Yeni Üyelik
9.
Bölüm

7. Bölüm

@demirkalem

...haftalar sonra

Birinin kalbini görmek isterseniz gözlerine bakın. 

Kalbe dolanlar gözlerden çağlar çünkü. 

Güneş, çalıştığı mekanda tesadüf ettiği öğretmeniyle yaşadıklarından sonra Uraz Öğretmeninin gözünde, günlerce o geceyi ve olanları aradı ama o geceye dair tek bir toz tanesi dahi bulamadı. Beklediğinin aksine sözünü tutuyormuş gibi gözüküyordu Uraz Öğretmeni. Ona da diğer öğrencilerine baktığı gibi berrak gözlerle bakıyordu, yıldızı sönmüş geceyi andıran karaları. 

Sahi neden bu kadar sönüktü Uraz'ın bakışları? Ve neden takılmıştı Güneş onca derdinin arasında yıldızlarını kaybetmiş bir çift karaya...

Yetimhanede geçirdiği yıllarından kalma bir alışkanlık olmalıydı; Hala çocuk kalmış, yetim kalp etkisi... 

Yetim bedenler yemekten, giysiden ve oyuncaktan önce kalpleri sevgiyle dolsun, başları sevgiyle okşasın isterlerdi. Onları ziyarete gelen gözlerde kendilerine yuva olacak kalplerin emaresini ararlardı. İçten içe yetimhanedeki diğer çocuklar gibi o da aramıştı kendilerini ziyarete gelen gözlerde yuvasını, arayışında pek tabi diğer çocuklar gibi sıcak kanlı da olamamıştı. 

Uğursuzdu çünkü o! 

Kendisini evlat edinen ailesini de trafik kazasında kaybedip tekrar yuvasız kalmayı başarmıştı. Mutsuzluk onun en büyük başarısıydı. Bununla da kalmayıp etrafındakilerin örselemelerine boyun eğişi de en büyük kabullenişiydi. Kendinden büyük olan zorba çocuklar, ona yetimhaneden ayrılırken kıskanç gözlerle bakarken, kendisini evlat edinen ailesiyle geçirdiği kazadan sonra yetimhaneye geri döndüğünde sahip olabileceği yuvasını elinden alacak endişeleriyle Güneş'i bu kez de bir rakip gibi görmeye başlamışlardı. Bal rengi gözleri, küllü sarı saçları ufak dudakları ve kalkık şirin burnuyla yetimhanenin en çok dikkat çeken çocuğuydu Güneş.

Halbuki aynı iklimin yaza hasret çiçekleri değil miydiler? 

Birbirlerine düşmanca bakışlar atmak, niyeydi? 

Kimsesiz olmak onların suçu değildi belki ama elele verip birbirlerinin kimseleri olabilecekken bunun yerine birbirlerini örselemek onların suçuydu. 

Her şeye rağmen Güneş onları suçlasa da onlara bir türlü kızmıyordu, çünkü biliyordu ki kimsesizlik en büyük kusurdu. 

Kimsesizlik acizlikti! 

O, yetimhanenin soğuk, rutubetli duvarlarından kim kurtulmak istemezdi ki! Kendilerinden bezmiş gözlerle bakan görevlilerin bakışlarından, kendilerini istismar eden kötü kalplerin bakışlarından hangi ahmak kurtulmak istemezdi? 

Cehennemin tek çıkış kapısı vardı ve o kapının aralanması için de çok kısa bir zaman... Cehennemde azap çeken hangi beden kurtulmak uğruna mücadele etmezdi. 

O yetim kalbi, bir çocukluğa sığamayacak kadar acıyı sindirmişti. Kendisine bakan gözlerden, insanların kalplerini okumayı öğrenmesinin gerekliliği hayatta kalabilmek ihtiyacından değil, daha fazla yara almadan hayatta kalabilmek ihtiyacından kaynaklanıyordu. 

Yara almamak için ne kadar daha mücadele vermesi gerekti. O yetim kalbi incinmesin diye kusurlarını saklamak istedikçe aksine gözler önüne dökülüyor, ona bakan gözlerdeki yargısız infazın boynuna geçirdiği urganla boğuluyordu. 

Tanrının kırıklarını tamir edip ona yeni bir yaşam vaadedceğini bilse urganın ipini kendi sıkıp ayağının altındaki tabureyi kendi itmek ister miydi? 

