@demirkalem
|
>>>>>>>X<<<<<<<<
Aşk! Bütün hikayeler aşkla başlamıyor muydu? İnsanın yaradılışı da aşk için değil miydi? Allah sır olan kendisini bildirmek için kâinatı yaratmamış mıydı? Melekleri, cinleri ve yer yüzüne halife kıldığı insanları... Yere göğe sığmayan nurunu aşık bir kulun kalbine sığdırmamış mıydı Yaradan? Yalnızlık Allah'a mahsustu, bu yüzden bütün güzellikleriyle dolu olan cennetindeki Hz. Adem'e de bir uyku vakti kendi nev'inden zevcesi Hz. Havva'yı yaratmamış mıydı? Yaratılışında aşk vardı insanın, yaratılışında nefs vardı insanın. Allah, kendisine taat de noksansız secde eden meleklerine yer yüzünde halifem olarak İnsan ırkını halk edeceğim dediğinde Melekler kendilerini ibadette yetersiz zannedip de Rabblerine; 'Biz sürekli ibadet ederken yeryüzünde nefs ile yoğrulmuş kullar mı yaratacaksın diye merakla sormamışlar mıydı?' Rabbimiz de; 'Sizin bana taat ettiğiniz gibi yeryüzünde hata işlediklerinde tövbe edecek kullar yaratacağım diye meraklarını gidermemiş miydi?' Yaratılışımızda vardı hata etmek! Zellesiyle yeryüzüne indirilmeseydi Âdem, biz hata işleyince tövbe etmeyi bilmeyecektik. Yeryüzüne indirilmeseydi Âdem hasretliğin ne olduğunu bilmeyecektik. Yeryüzüne indirilmeseydi Hz. Âdem tövbesi kabul olduğunda müjdelenen vuslatın ne olduğunu bilmeyecektik. Yeryüzüne indirilmeseydi Hz. Âdem biz hatasının meyvesi Kabil ile tövbesinin meyvesi Habil'in mücadelesini bilmeyecektik. Habil'in saf kalbi ile Kabil'in hin kalbinin mücadelesini bugün farklı bedenlerde hissedip yaşıyoruz ama Aşkı tanımıyoruz. Aşk'ı hakkedecek olan kalbi tanımıyoruz. Yeryüzüne indirilmeseydi Hz Adem, Aşk'ın mücadelesini bilmeyecektik! >>>>>>>X<<<<<<<<
Feraye Yalçınkaya
Küçük bir kız çocuğuyum ben, büyümedim, büyümeyeceğim. Malikanedeki odamda kendime ait küçük dünyamda kalacağım. Önemsenmediğim hayalet bir hayat yaşayacağım. Hayaller uzak kalsın: güç, para bir köşede dursun, aşk... çocuk kalbime aşk çok fazla... Kendi ayaklarım üzerinde durabilmek en büyük hayalimdi. Bu yüzden sınırlarımı zorlayıp Milano'ya gitmiştim. Öğrenimi tamamlayacak, âşık olduğum tarihi binaların restorasyonu yapacaktım. Belki bende bir gün hikayesi olan mimariye imzamı atacaktım. Büyük hayallerim yoktu. Ne Tomris Ablam gibi kariyer adımlarında gözü kara, sözü dinlenen biri olabilirdim ne de Melek Ablam gibi dikkat çekici, alımlı ve erkekleri kendine hayran bırakacak cazibeye sahip biri olabilirdim. İş hayatında da aşkta da mütevazı hayallerim vardı. Gönül isterdi ki kendim gibi mimar olan bir meslektaşımla tatlı sert atışıp aşk yaşayayım, arkadaşlarımla aşkımın acı tatlı anlarının kritiğini yapalım ve sonunda da âşık olduğum adamla evleneyim. Kendi halinde, sıradan, samimi, sıcak bir yuvamız olsun. Âşık olduğum adamla yaşlanıp, eski bir pikaptan çalan kırkbeşlikleri dinleyerek siyah beyaz filmlerdeki o romantik kareleri yaşayalım. Nostalji severdim, en çokta o siyah beyaz filmlerdeki aşkı severdim. O filmlerdeki gibi olmalıydı aşk! Naif, tutkulu, gururlu, belki bir kırgın belki bir barışık ama hep mutlu sonlu ... Başka türlü olabilir miydi aşk? Başka türlüsünü bilemezdim ki ... ben! Ben hiç gerçek hayatta aşk görmedim! Yaşadığım evin bacasından aşk tütmedi. Benim annem ile babam, o hayranı olduğum filmlerdeki gibi muhabbetle diz dize yaşlanmadı. Biz aşkın çocukları olup anne babamızın etrafında çiçek açamadık. Benim babam öldü. Babam öldü ya hani benim! Babamın ardından annem aşkını kaybetmiş bir kadın gibi yas tutmadı. Biz babamızın ardından aşka es verecekmişiz