Yeni Üyelik
4.
Bölüm

1.3 Bölüm

@demirkalem

Bir yıl önce ...

 

Daha bir hafta önce Sarıyer'deki balık lokantasında halamla birlikte keyifle yemek yiyor sohbet ediyorduk, şimdi ise hayatımda ilk kez halamın yaşadığı eve eniştemin cenazesi için gelmiştik. Halamın yaşadığı ev Bebek tarafında harikulade estetik görünümü olan eski bir yalıydı. Halamın eşi, halama düğün hediyesi olarak bu yalıyı almış ve evlendikten sonra birlikte burada yaşamaya başlamışlardı.

Yalı bir sürü insanla dolup taşmıştı. İnsanlar, taziyeye mi gelmişlerdi davete mi? Benden başka herkes oldukça şık görünüyorlardı. Melek Ablam ful makyajlı, üzerine yapışan siyah tül detayları olan bir elbise giymişti. Tomris Ablam her zamanki ciddiyetine yakışan, siyah bir blazer takım, bense oversize siyah tunik gömlek ve altıma siyah dar kesim rahat bir pantolon giymiştim.

Giyimlerinin yanı sıra insanların tavırları da bence taziye ortamına uygun değildi. Birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyorlar, anlamsız yüz ifadeleriyle alakasız konular hakkında yorum yapıyorlardı. Hiç tahammül edilebilir bir ortam değildi. Zaten asosyal biri olduğumdan kalabalıklardan oldum olası hiç hoşlanmazdım. Katılmak zorunda olduğum davetlerde en kuytu, karanlık yerleri bulup oralara çekilirdim. Bu gün elimden geldiğince Halamın yanında olmaya çalışacak maalesef bu ortama tahammül edecektim.

Yalıdaki taziyeden sonra, cenaze namazı sonrası yapılacak olan defin törenine de katılacaktık. Yalıya gelir gelmez gözlerim halamı aramıştı. Nihayet kalabalığı delip halamı kucaklayabildim, iyi dileklerimi sundum ve yanında yerimi aldım. Bu bitmeyen taziye protokolünde halama destek olmak için onun yanında durmaya gayret ediyordum. Halam zorlandığımı fark etmiş olacaktı ki kulağıma

"Kendini yanımda kalmak için daha fazla zorlama daha rahat edebileceğin bir yere gitmelisin." diye fısıldadı. Halamın bu sözleri beni bir nebze rahatlattı başımı aşığı yukarı sallayarak onu onayladım ve bir an önce yalının bahçesinde görünmez olabileceğim bir yer aramaya koyuldum. Nafile! Bahçe çok daha fazla kalabalıktı. En iyisi yalı içinde kuytu bir yerde saklanmak olacaktı.

Yalının içi de kendi yaşına uygun olarak eskitme mobilyalarla, el örgüsü antika kilimlerle döşenmişti. Vitrindeki porselenlerin antika parçalar olduğu çok belliydi. Merdiven korumalıkları ahşaptan oyma figürlerden oluşuyordu. Okuduğum bölümün etkisiyle yapıların mimarisini incelerken kendimi gayri ihtiyari yalının odalarını gezerken buldum. Üst katın koridorunda yürürken duvarda asılı taklit tablolar dikkatimi çekti içlerinden biri hariç çünkü bu tabloyu daha önce hiç görmemiştim ve buradaki tablolar arasında farklılığı kendini belli ediyordu, sağ alt köşesinde el yazısıyla 'Nesrin' yazıldığını görmüştüm. Yürümeye devam ederken koridordaki kapısı aralıklı olan odaya giriverdim. Odanın balkona açılan kapısı ahşap ve el işçiliğiyle oyulmuş bir kemerle bağlantılıydı. Ahşap oymada bülbül ve gül deseni oyulmuş oldukça estetik bir görüntü oluşturulmuştu. Balkonla oda arasında bulunan bu ahşap oyma kemer, tabloyu andıran manzaranın çerçevelemiş gibi görünüyordu. Harikulade el işçiliğine ait bu ahşap oymaya dokunmaktan kendimi alamamıştım. Kim bilir hangi usta ellerden hangi duygunun eseriyle yontulmuştu bu ahşap oyma? Peki bu tarihi yalının ilk misafirleri, bu ahşap oymayı ilk gördüklerinde neler hissetmişti? Bu ahşap oyma acaba hangi sırlara şahit olmuştu? Oymanın detayları beni oldukça heyecanlandırmış ve yalının diğer odalarını da merak etmeye başlamıştım. Taziyeye geldiğim bu evde halamın acısını paylaşmam gerekirken ne yapıyordum böyle! Bir anda aklımdaki sorulardan ve bu yersiz heyecanımdan silkelenerek hızla odadan çıktım. Koridordan geçerken birkaç kişinin konuşmalarına kulak misafiri olmuştum.