İstemezdi! 

Her şeye rağmen hayatta var olma için sebebi sebepleri vardı. 

Hesaplaşması gereken insanlar vardı...

Estetik yargılara sahip olan insanlar... 

Kusurlu gördüklerine, kendilerine haz vermeyen, çıkar sağlamayan her şeye subjektif bakma eğiliminde olan o insanlar...  

İstisnalar da yok değildi belki ama Güneş güven duygusuyla yeterince sınanmıştı.  Belki de bu sebeptendi geçen günlere rağmen Uraz Öğretmeninin gözlerinde hala kendisine ait bir ipucu araması.   Temkinli olacağım derken hala güvenemese de artık inanmayı seçtiği söz ve o sözün sahibi o gözleri incelerken nasılda hatim etmişti. Aklının, en olur olmadık zamanlarda etrafına saçılan yerlerinde kalmıştı, o karanlık bakışlar. Kendini unutmuş bu kezde yıldızlarını kaybetmiş gökyüzünü andıran bir çift kara için dertlenir olmuştu.

Uraz'ın gözlerindeki yıldızlar kararıp düşmüş müydü? Nereden bulunurdu onun o gece gözlerindeki kayıp parıltı?

Ne Uraz'ın gözlerindeki ışıltıyı ne de mahkum edileceği yargıyı görebildi aradığı irislerde. Sonunda da Uraz'ın dudaklarından dökülen sözün aksini gözlerinde aramaktan vazgeçti Güneş? 

Kendine bile güvenmediği bu hayatta başka birinin iki dudağı arasından çıkan söze nasıl güvenebilirdi ki?

Sözüne inanmayı seçebilirdi kendisine güvenmese de...

Ne sınıf arkadaşlarıyla ne de Uraz Öğretmeninin anlattığı dersle ilgiliydi Güneş. Gözlerini her zamanki gibi oturduğu sıranın solundaki pencereden dışarıya doğru devirmiş hayatı ve kendini yaftalamaya kaldığı yerden devam ediyordu. 

Göğe baktı önce, sonra da yere ... Geçmişin sırtına yüklediği kambur burnunun direği sızlattı. Acizliğine acıyan gözlerle baktı, pencerenin camından varla yok arası gözüken yansımasına...

Ne çabuk bir başkasının derdine düşmüştü. Ona neydi Uraz Öğretmenin gözlerindeki kayıp parıltıdan. Kimse onun gözlerindeki kederin sebebiyle samimiyetle ilgilenmiş miydi? Necla öğretmeni vardı bir, bir zamanlar sırtından yara alacağını bile bile inanmayı seçtiği Ayça ve Alper de vardılar... Şaşırtmamıştılar ki onu... Necla öğretmeni, kendisi için çabalıyor olsa dahi bu okula gelmek, bu zengin muhitte ezilmek istememesine rağmen isteklerini kulak ardı etmişti. Bu yüzden kendisiyle ilgilenmeye mecbur hissediyor ol alıydı kendini.  Ayça ve Alper de güven duygusundaki son imtihanı olmuştular Güneş'in! 

Nasılsın diye sorup anlatacağı şeyle o hal olamayan riyakarlarla doluydu hep etrafı. Nasılsın diye sorarlarken, gözünden damlasa, göz yaşlarına uzanmayacak ellerin sahiplerine 'iyiyim' , derdi. Nasılsın diye sorarlarken kanasa yarası merhem aramayacaklara 'iyiyim' derdi. Bir an geldi ve anladı Güneş, öyle münafık gözüktü ki gözüne insanlar 'iyiyim' demek bile o insanlara ikram gibiydi. Gel zaman git zaman yüzüne çarpılan sahtelikle nasır bağladı yüreği Güneş'in. Hırçınlaştı ürkek bakışları. Ondan öyle şeyleri söküp aldı ki insan oğlu güvenmeyi unuttu, inanmayı da. Oysa onunda bir zamanlar güvendiği uğruna canını bile verdiği, yetimhanede ona aile olan biri vardı. Güven denilen şeyi de onunla birlikte yitirmeseydi belki kendi için bir umudu olabilirdi Güneş'in.  Şimdi ise hayatın onda bıraktıklarıyla devam etmeliydi. Nefret, öfke, intikam!