gibi hissetmedik. Oysa babalar kız çocuklarının ilk aşklarıymış derlerdi. Benim babam öldü ama ben, uzaktan tanıdığım birinin ölüm haberini aldığımda üzüldüğüm kadar üzüldüm. Ben o ilk aşkı babası olan kızlar gibi olmak isterdim. Okul çıkışlarında babaları tarafından alınan kız arkadaşlarımın aşk kelimeleriyle babalarına haykıra haykıra koşuşlarına imrenirdim. Annelerini babalarından kıskanan o kızlara öyle içli içli bakardım ki... O kızların babalarını kaybettiklerinde yaşadıkları kayıp eminim boşluğu doldurulamaz bir yokluk olmuştur. Ben o yokluğa alışkındım işte babamın varlığında da tadıyordum. Benim babam öldü ama ben eksilmedim. Benim babam öldü ama ben babamın yasını bile yas gibi tutamadım. Ablamın geçen yıl ki doğum günümde Milano'ya yaptığı sürpriz ziyaretinde sohbet arasında bana söylediği o yarım kalan cümlesini, bugün artık tamamlayabiliyordum. "... Sevilmeyi bilmeyenler sevmeyi nasıl bilsin Feraye. Eğer sevgiyle büyüyebilseydim belki aşkı" ... tanıyabilirdim. Eğer sevgiyle büyüyebilseydik belki bugün babamızın yasını birbirimize sarılarak, güzel anılarımızı yâd ederek evimizde hep birlikte tutardık. Birbirimizin göz yaşını, birbirimizin gönül yasını silerdik... Biz neden varlık içinde yoklukla büyüdük, biz neden dip dibe olduğumuz zamanlarda bir birlerimize uzaktık? Bedenimdeki kesikleri kandan arındırdıktan sonra dezenfekte edip yara merhemi sürmüş yara bantlarıyla da kamufle etmiştim. Hava aydınlanmıştı ama bedenim oldukça yorgundu, odanın fon ışıklarını kapatıp güneşi yok saymıştım. Karanlıkta uyumadığım zamanlarda dinlenmiş gibi hissetmezdim. Zaten bunun için yaratılmamış mıydı geceler? Tüm yorgunlukları, tüm yaşamı yorgan gibi örtüp yok saymak için? Sessizliğe gömüp hayatı, film aralarındaki gibi ihtiyaç molası vermek için. Üzerime örtü çekmeden karanlık odamda yatağıma bırakmıştım bedenimi ve yine karanlığa hapsolmuş beyaz tavana baka baka, kendimi bulmaya çalışıyordum. Varlığımı, hislerimi, yaşamı, dünyayı sorgulayıp yaşam çizgimin yönünü anlamaya çalışıyordum. Bir ninni gibi melodik geliyordu düşüncelerimin notası ruhuma; Ruhum bedenime iyi uykular diyor, karanlık battaniyesini üstüme örtüyordu... Tenime değen şey neydi? Yaralarıma değen, kulaklarıma fısıldanan şiirin şairi, kimdi? Yüzüme vuran, serinleteceği yerde yüzümü yakan o esinti, kimin nefesiydi. Ya o burnuma çalıp boğazımı kavuran tanıdık koku da neydi? Gözlerimi duyularımın aldatıcılığıyla araladığımda, başucumda gördüğüm ya da gördüğümü zannettiğim gölge yüzünden yattığım yerde hareketlendim. Yatağımın solundaki komodinin üzerinde duran abajurun düğmesine basıp tekrar sağıma döndüm ve ışığıyla aydınlanan odayı yattığım yerden hızla kolaçan ettim. Odada benden başka biri mi vardı? Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu. Abajurun ışığı odayı aydınlatmada yetersiz kaldığından odada olanları doğrulayamıyor, korkumun sebebinden emin olamadığımdan kalbimdeki çarpıntıyı durduramıyordum. Yatağımdan doğrulup odanın penceresinde kapalı halde olan fon perdeleri açarak odamı güneşe, hakkı olan saltanatını sürdürmesi için teslim ettim. Pencereyi de açıp dışarıya göz gezdirdim, sonra tekrar kapattım. İçime çektiğim nefese rağmen kalbimdeki çarpıntı son bulmamıştı. Ardımda kalan odanın kapısına doğru dönüp ağır adımlarla ilerlemeye başladım bir yandan da odanın her bir köşesini gözlerimle kolaçan etmeye devam ediyordum. Kapının kulpunu çevirip açmak istediğimde kilitli olduğunu fark etmiştim. Derin bir nefes alıp yere çöktüm. Kapıyı