Melek Ablam yaşlarında iki kadın halamın üvey oğlu hakkında konuşuyorlardı; bu koskoca varlığın tek sahibi, holdingin en büyük hissedarı, yakışıklı, tüm genç kızların hayalindeki tabiri caizse beyaz atlı prensi Çınar Yalçınkaya hakkında.

Konuştukları konu bana hiç yabancı değildi. Çünkü defalarca kez ablamın ağzından da dinlediğim Çınar'a olan hayranlık cümlelerine benzer cümlelerdi bunlar. Modern çağın Kazanova'sı olarak da anılırdı Çınar Yalçınkaya.

Kendisine mikrofon uzatan gazetecilerin kız arkadaşınız var mı sorusuna "Aşkı arıyorum." yanıtını verip yatağını süslemesi için kızlara üstü kapalı davet mesajı yollardı.

Ablam dahil her aptal kadın da bu adamın aşkına sahip olabileceği umuduna sarılıp kendini bu adama oyuncak ederdi. Ne buluyordu kadınlar böyle züppelerde!

Bunun bir model eskisi olan ağabeyim bizim evde yaşıyordu işte!

En azından ablamın burnumuzun ucundaki örnek olan ağabeyime bakıp ibret almaması başlı başına bir aptallıktı.

Adam evleneli iki sene oldu olmadı eşini evde bırakıp tek başına eğlenmek için gecelere akıyordu. Üstelik yengem de yüksek sosyetenin en iyi ailelerindendi güzel ve zeki bir kadındı. Ağabeyim ilk görüşte ona âşık olmuş evlenmesi için diller dökmüş kapısında sabahlamıştı.

Can çıkar huy çıkmaz! Bu tiplerin aşkı da gün doğmadan bitiverirdi abiminki gibi işte.

Kimsenin, ben de dahil halamın eşine üzüldüğü yoktu. Herkes dedikodu peşindeydi. Konuşulanları duyduğumu belli etmeden sessizce bulunduğum ortamdan kaçmak isterken kadınların bana doğru yaklaştığını fark ettim. Yakalanmak istemediğim için hemen yanımda kapısı kapalı olan odaya kapıyı açıp girdim ve girer girmez sessizce kapıyı örtüp kulağımı kapıya dayadım. Amacım kadınların sesinin uzaklaştığından emin olmaktı. Böylece ben de buradan çıkabilirdim.

Derin bir nefes alıp verdiğimde burnuma odunsu baharatlı bir parfüm kokusu geldi. Hayatımda ilk kez böyle bir parfüm koklamıştım.

"Merhaba küçük hanım." diye bir ses geldi arkamdan.

Panik ve korkuyla sesin geldiği yöne doğru cırlayarak döndüğümde, beyaz tenli siyah saçlı, hafif kirli sakaları olan tahminen yirmili yaşlarının sonunda olduğunu düşündüğüm adamın benim bu halime çenesini kasarak güldüğünü gördüm.

Benim için utanç verici bir durumdu bu, şu an yer yarılmalı ve beni yutmalıydı.

Halimi daha da yakından görmek istiyor olacaktı ki oturduğu yerden ayağa kalkıp bulunduğum yere doğru yürümeye başladı.

Ayağa kalktığında fark ettiğim geniş omuzları, uzun boyu kısaca düzgün fiziği sütüne giydiği üzerine oturan siyah gömleği ile dar paça kumaş panolunu içinde oldukça hoş göründüğünü de itiraf etmeliyim.

