Yeni Üyelik
15.
Bölüm

10.2 Bölüm

@demirkalem

Bir süre hiç konuşmadan Çınar'la birlikte bahçede oturduktan sonra Hamiyet Hanım kahvelerimizi getirdi ve başka bir isteğimiz olup olmadığını sorduktan sonra bizi yalnız bıraktı. Hafif kamburlarımı çıkarıp, ellerimi bacaklarım arasına yerleştirmiş bir halde bankın ucunda her an gidebilirim gibi oturuyordum. Benim bu ürkek ve kendime güvensiz halim tabi ki Çınar'ın gözünden kaçmamıştı ama bir şeyler söylemek içine kahvelerin gelmesini beklemişti.

"Seni hava alanından aldığım günü hatırlıyorsundur, rezidansta yaramı sarıp iyileştirdiğin günü? O gecenin sabahında artık birbirimize güvenmeye başladığımıza inandırdın beni. Ben duştayken istesen yine kaçabilirdin ki itiraf ediyorum seni balkonda elinde kahve fincanıyla manzarayı izlerken görene kadar bir süre evde aramış bir ara yine mi diye düşünmüştüm, ama sen kaçmamış benimle kalmıştın. Ben alışverişe gittiğimde de gidebilirdin ama gitmedin bekledin. "

"Hatırlıyorum. Sana gidecek yerim, senden başka güvenecek kimsem yok, demiştim."

Yoktu.

"Öyle demiştin ama eniştenin bir fısıltısıyla beni de kara listeye ekledin."

"O bir anlık bir şeydi ben açıklamaya çalıştım." Çınar tekrar aynı şeyleri tekrarlayacağımı düşündüğünden konuşmasına benim cümlelerime devam etmeme fırsat vermeden devam etti.

"Feraye, çok karmaşıksın seni anlayamıyorum. Seni anlayamadığımdan sana nasıl davranmam gerektiğine karar veremiyorum. Bir bakıyorum cesur, bir bakıyorum ürkeksin. Bir bakıyorum etrafına meydan okuyorsun sonra bir bakıyorum sadece susuyorsun. Bir gece önce ölümle burun buruna gelip kurşunlar arasından çıkan sen, sabahında elinde kahve fincanıyla sıradan bir günün sabahındaymış gibi davranıyorsun. Birkaç gün sonra karşımda sabahında bana meydan okurken saatler sonrası gecesinde benden terastan düşme pahasına kaçıyorsun ve dün..." dünden bahsetmeye başlayacağı sırada duraksadı derin bir nefes alıp bakışlarını etrafta gezdirdi ve tekrar devam etti benimse yanaklarım alev almıştı. Bahsetmekten vazgeçtiği şeyi anlamıştım. Gözlerimi yumup alt dudağımı ısırdım. Çınar'ın yüzüne bakamıyordum. Bir müddet sonra konuşmasına daha da naif bir tonda devam etti.

"Feraye, seni anlamaya ihtiyacım var, belki de ilk defa birini anlamakta bu kadar zorlanıyorum. Belki de birini anlamamayı kabullenemediğimden seni anlamayı istiyorum, bilmiyorum. Sadece bu. Senin kafamda bıraktığın her bir boşluğu ben doldurmak zorunda kalacağım ki o boşlukları senin adına benim doldurmam demek hata yaptığımda senin incinmen demek. Ben seni incitmek istemiyorum, lütfen bana karşı daha açık ol ki sana karşı nasıl davranmam gerektiğini bilebileyim."

Haksız sayılmazdı, ona güven duyduğumu söyleyip ondan kaçıyordum; bunlar da yetmezmiş gibi... Aptal ben! Ya dün gece ki aptallığım... Ne diyecekti, karşımda benim duygularıma birkaç beden büyük bir adam vardı. Onun karşısında kendimi çocuk gibi hissediyordum. Kendimi normal şartlarda bile ifade etmek zorken, kapıldığım duyguların selinden hayatta kalmak için delice kulaç atarken hangi kelimelerle ona neyi anlatacaktım. Kendimle ona aynı anda itiraf edecektim. Tabii ki kalbimde sebep olduğu ritim bozukluğundan ona bahsetmeyecektim. En az hasarla sıyrılmalıydım içinde bulunduğum durumdan.

Nefes alıp verdim, alt dudağımı ıslattım, konuşacak gibi oldum ama yapamadım. Bana böyle okyanuslarıyla bakarken bir şeyler söylemeye cesaret edemedim. Utandım. Hayatımda ilk kez birine karşı böyle şeyler hissediyordum. Bu duyguların zamanı da sırası da değilken bir anda kendimi tanımadığım bilmediğim bir yerde buluvermiştim. Daha da gerilmiştim. Tüm bedenimi kasmıştım. Karmakarışıktım. Ellerimi çoktan bacaklarım arasında çıkarmış yumruk yapıp dizlerime bastırmıştım. Çınar daha fazla gerilmemi istemediğinden duruma müdahale etmek istemiş olacaktı ki aniden ayağa kalktı ve hiç beklemediğim bir şey yaptı.

"Mabedimi görmek ister misin?" dedi elini bana uzatarak. Şaşkındım ne yapmak istediğini ne de sorduğunu anlamıştım, tek kelime cevap veremedim ama öyle bakıyordu ki gözleri! Yumruk yapıp sıktığım parmaklarımın tırnakları avuç içlerine batıyor, avuçlarımın içindeki geceki arbededen kalma yaralarımı sızlatıyordu. Ellerimi gevşetip bana uzanan eli tutu verdim şifa bulamak ister gibi. Beni elimden kendine doğru çekerek oturduğum yerden ayağa kaldırdı.

"Mutfakta olan kazadan sonra yürüyebilecek misin? Dizlerin ve elin kötü gözükmüyordu ama ayakların?"