ben kilitlemiştim, odada birinin olması imkansızdı. Duvardaki saate gayri ihtiyari gözüm takılmıştı, üç saat kadar uyuyabilmiştim. O üç saatlik uyku tüm bir gece uyumuşum gibi dinlenmiş hissettirmişti. Oturduğum yerden doğrulmaya karar verip hareketlendiğimde giyinme odasından varla yok arası bir ses geldiğini işittim ya da işittiğimi sandım. Dışarda hali hazırda bekleyen ondan fazla güvenlik görevlisinin olduğu bir evdeydim. Herhangi birinin camdan girme olasılığının olmadığı yükseklikte, üstelikte kapısı kilitli olan bir odadaydım. Oda da biri varmış gibi hala tedirgin hissediyor oluşumun kuruntudan ibaret olduğunu kalbime izah edemeyişim nedendi peki? Akla mantıklı gelmese de kalbimin tedirginliğini rahatlatmak adına giyim odası ve banyo olmak üzere odayı bütünüyle kolaçan etmeye devam ettim. Kontrollerimi tamamladıktan sonra odanın üç saat öncesinden farklı olmadığını, odada yalnız olduğumu, korkumun aslında anlamsız olduğunu kalbime ispatladım, sebepsiz kuruntum artık son bulabilirdi ama kalbimdeki çarpıntı dinmemişti. Rüya görmüş olmalıydım daha doğrusu kâbus. Hayaletler de yoksa yani başka bir şey olamazdı! "cık, Ben Selami Bey'in meslektaşıyla tanışacaktım, tanışmadığımdan bu haldeydim!" . Şimdide kendi kendime konuşuyordum işte kim bilir odadan da bir gün konuşmalarıma karşılık gelirse kendi kendime konuşmaya son verip akıl sağlığımı ispatlayabilirdim... Kendi kendime sesli bir şekilde söylenmeme odanın kapısı tıklandığında duyduğum beklenmedik sesin korkusuyla son verdim. Öyle ki olduğum yerde sıçrayıp bir miktar yüksek sesle çığlık atıvermiştim. "Feraye Hanım, iyi misiniz, müsait misiniz?". Her zamanki gibi tam vaktinde odama gelmişti Hamiyet Hanım. "Buyurun, Hamiyet Hanım müsaidim." dedim ve ardından kilitli olduğunu hatırladığım kapıya yönelip kapıyı açtığımda telaşlı ifadesiyle Hamiyet Hanım tam karşımda duruyordu. "Korkuttum sizi sanırım." , dedi hala şaşkın ve tedirgin olduğunu hissettiren ifadesiyle. "İyiyim iyiyim, bir anda öyle şey olunca yani mühim bir şey değil." deyip geçiştirdim, sonuçta onun bir suçu yoktu, uyandığımdan beri tuhaf hisseden bendim. "Kahvaltı ne zaman isterseniz servise hazır." "Teşekkürler, on dakikaya gelirim, Çınar gitti mi?" "Hayır hayır, henüz gitmedi, kendisine de az evvel haber verdim." Hamiyet Hanım'ın sözü üzerine afallamıştım, tamam saat işe gitmek için geç değildi ama Çınar genelde erkenden çıkardı ve bu evde birlikte kahvaltı ettiğimiz olmamıştı. "Tamam." , deyip alelade onayladım Hamiyet Hanımı, kendisini şaşkınlığıma şahit koşmamak için. Hamiyet Hanım odadan ayrıldığında vakit kaybetmeden banyoya girdim. Rutin bakımımı yapıp, gardıroptan kesik yaralarımı kamufle edecek kapalılıkta kıyafetler seçtim. Kot pantolon üzerine giyinmek için ince uzun kollu ve yine en sevdiğim renk olan beyaz renkteki bluz tercihim oldu. Mutfakta kırık camların üzerinde emeklerken, yer yer ellerimde oluşan cam kesiklerini de yara bantlarıyla kamufle ettim. Yaraları gizlemesem mi gizlesem mi daha iyi olurdu emin olamamıştım. Her türlü aptal gözükecektim, kim cam kırıklarının üzerinde emekleyecek kadar kör olabilirdi ki? Parmak kadar hayvanın korkusundan ne hale gelmiştim. Şu anda utanıp kendime kızsam da yine aynı şeyi yaşayacak olsam korkumla baş edemeyeceğimden emindim. Bedenimdeki yaraları kamufle etmek bir şekilde kolaydı. Zor olan dün yaşananlardan sonra Çınar'la nasıl aynı ortamı paylaşacağımdı. Hissettiğim duyguları nasıl kamufle edecektim. İki kişi bu denli yakınlaştıktan sonra ya da duygular