Bana doğru yaklaştıkça parfümünün kokusu daha da artıyordu, normalde keskin kokulardan hoşlanan biri olmamama rağmen bu koku hoşuma gitmişti.

Aramızda birkaç adım mesafe kaldığında gözlerim gömleğinin açık olan düğmelerine takılmıştı, düzenli spor yaptığını üzerine oturan gömlek bir kez daha belli etmişti. Hayatımda ilk kez yakışıklı bir erkek görüyor değildim peki neden tüm bedenim alev almıştı, hayatımda hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyordum. Aramızda bir adım mesafe kaldığında kısık bir sesle

"Taziye evinde böyle gülüyor olmak nahoş oldu değil mi?" ifadesini düzeltip devam etti, "Rahmetlinin akrabalarına karşı mahcup olmayalım."

"Rahmetlinin yakınlarını bilemem ama ben bu halimden daha fazla mahcup olamazdım galiba, kulağımı kapıya dayamış dedikoducu kadınları dinliyorken size yakalandım."

"Evet tam olarak öyle oldu, bu kasvetli havayı küçük bir an bile olsa dağıtıp yüzümü güldürdüğünüz için bu halinizi eleştirecek değilim. Sizi daha önce görmemiştim, rahmetlinin neyi oluyorsunuz?"

"Rahmetlinin eşi halam olur ama rahmetliyi ekranlardan gördüğüm kadarıyla tanıyorum."

"Sen Esat Korhanlı'nın kızı mısın?" diye sordu şaşkın bir yüz ifadesiyle.

"Evet babamı tanıyor musunuz?"

"Evet ağabeyini de tanırım. Üniversitenin aynı bölümünde okuduk. Ben birinci sınıftayken o ikinci sınıftaydı." dedi gülümseyerek ve devam etti: "Bizim çevre ne kadar geniş olursa olsun aslında çok da büyük olmayan bir dünyadayız. Yüksek sosyetenin bilinen hatırı sayılı ailelerindeniz. Birçok davet ve organizasyonlarda toplanmamıza rağmen benim seni hiç görmemiş olmam ilginç" dedi.

"Ben kendimi bahsettiğiniz bu dünyaya pek de ait hissetmiyorum ve bu sebeple bir yolunu bulup görünmez olabiliyorum. Sanırım ilk kez birine yakalandım." dedim. Alaycı bir ifadeyle

"Çocukken en sevdiğim oyun saklambaçtı ve ne zaman ebe olsam herkesi sobelerdim benim için hiç de şaşırtıcı değil." dedi ve ekledi "...sen ne düşünüyorsun" diye sordu bense soruyu anlamamıştım ve

"Ne için?"

"Az önceki dedikodular hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorusunu yineledi ve devam etti "Hepimiz taziyeye geldik ve hiç birimizin ne ölen ne ailesi umurunda değil gibi. Ben de kendimi senin gibi bu dünyaya ait hissetmemiş olmalıyım ki bu odaya saklandım." dedi. Sesinde garip bir hüzün vardı.

"Anlaşılan saklanmak için doğru bir yerde değilsiniz ama ben ebe olma konusunda sizin kadar kendime güvendiğimi söyleyemem bizim ki rastlantıydı. Dışarıdakiler yüzünden Sorunuzun cevabına gelirsek, size ait olmayan bir dünya için kimin ne dediğinin ne önemi var ki." dedim ve ne düşündüğüm hakkında sorusuna cevaben "İki kadın bir araya gelmiş bu hanedanın veliahttı olan züppeyi öve öve bitiremiyor, hem de tüm bu beğeniler ve övgüler kimin elinde patlayacağı belli olmayan bomba bir adam için." dedim alayla. Tanımadığım biriyle bu kadar uzun cümleler kurarak konuştuğum olmamıştı."Bu arada siz kimsiniz?" diye sordum. Gülümseyerek cevap verdi:

"Bu hanedanın veliahttı olan züppeyi çok yakinen tanıyan biriyim.".