Şaşırmıştım,

"Ne, nnasıl", bedenimdeki yaralara nasıl böyle vakıf olabildiğini soracaktım dilim dönebilseydi ama o anlamıştı halimden sormaya çalıştığım şeyi.

"Basamaklardaki kan damladan çok adım izleri gibiydi yani sanırım en çok ayağından yara almıştın, eğer..."

"Yok, yürüyebilirim sorun değil, kanım çabuk dağılıyor yani çok akışkan kolay durmuyor. Yaram o kadar kötü değildi." Diyebildim. Aslında bir miktar sızlıyordu ama söylemek istemedim.

"Acırsa ya da devam edemeyeceğini düşünürsen lütfen söyle.", dedi. O böyle yanımda dururken yüreğimin sızısından başka bir şey hissedebilirsem söylerdim.

Elele yürümeye başladığımızda kendimi onun adımlarına ayak uydurmaya çalışırken bulmuştum. O, önde ben ardında izlediği yola peşi sıra eşlik etmeye çabalıyordum. Ellim hala avucundaydı bırakmıyordu.

Yalnızca ben miydim karmaşık olan daha dakikalarca önce elim eline değdi diye sanki vebalıymışım gibi elini benden sakınan adam kendisi değilmiş gibi tutmam için bana elini uzatıyordu. Neden hala avucu içindeydi elim? Neden bu kadar sıcacıktı ki elleri? Aklımla da kalbimle de oynuyordu işte. Bana nasıl davranacağını bilmiyormuş da bıraktığım boşlukları kendi dolduruyormuş, muşmuş da muş... Aptalın tekiydim. Kendi yanlış da olsa aklındaki boşlukları doldurabiliyordu ama ben aklımda bıraktığı boşlulara dolduracak bir şeyde bulamadığımdan içlerine düşüyordum.

Ayaklarım birbirine dolanmıştı işte, kendi gibi adımları da kocamandı. Sendeledim ayağımdaki spor ayakkabıların rahatlığına rağmen, avucu içindeki elim bana doğru çekilince sendelediğimi anladı ve durdu. Durdu da ne oldu sanki, bu kez de kendimi toparlamayı başarıp adımladığım için duran bedenini fark etmediğimden bedenine tosladı bedenim.

Düşmekten beter oldum. Dilim çözülüvermişti en olmadık zamanda. Homurdanarak döküldü kelimeler dilimden dökülmeselerdi daha iyiydi.

"Ben de seni anlamıyorum! Bir bakıyorum kışsın, saniyeler için yaz oluyorsun mevsimine yetişemiyorum! Üstelik sende bahar da yok! Öyle aniden bir soğuk bir sıcağı yaşıyorum. "

Bedenine çarpan bedenimi geri çektim ve boştaki elimle alnımı sıvazlayıp başımı ona doğru yukarı doğrulttum. Ben çok kısa boylu değildim ama Çınar benden epeyce bir uzundu. Ayağımdaki spor ayakkabılar yüzünden aramızdaki boy farkından sebep Çınar'ın okyanusları bana tepeden bakıyordu. Dudakları kıvrılmamıştı, yüzünde gülümseme mimiği yoktu ama gözlerinin içiyle gülüyordu. Bu adamın kaç çeşit bakışı vardı? Gözleri okyanus rengiydi ama her duygusunun bakışında gözleri başka bir renge bulanıyordu sanki ve itiraf edeyim şimdiye kadar gördüklerim içinde ben en çok bu tonunu sevmiştim harelerinin.

"Beni bu hale getiren kim Feraye!", dedi. Kalakaldım, eminim gözlerimi belertmiştim. Hala bana tepeden bakıyordu okyanuslarının en güzel tonuyla ve bende hala aynı sakar halimle şaşkınca onun bakışlarına hapsolmuş bir şekilde durduğum yerde kökleniyordum.

"Sen hayatıma girdiğinden beri kendimi tanıyamıyorum ki sana kendimi nasıl anlatayım." Tekrar yürümek için hareketlendiğinden daha kısık bir tonla duymayacağımı düşündüğü cümlesini söyledi ya da duyurmak istediği cümlesini küçük harflerle söylemeyi tercih etti.

"Feraye, bana ne yapıyorsun böyle?"

Ne yapıyordum ki, tek bir günde ailesi tarafından öldürülmek istenen en çok güvendiği kişiye, halasına sığınmak isterken tanımadığı bir erkeğe emanet edilen ve üstelik o erkekle evli olduğunu öğrenen bendim. Benim her halim ruh halime göre normaldi bence... Son söylediği cümleyi duymamazlıktan gelip,

Ben hayatına girmeden önceki Çınar'ı anlat o zaman. Sen anlat.", dedim.

Çınar'sa sorumu yanıtlamadan peşinden beni sürükleyerek yürümeye devam etti. Sürüklemek derken elimden çekiştiriyor değildi, hiç olmadığı kadar nazik bir şekilde tutuyordu elimi ama ileriye bakıyordu ve ben onun adımlarına yetişemiyor, yüzündeki ifadeyi göremiyordum. Şu anda gözleri hangi tondaydı, bilmek istiyordum.

Çiftlik kaç hektardı bilmiyordum ama bir köy kadar büyük olduğuna emindim. Yol boyu tavuk ve ördek kümesleri, küçük baş ve büyük baş hayvanların ahırlarıyla karşılaşmıştım. Az ilerimiz de uzun bir tek katlı bir yapı daha vardı oraya doğru ilerlemeye devam ettiğimizden Çınar'ın adımlarının ritmini bir miktar arttırışından varmak istediğimiz yerin ora olduğunu düşünmeye başladım.

"Seni geceyle tanıştıracağım.", dedi.