kontrolden çıktığında insanlar ne yaparlardı? Çınar'la aynı çatı altında olduğunu bilmek bile yanaklarıma kanın hücum etmesine yetiyordu. Şu anda nasıl gözüküyordum? Yemek salonuna inmeden son bir kere daha banyoya gidip aynadaki yansımama baktım. Yanaklarımdaki kızarıklıklar dışında gayet iyi gözüküyordum. Yanaklarımı pudralayarak, bu kız utanıyor, diye etrafına çığlıklar atmasını bir miktar susturabilirdim. Yüzümü pudraladıktan sonra tekrar ayna da kendimi inceledim, çok faydası olmasa da bir önceki haline göre daha iyi gözüküyordum. Odadan ayrılmadan önce komodinin üzerindeki telefonumu alıp mesajlarımı kontrol ettim, Fidelio'ya yazdığım mesajlarda göründü bilgisi henüz gelmemişti. Biriyle dertleşmeye o kadar ihtiyacım vardı ki! Fidelio'dan başka içinde bulunduğum durumu konuşacak kimsem kalmamıştı. Halam, Alegra, bana karşı duygularından artık emin olamadığım Melek Ablam, hiçbiriyle eskisi gibi değildik. Derin soluk alışverişlerimden sonra nefesimi düzenledim ve kendimi odadan dışarı atarak yemek salonuna ulaşmak için en önemli adımı atmış oldum. Ayaklarımı yere süre süre, istemeye istemeye yemek salonuna doğru yola koyuldum. Tereddütle de olsa bir an bile duraksatmadığım adımlarımı atmaya devam ederken salona epeyce bir yaklaşmış olmamdan sebep istemsizce de olsa yemek salonundan gelen sesleri işitmeye başlamıştım. Konuşulanlardan konuyu anlamam saniyelerimi almıştı. Yasemin sabah ki mutfak faciasından bahsediyordu. "Hayvancayız zaten arbededen tirtir titriyordu, hiç zorlanmadım mutfaktan kovalarken Hamiyet Abla. Hatta kendimi yormadım bile, hayvan evi resmen kendi terk etti. Hatta Mutfak kapısından bahçeye giderken son bakışını görmen lazımdı öyle acıklı baktı ki! Hamiyet Abla bir görsen senin de için acırdı." "O ne biçim söz Yasemin, biri duysa evcil hayvanından bahsediyoruz sanır. Ne acıyacağım ismini anmaya bile korktuğum Allah'ın kemirgenine ıyh. Kız yoksa sen varlığını daha önceden fark ettin de gizliden gizliye besledin mi hayvanı?" "Ya besledim büyüttüm bu yaşa getirdim, sonrada uğurladım ellere yolladım Hamiyet Abla! Yok artık daha neler!" "Daha neler ya, sus içim kalktı bahsetme artık." "Gördüm gördüm, nasıl için kalktı, gönlün coştu da Muhlis Amcanın dağına tırmand... " "Sus Yasemin aaa, üstüme iyilik sağlık" "Feraye Hanım!" "Aaa tamam artık Yasemin, şimdi de Feraye Hanım'la Çınar Bey'e mi getireceksin konuyu, kıs sus edep ya edep" Yasemin yemek salonuna girdiğimi gördüğünden ismimi anarken Hamiyet Hanım varlığımdan habersiz Yasemin'e ayar veriyordu. "Günaydın Feraye Hanım" dedi Hamiyet Hanım'a varlığımı fark ettirmek için bende kendilerine tebessüm ettim. "Feraye Hanım mı? Aaa Hhoş ggeldiniz Feraye Hanım, ben mutfaktan kalanları da getiriyim buyurun sofraya.", dedi mahcup ama sevecen bir halde Hamiyet Hanım ve kaçar gibi salonu terk etti. Masaya doğru yaklaştığımda Yasemin Servisi düzenliyordu. "Yasemin Günaydın, nasılsın." "İyiyim Yasemin Hanım, sabah sporumu da yaptım gayet dinç hissediyorum. "Mutfaktaki aksiyonu ima etmişti şakrak bir şekilde bende kendisine katıldım, gülüştük. "Çiftlik evi, belki de normal ama ben alışkın değilim sabah sabah herkesin keyfini kaçırdım galiba." "Yok, hayır. Ayrıca Hamiyet Hanım yıllardır burada yaşıyor. Emin ol, ne zaman börtü böcek görse aynı tepkiyi veriyor. Ben de köyde yaşadığımdan böyle şeyleri evde görmeyince şaşırıyorum. Nasıl alışmışsam kalabalık yaşamaya!" dedi alaylı bir şekilde börtü böcek ve kemirgenleri kastederek. Konuşmamızı ardımdan gelen bariton ses