Gökyüzünü gizleyen gri bulutların karartısıyla pencerede daha görünür olan yansımasına baktı ve sessizce haykırdı. Hayat ona yaşattıklarıyla kim olmasını gerektiğini öğretiyordu; O yine hayatın ona yaşattıklarına karşı kulaç atıp,  direnircesine sordu camdaki yansımasına:

"Kimsin sen?".

Sağ omzunda hissedilir seviyeye gelen ağırlıkla irkildi Güneş. Hep bir ağızdan sınıfta kahkahalar havada uçuşurken Güneş gülmüyor, kaçırdığı detayı yakalamaya çalışıyordu. Bunu yaparken de ışık görmüş tavşanın gözleriyle sınıftaki arkadaşlarına bakıyordu.  

"Güneş bizimle misin değil misin?", diye sordu Uraz öğretmeni. 

Tüm bir ders boyu sınıfta olan bedenin aksine uzaklarda olduğuna kanaat getirdiği ruh sonunda terk ettiği bedenine teşrif etmiş olmalıydı.  

Ruhun da yoklaması alınmıyordu ki (!)

Ruhun geriye dönüşünü, Güneş'in omzunu tuttuğu an titreyen bedenini hissettiğinde anlayıp, öğrencisi daha fazla gerilmesin diye irkilen bedeninden elini bir an önce geri çekme ihtiyacı hissetti Uraz. Derse başladığından beri ilk kez göz göze gelmiştiler.  Bir çift ela göz, tüm saklanma çabalarına rağmen Uraz'ın karalarının dikkatini çekmeyi başarmış sonunda da sobelemişti.  Ne kadar da kaçınmıştı oysaki Uraz. Haftalarca okul koridorunda, dersliklerde her karşı karşıya gelişlerinde özenle bakışlarını düz tutmaya çalışmıştı. O bu kadar hassas davranırken Güneş'in elalarının gözlerinin içine içine bakması niyeydi peki? Üstleri bile sorguya çekmezken bir çift elanın göz hapsinde kalmıştı günlerce, elinden geldiğince göz göze gelmemeye gayret etmişti Uraz. Gözleri birbirleriyle tesadüf ettiğinde de karalarını kaçırmayıp düz bakışlarıyla öğrencisine sıradan davranmaya özen göstermişti. Söz vermişti, çünkü Uraz Cağaloğlu bir kez söz verdi mi o sözü ucu ölüm olsa tutmalıydı. Kimine göre disiplininden kimisine göreyse kibrinden bilinirdi bu tutumu. Oysa Uraz özgürlüğünden asla taviz vermez yüreklilikle verdiği sözüne sahip çıkar asla sözünün esiri de olmazdı.

"Bir şey olmadı ben sadece bir anlık dalmışım." Güneş kendini açıklarken üzerinden şaşkınlığını atamamıştı.

"Birkaç kez soruyu yanıtlaman için sana seslendim cevap alamadık,  bir sorun olmadığına emin misin Güneş?" Tek kaşını şahlandırıp üsteledi Uraz. Necla'ya verdiği bir söz vardı ve bu okuldaki görevi devam ettiği sürece elinden geldiğince öğrencisi için özveride bulunacaktı.

"Eminim Uraz Hocam." , dedi Güneş, artık bakışları her zamanki Güneş gibiydi; Soğuk ve hissizdi, az evvelki sarhoşluğunun gölgesi bile yoktu artık bakışlarında...

   "Peki bize KHK hakkında neler söyleyebilirsin, dersin başında işledik bir anlık daldığın için o kısmı kaçırmamışsındır diye düşünüyorum."

Uraz, en başından beri Güneş'in dersi dinlemediğinin pek ala farkındaydı. Kendisi her ne kadar bir anlık dalmışım dese de ruhunu özgür bırakıp çok uzaklara yolculuğa çıktığını görmemesi yıllarca eğitim aldığı gözlemdeki başarısına haksızlık olurdu.

Sorusuna yanıt almayı zaten beklemiyordu, fakat sorusuna karşılık aldığı sessizliği bahane edip ders sonunda bu kızın kulaklarını çekebileceği bahaneye kavuşacaktı.  Zira günlerdir öğretmenler odasında herkes Güneş'in düşen ders notlarını ve dikkatsizliğini konuşuyordu. Necla Öğretmeni ayrıldığından beri her şeyi iyice boşlamıştı. Onun emeklerini nasıl yok sayardı, giderken bile sadece onu düşünüp kendisine emanet etmişti Necla. 