"Tabi ya! Az önce abimle aynı üniversitede okuduğunuzu söylemiştiniz." Çok büyük pot kırmıştım, sanki hep sonradan gelmez miydi aklım başıma benim? Şu anda kıpkırmızı olduğuma emindim, kulaklarım yanağım çoktan yanmaya başlamıştı. "Abimi tanıyorsanız pek tabi Çınar'ın da üniversiten arkadaşı oluyorsunuz. Siz bu dünyaya ait değilim diyorsunuz ama maalesef arkadaşlarınızı bu dünyanın demirbaşlarından seçmişsiniz" deyip ve utanç içinde olduğum bu ortamda artan sıcaklıktan müsaade isteyip hızla uzaklaştım. Ardıma bile bakmadan kaçarken, ardımda bıraktığım bir çift okyanus gözün sahibi gücünü yitirmiş sesiyle bir şeyler söylediyse de ben duyamamıştım.

Cenaze namazı kılınmış defin işlemleri yapılırken, Melek Ablam hala Çınar'ın ihtişamından bahsedip duruyordu. Beni bulunduğum yerden iteleyip yerime geçti, "Çınar'ın tam karşısında ben durmalıyım, başını kaldırdığında beni muhakkak görmeli" diyordu. Defin sırasında halam, halamın yanında içlerinde abimin de olduğu birkaç kişi ip gibi sıralı halde cenazenin defnedileceği mezarın karşısında duruyorlardı. Biz bu sıralamanın yan tarafında yani mezarın diğer tarafında dizili halde duruyorduk. Defin yapılırken hoca merhum için dualarını ediyordu. Cenaze tabuttan çıkarılmış gömülmek için mezarın içine yerleştirilmiş üzerine tahtalar yerleştiriliyordu. Hayatımda ilk defa birinin defnedilişine şahit oluyordum. Artık sıra gömme işlemini tamamlamak üzere cenazeyi toprakla kapatmaya gelmişti.

Cenazenin üzerini örtecek kadar toprak atıldıktan sonra rahmetlinin yakınları, rahmetliye karşı son görevleri olarak kendilerine vazife görüyor olacaklar ki, sırayla kürekleri ellerine alıp mezara toprak atmaya başladılar. Babam tuttuğu küreği toprak attıktan sonra ağabeyime uzatmıştı. Sıra ağabeyimdeydi. Diğer kürekle toprak atanın, yalıda utançla yanından kaçtığım ağabeyim ve Çınarın arkadaşı olduğu görmüştüm. Melek Ablam, sanki cenazeye değil bir konsere gelmişiz de sahneye hayranı olduğu sanatçı çıkmış gibi heyecanlı bir ses tonuyla "Çınar babasına son vedasını yapıyor" dedi. Bu cümleyi duymamla buz kesmem bir oldu. Meğer ablamın Çınar diye bahsettiği kişi, Çınar'ın arkadaşı sandığım kişi değil ta kendisiymiş.

İçimden kendime söylenmeye başlamıştım, "Tanımadığın biriyle nasıl böyle münasebetsiz konular hakkında konuşursun ki! Akıllanmazsın sen Feraye akıllanmazsın." diye kendime kızıyordum.

Bir ara halamla göz göze geldik. Sadece bir an uzun zamandır hiç görmediğim bir derinlikte halamın gülümsediğini gördüm. İçimdeki serzenişten acaba yanlış mı görmüştüm ki? Halamın eşini aşkla sevmediğini biliyordum ama yirmi yılı aşkındır bu adamla evliydi. Yaşanmışlıklar vardı. Bu kadar mı mutsuzdu halam? Yirmi yıldır birlikte olduğu adamın defni sırasında gülümseyecek kadar mı? Yok hayır uzun yoldan gelmiştim, yorgundum, hiç olmadığı kadar kalabalık bir ortamda kalakalmıştım, gergindim. Tüm bu yaşananlardan dolayı aklım bana oyun oynamış, yanlış görmüş olmalıydım. Hem halam bu kadar gazetecinin kare kare fotoğraf aldığı bir alanda kontrolünü kaybedecek biri değildi.