bölmüştü. "Günaydın!" Bu gelen Çınardı. Duraksamadan salondaki masaya doğru ilerledi. Dikdörtgen yemek masanın baş köşesinin yanındaki yere oturmaya hazırlanıyordu, kendisiyle artık yüz yüzeydik. O yerine oturmak için ayakta beni beklerken, ben hala Yasemin'in yanında şaşkın bir halde ayakta duruyordum. "Günaydın Çınar Bey.", dedi Yasemin. Yasemin sesli karşılık verirken ben, bize doğru baktığını kaçamak bakışımla doğruladığım Çınar'a, başımı hafifçe aşağı yukarı sallayarak karşılık vermekle yetinmiştim. Kalbim kulaklarımda atıyordu, aklımsa başımdan uçup gitmiş gibiydi. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmez haldeydim. Yasemin baş köşeye oturmam için eliyle işaret etmeseydi bırakın hareket etmeyi nefes almam gerektiğini bile hatırlayamayacaktım. Yasemin'in beni yönlendirmesiyle benim için hazırlanan yere oturmak üzere bedenimi hareket ettirebilmiştim. Yasemin ne yapmam gerektiğini bilmediğim anlarda bir şekilde beni kurtarmayı başarıyordu. İçimdeki imdat çığlıklarını işitebiliyor olabilir miydi? Tuhaf kızdı ama kendisini tanıdığım şu kısa zamanda çok sevmiştim. Çınar'ın oturduğu sandalyenin yanındaki sandalyeye oturmak üzere doğruldum, Fidelio'dan dönüş almak umudumu yitirdiğim telefonumu benim için açılan servisin sağ tarafına çay fincanın yanına koydum ve yerime oturdum. Ben oturduktan sonra Çınar da kendisi için servis açılan yere oturdu. Çınar'la doksan derecelik açıyla masanın büyüklüğüne rağmen birbirimize yakın bir şekilde yan yana oturuyorduk. Yasemin de sevecen haliyle sol tarafımda ayakta duruyordu. Hamiyet Hanım çok geçmeden sürdüğü servis masasıyla birlikte salona geri dönmüştü. Bence eksik bir şey olmadığını düşündüğüm masaya hazırladığı kahvaltılıklardan koyarak masayı donatmaya devam ediyordu. Çınar hala ayakta bekleyen Yasemin'e, "Yasemin Sende bize katıl.", dedi. Aklı başına gelmemekte direnen bende Yasemin'le göz göze geldiğimizde Çınar'ın sözünü desteklercesine tebessümle gözümü kapatıp açarak bize katılmasını istediğimi ima ettim. "Teşekkürler Çınar Bey, eeh ben kahvaltı ettim malumunuz, sabah da erkenden kalmıştım hani." ,diye karşılık verdi Yasemin Çınar'ın davetine. Yasemin bence samimi bir kızdı, benim gibi samimiyetine inananlara, ne söylerse söylesin söylediklerinde rahatsızlık hissettirmeyecekti. Bir başkası olsa bu cümlesinden sabahki arbede sebebiyle kendisine rahatsızlık verdiğimiz için bizden özür beklediğini düşünürdü ama Yasemin sabah kahramanca harp ettiği için bizden övgü bekliyor gibiydi. Çınar bu durumun öyle farkındaydı ki alaylı bir ses tonuyla dudağını yan tarafını kıvırarak, "Ah evet. Yasemin teşekkürler yardımların için sen olmasan o kaosu bu kadar kolay atlatamazdık.", diye övgüler yağdırarak kahramanımıza hakkını layıkıyla teslim etti. "Ya olur mu öyle şey? Ben pek bir şey yapmadım, bir görseydiniz el kadar fa...." Yasemin'in Hamiyet Hanım'a anlattıklarını Çınar'a da anlatmak istediğini tahmin ettiğim pek bir hevesle başladığı cümleleri, Hamiyet Hanım engeliyle karşılaşıp yarım kalmıştı. Hamiyet Hanım hızla araya girerek konuyu değiştirmiş, Yasemin'in cümlesini tamamlamasına müsaade etmeyip konuyu havada bırakmıştı. Yasemin bu duruma bozulmuş gibi afallasa da içten içe Hamiyet Hanım'ı haklı görmüş olacaktı ki konuyu bir daha açmadı. "Çınar Bey iki saat sonra ilaçlama şirketinden ekip gelecek odalar için, sonrasını da temizlik şirketinden gelecek ekip temizlik işini halledecek, az evvel görüştük." "Teşekkürler Hamiyet Hanım." Hamiyet Hanım Çınar'la konuşurken bir