..."Uraz Hocam herkes gül bahçesinde doğmuyor ki ... Güneş de diğerleri kadar şanslı olup gül bahçesinde doğsaydı gül kokacak bir çocuktu, maalesef ki kardelenler gibi zorluklara rağmen hayatta kalma mücadelesi veren bir çocuk o. Onun mücadelesini görmemek bir meslek suçudur. Lütfen siz bari diğerleri gibi ona gözünüzü yummayın. Ben gittiğimde daha da içine kapanacak daha zor biri olacak. Öğrencilerime iyi bakın..."

Genç adam boş bir ifadeyle etrafına bakan öğrencisine az evvel sorduğu soruyu deklare etti.

Genç kız, bir üçüncü kez daha aynı sorunun sorulmasını ve sınıf arkadaşlarının aptal gibi aynı duruma üçüncü kez gülmelerini sineye çekemeyecekti.

"Yasama'nın verdiği yetkiyle bakanlar kurulu...."

Uraz, Güneş soruyu cevaplarken kaşlarını kaldırarak alnını daralttı. Güneş'in dersi dinlemediğine emindi ama Güneş sorusuna beklediğinden fazlasıyla yanıt veriyordu. Derse önceden hazırlanıyor olabilir miydi? Eğer dersleriyle bu kadar ilgiliyse peki neden dersteyken sınıftakileri umursamıyormuş gibi davranıyordu? 

On dokuz yaşında olduğunu öğrendiğinde sınıf tekrarı yaptığını zannetmişti Uraz. Necla gitmeden önce kendi sınıfının Uraz'a teslim ederken öğrencileri hakkında konuşma imkanı bulmuştu. Necla Güneş'i bu okuldan evvel de tanıyordu. Hatta çok daha evvelinden. 

Güneş henüz altı yaşlarındayken ailesini trafik kazasında kaybetmiş, o olaydan sonra yaşadığı travma yüzünden iki sene konuşmakta zorlanmış, iki sene sonra ilk okula mecburen başladığında da kaynaştırma öğrencisi olarak derslere alınmıştı. 

"... iptali için anayasa mahkemesine de başvuru yapılabilir."

Genç kız öğretmeninin sorusunu yanıtlamıştı. Sınıftakilerin kahkahası daha da arttı. Onlar Güneş'in potansiyelini biliyordu. Okuldaki her öğrenci biliyordu. Güneş dersleri önemsemiyordu. Okula mezun olmak için gün doldurmaya gelmiş gibiydi.

Uraz' da bu kez henüz anlatmadığı üniteden bir soru sordu. Güneş bu soruya da cevap vermeye başladığında Uraz kitabını açıp sorduğu konu başlığı altındaki paragraflara baktı.

Güneş her bir cümleyi, her bir paragrafı eksiksiz kitaptaki sıralamasına göre anlatıyordu. Tahmin ettiği gibi Güneş derslere önceden hazırlanıyor hatta ezber yapıyordu.

Ezberci eğitim en sevmediği teknikti. Bilgiyi işlemek, yorumlamak beyni geliştirebilir bilginin olgunlaşmasını sağlayabilirdi. Bunu da test etmeye karar verdi ve bir soru daha sordu?

"Peki az evvel, siyasi, demografik, mili ... vs olmak üzere güçlerin tanımlarını anlattın. 

 Sana göre, sınırsız ve denetimsiz bir güce sahip olunsa ne olurdu?'

"Kusurlu olan insanlık için kontrolsüz bir güç çok fazla. Eminim ne oldum delisi olan insanlar çok gecikmeden sahip oldukları güçle Tanrıya bile meydan okumaya kalkacalardır bu da Tanrının gazabını üzerimize çekip kıyametimiz olması demek."

Sınıftakiler ağız dolusu gülüşmelere ve kendi aralarında konuşmalara başlamışlardı. 

Uraz bir çift elada zamanın durduğunu fark etti. 

"Diyorsun ki denetimsiz, kontrolsüz güç kaos yaratır."

