalıştıktan saatler sonra, girdikleri yolun etkisiyle araba epeyce bir sallanmaya başladı. Yanındakilerle göz göze gelmemek için uyuyor numarası yapan Güneş, sonunda gözlerini açmak zorunda kalmıştı . Götürüleceği ceza evine varan yol, bu kadar konforsuz olamazdı. Dışarıyı görebileceği bir penceresi olmayan kapalı kasa bölümde olmaları, bulundukları yeri tahmin etmesini imkansız kılıyordu ki çok geçmeden sert bir firenle aniden durdu içinde bulundukları araç. Sıkı sıkıya oturduğu yere tutunduğunda savrulmaktan son anda kurtuldu Güneş. Yanlarındaki sözde polis memurları ne olduğunu anlamak istercesine söylenerek telaşla ayaklandıklarında, bulundukları kapalı kasa bölümüm kapısı aniden açıldı. Aynı anda duyduğu silah sesleriyle de sözde polislerin leşleri yerle bir oldu. Açılan kapıdan içeri vuran ışığa Güneş'in gözleri alışınca gördüğü ve kendisine yaklaşan iri bedenin sahibini karşılamak istercesine ayağa kalktı Güneş. Kendisine yaklaşan adama doğru bir kaç adımda o attı. Aralarındaki boy mesafesine rağmen burun buruna geldiklerinde Güneş kendisine bir nefes yakınlıkta olan adama dişlerini sıkarak öfkeyle tepki verdi.

"Bu kadar gecikmek zorunda mıydınız?"

Uraz, hiç bir sorumluluğu olmadığı halde lütfedip kurtardığı kibir abidesine, alaylı bir ifadeyle bakarken karşılık vermekten de geri durmadı.

"Acizce, boş boş beklemekten başka bir işe yaramayan kendine değil de bana mı bu öfke?"

Güneş başını daha da dikleştirip kendisine tepeden bakan adamın burnunun dibine kadar girip kaynağının nerden geldiğini bilmediği öfkesini kusmaya devam etti.

"Kim demiş boş boş beklediğimi, uykum gelsin diye öküzleri sayıyordum ben!"

Bir yandan da elinin kelepçesini çıkaran Güneş Uraz'ı ardında bırakıp nakil aracının kasasını, gururlu, kendinden emin adımlarla terk etti. Oysa gelip gelmeyeceklerinden bile emin olmadıkları insanlar , verdiği ifadeyle kendilerine ulaşan mesajı almış, lütfedip Güneş'i kurtarmak için gelmiştiler.

Güneş , güneş ışığın düştüğü anda altına dönen saçlarını, tel tel rüzgarda savurarak kendisi için gelen araçlara doğru yürümeye davam etti. Kendisini neyin beklediğini bilmeden adımlarken, ardında bıraktığı nakil aracının patlamasıyla bir kaç metre ileriye savruldu bedeni.

Savrulduğu yerden başını ardına çevirdiğinde alevleri ardına almış, sanki podyumdaymış da izleyicilerine poz veriyormuş gibi adımlayan, üzerindeki kamuflajın hakkını veren kaslı bedenin sahibi Uraz Cağaloğlu'na baktı, baktı...

Uraz Kıdemlisi, kendini es geçerek arabalara doğru ilerlediğinde Güneş, hala yerde adım adım Uraz'ı izlemekteydi. Kendisine el uzatmadan arabasının şoför koltuğuna oturan adama daha fazla bakmayı kesip düştüğü yerden dimdik devam etmek için doğrulmaya karar verdi.

...

 

 

->Otuzuncu bölüm sonu. birlikte otuz bölüm devirdik. Gelecek bölümler için sizin desteğinizi bekliyorum. Belki bir kaç gizem çözülür, Güneş ile Uraz arasındaki çekime engel olan duvarlar kırılır kim bilir?

 

 

 

 

 

Loading...
0%