Yeni Üyelik
11.
Bölüm

9. Bölüm

@demirkalem

Bir ders saati daha son bulunca, aklının not defterine bir çentik daha attı Uraz. Bir an önce ait olduğu yere dönmek istiyordu.  Görev adı altında ayaklarına vurulan prangalardan bir an önce kurtulmak için; Değil haftaları, değil günleri, saatleri sayıyordu.

Dersi sona erdiğinde bir dahaki ders saatine kadar dinlenmek üzere öğretmenler odasına çekildi Uraz. Semaverin musluğundan ince belliye süzülen çayın kokusunu içine çekip tazeliğinden emin olduktan sonra, sıra çaya suyu ilave etmeye geldiğinde, bardağındaki çay demini köpürtmemek için semaverin sıcak su musluğundan ip inceliğinden akmasını sağladığı sıcak suyun bardağı doldurmasını sabırla bekledi. Demle buluşan suyun, birlikte ortaya çıkarttıkları rengi kontrol etti önce, muhteşemliğini tasdiklercesine bardağı burnuna yaklaştırıp çayın bardaktan tüten bergamot kokusunu içine çekti. Gözleri, çayını karıştırmak için tahta karıştırıcı aradı, gözüne metal çay kaşıklarının olduğu sepet ilişti. Tahta karıştırıcılar bittiği için Veysel Efendi çay kaşığı sepetini bırakmış olmalı diye düşündü.  Metal çay kaşığının tıngırtısını da demirimsi kokusunu sevmediğinden çayını şekersiz içmeye karar verdi.

Her zaman ki gibi toplantı masasının köşesindeki sandalyede yerini aldı. İçerisinde şeker olmayan çayından birkaç yudum peş peşe içtikten sonra bardağını dosyalarının sağ tarafına koyup, gün içeresinde gözlemlediklerini defterine tek tek not aldı. Birkaç dakika sonra odaya ilk giren Nilay olmuştu. Kendisine semaverdeki çaydan ince belliye demli bir çay alıp boş olan oturma alanlarını es geçip her zamanki gibi yine Uraz'ın hemen yakınında boş gördüğü sandalyeye geçti Nilay. 

"Kolay gelsin Uraz Hocam."

Uraz elindeki dosyanın gizliliğini korumak üzere sakin tavırlarla hareket ederek kapağını kapattığından emin olup Nilay'a karşılık verdi.

"Teşekkürler, nasıldı hafta sonu?"

Şaşırdı Nilay, Uraz Nilay'ın sorduğu soru karşısındaki şaşkınlığını görünce hatırlatma gereği duydu.

"Türkü etkinliği!" 

"Aa , evet tabi onu kastettiniz, çok eğlendik, çok güzeldi.", dedi Nilay şaşkınlığının üstüne eklediği panik haliyle.

Her gördüğünde filtre kahve içen bu kadının, şimdi ise kendisine demli çay alması gibi, zevki olmayan şeylere her seferinde sanki seviyormuşçasına düşmesi Uraz'ın gözünde onu samimiyetsiz kılıyordu. 

Asıl düştüğü şeyin kim olduğu, tesadüfen gören gözler için bile kabak gibi ortadaydı aslında.

"Pek sevindim sizin adınıza.", dedi Uraz. Türkü dinlemeye gitmediğinden emindi.

Tıklanan kapı sesiyle ikisinin de bakışı kapıya yöneldi.  Kapı açıldığında kapı önünce elinde sınıf defteriyle duran Güneş'i gördüler.

"Aaa ,  teşekkürler Güneş, imza atmayı unutmuştum da Uraz Hocam Güneş'ten sınıf defterini getirmesini ben istemiştim."

Öğretmenler odasına öğrencilerin girmesi yasaktı, bu yüzden bir yandan beden diliyle Güneş' i içeri davet ederken diğer yandan da Uraz' a durumu izah etmeye çalışıyordu Nilay.

Nilay hızla kitabının kapağına asılı olan dolma kalemi aldı, Güneş'in elindeki sınıf defterini açıp haftalık ders çizelgesindeki kendi ders saatine ait boş alana işlenen ders konusunun notunu yazıp altına imzasını attı. Ardından da ders saatine ait öğrenci yoklama fişindeki alanı imzalamak istedi ama kalemin yazmadığını fark edince yersiz samimiyetiyle izin dahi istemeden Uraz'ın dosyasında asılı olan dolma kalemi almak için hamlede bulundu. O esnada içilmek üzere bekleyen çay devrilen bardakla sınıf defterine dökülüverdi.