"Aynen öyle. Savaşlar bunun için yapılmıyor mu? Birileri daha fazla güç ve kontrole sahip olmak için ya başkalarının güçlenmelerine mani oluyor ya da himayesi altına alıp da sömürüyor."

Uraz, Güneş'in cevabına tebessüm etti. Sınıfı sessizliğe davet ederken son birkaç notu da sınıfla paylaşıp dersi sonlandırdı.

Uraz öğretmenler odasındaki semaverden fincanına aldığı çaya şeker ilave etmeden toplantı masasının bir köşesine oturdu ve notlarını kontrol etmeye başladı. Dersleri sonlanan öğretmenlerde kendi gibi bir bir odaya gelmeye başladılar.

Nilay odaya girdiğinde, odada oturmak için bolca boş yer olmasına rağmen Uraz gibi toplantı masasında oturmayı tercih etmişti; Uraz'a en yakın olan hemen yanındaki boş sandalyeye.

"Kolay uyum sağladınız Uraz Hocam, sevdiniz mi öğretmenliği?"

Uraz Nilay'ın her seferinde kendisiyle konuşmak için bahane bulup ortaya laf Toyor oluşuna alışmıştı. Nezaketten başını gömdüğü masadaki kağıtlardan kaldırıp Nilay'a doğru döndü, tebessüm etti ve

"Alıştım.", demekle yetindi.

Nilay salık saçlarını iki eliyle kulakları arkasına sıkıştırdı. 

"Hafta sonu Hamam önünde türkü gecesi yapılacak, arkadaşım da etkinlikte yer alıyor, severseniz sizi de davet etmek isterim."

Uraz türkü sever biri olarak teklifi çok cazip bulsa da;

 "Hafta sonu arkadaşımla planımız var, üzgünüm.", Nilay'ın teklifini reddetti.

Nilay Uraz'ın kız arkadaşı olduğunu bilmiyordu, teklifine aldığı beklemediği karşılığı duyunca yüzünün düşmemesi için kendini zorladı.

"Peki o zaman kız arkadaşınızla size iyi eğlenceler.", deyip toplantı masasından kalkıp oturma grubunun olduğu alana diğer öğretmen arkadaşlarının yanına geçti.

Uraz'ın kız arkadaşı yoktu, özellikle arkadaşımla planımız var demişti de cinsiyet belirmemişti. Nilay'ın kendisine olan ilgisini fark etmiş ve daha fazla ileriye gidip özel alanına girmesine engel olmak istemişti. Asla tesadüflere inanan biri değildi Uraz. Birkaç gün önce öğretmenler odasında unuttuğu walkmanini bıraktığı halde bulamamış, kasetin dinlemeyi bıraktığı yerden daha ileride çaldığını fark etmişti.  Kendisinin türkü sevdiğini bilerek bu daveti ayarlamıştı Nilay. Aksi halde her fırsatta jazz müzik dinleyen bu kadın neden kendisini böyle bir etkinliğe davet etsindi ki.

Notlarına kaldığı yerden devam edecekken odanın kapısına vuran hummalı hava açılan kapıyla öğretmenler odasına girivermişti. Yasemin ile Halil İbrahim hararetli bir diyalog halindeydiler.

Halil Hocam bildiğiniz gibi değil. Bu çocuk her seferinde bir şey yapıp dersi kaynatmanın yolunu buluyor. Tamam yaptığı esprilere bazen bende gülüyorum ama her defasında dersimin sabote edilmesinden artık hoşnut değilim. Çalışkan bir öğrenci olmadı onu tolere edeceğim anlamına gelmez çok fazla gevezelik ediyor.

Öğretmenler odasında bir kahkaha tufanı kopmuştu.  Hep bir ağızdan,

"Alper!", dediler. Uraz da usulca onlara kulak kabarttı. Profil analizini özenle yazdığı öğrencilerden biri de Alperdi.

"Aşırı zekadan bence bu, çocuk geleceğin Alan Turing'i olacak. Onunla matematik ispatları yapmak istiyorum. " dedi Halil. Bunu söylerken boştaki elini yumruk yapıp kolunu havaya kaldırdı, tavana çevirdiği bakışlarıyla Yaratıcıya dilekte bulunuyor gibiydi.