yandan da tabaklarımıza yiyeceklerden servis ediyordu. Tabağıma istediğim atıştırmalıklardan koyması için uzandığımda ellerimdeki yara bantlarına gözü takıldı. "Siz nasıl oldunuz Feraye Hanım, yaralanmışsınız?" "Önemli bir şey değil gayet iyiyim Hamiyet Hanım.", diyebildim zorlukla bulduğum sesimle. Konunun bana gelmesini, Çınar'ın ilgisinin bana kaymasını hiç istemiyordum. Bedenime, doğru sinyalleri verecek aklım bir karıştan da yükseğe, zirveye havalanmış gibiydi. Hamiyet Hanım mahcubiyetimin farkına varmış, dün geceyle alakalı başka bir şey sormamıştı. Mahcubiyetimin mutfaktaki arbedeyle sınırlı olduğunu zannettiğinden emindim. Oysa masadaki sağ elimi biraz uzatsam, sol eline değecek kadar yakınımda oturuyordu Çınar. Yüzüne mecbur kalmadıkça bakmıyordum, bakamıyordum. Sanki onunla göz göze gelmek sonum olacaktı. Kendimi saklayabilir hissettirdiğinden masaya gömdüğüm bakışlarıma takılmıştı Çınar'ın bıçağı tutan sol eli. Parmakları uzun tırnaklarıysa düzenli bakım yaptırıyormuşçasına biçimliydi. Dün gece tenime değen bu eller değil miydi? Gözüme takılan elleriyle bile içimdeki yangını harlıyorken, Çınar'ın varlığının bana hissettirdiği mahcubiyeti nerden bilebilirdi ki Hamiye Hanım. Benim acilen soğumam lazımdı, benim acilen birileriyle konuşmam lazımdı. Bana yabancı olan bu duyguları nasıl kontrol edeceğimi öğrenmem lazımdı. Hamiyet Hanım, Çınar'a dönerek devam etti. "Şey Çınar Bey... Tüm ev ilaçlanıp temizlenecek, kilitli oda için ...?" "O odayı ben hallederim, siz malzemeleri hazır bulundurun benim için yeterli." "Peki Çınar Bey." Hamiyet Hanımla Çınar konuşurken bahsettikleri odanın Çınar'ın annesi Nesrin Hanıma ait eşyaların olduğu oda olduğunu anlamıştım. Çınar, Hamiyet Hanımın daha önceden bahsettiği gibi odaya kimseyi almıyor anılarını muhafazada itinalı davranıyordu. "Bu arada Feraye Hanım, davette giyinmiş olduğunuz elbise kuru temizlemeden geldi oldukça başarılı bir iş çıkarmışlar, alındığı günkü kadar temiz gözüküyor." Bir anda odadaki tüm bakışların üzerime çevrildiğini hissettim ama Feraye Hanıma cevap verecek kelime bulamıyor şaşkınca sadece yüzüne bakıyordum. "Hani geçen sefer elbise ve çantanız atıldığı için üzülmüştünüz, bende bu sefer size sormadan kuru temizlemeye gönderdim, sizin için anlamı olan bir günde giydiğiniz için değerli olduğunu düşünmüştüm, yine yanlış bir şey mi yaptım ?" Güçlükle yutkundum, atılan elbise, benim ilk doğum günü hediyemdi. Gözlerim doldu. "Yok, hayır çok ince düşünmüşsünüz. Sizi de her seferinde uğraştırıyorum. Ne tesadüftür ki ne zaman üzerime beyaz bir giysi giysem her seferinde kötü bir şey yaşayıp kıyafetlerimi giyilmez hale sokmayı beceriyorum. " Üzerimdeki tişörtü ima edip; "Ama yine de en sevdiğim renk olduğundan bir türlü beyaz giymekten vazgeçemiyorum.", dedim gülümseyerek, masayı içine soktuğum kasvetten bir nebze olsun geri çıkarabilmeyi ummuştum. "Estağfurullah, hiç olur mu öyle şey Feraye Hanım. Hem beyaz size gerçekten de çok yakışıyor. " "Teşekkür ederim." Aramızdaki konuşmanın daha da uzaması konu bulamasam da için içten içe dua ediyordum. Çınar'la yalnız kalmaktan çekiniyordum. Yasemin'le Hamiyet Hanımın varlıklarından güç alıp boş karnımı leziz yemeklerle biraz olsun şenlendirmek niyetindeydim ki yine umduğum gibi olmamıştı. Hamiyet Hanım mutfağa doğru yönelirken Çınar Yasemin'e hitaben konuşmaya başlamıştı. "Yasemin, Âdem gelene kadar bizimle çay iç bari.", dedi Çınar, Yasemin de giderse ben ne yaparım diye düşünürken içimden söylediğimi zannettiğim