Güneş şaşkınca sevimsiz olan bu ikiliye bakarken, Uraz da Nilay da panikle oturdukları yerden aynı anda doğruldular, ani hareketlilikleri sonucu başları birbirine çarpınca, bakışları romantik komedi filmlerini aratmayacak tekdüzelikte birbirlerine kilitleniverdi.

Nilay'ın cilveli işveli özürlerini gören Güneş gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Uraz durumun verdiği rahatsızlıktan, ciddi bir tonda olmasına dikkat ettiği sesiyle Nilay'ı telkin etti.

"Sorun yok, iyiyiz sanırım."

"Biz iyiyiz de yoklama fişine çay dökülmüş Uraz Hocam!"

"Sorun değil yenisi hazırlanır.", dedi Uraz ve hemen sol taraftaki dolaptan aldığı koçandan bir sayfa boş yoklama fişini koparıp Nilay'a uzattı Uraz.

Eski yoklama fişine çay döküldüğünden okunurluğunu yitirmişti, bu yüzden Uraz'ın uzattığı fişi alınca duraksadı Nilay.

Güneş, ders ders katılımda bulunmayan öğrencilerin öğrenci numaralarını söylemeye başladığında Nilay da Güneş'e şükran dolu bakış atarak fişe bir bir numaraları ekledi ve sonrasında kendi ders saatlerini imzalayıp defteri Güneş' uzattı.

"Güneş teşekkürler, ama sana tavsiyem sınıf arkadaşlarının öğrenci numaralarını ezberlemek için harcadığın eforu keşke İngilizce kelime havuzuna yeni kelimeler eklemek içinde sergilesen. Neyse sayende fişi yeniden hazırladım ama diğer ders saatlerinin de yeniden imzalatılması gerek. Rica etsem kalan alanları da öğretmenlerimize imzalatır mısın?"

Uraz, önce Nilay'a sonra Güneş'e baktı. Nilay defteri Güneş'in kendi sınıfına ait sınıf defteri zannettiğinden, az evvelki öğrenci numaralarını ezbere es vermeden sıralayışından elbette etkilenmezken, Uraz  Nilay'ın  aksine bir kez daha Güneş'i görmüştü. 

Uraz'a göre Güneş, gelişmiş seviye de fotografik hafızaya sahipti. Sadece birkaç saniyede üç sayfalık notun imlalarına kadar hafızasında kalmasının başka bir anlamı olamazdı. Sözlü yaparken özellikle son soruya yazılı olarak yanıt vermesini isterken, kendi yaptığı hatalı imlalarının bile aynı şekilde tahtaya kopyalanışını izlemişti. Fotografik hafıza genetik bir lütuf olabileceği gibi sistematik eğitimlerle sonradan da sahip olunabilir bir yetenekti. Mesleği gereği kendisi bu eğitimlerden geçmişti. Karşısında duran kızın kendisinin aksine doğuştan bu yeteneğe sahip olduğunu düşünüyordu.

Nilay, Uraz'ın Güneş'e olan bakışını sorgulamak üzereyken bir anda duyulan patlama sesiyle Güneş'le eş zamanlı olarak bulundukları yere çöktüler. Uraz bu beklenmedik durum karşısında oldukça soğuk kanlıydı. Hızla öğretmenler odasından çıktı. Kaosun yaşandığı kata çıktığında patlamanın laboratuvar sınıfında olduğunu anladı.  Vakit kaybetmeden sınıfa doğru koştu Uraz. Sınıftan korkuyla çıkan öğrencileri, tek tek kontrol ettiğinde Ayça ve kimya öğretmeni Yüksel Hoca 'dan dışındakilerin ayakta tedavi edilebilecek sağlıkta olduklarını gördü.

Okul tahliye edilirken Uraz, Yüksel Hoca'nın koltuğunun altına girmiş kendisine destek oluyordu.

"Sodyum metali su olan behere düştü Uraz Hocam, planlı bir deney değildi!"

"Sakin olun Yüksel Hocam!"

"Beni boş verin öğrenciler ne durumda?"