"Gece?", diye tekrarladım ne olduğunu anlamak istercesine ama cevap vermedi ve tahmin ettiğim gibi yol üzerindeki uzunca yapının olduğu etrafı tahtalarla çevrili bahçesi olan alana geldik. Bir önceki hayvanların barınakları gibi burada da ağır ve alışık olmadığım bir koku vardı. Ne ahır ne de kümes gibi değildi daha farklıydı. Yapının içerisine girdiğimizde burada da atların ve tayların olduğunu görmüştüm.

Hayatımda ilk kez canlı bir at görüyordum, daha önce dönem dizilerinde görmüştüm. Biraz ürkmüştüm ama o kadar gösterişliydiler ki taylar da atların aksine gösterişten uzak ama bir o kadar sevimlilerdi. Gerçi çiftlikteki her bir detay, her bir canlı o kadar muhteşemdi ki benim gözümde!

Atların olduğu sıradan ilerlemeye devam ettiğimizde atların içlerinden bir tanesinin Çınar'a kendisini göstermek istercesine hareketlendiğini görmüştüm. Geride bıraktığımız atlar kendi haline dönerken bu at ısrarla bakışlarını bize doğru tutuyordu. Simsiyah parlak tüyleriyle yıldızsız bir geceyi andırıyordu. Yanına iyice yaklaştığımızda başını Çınar'a doğru eğdi at. Çınar'a fırsat vermeden

"Gece", dedim atı selamlayarak. Atın hareketliliğinden ürktüğümden Çınar'ın elimi tutan elinin üzerine boştaki elimi sarıp, Çınar ardına doğru saklandım, temkinli davranmak istiyordum.

Çınar'sa bakışlarını Gece'den bana doğru çevirip,

"Feraye, korkma ve bana güven.", dedi. Manidardı söylediği. Başımı hafifçe aşağı yukarı salladığımda elini tutan elimi tekrar boşluğa bıraktım ama sağ elim hala Çınar'ın sol elinin avucundaydı. Sağ eliyle Gece'yi okşarken sol elindeki elimi de Gece'ye doğru yavaşça doğrulttu ve benimde Gece'nin başını okşamamı sağladı. Hayatımda hiç evcil hayvanım olmamıştı. Benim için bu temas oldukça zordu. İlk seferim olmasına rağmen Çınar'ın benden beklediği güven duygusunu ona hissettirmek için kendimi zorluyordum. Gece benim tedirginliğimi hissetmiş gibi hareketsizleşmişti. Sanki beni korkutmak istemiyor gibiydi. Ben mi öyle anlıyordum, yoksa gerçekten de atlar bahsedildiği gibi insanların duygularını anlayabiliyorlar mıydı?

"Atların duygusal hassasiyetlerinin çok yüksek olduğunu ve sezgilerinin son derece güçlü olduğunu duymuştum. Tedirginliğimi fark etmiş, korkmadan kendisini sevebilmem için resmen hareketlerini azaltmış gibi."

"Aynen öyle, sahiplenme duyguları da çok yüksek, bir kez sahiplendi mi de sahibiyle tek bir vücut oluyorlar. Binmek ister misin? Bence Gece seni de sahiplendi."

"Aaa, yo yok o kadarına cesaret edemem." Çınar okyanuslarını bana çevirmişti.

Yapma işte bana böyle bakma, tüm irademi yitiriyorum.

"Feraye, bence yeterince cesur bir kızsın ayrıca yanında olacağım.", dedi. Cesur derken aklıma yine dün geceki taşkınlığım gelmişti, yanaklarım alev almıştı. Panikle dikkatini benden uzaklaştırmak isteyip.

"Tamam." deyip Gece'ye devirdim gözlerimi onunda oraya bakmasını sağlamak için.

Ayaklarındaki ayakkabıyı tavlada bulunan çizmeyle değiştirip, tavlanın bakımıyla ilgilenen seyisin de yardımıyla Gece'yi dışarı çıkardık. Gece açık havayla buluşur buluşmaz önce hareketlendi sonra duruldu ve kendini Çınar'a sevdirmek istercesine başını Çınar'a yaklaştırdı.

"Tamam oğlum, bende seni özledim." dedi Çınar Gece'ye.

Seyis Gece'yi binebilmemiz için hazırladı. Çınar semerini işaret ederek binebilmem için ne yapmam gerektiğini göstere göstere anlatıyordu ben de anlıyormuş gibi başımı sallıyordum. Sonra Gece'nin sırtına binebilmem için bana yardımcı oldu.

Çabuk mu gaza geliyordum, deli cesareti miydi benim ki?

Çınar'ın dediklerini onun da yardımıyla yaptım, en büyük yardımcım da Gece'ydi. Gece'yi sevmiştim sevmesine ama çok tedirgindim Çınar geri çekilmesin diye ona yanımda durması için bağırıyordum. Dizginleri elime tutuşturmuş birkaç dakikada harikalar yaratmamı beklemiyordu değil mi?

"Çınar! Gitme bak ben düşecek gibiyim."

"Buradayım Feraye, sakin bak yuları tutuyorum. Gece seni incitecek bir şey yapmaz."

Çınar Gece'nin yularından tutarak yavaş hareketlerle dolaşmamızı sağlıyordu.

"Bak çok da zor değilmiş değil mi?" Kendimi kastığım için belim ve kalçam ağrımaya başlamıştı ama utandığım için dillendiremezdim. Çınar birden yuları bırakıp geriye çekilmeye başladığında tedirgin olup bağırdım. Hızlı bir hareketle semerin başı ve ardımda kalan kısmından kollarıyla asılıp, ortasındaki üzengiden sol ayağıyla destek aldı ve sağ ayağını atın sırtına attı. Hiç beklemediğim anda Çınar da ardımdaki yerini almıştı ve dizginleri tutan ellerimi elleriyle kavradı.

Sırtıma değen göğsüyle bedenim daha da kasıldı Çınar da durumu hissetmişti sanki. Sol boyun boşluğuma başını yerleştirerek kulağıma doğru fısıldar bir sesle konuşmaya başladı. Nefesi kulağımı gıdıklıyordu.