sitemli cümlem dudaklarımdan döküldü, "Yasemin çay iç bari", deyiverdim çok şükür ki kelimelerim Yasemin'in heyecanından yüksek sesle söylediği kelimelerinin altında ezilmişti. Farkında olmadan yine imdadıma yetişip beni kurtarmıştı Yasemin. "Âdem mi geliyor!" "Evet, ben bugün çiftlikteyim. Âdem alacak seni, birlikte geçersiniz Holdinge..." Çınar'ın bugün gün boyu çiftlikte olacak olmasına nasıl dayanacaktım, göz göze gelmekten imtina ediyor başımı bile doğrultamıyordum. Duyduğum haberle kuruyan boğazımı biraz olsun yumuşatabilir umuduyla yudumladığım porselen fincandaki çaydan medet beklerken Çınar'ın imalı cümlesiyle daha da vahim duruma düşeceğimden bihaberdim. "...bugün buradaki işlerimi halledeceğim. Malum günlerdir yokum, Çiftliktekiler beni özlemiştir: Atlar, kuşlar, ördekler, tavuklar, ağaçlar..." tane tane sakin ses tonuyla sözlerine devam etti Çınar, ta ki yudumladığım çay boğazıma kaçıp kontrolünü sağlayamadığım bir öksürük krizine sebep olana kadar. Çınar'a söylediklerimi onun ağzından noksansız işitiyor olmam, dün aramızda yaşananların bir anda gözümün önünden film şeridi gibi geçmesine sebep olmuştu, ölüyor muydum? Yasemin panikle su dolu bardağı bana uzatırken sağ tarafımda oturan Çınar'a kaymıştı gözüm, istifini bozmadan kahvaltısını yapmaya devam ettiğini görmüştüm. Su yeterli olmamış, Yasemin yanıma koşup sırtımı sıvazlamaya başlamıştı. Yasemin de Çınar'ın bana karşı olan umursamaz halini fark etmiş, "Çınar Bey!", diye Çınar'ın dikkatini çekmek için seslenmişti. Zorlukla da olsa Yasemin'in çağrısını engellemek için öksürüğümü bir anlık da olsa durdurmuş "İyiyim, iyiyim." , diyerek durumu toparlama gayret ettimse de öksürüğümü tam anlamıyla kontrol altına alamamıştım. Çınar elindeki çatal bıçağı servis tabağının iki yanına bırakıp gözünün ucuyla sanki istemeye istemeye bana bakmıştı. O, bir saniyelik bakışı yetmişti soluğumu kesmeye az daha baksa ölür müydüm? Yasemin'in yardımıyla kendimi toparlamaya çalışırken öksürme seslerime telefonun arama sesi karışmıştı. Biraz da olsa kendimi toparlamayı başarabildiğimde dikkatim çalan telefona kaymıştı. Çınar'ın dikkatinin de kaydığı telefonu almak için Yasemin'in tutuşturduğu sağ elimdeki su bardağını masaya bırakırken elim Çınar'ın masadaki sol eline değivermişti. Aynı anda Çınar sol elini önce kendine doğru çekmek istemiş sonra saniyesinde fikrini değiştirip peçeteyi avuçlayarak dudağını silmişti. Çınar elimin eline değmesinden rahatsızlık mı duymuştu? Bedenimden aşağı soğuk sular dökülmüştü sanki, bakışlarımı Yasemine çevirdim. Hissettiğim soğukluğu Yasemin'in de hissedip hissetmediğini yüzüne bakarak doğrulamayı ummuştum belki de bilmiyorum. Yasemin'in yüzündeki ifadeden hissettiklerimin benim kuruntum olmadığını anlamış yüzleştiğim gerçekten kaçmak istercesine çalan telefonuma sığınmıştım. Fidelio'dan gelen görüntülü aramayı telefonda görünce daha da panik olmuştum. Çınar'ın tavrının sebebi olduğunu anladığım arama için telefonu sessize alıp, telefonu ekranını masaya dönük olacak şekilde ters çevirip bıraktım. Titreyen ellerime çatal bıçağı almıştım ama sadece ellerimde tutuyordum ne çatal ne bıçak amaçlarına hizmet etmiyordu. Bakışlarımı servis tabağına devirmiştim suçlu bir çocuk gibi sessizce oturuyordum. Aynı sessizliğe Çınar ve hatta Yasemin de gömülmüştü. Odada hâkim olan sessizliği ilk bozan da Adem'in gelişi oldu. "Günaydınlar, Afiyetler olsun." "Kaynanan da seviyormuş buyur Âdem", dedi Çınar az evvelki gerginlik sanki hiç yaşanmamış gibi keyifli bir