Uraz patlamanın olduğu sınıfa koşarken çoktan sağlık ekibini aramıştı, patlamadan en çok hasarı Ayça'nın gördüğünü Yüksel Hoca'ya söyleyip söylememek konusunda bir anlık tereddüt etse de gerçeği ertelemede fayda görmeyip, durumu Yüksel Hocaya söylemeye karar verdi.

"Ayça yaralı, sanırım patlamaya en yakın yerde bulunan oydu ama endişelenmeyin kendisine sağlık ekibi çoktan müdahale etti bile."

"Böyle bir şey nasıl olabilir, deneyimizin konusu metaller bile değildi. Behere suyu ne için koydular, sodyum metali içine nasıl düştü ben anlam veremiyorum hocam. Nöbetçi öğrencilerle birlikte tek tek düzenekleri kontrol etmiştik dersten önce. Ben şimdi öğrencilerime nasıl hesap vereceğim. Onları güvende tutamadım! Koruyamadım onları Uraz Hocam!"

Olay kontrol altına alındığında dersler iptal edildi ve öğrencilerin eşyalarını almaları için sınıflarına kontrollü bir şekilde dönmelerine izin verildi. Uraz da öğretmenler odasındaki notları almak üzere okula geri döndü. Bu esnada bir grup kızın kendi aralarındaki konuşmalarına şahit oluyordu.

"Duydunuz mu Yüksel Hocanın söylediklerini."

"Duymaz olur muyuz ben de seninle aynı fikirdeyim. Güneş hepimizin önünde meydan okumuştu Ayça'ya, bugün nöbetçi öğrencilerin arasında Güneş de vardı."

"Tamam Ayça da Güneş'e notları eksik vermekle hata etti ama patlamada çok daha ağır yara alabilirdi, Güneş bence bu kez çok ileri gitti."

Uraz kendi aralarında konuşmaya devam eden kız grubunun arasından geçip, öğretmenler odasına giden koridora döndüğünde köşede elinde sırt çantasıyla duvara yaslanmış halde duran Güneş'i gördü. Üzerine giydiği sivil kıyafetlerinden okuldan ayrılmak üzere hazırlandığını anlamıştı Uraz. Muhtemelen kendi gibi o da konuşulanları duymuş ama yüzleşmemek için kendini kuytuya saklamayı tercih etmişti.

Uraz, Güneş'e doğru yaklaştı, yaklaştı ama bir tek kelime dahi etmedi. Güneş boşluğa dalgın halde bakan gözlerini Uraz'ın karalarına kaldırıp kendisine sessizce bakan öğretmenine aynı sessizlikle karşılık verdi.

İkisi de birbirlerine bir tek kelime etmediler belki ama hiç susmayan iç sesleri gözleriyle birbirlerine çağlıyor gibiydi ...

'Uraz Öğretmeninin gözlerinde neden kendi yansımanı göremiyorsun Güneş? Senin gibi karanlığı üzerine giymiş birinin kendisini bir çift karada araması ne büyük bir saçmalıktır ki? Karanlıksın kızım sen! En az sana bakan bu gözler kadar karanlık! O yüzden suskun karaların sahibi!'

'Benim kurak topraklarımda bir çift ela ne arıyor, ne duymayı bekliyor benden bu kız? Neden kendini savunmuyor! Neden ben yapmadım diyemiyorsun Güneş?'

Güneş özensizce tutturduğu saç lastiğini saçlarından söküp, sarılarını etrafına savurdu. Saç lastiğini parmaklarını kullanarak tuttuğu elinin bileğine geçirdi. Diğer elinde tuttuğu çantanın saplarını da omuzlarına geçirirken elalarını tekrar Uraz'ın karalarıyla buluşturdu. İkisi de birbirlerinden duymayı beklediği sözcükleri duyamamıştı, akıllarındaki boşluklarla birbirlerinden uzaklaştılar.

Uraz notlarını almak üzere öğretmenler odasına doğru ilerlemeye devam ederken Güneş de okulun çıkış kapısı yönüne doğru ilerlemeye devam etti. Güneş koridoru döndüğünde az evvel işittiği dedikodu sözcüklerinin yerini, ani bir değişimle selamlama sözcükleri ve sahte samimiyet gösterisi almıştı.