"Feraye kontrol bende korkma," dedi ve birden Gece'yi hızlandıracak hareketlenmeyi yaptı. Dudaklarımı birbirine bastırdım, nefesimi hapsedip. Gece hızlandıkça hızlanıyordu Gece'nin hızıyla kalbimin atışının hızı küçük bir yarışa tutuşmuş gibiydi. Belki de bir miktar titriyordum ama çok sürmemişti dudaklarımı aralayıp nefes alıp vermeye başlamış korkumdan uzaklaşıp bulunduğumuz durumdan keyif almaya başladım. Evden geldiğimiz çiftlik yoluna çıkmış yola Gece'nin sırtında devam ediyorduk.

Yol boyu sıralı dikilmiş meyve ağaçları bulunuyordu. Ağaçların dallarından hareketlenen kuşların üzerimizde uçarken sanki bizimle yarışıyorlarmış gibi kanat çırptıklarını görüyordum. Rüzgâr tenimi okşuyordu ama üşütmüyordu.

Yolun soluna düşen göletin olduğu yere yaklaştığımızda yavaşladık. Önce Çınar indi, Gece'nin üzerinden sonrada bana inmem için yardımcı oldu. Semerin ortasında Çınar'ın olduğu yöndeki üzengiden destek alarak inmemi söyledi ama ben üzengiyi ayağımla doğru kavramayı başaramadığımdan dengemi kaybedip Gece'yi de tedirgin edecek bir sakarlık yaptım.

Her şey bir anda oluvermiş, ben Gece'nin üzerinden yere doğru savruldum Çınar beni göğsüyle desteklemek isterken onunda dengesini bozup birlikte yere savrulmamıza sebep oldum. Beni kollarıyla kavrayarak yere düştüğümüzde bedenini siper edip yere düşmemi engelledi.

Gözlerimi açtığımda bedenimin Çınar'ın bedeni üzerinde olduğunu, sıkıca başımı ve bedenimi sarmalayan kollarıyla beni göğsüne bastırdığını fark ettim. Başımı bastırdığı kollarını gevşettiğinde hala olayın şokunda olduğumdan hareketlenmemiştim. Ben Çınar'ın göğsüne dayalı bir haldeydim, Çınar'sa sırt üstü yerde yatıyordu. Çınar'ın göğsüne dayalı olan başımdan kulağıma çalan kalp atışlarını dinliyordum. Benim kalp atışım mıydı onun ki miydi bu kadar hızla atan? Birbirine dayalı olan bedenlerimizden kalp seslerimizin hangisinin bana hangisinin ona ait olduğunu ayırt etmeye çalışırken, Çınar'ın

"Feraye iyi misin?" demesiyle başımı doğrultmuştum. İyi olup olmadığımı kontrol etmek istediğinden Çınar benden önce bana doğru doğrulduğundan, başımı kaldırdığım anda göz göze gelmiştik. Nefeslerimizi birbirine katıyorduk. Çok kısa ama bir o kadar uzun bir süreymişçesine okyanusunda kaybolmuşken kendini tekrar yere bırakarak başını sağ tarafına doğru çekip okyanuslarını benden uzaklaştırmıştı.

Aynı, sabah kahvaltı masasında elini benden sakındığı gibi bu kez de gözlerini benden sakınmıştı. Bende bu hamlesiyle kendimi bulup bedenimi, Çınar'ın bedenine daha fazla yük etmemek için çekip sol yanına yuvarlamış sırt üstü boşluktaki yerimi almıştım. Çınar sağımda bedenlerimiz birbirinden teması kesmiş bir halde ikimizde sırt üstü düştüğümüz yerde yatıyorduk. Birbirine temas etmese de bedenlerimiz birbirine çok yakındı.

Gözlerimi, yeşil yapraklarının tutunduğu dallarını en yükseklere ulaştırmak isteyen ağaçların mavi gök yüzüyle uyumuna dikmiştim. Kalbimin ritmini manzaranın güzelliğiyle sakinleştirmeyi denerken,

"İyiyim, sen" diyebildim, az önceki tavrına kırılmıştım içte içe. Benim sakarlığım yüzünden incindiği için kızmış mıydı ki?

Çınar sırt üstü yattığı yerde hareketlenip doğrulmuş sol kolunu ensesinden boyun ile omuzunun birleştiği yere doğru ovuşturarak sürerken başını sağa sola yatırıp dikleştirmişti. Ardından kollarını esneterek sağ dizini göğsüne doğru çekip sağ dirseğini dizine dayadı. Sol elinin avucuyla da yerden destek alarak sırt üstü uzandığı yerde artık oturur halde duruyordu. Bense hala sırt üstü uzanıyordum gözlerimin hapsinde ise iyi olup olmadığını merak ettiğimden Çınar vardı.

Çınar oturur halde bulunduğu yerden bedenini bana doğru eğmeden sadece başını sol omuzundan bana doğru çevirerek

"Sorun yok, iyiyim." ile soruma karşılık vermişti.

"Ben sana nasıl güveneceğim?" dedim bende uzandığım yerden doğrularak. Dizlerimi karnıma doğru çekip kollarımla sardım. Çenemi dizlerime dayayıp başımı sağa doğru eğip Çınar'a bakıyordum. Sorumu duyunca kaşlarının çatıldığını görmüştüm.

"İyiyim, demiştin.", dedi ve beklenmedik bir hareketle bileklerimden tutup ayaklanırken beni de ayağa kaldırmıştı. Başımı elleri arasına aldı sağa sola hafif eğip kontrol ederken neye uğradığımı anlamaya çalışıyordum, elleriyle omuzlarımı sıktı ve bedenimi incelemeye başladı temkinli hareketlerle.