"Ne olursa olsun diğer öğrencilerin öğrenim hakkına dersleri sabote ederek engel oluyor." , dedi Yasemin otoriter ses tonuyla.

"Abartmayalım hocam Alper'in bu halleri yeni değil yıl sonu da yaklaştı yakında mezun olacaklar."

"Ben mi abartıyorum Ezgi hocam, geçen hafta siz değil miydiniz deney odasında şalterleri attırdı diyen."

"Şey, evet ama sonra kazara olduğunu anladık."

"Peki ama bir kez daha olursa konuyu Haşim’e taşıyacağım. Velileriyle görüşülmeli."

"Velilerini toplantılarda da göremedik, bence Alper birazda buna güveniyor olabilir.", dedi Akif.

Bu kez söze giren Aysel olmuştu.

"Tam da bu yüzden Alper'in böyle davrandığını düşünüyorum, lise hayatı boyunca bir kez bile ailesinin toplantılara katıldığını görmedim. Ailesi yerine evde çalışan hizmetlileri geldi hep veli toplantılarına. Dikkat çekmek istiyor da olabilir."

Aynı anda sessizlik çöktü odaya. Sessizliği bozan Aysel oldu.

"Çocukların her biri beyaz bir sayfa gibidir, yaşadıkları, gördükleri ne varsa sayfaya onu doldururlar. Bizler o sayfaya her bir bilginin yanında parantez açtırıp güzel cümleler yazmalarını da sağlamalıyız. Necla Hocamın bize sıklıkla söylediği sözler geldi aklıma, o kadar doğruydu ki; Her çocuk gül bahçesinde doğmuyor."

Burnuna kayan gözlüklerini işaret parmağıyla ait olduğu yere doğru burun kemiğinde sürükledi Aysel, ardından semaverden bir fincan çay alıp toplantı masasında boş olan bir yere oturdu. Herkes kendi gündemine geri döndü.

Dersler sona erdiğinde Uraz da diğerleri gibi kaldığı yerin yolunu tuttu. Okul bahçesinden ayrılırken yine istemsiz olarak etrafı inceledi. Alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyordu, nerede olursa olsun etraftaki her bir detayı aklının bir köşesine not alıyordu Uraz. Son birkaç gündür de okul bahçesinden çıktığında yolun karşında kalan, yarım metrelik bahçe duvarının dibinde tezgah açmış nohut pilav satan seyyar satıcı, yine her zamanki yerinde satış yapabilmek için bekliyorken Uraz'ın gözlerine takılmıştı.  Az ileride park halinde çocukları almak için bekleyen okul servisleri ve velilere ait lüks araçlar istemsizce Uraz'ın merceğindeydi. 

Lüks araçlardan bir tanesinin plakası Uraz'ın dikkatini çekti. Siyah mercedes marka olan bu aracı öğrencilerin okuldan çıkış saatleri rutininin dışında da okulun arka sokağında park halindeyken birkaç kez görmüştü.  

Araba sahibinin kim  ve kimi bekliyor olduğunu merak etmişti. Belki de endişeleri yersizdi ama yine de emin olmak istiyordu.

Nohutlu pilav satan esnaf aracının yanına gidip sipariş verdi Uraz. 

"Nasıl olsun ağabeyim."

"Her zaman nasıl yapıyorsan öyle yap yalnızca üzerine bolca karabiber dök."

Böyle zengin ailelerin bulunduğu nezih bir semtte lüks restoran ve kafeler daha tercih edilebilir dururken nohut pilav satan bu seyyar satıcının ısrarla bu sokakta tezgah açışı da Uraz'ın gözüne eğrilti gözüküyordu. Üstelik günün sonuna gelmiş olmasına rağmen çok fazla satış yapamamışken hala burada oyalanıyor oluşu da akla mantıklı gelmiyordu. 

"Buyur ağabeyim, bol karabiberli ve tavuk parçacıklı nohutlu pilavın, bir tadına bakan bir daha vazgeçemez o kadar iddialıyız."

"Peki ne kadar borcum."

"Bir YTL elli kuruş ağabey." 