Güneş ifadesiz bakışlarını kendisine sırnaşan bu kız grubundakilerin üzerinde tek tek dolaştırdıktan sonra bir tek söz söylemden yanlarından uzaklaştı. Sadece birkaç metre uzaklaştığında yine gıyabında konuşulduğunun işareti olan fısıltıları işitti. Ağır, ileriye bakan kendine has dik yürüyüşle bedenini, önce okul sonrada okul bahçesinden dışarıya doğru attığında, artık kendini tanımayan insanların arasına karışıp özgürlüğüne kavuşmuştu Güneş.  

Gözleri birini arar gibi sokakları, kaldırım yanlarını taradı, beklenmedik şekilde kolundan tutulduğunda duraksadı Güneş ve kendisini durduran kişiye doğru ardına döndü.

Karşısında nefes nefese kalmış halde duran Alper'i gördü. Ciğerlerini boşluk bırakmayacak şekilde havayla doldurup sesli bir şekilde nefes verdi. Gözlerini hala Alper'in elinde olduğunu gördüğü koluna, tam olarak da Alper'in kolana temas ettiği noktaya dikti. Alper, Güneş'in baktığı yeri fark edince hala tutmakta olduğu Güneş'in kolunu panikle bıraktı.

"Ardından seslendim ama duymadın."

"Ne söyleyeceksen kısa tut, acelem var."

"Ayça'ya geçmiş olsun diyelim beraber."

"Niye beraber, git kendin tek başına iyi dileklerinde bulun."

"Eğer sende gelmezsen bu kaza büsbütün senin üstüne kalacak."

Güneş'in dudağının sağ kenarı yukarı kıvrılmış, gözleri kısılmış, alaylı bir yüz ifadesiyle her bir kelimenin üzerine basarak Alper'e karşılık verdi.

"Kaza olduğunu nerden çıkardın?"

"Ne demek istiyorsun?"

"Ayça ile aynı dersteydin pek ala tahmin yürütebilirsin. Sen de Yüksel Hocanın olayla ilgili anlattıklarını duymuşsundur ve hatta bu olayın kaza olmadığından da eminsin. Tam da bu sebepten benden Ayça' ya geçmiş olsun dileklerinde bulunmamı istiyorsun.  Üzgünüm, ne seninle ne de sensiz Ayça 'ya geçmiş olsun dileklerinde bulunmayacağım. İkiniz de benden uzak durmanız gerektiğini anlayamamışsınız."

 "Bak beni boşver , istersen beni bir ömür de affetme ve suçlamaya devam et ama herkes bu olayın ardındakinin sen olduğunu düşünüyor. Sadece birkaç gün Güneş, sadece birkaç gün sonra okul bitiyor. Yakında mezun olacağız sorunsuz bir şekilde mezun olalım. Sadece birkaç gün için..."

"Sadece birkaç gün sonra okul bitecek ve herkes kendi yoluna devam edecek.  Herkes bu sıraları unutacak ve sen bana herkesin benim için ne düşündüğünü umursamamı söylüyorsun. Sen bana umurumda olmayan birine geçmiş olsun dileklerimde bulunmamı söylüyorsun. Yaklaşık olarak bir yıl yedi aydır birbirimize davrandığımız gibi davranalım, birbirimizin hiçbir şeyiymişiz gibi."

Güneş o olaydan sonra ilk kez Alper'le bu kadar uzun konuşmuştu. Liseye ilk başladıklarınla Ayça ve Alper'le çok yakın arkadaşlarken yediklerini, içtiklerini ve sırlarını paylaşırlarken bir anda üçü de birbirine uzak insanlar olmuşlardı.