"Çınar ben iyiyim, benim yüzünden yaralanan yine sensin. Sırtını sert bir şekilde yere çarptın ezilmemiş olmasına imkân yok. Ben her seferinde beni koruma pahasına kendini tehlikeye atan sana nasıl güveneceğim.", dedim sorumu yanlış anlamasına sebep verdiğimi idrak ettiğimde.

Şimdiye kadar karşılaştığımız tehlikelerin, düştüğümüz durumların içinde belki de en masum olanı az evvel yaşadığımız kazaydı ama tüm yaşadıklarımız bir anda gözümün önünden geçmiş sinirlerimin göz yaşı olarak boşalmasına sebep olmuştu. Beni bu denli önemsiyor oluşunun sebebi halama verdiği söz yerine, benim onun için hissettiğim duyguları, onun da bana karşı hissetmesi olsun isterdim.

Çınar'ın kollarımı tutan ellerinden sıyrılıp kolları altından kollarımı beline dolayarak başımı göğsüne gömmüştüm. Göz yaşlarıma engel olamıyordum, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Çınar'ın da hıçkırıklarıma dayanamadığını bedenimi sarmalayan kolları ile sırtımı şefkatle sıvazlayan ellerini hissettiğimde anlamıştım. Bir müddet daha göz yaşlarımı akışına bıraktıktan sonra Çınar'ın benden uzak durma çabasını unutup ona bu denli yakın oluşumun onu rahatsız edeceğini düşünüp aramızda mesafe bırakmaya çalıştım. Kollarımı gevşetip başımı doğrulttuğumda merhamet edip bana sıcaklığını bahşettiği kucaklayışından istemeyerek de olsa ayrıldım.

"Burası şahane, böyle saklı bir cenneti kendi imkanlarınla bu hale nasıl getirebildin!" deyi verdim samimi bir tebessümle, biraz evvelki halimizin artık esamesi yoktu.

"Hamiyet Hanımla aranız pek iyi demek ki?", dediğinde kırdığımı potu anlamış, durumu toparlama derdine düşmüştüm bile.

"Yok öyle bir şey değil. Yanlış anladın. Ben evi gezmek istediğimde koridordaki tabloları gördüm. Hepsinde Nesrin imzası vardı? Yani bebekte ki yalıda tek bir tablo yoktu. Yani Hamiyet Hanımda dedi burası Nesrin Hanım'ın aile yadigârı ve dedi Çınar'da anılara sahip çıktı. Çok seviyor seni, sana övgüler yağdırdı ondan dedi kendi emekleriyle babasından tek bir kuruş almadan ..."

"Feraye, nefes!"

".. Ne nefes?"

"Nefes al Feraye, sakin tamam."

Neden her heyecanlandığımda aklımdaki karışıklığım dilime vuruyor gereksiz detaylara giriyor, basit bir cümleyle anlatabilecek şeyleri daha da karmaşık halde dile getiriyordum.

"Hamiyet Hanım boşboğazlık edecek biri değil, gerçekten o, öyle biri değil."

"Fareye, Hamiyet Hanımı gayet iyi tanıyorum. Bu çiftlikteki herkesi de gayet iyi tanıyorum. Onlar da beni gayet iyi tanıyorlar ve bilirim ki buradaki hiç kimse beni rahatsız edecek ya da huzursuz edecek bir söylem ya da eylem de bulunmazlar bu yüzden bana bu şekilde açıklama yapmana gerek yok. "

Daha bu sabah Çınar'ın Adem'e Yasemine ve Hamiyet Hanım'a yaklaşımına şahit olmuştum. Aralarında saygılı, sevecen bir ilişki vardı. Hepsi Çınar'ı seviyor ve sayıyordu. Çınar'ın otoriter, disiplinli ve titiz olduğunu düşündürecek hallerine rastlamıştım. Rezidansta bana hazırladığı kahvaltı masasındaki özenini, sonrasında mutfağı temizleme deki titizliğini fark etmemek mümkün değildi. Ne olursa olsun kendisine ve işine de saygılıydı, işlerini aksatmayacak kadar titizdi. Bugün işe gidecekmiş gibi tabletinde işle alakalı olduğuna şahit olduğum planları gözden geçirdiğini, Adem'e işi bırakmış gibi davransa da işini şansa bırakmayacak ama Adem'in de özgüvenini sarsmayacak şekilde kontrolle işleri takip ettiğini fark etmiştim. Çünkü başarılı iş insanı profillini yakinen tanırdım. Tomris Ablam da Babam da bu profildeki kişilerdi. Asla işlerini şansa bırakmaz taviz vermezlerdi. Tabi ki yanılıyor da olabilirdim. Bunlar benim gözlemlerime dayanarak Çınar'ın kişiliği hakkında aklımda oluşan tahminlerimdi.

"Herkes sınırları bilir kimse çizgiyi aşmaz diyorsun?" dedim, Hamiyet Hanım hakkında kırdığım potu toparlamaktan vazgeçerek. Bu cümlemin üzerine de Çınar kendisini yanlış anlamamı istemediğinden olsa gerek bu kez de kendi söylediklerine açıklık getirme ihtiyacı hissetmişti.

"Söylediklerim senin tarafından nasıl anlaşıldı bilmiyorum ama, burada bir sınırdan bahsedeceksek bu sınırın yazılı sözlü kurallara dayalı olmadığını herkesin birbirini samimiyetle tanıdığını aramızdaki ilişkinin işveren işçi ilişkisinden öte aile ilişkisi gibi olduğunu bilmeni isterim."

Derin bir nefes aldı ve daha da detaylı anlatmak istedi fakat bu kez bana izahat etmek ister gibi değil de ailesinden bahsetmek ister gibiydi.