ifadeyle. "Oooo, sever sever tabii niye sevmesin de ben boğazıma kadar doluyum Çınar Bey." Diye karşılık verdi Âdem neredeyse yok olan göbeğini sıvazlayarak. "Biz bizeyken Çınar Bey değil ağabey diyecektin hani Âdem." "Ağabeyimsin kızma hemen, işte mesleki deformasyon, ağzımız Bey'e kayıveriyor ağabey." "Kaysın bakalım o ağzın, üşenmeden her seferinde sitem etmeye devam edeceğim bende." "Mahcup edeceksiniz ağabey her fırsatta anladım. Müsaadenizle, Yasemin hazırsan çıkalım, malum işler beklemez. Hele dün gümrükte yaşanan sorunlar çözülmek için daha fazla hiç beklemez. Şirkette bizi bekleyen kriz Çınar Ağabeyimizin hiç de umurunda değil Yasemin!" "Çınar Bey, diyeceksin Âdem, patronun o iş sende demiş iş bitmiş. Halledersin sen eminim. " Yasemin de bende, bir Adem'e bir Çınar'a bakarak aralarındaki tatlı sert atışmayı izliyorduk ki Âdem önce Yasemine sonra da bana dönerek; "Haha duydun mu Yasemin, bak bak yenge saniyesinde nasıl BEY olunuyormuş." Âdem bana yenge dediğinde konudan kopmuştum. Eminim ki artık yüzümdeki yangının sebep olduğu kızarıklığı pudra bile kamufle edemeyecekti. Âdem'in hitabından sonra gözlerim istemsizce Çınar'a kaydığında Çınar'la göz göze gelmiştik. Çınar sanki tepkimi ölçmek istiyormuşçasına yüzümü inceliyordu. Utancımı anlamaması imkansızdı. Bakışlarımı önümdeki tabağa devirdim, dudaklarımı birbirine bastırdım, çok geçmeden dudaklarımı tekrar aralayarak bir süredir tuttuğum nefesimi bıraktım. Yine beni bulunduğum durumdan kurtaran Yasemin olmuştu. "Aaaa, bizi hiç karıştırmayın siz aranızda halledin." Yasemin salonda yaşanan gerginliğin pek tabii farkındaydı. Kurduğu cümleyle durumu toparlamaya çalışırken kırdığı potun farkına varan Âdem ortamın gerginliğinden kaçmak istercesine bir halde, "Tamam o zaman, başka zaman tartışırız biz geç kalmayalım", dedi. Önce neler olduğunu anlamak istercesine sorgulayan gözlerle Yasemin'e baktı, Yasemin'in yüzündeki yapay tebessümünü görünce de kaçar gibi apar topar birlikte yanımızdan ayrıldılar. Yasemin akıllı kızdı, dün gece Çınar'ı eve getirmeyi başarmıştım. Durumu düzelttiğimizi zannederken kahvaltıda aramızda yaşanan gerilime fazlasıyla şahit olmuştu. Çınar'la biz hala sorunlarımızı çözememiş üzerine yenilerini de eklemiştik. Yasemin'le Adem'in aramızdan ayrılışından sonra salon sessizliğe gömülmüştü. Elimdeki çatal bıçağı hareketsiz bir şekilde tutuyordum, Çınar'ın bir yandan çayını yudumlarken diğer yandan tabletten bir şeyleri kontrol ediyor olduğunu kaçamak bakışlarımla görmüştüm. Tam müsaade isteyip kalkmaya niyetlendiğimde salona gelen Hamiyet Hanım'ı görüp bu düşüncemden vaz geçtim. "Afiyet olsun, bir isteğiniz var mı diye sormaya gelmiştim.", dedi Hamiyet Hanım. Bu bahaneyle bende teşekkür edip odama çekilebilecektim. "Ellerinize sağlık her şey çok lezzetliydi, teşekkürler.", deyip yerimden kalmak için toparlanırken, "Ellerinize sağlık. Feraye, Hamiyet Sultanın elinden bir de kahve içsek mi?", diye sordu Çınar hiç beklemediğim anda gözlerinden yakalandım. Sanki az önce beni öldürürcesine bakan gözler değildi karşımdaki maviler, öyle yumuşak bakıyordu ki? Ben onun okyanus mavilerinde kaybolurken o sessizliğimi evet olarak yorumlamış Hamiyet Hanıma dönerek, "Hamiyet Hanım, bize birer kahve hazırlayıp bahçeye getirir misin?" diye sormuştu. "Tabii, hemen hazırlarım Çınar Bey." "Kahvelerimizi içtikten sonra Feraye Hanımla çiftliği dolaşacağız, biz dönene kadar ilaçlama ekibi rahat rahat çalışsınlar." "Tamam o zaman ben hemen kahvelerinizi hazırlayayım."
|
0% |