Taziyedir, cenaze namazıdır, defin törenidir hepsi bitmişti. Ben kırdığım potun ve yorgunluğun altında ezilmiş bir haldeydim, hala çok utanıyordum. Hep birlikte halamı yalnızlığıyla bırakıp eve dönmüştük. Merdivenlerden Melek Ablamla birlikte odalarımıza gitmek üzere çıkarken ablam şarkı mırıldanıyor ve Çınar hakkında hayranlık dolu cümlelerle yorum yapıyordu. Nerdeyse otuzuna gelmiş bir dirhem olgunlaşmamıştı. Artık Çınar muhabbetine daha fazla dayanamamış "yeter! Çınar da Çınar..." diye cırlamış "Ne bulursunuz kadına değer vermeyen erkeklerde?" diye sitem etmiştim. Ablam kahkaha atarak,

"Evlenilebilir erkekler listesinin başını Çınar çekiyor tatlım" dedi ve devam etti "Ne aramam gerekliydi ki sence? Bizim gibi ailelerin evlilikte söz hakkı var mı? Bizim gibi ailelerde evlilikler ticari ve ekonomik çıkarlara uygunsa yapılır. Kim bilir hangi çıkarlar için kimle evliliğimiz münasip görülecek? Eğer istediğim biriyle evlenemeyeceksem bari en gözde olanıyla evlenmeliyim değil mi? Hem Çınar zannettiğin gibi biri değil. Kadınlar onun etrafında dönüyor ve oda bekar sağlıklı her erkek gibi etrafındaki kadınlara nezaketle karşılık veriyor. Üstelik işinde de oldukça başarılı, eminim ki Holdingde babasının yokluğunu da aratmayacaktır. Kadınını her yönden tatmin edeceğinden eminim." dedi o iğrenç sırıtmasıyla. "Bence sen de kendine baksan abur cuburu kessen diyorum. Kendine biraz özen göster ve şimdiden sen de kendine uygun birini gözüne kestir" dedi.

"Ben evlenmeyeceğim." dedim. Ablam kahkaha atmıştı.

"İş kolik Tomris bile evlendi cicim." dedi. "Hem bak halama, zorla hem dul hem çocuklu bir adamla bu ailenin çıkarları için evlendirilmedi mi?" dedi. "Sen de halam gibi dul, çocuklu, göbekli bir adama gönderilmeden..." dediğinde cümlesini tamamlamasına izin vermeden öfkeyle

"Sus! Halam için böyle şeyler söyleme artık yeter. Hem o beğenmediğin adamla halam evlenmeseydi bugün cenazesinde yine o beğenmediğim dediğin adamın oğlu olan Çınara nasıl kuyruk sallayacaktın" dedim. Melek Ablam tekrar o tiz sesiyle şen kahkahasını atarak

"Evet aile ilişkilerimiz de söz konusu, bir gün Çınar'la kesinlikle evleneceğim. Bugün oldukça keyifliyim, hadi kalk sende bana katıl! Akşam kızlarla eğlenmeye bara gidecektik, senin de havan değişsin" dedi.

"İtalya da açılmış olman lazım artık. Hem senin şu İtalyan erkek arkadaşının adı neydi? Aranız nasıl onla?" dedi. Gülmüştüm.

"Fidelio mu?".

"Ha ha! Evet o."

"O, benim erkek arkadaşım değil, sadece arkadaşım."

"Nasıl yani? Gayet samimi olduğunuz fotoğraflarınızı görmüştüm. Yoksa sadece takılıyor musunuz siz?" dedi ve göz kırptı.

"Abla saçmalama"

"Hadi ama bir yıl boyunca İtalya da sadece ders çalışmadın değil mi? Yoksa sen hala bakire misin?"diye sorunca daha fazla dayanamayacağımı anladım. Çığlıkla odamdan dışarı çıkması için onu iteliyor, elimden geleni yapıyordum, o ise hala kahkahalarla gülüyordu.

" Sana diyorum işte zayıfla bu kadar yakınlaşmaya adamı tahrik edemediysen" deyince ablama

"Fidelio eş cinsel" dedim.