"Muhlis Efendi çocukluğumu bilir, Hamiyet Hanım da Muhlis Efendi kadar olmasa da yıllardır hayatımda. Âdem, askerlik arkadaşımın, kan kardeşimin biricik emaneti. Âdem de Yaseminde hiç sahip olmadığım kardeşlerim gibi. Bu çiftlikte çiftçi olarak çalışanlarda az evvel Gece'nin bakımıyla ilgilenen seyisimiz de dahil gördüğün herkesin benim için kıymetli olduklarını bilmeni isterim. Ailem onlar benim. Mabedim olan bu çiftliğe ailemden başka sadece günü birlik temizlik görevlileri girebilir."

Aklıma evde ilk gözümü açtığımda kapıda karşılaştığım güvenlik elemanları peyda oldu.

"Güvenlik elemanları?"

"Güvenlik elamanları da. Hepsini tanırım ailelerini bilirim. Aileleri benim de ailemdir, benim için canla başla çalışan bu insanların ailelerine karşı da sorumluyum öyle iş icabı da değil gönülden sorumluyum. Sende artık bu evin bir ferdisin benim gözümde. Anlıyorum ki sadece benim gözümde de değil evdekilerin gözünde de sen bu evin bir ferdisin ve hatta şimdi görüyorum ki sen de ailem dediğim insanlara değer veriyorsun ki onları yanlış anlamamdan endişe ediyordun. Nasıl desem, senin bu halin yani ailemi sahiplenmen beni huzurlu hissettirdi, mutlu oldum. Seni burada yaşamaya zorlandığım için huzursuz hissediyordum. Şehir merkezinden, eğlence mekanlarından, alışveriş yerlerinden, mağazalardan uzak, apayrı bir dünya gibi burası."

"Burada yaşamaya zorladığım doğru. Ben bir gün içinde ailemin düşmanı oluverdim, aynı gün öldürülmek istendim, aynı gün halam tarafından terk edildim ve halamın beni hiç tanımadığım birine emanet ettiğini öğrendim. Hiç bilmediğim bir yerde gözlerimi açtım ve kendimi tutsak gibi hissetmeme sebep olacak bir düzüne korumanın bahçe de beklediklerini gördüm ve üstüne evli bir kadın olduğumu öğrendim."

Evli bir kadın olduğumu öğrendim, derken yüzümde alaylı bir gülümseme vardı, bir miktarda sesli kahkaha sıkıştırmıştım araya. Çınar'sa söylediklerimi dinlerken mahcup bir ifadeyle karşımda duruyor, zaman zaman üzerimden kaçırdığı bakışlarını Gece de oyalıyor sonra tekrar sanki bakışlarının ait olduğu yer benmişim gibi bana bakıyordu. Her haliyle beni dikkatle dinlediğini fark ettiriyordu. Çınar çok dikkatli bir adamdı. Ben cümlelerimi kurarken yüzümde oluşan mimikleri dikkatle inceliyordu. Söylediklerimle yetinmiyor sanki söyleyemediklerimi de mimiklerimden öğrenebilirmiş gibi bana bakıyordu. O yüzden onun karşısında eksik yanlış hatalı konuşmaktansa sessiz kalmak daha doğru bir davranış olacaktı. Bu evde yaşamaya zorlanmamdan huzursuzdu ve ben onun huzursuzluğunun boşa olduğunu ona ispatlamak istiyordum.

"Daha fazla detaya girmeme gerek yok zaten yaşadıklarımın en yakın şahidi sensin. Beni huzursuz eden şeyler bu evde yaşamak değil, yaşadıklarım. Ben kaç gece yattığım yatakta huzurla uyuyamadım. Buraya ait değildim ve kan bağım olan insanlar tarafından hayal kırıklığına uğradım hiç tanımadığım insanlarla birlikte nasıl olur da huzurla kalınabilir bilmiyordum. En iyi bildiğim yolu takip edip İtalya'ya dönmek istedim. Korktum! Olanlardan korktum. Olması muhtemelleri düşündüm, olacaklardan korktum! Hala korkuyorum. Kendimden, acizliğimden nefret ettim. Hala da ediyorum. Tüm bunlar yaşanırken yaşamaya zorlandığım, kaçmak istediğim bu evde, sıcaklığı hissettim. Burada kaldığım sürece iyi hissetmem için elinizden geleni yaptığınız. Benim için özenle hazırlanan odayı gördüğümde hissettiklerimi, odadaki ilk gece nasıl huzurla uyuduğumu sana anlatamam. Hamiyet Hanım'ın ilgisi Muhlis Bey'in sevgiyle pişirdiği yemekleri, daha birkaç gün evvel tanıştığım Yasemin'in bana karşı candan hallerini, Adem'in beni korumasını, nasıl yok sayabilirim. Yapılanların hepsi benim için çok önemli çok değerli. Ben hissettiklerimi anlatmakta zorlanıyorum çünkü duyguların nasıl kelimelere döküleceğini bilmiyorum. Kendimi ifade etmekte başarılı olduğumu düşünmüyorum eğer olabilseydim belki sende sebep olduğum huzursuzluğu giderebilirdim. Çınar ben burada yaşamaktan mutsuz değilim ve bence böyle bir aileye sahip olduğun için çok şanslısın. Bende böyle bir samimiyet halkasına dahil olduğum için kendimi bir miktar şanslı hissediyorum, onların kıymetini bilmek istiyorum."

Çınar'ın yüz ifadesi dümdüzdü. Sanırım bu kez kendimi doğru bir şekilde ifade edebilmiştim.

"Çınar, aile demek kan bağı demek değilmiş ve ben bunu bu evde yaşamaya başladığımda öğrendim."