Uraz beş YTL uzattı, parasının üzerini alırken bir gözü lüks arabadaydı. Okulda kalan birkaç öğrencide dışarıya çıktığında okul kapıları artık kapanmıştı. Servis araçları birer birer park alanlarından rotaları yönünde hareket alırlarken aynı zamanda park halinde olan lüks araçlardan çıkan özel şoförler, ebeveynler de bekledikleri kişiler geldikçe birer birer hareket alıyorlardı. Usulca göz hapsinde tuttuğu arabada ise hala bir hareketlilik yoktu. Dikkat çekmemek adına Uraz da bulunduğu yerden ağır tempo ile uzaklaşmaya başladı. Az ilerdeki bahçe duvarının dibinde oturup bir elindeki dosya çantasını yere bıraktı ve diğer elinde tuttuğu karton kase içindeki pilavı iştahsızca yemeye başladı.

Çok geçmeden göz hapsinde tuttuğu lüks arabaya koşar adımlarla yürüyen genç kızı gördü Uraz. Bu kişi Güneş'ti.

Güneş arabanın yanına geldiğinde arabanın şoför kapısı açıldı. Arabadan inen, yaklaşık olarak bir seksen boylarında, sarışın, kirli sakallı, fit görünümlü genç bir adamdı. Üzerine oturan parlement mavisi gömleğin kıvrık kollarından ve göğsüne kadar açık olan yaka düğmelerinden adamın dövmeleri gözüküyordu. Karşısındaki genç kıza karşı kullandığı beden dili ve yüzündeki laubali ifade ile etrafına tekin biri olmadığı mesajı veren bu adamla Güneş'in ilişkisi neydi? Tahmini On dokuz ya da yirmili yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bu kişinin bu okuldaki herhangi birinin akrabası olmadığının altına imza atabilirdi Uraz.

Güneş'in böyle bir tiple ne işi olabilirdi!

Müdahale etmesi gereken bir durum olması ihtimaline karşı kendini hazırlamıştı Uraz. Güneş karşısındaki adama bir şeyler söylüyordu. Adam da onu dinliyor gibi dursa da aslında umursamıyor gibi görünüyordu. Bu halinin farkında olan Güneş, iyiden iyiye öfkeleniyor gibiydi. Güneş adamın arabasının ön tekerini tekmelediğinde adam kızın kolundan kavrayıp kızın narin bedenini  kendi bedenine doğru çekti. Horoz dalaşı yaparcasına birbirlerine tıslar haldeydiler. Güneş iki elinin avucundan destek alarak adamın göğüslerine baskı uyguladı ve haddinden fazla yakın olduklarını düşündüğü bedeni kendisinden uzaklaştırdı ve ardında bıraktığı adama son bir kez dahi bakmadan orayı koşar adımlarla terk etti. Adamda Güneş'in ardında yüksek sesle konuşmaya devam ederken Güneş'in bir kez daha dikkatini çekebilme çabasındaydı.

"Kıskanma güzelim!" Adamın son ses bağırarak söylediği son cümlesi olmuştu.  Önceki sözlerini, son cümlesindeki gibi yüksek sesle söylemediğinden ve dudaklarını okuyabileceği açıda durmadığından, anlayamadıysa da son cümlesini net bir şekilde duyabilmişti Uraz. Bu belli ki aşk meşk mevzusuydu?

Bu gençler böyle tiplerde ne bulurdu ki! Bir kere sağlam pabuç olsa düzenli bir hayatı ve işi olurdu. Güvenli işi olan birinin günün herhangi bir saatinde burada olmasına imkan yoktu. İşsiz birinin böylesi lüks bir arabanın masraflarını karşılaması da mümkün değildi. Gençlerin ben her halimle mayın tarlasıyım diye haykıran bu tiplerden kaçınmamalarını kötü adamları aptal aşık gibi gösteren romanlara, dizi ve filmlere bağlıyordu. 

Uraz yoldan geçen taksiyi çevirdi ve arabasına binip hareket alan adamın arabasını peşi sıra takibe koyuldu. Lüks bir kulüp önünde park ettiği lüks arabasından indiğinde, park için bekleyen vale, adamın önünde hazır ola geçer gibi saygı duruşunda bulundu.  Adam, arabasının anahtarını valeye teslim edip kulübe gitmek için yola koyulduğunda ardındaki kişinin kendisine patron diye seslendiğini işitti Uraz. Kulübün adını aklının bir köşesine not edip, taksi şoföründen yola devam etmesini istedi...

Kulübün sahibini araştırmakla işe başlayacaktı...

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%