"Hadi yaa! Çok büyük bir kayıp senin için" diye benimle eğlenmesine devam ediyordu. Sonunda onu kendimden uzaklaştırmayı başarıp kendimi yatağa atmıştım. Hayatımdan gayet memnundum, ama içten içe bende ablamın fiziğine de hayrandım. Sanırım gerçekten beslenmeme dikkat etmem gerekliydi.

 

Bir yıl sonra günümüz...

Ne kadar süre baygın kaldığımı bilmiyordum. Gözlerimi açtığımda kendi odamda yatağımda olduğumu fark ettim. Odam da ben ve Firuze Halamdan başka hiç kimse yoktu. Halam kendime geldiğimi fark ettiğinde yatağımın hemen yanında bulunan sandalyeye oturup ellerimi avuçlarının arasına aldı. Doğrulmak istediğimde ise kendimi zorlamamamı söyledi. Ellerinden birini kaldırıp bir eliyle avucundaki ellerimi sıkarken diğer eliyle de bu kez saçlarımı okşuyordu. Bir açıklama bekliyor olduğumun farkındaydı. Derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.

"Feraye baban hastanede yoğun bakımda. Tomris, Murat ve eşleri de hastanedeler. Baban dün gece katıldığı bir organizasyondan dönerken kalp krizi geçirmiş apar topar ameliyata alınmış."

Halamın anlattıkları benim zaten eve gelirken internetten okuduğum haberlerdi. Halamın elini bu kez de ben avuçlarıma alıp

"Babam kalp krizimi geçirdi?" diye sordum. Halam

"Evet" dedi. Tekrar sordum

"Hala, babam kalp krizi mi geçirdi?" Halamın sualime cevabı tekrar

"Evet" oldu. Halam ellerini kendine doğru çekip ayağa kalktı ve

"Feraye eğer bana doğru soruyu soracak cesaretin yoksa benime daha fazla anlatacak bir şeyim yok." dedi. Haklıydı, derim bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım ve yattığım yerden ağır hareketlerle doğrulmayı başardım. Başımın ağrısı hafiflemiş olsa da kendini hissettirecek kadar şiddetliydi, hala çok yorgundum. Halam pencere kenarında ellerini göğsünde birbirine kenetlemiş bir halde ayakta duruyor ve bana bakıyordu. Bu kez

"Hala, babam neden kalp krizi geçirmiş?" diye sordum. Halam bana doğru yaklaşarak tekrar yatağımın yanındaki sandalyeye oturdu ve bu kez ellerini dizlerine koyarak daha sert bir ses tonuyla anlatmaya başladı.

"Katıldığı organizasyonda zehirlendiğini düşünüyoruz ve atlatması imkânsız çoktan ex olmuş bile olabilir, zannediyorum ki Tomris ve Murat çoktan sabaha yapılacak basın açıklamasının metni ve Holdingde yaşanması muhtemel olan krizi nasıl koordine edeceklerini konuşuyorlardır. Malikanedeki herkes durumun farkında, gelen akbaba sürüleri de sözde destek olmak için buradalar."

Bu olanlara şaşırmak aptallıktı, babamın çok fazla düşmanı vardı. Hayır sever, milyader ünlü iş adamı tablosunun ardında bu koskoca servetinin kaynağının kara para olduğunu hepimiz biliyorduk. Halamın anlattıklarına odaklanmaya çalışıyordum.

"Kocamın ölümünden sonra son bir yıldır düzen bozuldu, dengeler değişiyor o lanet olası herifin varlığı da yokluğu da başka bir kaos sebebi. Bunlar derin mevzular içinde olmak istemediğini biliyorum"

Madalyonun hep görünen yüzünü kabul edip Polyannacılık oynadığım hayatım, beni kaçtığım asla dahil olmak istemediğim yerden yakalıyordu. Maalesef ki beni, bu kirli dünyadan kaçmak için kendi yarattığım ve hapsettiğim fanusumdan çıkaran beni her zaman koruyan, kollayan, sığınağım bildiğim halam olmuştu. Bir an önce İtalya'ya dönmek ve buradan olabildiğine uzaklaşmak istiyordum. Korkuyordum! olanlardan olacaklardan çok korkuyordum. Halam, içimde yaşanan duygu yoğunluğunu pek tabi hissetmiş, ikazlarına başlamıştı.