"Kan bağı çok da önemli değil gerçekten. Hayatta kan bağım olan tek bir akrabam dahi yok. Sana buranın mabedim olduğu söyledim, buradakilerin ailem olduğunu söyledim. İrfan Yalçınkaya ile aramdaki tek bağın kan bağı olduğunu deklare etmeme gerek olmadığını düşünüyorum, onunla aramdaki mesafeyi de az çok biliyorsundur. O adamla, hiçbir zaman aile olamadım. Hayattayken bir kez dahi buraya gelmesine iznim olmadı. Hamiyet Hanım ne anlattı ne kadarını anlattı bilmiyorum ama bilmeni isterim ki buranın her bir zerresinde alın terim var Feraye. Değil İrfan Yalçınkaya'nın ayağı, gölgesi dahi buranın bir karışına değmedi. Onun kazandığı içinde gözyaşı olan, kan olan tek bir kuruşun buraya değmesi iyiye güzele olan inancıma ihanet olurdu, izin veremezdim, vermedim. Bura iyi kalsın istedim, bura güzel olsun istedim. Bura beyaz olsun istedim. Burada yaşayanlar huzur bulsun istedim. Sanırım başarabildim. Damarlarımda o adamın kanıyla dolaşıyorum, insan kan bağı olan kişileri kendi seçemiyor Feraye! Ama ben buradayken kendimi Çınar Yalçınkaya değil sadece Çınar olarak hissediyorum. Buradayken kendimi bağışlanmış hissediyorum."

Çınar'ı dinlerken cümlelerinde kaybolmuş. Dertlerimi, kabuslarımı unutmuştum sanki hiç yaşanmamıştılar da hayatım Çınar'dan ibaretti. Onun anlattıklarını dinlerken empati yapmaya çalışıyordum, onun gözünden bakıp onun hissettiklerini hissetmek onu daha iyi anlamak istiyordum. Babasını Halamdan dolayı tanıyordum, hakkında çok fazla bilgim yoktu ama en az benim babam kadar karanlık bir hayatı olduğunu biliyordum. Ortaklıkları vardı ve ortak olduğu işler medyada konuşulanlardan ibaret değildi. Babasına olan öfkesini de anlıyordum, ben ailemin işlerinden uzaktım ama o babasının yanında çalışmak zorunda bırakılmıştı. Babası şu an hayatta değildi ki kendisini bir şeyler yapmak zorunda bırakan birisi yoktu artık. Peki ama kendisine olan bu öfkesinin sebebi neydi? Neden kendisini günahkâr olarak görüp burada bağışlanmayı bekliyordu. Bir keresinde mutfakta konuşulanlara kulak kabartmıştım. Çınar'ın annesi intihar etmişti. Annesine çok düşkündü belli ki. Bu çiftlik annesine aitti bu yüzden burayı temiz görüyordu, babasını da işlerinden dolayı kirli. Annesini kurtaramadığı için yıllarca acı çektiğini duymuştum. Bu yüzden mi kendini suçlu hissediyordu? Tüm bunlar yüzünden günahkâr hissediyordu da burada bağışlanmayı mı umuyordu? Halbuki bura değildi ki onu bağışlayacak olan, kendiydi. Kendi kendini affetmeliydi bağışlanmak için. Ancak bu şekilde huzur bulabilirdi.

"Neden böyle söylüyorsun? Anne babaların günahlarının bedelini çocuklar ödememeli. Geçmiş geçmişte kaldı, sen söyledin kan bağım olan kimse yok hayatta diye. Onlar artık hayatta yoklar ama sen, sen kanlı canlı hayattasın. Senin bağışlanmayı gerektirecek bir suçun yok ki burada bağışlanmayı umuyordun. Sen, karşımda duran adam olduğun sürece sadece bu çiftlikte değil bu çitlerin dışarısında da Çınar'sın. Bağışlanmak için kendini burayla sınırlama. Sana ait olmayan kirli bir geçmişin sorumluluğunu almamakla, bence kendini sen bağışlamalısın. İstediğini yapmakta özgürsün artık değil mi?"

"İstediğimi yapmakta özgür müyüm?" dedi Çınar kendine sorar gibi sitemli bir ifadeyle gülerek.

"Sen istediğini yapmakta özgür müsün?" diye sorduğunda aklıma yapmak zorunda kaldığımız evliliğimiz geldi, yaşadıklarım ve yaşattıklarım geldi.

"Biliyorum halama bir söz verdin ve benim yüzünden yaşamak zorunda kaldıklarında seni huzursuz etti. Sırf halama verdiğin kıymet için hatır için benim yüzünden bunca şey yaşamak zorunda kaldın. Yaralandın, hayatın benim yüzünden kaç kez tehlikeye girdi. Ailem sana cephe aldı, benim yüzünden evlenmek isteyeceğin kişiyle evlenemedin belki de bilmiyorum. Seni huzursuz edecek çok fazla şey yaptım. Özür dilerim. Ben sana daha fazla zorluk çıkarmayacağım, söz veriyorum."

"Feraye, söylediğim şey bu değildi, seninle evlenmeyi ben istedim, evlendim. Sebebi her ne olursa olsun... evlenmek benim isteğimdi. Özgür irademle yaptığım bir şeydi. Bahsettiğim şey bu değil. İrfan Yalçınkaya hayattayken o kadar kan döktü ki o kadar gözyaşı akıttı ki. Sence peşimi bırakır mı o veballer? Ayağıma pranga vuran o adamın varlığı değil, varlığında yaptıkları. Kendisi bu dünyadan giderken karanlığını da yanında götürmeliydi ama burada bıraktı ve ben o karanlıkla baş etmek zorundayım. Ben ..."

Konuşurken okyanuslarının titrediğini görmüştüm gözlerinde, gözlerini aksine sesi dik ve pürüzsüzdü, gözlerinin aksine vücudunda tek bir sarsıntı yoktu, güçlü gözüküyordu ama gözlerinden ruhunun titrediğini görebiliyordum. Yanıma daha da yaklaştı, aramızda bir adımdan az mesafe bıraktı. Omuzlarımdan kollarıyla tuttu ve başını aramızdaki boy farkını azaltmak istercesine bana doğru eğdi. Gözlerini gözlerime sabitleyerek derin bir nefes alıp verdi ve devam etti.