Ayça ile Alper zaman içinde sevgili olarak bu üçlüde devam ederlerken en yakın kankaları ve destekçileri Güneş'di. Ayça ders stresi yaşarken Alper ile Güneş'in başarıları yükselen ivmeleriyle devam ediyordu. İkisi de Ayça'yı dersleri için samimiyetle destekliyordu. Ayça diğerleri kadar zeki olmadığını bildiğinden onlara yetişmek için daha fazla çalışmak zorunda kalıyor, bu durum Alper'le geçirecekleri zamanı azaltıyordu.  Tüm bu süreçte yıl sonu öğrenci sıralamaları belli olmaya başladığında, tüm okulu Güneş'in çocuk esirgeme yurdundan geldiği ve bu okulda burslu okuduğu haberi sarmıştı. Bu sırrı öğrencilerden bilen Alper ve Ayça 'dan başka kimse yoktu. Güneş bu haber sonrası okuldaki popülerliğini yitirmekle birlikte herkesin gözüne acınacak, ezik biri olarak görülmeye başladı. Hayatıyla barışık olmasa da kendiyle barışık biriydi Güneş. Hiçbir zaman etrafındakilere iyi, varlıklı bir aile çocuğu imajıyla görünmek gibi derdi olmamıştı. Onu sarsan bu durumun nasıl öğrenildiğiydi, onu sarsan arkadaşlarından alacağı güçle bu kötü bakışlara karşı direnebilecekken arkadaşlarının arasında geçen şahit olduğu konuşmalardı;

“- Ayça! Sen yaptın değil mi? Son zamanlarda da Güneş'e karşı bir tuhaftın zaten.'

'- Ben yaptım evet. Ben gece gündüz çalışırken siz pek bir rahattınız, ben gelecek sene olmam gerek bölüme, sınıfa alınmazsam siz aynı sınıfta birlikte hayatınıza pek ala devam edeceksiniz. '

 'Sana inanamıyorum, bunu etrafa yayman neyi değiştirecek, seni daha başarılı biri mi yapacak.'

'Hayır ama Güneş'e ait olduğu yeri gösterecek. Senin yanında olması gerekenin kim olduğumu gösterecek.'

'Ne saçmalıyorsun sen.'

'Ya bu olayda bile Güneş'i savunuyorsun, senin kız arkadaşım benim! Senin sevgilin benim!'

“Seni hiç tanıyamamışım ben Ayça, artık emin oldum! Ben çok yanlış birine Aşık Olmuşum!'

'Ne yani doğru olan Güneş mi!'

'GGÜNEŞ!'

Alper, o gün Ayça ile tartışırken Güneş'in yanlarına geldiğini farkeden ilk kişi olmuştu

Ayça, başta Alper'in GGÜNEŞ!' , diye haykırışını sorusuna cevap olarak algılarken Alper'in şaşkın bakışlarının odağı olan yere döndüğünde gerçekle yüzleşirken Güneş'le göz göze gelmişlerdi. 

O gün üçü de hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını anlamışlardı velev bir yıl yedi ay boyunca da asla eskisi gibi olamadılar. Alper şimdi Güneş'ten hiçbir şey yaşanmamış gibi birlikte Ayça'ya geçmiş olsun dileklerinde bulunmaya gitmek istediğini söylüyordu.   

"Güneş! Ayça annesinin baskıları yüzünden yaptı. İkimizde biliyoruz. İkimizde cezalandırdık onu ve hatta ben de sana karşı Ayça'yı kışkırtmakla hata yaptım biliyorum. Bak bir kaç hafta sonra bir daha birbirimizin hayatında olmayacağız. Artık hatalarımızla yüzleştik ve affedilme zamanımız. Öyle değil mi?"

"Siktir git Alper!"

Alper'in elinde tuttuğu beyaz filama yine Güneş tarafından hiçe sayılmıştı. Güneş Alper'i ardında bırakarak yoluna devam etti.  Gözleri aradığı kişiyi uzun zamandır göremiyordu, bu kötü bir şey mi yoksa iyi mi? Diye sorguluyordu içten içe.

Hızla yoluna devam etti. Ne Ayça ne Alper ne okul şu anda umurunda değildi. Onu huzursuz eden, geçmişinde soluduğu o tanıdık acı koku vurmuştu burnuna...

Havaya karışmış kötü kokuları soluyordu.

Az ilerde köşede tezgah açmış duran, tavuklu pilav satan adamı gözüne kestirdi. Birkaç adımda yanına vardı. Adam her zaman ki esnaf halinden farklı bir üslupla Güneş'i tepeden tırnağa süzerek;

"Ne verelim güzelim?", diye sordu.

Güneş böylesi elit insanların yaşadıkları bir semtte, karşısındaki gibi bir adamı pek avam bulmuştu. Onun neden burada olabileceği ihtimali her zaman aklındaydı tam da burnundan soluduğu bugün bu adam tüm sorularının çözümü olabilirdi?