"İtalya' ya kısa vadede dönmen imkânsız, girişte karşılaştığın araçların çoğu güvenlik için burada, ben birkaç saat sonra buradan ayrılacağım üzgünüm ki fazla vaktimiz yok ve bu konuşmayı yapmak zorundayım."

Ben gözlerimi sıkıca yumdum nefesimi tuttum ve ellerimle kulaklarımı kapadım. Hiçbir şey duymak istemiyordum bu konuşmanın iyi bir yere gitmeyeceğinden emindim. Halam beni sarsmaya başladı. Ben kendimi kapattıkça o daha da şiddetini arttırarak sarsıyordu. En sonunda hayatımda ilk kez duyduğum bir ses tonuyla

"Feraye kendine gel artık!" dedi.

Artık daha fazla direnmemin bir anlamı yoktu! Gerçeklerle yüzleşme vaktim gelmişti. Gözlerimi açıp ellerimi örttüğüm kulaklarımdan çektim. Halam kendimi biraz olsun toparladığımı fark etmiş olacak ki daha fazla vakit de kaybetmemek için hızla konuşmaya devam etti,

"Babanın yerine Murat'ın geçmesi bekleniyor ama resmi olarak hissedarlar toplanarak yeni yöneticiyi oylayarak kabul edecekler. Bütün bunlarla ilgilenmediğini biliyorum yakında Esat'ın vasiyeti açıklanır. Bak Feraye ne holdingin ne mirasın umurunda olmadığını biliyorum ama bu ailede doğduysan ya bu ailenin sana çizdiği kaderi yaşarsın, ailenin uygun gördüğü bir eş adayıyla..."

Halam cümlesini tamamlamak için durdu derin bir nefes aldı, kendi yaşamaya zorlandığı hayatın hatıralarının gözünden geçtiğini anlamamak aptallık olurdu. Kendini toparlayarak anlatmaya devam etti:

"Ailenin uygun gördüğü bir eş adayıyla zorla evlendirilirsin ya da ..." deyip biraz duraksadıktan sonra elleriyle omuzlarımdan beni kavradı ve bu kez konuşmasına gözlerimin içine bakarak devam etti.

"Cümlenin devamını sen biliyorsun, bu ailenin soyadını taşıyan biri olarak bu ailenin kurallarıyla yaşamamak gibi hakkın yok. Bu yüzden kurallara karşı gelemiyorsan güçlü olup çıkarlarını korumak zorundasın. Bir insanı üç şey güçlü kılar Feraye: Zekâ, güçlü müttefikler, para!"

Halam anlatırken söylediklerini işitiyordum ama söylediği sözcükler havada dolaşıyor hiç birini sahiplenemiyor, anlamlandıramıyor kabullenemiyor aslında bu konuşmayı kaldırabilecek kadar kendimi iyi hissetmiyordum. Her dağılışımda halam beni daha da sert sarsarak vakit olmadığını tekrarlıyor anlattıklarımı dikkatle dinlemem için beni zorluyordu. Zekâ, güçlü müttefikler ve para dedim alaylı bir şekilde halamın dediklerini tekrarlayarak. Halam konuşmasına devam etti:

"Zeki bir kızsın ama çok da merhametli ve safsın. Bu yüzden duygusal hareket edeceksindir. Güçlü müttefiklere sahip olmadığın zaten aşikâr, geriye seni güçlü kılacak tek şey kalıyor, o da para. Kim ne derse desin hiçbir belgeye imza atma, sahip olduğun olacağın her şeyin kontrolü sende olmalı. Beni anlıyor musun Feraye?"

Halama tamam dercesine başımı salladım. Gözlerimden yaşlar akıyordu, artık dayanacak gücüm yoktu ve halamda daha fazla beni zorlamamak için yatağa yatmama yardım edip odadan ayrıldı.

 

Devam Edecek....

Loading...
0%