"...Ben, Ben o karanlıkla baş ederken içinde kaybolmak istemiyorum. Anlıyor musun Feraye? Kolay değil, bu çitlerin ardındakilerle baş etmek yok saydıklarımla her seferinde yüzleşmek kolay değil. Burada oluşturduğum güven alanının bir gün yıkılmayacağını mı sanıyorsun? Yok saymakla olmuyor, buraya sığınmakla da olmuyor. Karanlığa karşı daha da güçlü bir set kurmak lazım, bunun için de güçlü olmak lazım. O adamın yıktıklarını tek tek inşa etmek, kuruttuklarını yeşertmek lazım. Tüm bunlar için güçlü olmam ve güçlü kalmam lazım. Ben ne yaptıysam ne yapıyorsam hepsi bu yüzden. Kendimi bağışlamam, bağışlanmam için yeterli değil Feraye, yetmez ..."

Çınar'ın söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Hem çok açıktı hem de kapalı. Onunda benim gibi söylediklerinin yanında söyleyemedikleri vardı. Söyleyemediklerini merak ediyor değildim, söylediklerine odaklanmıştım, "Dede ekşi erik yer, torununun dişi kamaşır" derler ya anladığım kadarıyla Çınar da geçmiş geçmişte kalmıyor diyordu. Geçmişte yaşananların bugüne sirayet ettirdikleriyle alakadar oluyordu. Çünkü yaşananların izlerini yok saymayacak kadar sorumluluk sahibiydi. Arkadaşlarının, etrafındaki insanların ailesiyle dahi ilgilenecek kadar yüce gönüllüydü. Dostlarına karşı vefalıydı. Halam için beni korurken canını siper edecek kadar gözü karaydı. Adı gibiydi işte Çınardı. Tam karşımda okyanus gözleriyle yüreğime çağlıyordu. Onu tanıdıkça daha da tanımak istiyordum. Önyargılarımdan utanıyordum. Onu sorumsuz Murat Ağabeyim ve eğlence peşindeki onun gibi olan arkadaşlarıyla bir tutuyor olduğum zamanlarım aklıma geliyor, kendime ona haksızlık ettiğim için kızıyordum.

Keşke o yüce gönlünün kuytusunda benim için de benim ona duyduğum gibi bir sevgi kırıntısı olsa. Kırıntısı yeter miydi? Yeterdi. Bu adam o kadar vefalıydı ki benim ona hissettiğim duygu selinin damlası dahi onda olsa, onu da sonuna kadar sahiplenirdi. Bu sahte evlilik belki gerçeğe dönerdi. Eğer hissetsem, o kırıntıyı hissetsem tüm benliğimi ona gözü kapalı teslim ederdim. Dün geceki alevimden kaçmazdım. Kor olurdum kül olurdum ama onun için değerdi.

Beni sevsen olmaz mı? Senin tarafından sevilmek istiyorum.

"Çınar'sın sen.", dedim. Gözlerinin okyanusunda gördüklerimden emindim. Söyleyecekleri bitmemişti ama daha fazlasını da söylemedi, söylediklerinden bile pişman gibiydi. Soluk alışverişleri derindendi. Yutkunurken ki şaşkınlığından anladım, benim onu yanlış anlamamdan korkuyordu. Bağışlanamamaktan korkuyordu. Anlattıklarından pişman olmuşluğu ve anlatacaklarından vazgeçişi bu yüzdendi. Onu sakinleştirmek istedim. Korkularını endişelerini uzaklaştırmak istedim. Onun beni koruduğu gibi bende onu korumak istedim. Nasıl yapacağımı bilmezken denemek, onun için çabalamak istedim.

"Sen benim için sadece Çınar'sın, adının öncesinde sonrasında ne olduğu önemli değil. Aileni gözettiğin gibi herkesi gözetirsin, buraları yeşerttiğin iyileştirdiğin gibi bu çitlerin dışını da iyileştirip yeşertirsin. Adın gibi çınarsın üstelik senin gölgen karanlık değil, apaydınlık! Dallarının uzandığı her yeri ışıldatacaksın. Sana inanıyorum. Sana güveniyorum."

Söylediklerimle gözlerindeki korkunun uzaklaştığını hissettim, daha huzurlu ve sakin bakıyordu sanki. Dudağı bir miktar yukarı kıvrılmıştı. Bu da beni iyi hissettirmişti. Kalbim onun için çırpınıyordu. Bu huzurlu bakışın tesirindeydim, onu huzurlu hissettirmenin verdiği hazzın keyfini çıkarıyordum. Onun yukarı kıvrılan dudaklarına bende samimi tebessümümle karşılık veriyordum. Benim tebessümümden cesaret alıp aramızdaki hatırı sayılır mesafeyi kapattığında anladım artık korkularını aramızdan uzaklaştırmıştım. Başını eğip önce alnını alnıma dayadı sonra alınlarımız arasında mesafe bırakarak burnunu burnuma değdirdi. Gözlerimizi yumduk, bir süre böyle kaldık. Bugün iki kez benden kaçınmıştı, tam tamına iki kez içimde sıcak soğuk etkisi yaşatan o duyguyu bana hissettirmişti. Nefret ettiğim o duygu o his her neyse şimdi, şu an benden çok uzaktı. Bana yakın olandan nasipleniyordum, kokusunu soluyordum. Burnunu burun kemiğimde dolaştırmaya başladı. Öpecek miydi? Dün gece ondan sakınma sebebim aklıma gelmişti. Beni sevmesini istiyordum. Benim ona hissettiğimi hissetmesini istiyordum. Dün gece ki gibi şehvetle bakmıyordu. Şefkat vardı gözlerinde. Şefkatiyle değen dudaklarından sakınmazdım dudaklarımı. Ah bir de beni, benim onu sevdiğim gibi sevseydi?

 

Onuncu bölüm sonu devam edecek...

Loading...
0%