Sağına soluna öylesine bakar gibi yaptı Güneş ve adama daha da yaklaşarak karşılık verdi.

"Bence, bana ne lazım anlamışsındır sen?"

Adam ağzından salya akıtarak karşısındaki kıza bakıyordu, asıl beklenti içinde olan kendisiydi ama henüz kendisini firenlemesi gerektiğini bildiğinden eline kağıt kase alıp içerisine nohutlu pilav doldurdu. Üzerine tavuk parçalarını eklemeden pilavı boca ettiği kasenin içine minik bir paket sıkıştırdı. Servise hazır hale getirdiği pilava, plastik kaşık saplayarak arsız bir ifadeyle Güneş'e doğru uzattı.

"Bu seferlik sana indirim yapacağım yirmi Yeni Türk Lirası borcun."

Güneş yutkundu ve sırtından çantasını indirip, çantasından çıkardığı cüzdanın köşesindeki yirmi Yeni Türk Lirasını çıkardı. Katlı olan parayı düzeltmeden adını bilmediği adama uzattı. Cüzdanında kalan son parayı da karşısındaki iğrenç adama vermişti.

Kağıt kaseyi eline alır almaz adam Güneş'i bileğinden tuttu.

"Beni nerde bulacağını biliyorsun ha bir de eminim önlem alman gerektiğini de biliyorsundur, ben her ihtimale karşı hatırlatayım dedim. Ortalık yerde açma, uzaklaşınca tenha bir yerde aç!"

"Güneş hızla esnaf görünümlü adamdan uzaklaştı, yolun tenha bir köşesinde durup sırtımı duvara yasladı ve elindeki kaşıkla kase içindekileri eşeledi eşeledi..."

"Güneş ne yapıyorsun burada?"

Güneş, kendisine yöneltilen soruyla irkilip elindekini yere düşürüvermişti. Yere düşen kase içindekiler etrafına savrulurken yerde yuvarlanıyordu. Güneş gözlerinin hapsinde olan kağıt kasesin durduğu noktada bir çift köse ayakkabı görmüştü başını ağırca kaldırdığında tam karşısında Uraz'ı buluvermişti. Uraz'la bir kaç saniye göz göze geldiklerinde ise gözlerini ikiside aynı anda yere devirdi. İkisinin de göz odağında yere dağılan yemek artıklarının arasındaki minik şeffaf paket vardı. İçersinde beyaz toz bulunan paketi yerden almak için aynı anda atıldılar. Paketi ilk kapan Güneş olmuştu, Uraz atik bir hareketle Güneş'in elinden paketi almak isterken paket patlamış içindekiler havaya savrula savrula yere dağılmıştı. Güneş Uraz'a fırsat vermeden tiz ve sinirli bir sesle,

"Hocam korkuttunuz, sizin yüzünüzden yemeğim, tuzum ziyan oldu."

" Tuz!", dedi Uraz, söylediği tek hece kelimeyi vurgulayarak. Güneş'in durumu manipüle etme çabası karşısında tek kaşı şahlanmıştı Uraz'ın.

"Neyse önemli değil çok da aç değildim zaten.", dedi Güneş ve az evvel tavuklu pilavı satın aldığı seyyar esnafı etrafta arasa da gözleri, satıcıyı göremedi. Alelacele tavırlarının yerini sakinliğe teslim ederek oradan uzaklaşmak istedi Güneş, bu çabasını fark eden Uraz Güneş'in karşısında patlamaya hazır yanar dağ misali dururken kendisinden beklenmeyecek sakinlikle Güneş' i selamlayıp oradan uzaklaştı.

Güneş Uraz'ın ardından bakakalmıştı, söylediğine inanmadığından emindi ama neden bir şey dememişti, neden ısrar etmemişti anlam da veremedi? Daha fazla kaybedecek vakti yoktu, bu yüzden kendini toparlayıp yola koyuldu Güneş. Cebindeki son parayı da harcağından gideceği yere kadar yürümeye karar verdi Güneş.

Hava kararmak üzereydi, varmak istediği yere gelmişti genç kız gelmesine ama birde bu yoldan yurda geri dönmesi vardı. Cebinde beş kuruş parası kalmamıştı. Çalıştığı saatlik mesailerinin ücretini de en erken hafta sonu alabilirdi. Kapısı önünde durduğu kulübe baktı.  Aradığı kişi burada olmalıydı, onca yolu gelmişti gelmesine ama bir adım daha atıp mekana girecek gücü kendinde bulamamıştı. Yorgunluğu yol yürüyen bedeninde değildi, ruhundaydı sanki emin olmak istediği ama aynı zamanda da öğrenmekten korktuğu gerçekle yüzleşmek zorundaydı.

Günlerdir okul yollarında bekleyen adam bir anda yok olmuştu. Evet son görüştüklerinde tartışmışlardı ve Güneş kendisini bir daha görmek istemediğini söylemişti ama onu gayet iyi tanıyordu ve o kolay kolay vazgeçen biri değildi. 

İstediğini elde etmediği sürece!

Genç kız derin derin soluklandı ve ciğerlerini doldurduğu havayı ağır ağır bıraktı. Bir adım daha attı kulübün kapısına doğru, kapıdaki iri yarı adam daha fazla ilerlemesine müsaade etmeyip durdurdu Güneş'i.

"Kimlik?"

"Reşidim ben."

"Kimlik!"

Güneş gri renk taşlanmış kot pantolonunun arka cebindeki cüzdanını çıkarıp görevliye kimliğini gösterdi, adam içeri girmesine izin vermek için genç kızın yaşını doğruladıktan sonra kenara doğru çekildi.

" Aslında ben Harun Çenk'e bakmıştım."

"İçerde kendisi!"

Genç kız sualine aldığı karşılıkla içeri girip başının çaresine kendisinin bakması gerektiğini anlamıştı. Tam kulübe girecekken genç bir kızla Harun'un sarmaş dolaş halde kulüp kapısından çıktıklarını gördü Güneş.

Harun'un üzerine yürürken farkettiği detayla dumura döndü genç kız. Harun'un yanındaki kızı tanıyordu!

"Elif!"

"Güneş!" 

İki genç kız, iki sıra arkadaşı eş zamanlı olarak birbirlerini fark edip adlarını kontrolsüz bir tonda dudaklarından firar sesle birbirlerinden duyuverdiler.

Harun yarım ağız serseri gülüşünü takındı yüzüne. 

Güneş önce hızlı bir adım atıp ellerinin ayasıyla ayaklarından güç alarak Harun'un göğüs kafesine ard arda vurdu. Aynı hızla Elif'in olduğu yöne dönüp Elif'i önce kolundan çekiştirip sonra iteklemeye başladı.

"Sen nasıl! Siz ikiniz nasıl! Hemen buradan defolup gidiyorsun Elif! Bir daha da seni bu adamın yanında asla görmeyeceğim."

"Sana ne!  Hem Harun benim erkek arkadaşım."

"Nnasıl ! Ne demek bu!"

 "Duydun işte!"

“Lanet olsun!"

Elif'in yüzüne sert bir tokat attı Güneş, neye uğradığını şaşıran Elif dolu dolu gözlerle Güneş'e yürüdü. İkisini de sakinleştirmek için araya giren Harun oldu. Güneş'in hedefinde bu kez Harun vardı . Çok sert bir şekilde  Harun'u hırpalıyordu Güneş. Attığı darbelerde en çok kendi cılız bedeni acıyordu belki de ama yine de karşısındakinin de canını yakabildiğini düşünüyordu. Bir anda ortalık kalabalıklaşınca henüz reşit olmayan Elif sessizce oradan uzaklaşmaya başladı. Korkmuştu, sonunda karakola düşüp ailesine yakalanmak vardı.

Güneş hırsını alamadı vurdukça vurdu Harun'a ama karşısındaki beton kalıntısı adamda zerre sarsılma belirtisi yoktu. Adam sonunda kaşısında çırpınan kızı kollarından yakaladı, kendi etrafında yüz seksen derece döndürüp genç kızın sırtını  göğsüne bastırıp kollarının arasına hapsetti!

"Sen de özlemişsin ki buradasın."

"Allah belanı versin Harun! Elif'ten uzak duracaksın, anladın mı?" 

"Ne o, yoksa kıskandın mı? "

Genç kız adamın kollarından kurtulmak için tepinirken gözleri kendilerine doğru gelen karşısındaki bir çift tanıdık karaya takıldı.

"Uraz Hocam!!!" 

 

 

 

Loading...
0%