Yeni Üyelik
5.
Bölüm

2.1 Bölüm Güç Savaşları

@demirkalem

 

 

 

>>>>>>>>>II<<<<<<<<<

 

 

 

Satrançta en güçlü taş Şah değil Vezirdir ama Şah düşerse oyun biter.

 

 

 

>>>>>>>>>II<<<<<<<<<

 

 

Bir yıl önce...

 

Halamı görmeden İtalya'ya dönmek istemiyordum, kahvaltıdan sonra ilk iş halamla görüşmek olacaktı. Üzerime kot pantolon ve Mickey Mouse tişörtümü giydim. Hızla kahvaltı için evin yemek salonuna yöneldim. Odamdan çıkarken ablamla karşılaştık beni tepeden tırnağa süzüp, cık cıkladı ve alaylı bir ses tonuyla

"Birkaç hafta sonra yirmi yaşına gireceğine kim inanır? dedi. Bu sözüne sevinmiştim içten içe, doğum günümü hatırlıyor oluşu hoşuma gidiyordu, evde bir tek melek ablam doğum günümü kutlardı. Parti ve organizasyon işleri hep ondan sorulurdu ve hiçbir fırsatı kaçırmazdı.

"Bu sene İtalya 'da mı kutlasak" dedim. Gülümsedi

"Bence çok havalı olur şimdiden araştırmalıyım, uzun zamandır Milano'ya da gitmemiştim, sen ne zaman dönüyorsun, sana mı katılsam ki?" dedi.

"Olabilir, ev arkadaşım da ayrılıyor birlikte daha çok zaman geçirebiliriz." dedim. Melek Ablam tam merdivenin başına geldiğinde duraksayıp bana baktı ve

"Dün için üzgünüm, sana çok fazla yüklendim" dedi. Tam önemli olmadığını söyleyecektim ki...

"Üniversite de bu kılıkla dolaştığından bakire olarak mezun olman pek tabi muhtemel!" dedi. Beni kızdırmayı başarmıştı, merdivenlerden koşar adımlarla iniyordu ben de onu peşi sıra kovalıyordum. Bu koşuşturmaca salona vardığımızda sona ermiş, aile büyüklerinin ciddi konuları istişare ettiği kahvaltı soframıza sonunda bizde teşrif edebilmiştik. Annem Memek Ablamla bana geç kaldığımız için manidar bir bakış atmış yerlerimize geçtikten sonra mutfak görevlilerinin sevisiyle kahvaltı senfonimiz başlamıştı. Eniştem, Tomris Ablam ve babam, İrfan Yalçınkaya 'nın vefatından sonra Yalçınkaya Holdingle ortaklık sürecinde gözden geçirilmesi gereken noktaları sorguluyordu. Derken bir müddet masada derin bir sessizlik oldu, pek tabii herkesin aklında o soru vardı. İrfan Yalçınkaya'nın yerine görevi veliahtı ,oğlu Çınar devralacaktı. Halam Firuze de Yalçınkaya Holdinginde hissedardı, kan bağı olmalarıyla birlikte geçmişte aralarında yaşananlardan ötürü babamla araları pekte iyi değildi. İki aile arasında soğukluk olmaması için barışçıl atılımlar şarttı. Çınar Yalçınkaya bekardı ve evleneceği kişide Yalçınkaya Holding'e ait atılımlarda etken olacaktı. Sönmezler Holdingin Hissedarlarından Seda sosyetenin en çok ismi anılan kişisiydi ve Çınar'la evlenirse Şirketimizin faaliyet gösterdiği alanlardaki yetkinlik Korhanlıların yerine Sönmezler Holdinge kalacaktı. Bu babam için kabul edilebilir olmamakla birlikte söz konusu dahi olamazdı. Babam

Melek Ablama dönerek,"Çınar'ın ailemize damat olmasını dilerim" temennisinde bulundu. Bu sözüyle babam aslında Melek Ablama "Adın herhangi biriyle bir skandala karışmasın, hal ve hareketlerine dikkat et." manasına gelen ültimatomunda bulunmuş oluyordu . Babamın sözü üzerine Melek Ablamla göz göze geldiğimizde, bana doğru eğilerek kulağıma

"Milano planlarımız suya düştü. Benim daha büyük planlarım var." diye fısıldadı.

Ablamın Çınar Yalçınkaya hayalleri babamın bu cümlesiyle artık gerçekleşmeye bir adım daha yakın bir yerlerdeydi. Babam ne yapar eder, bir yolunu bulur, Melek'le Çınar'ı baş göz ederdi de, ben de seneye bu zamanlar Ablamın Çınar'la düğününe gelirdim.

Kahvaltıdan sonra evdekilerle vedalaşıp şoförümüz Yahya Beyden beni havaalanından önce halama götürmesini istedim. Halamın bu ziyaretimden elbette ki haberi yoktu, niyetim Milano'ya dönmeden önce ona sürpriz yapmak ve veda etmekti. Halamın kaldığı yalının bulunduğu caddeye varabilmişti sonunda. Yahya Bey arabayı yol kenarına park ettikten sonra inmem için bana kapıyı açtı. Halamın yaşadığı beni mimarisiyle büyüleyen o yalıya tekrar gelmiştim. Hızla bahçe kapısından içeri girdim. Bahçıvan, taziye ziyaretimizden beni hatırlamış olmalı ki karşılaştığımızda beni görünce başıyla sessizce selamlamakla yetindi. Hızımı kaybetmeden yalının girişine uzanan merdivenlerden çıkıp yalının kapısının önüne geldim. Heyecanla kapıyı çalmak üzere tokmağa uzandığımda içeriden yükselen tartışma seslerini duymamla duraksayıverdim. Elim çalmak üzere uzandığım tokmağa doğru sanki havada asılı gibi duruyorken beklenmedik bir anda halının kapısı açılıvermişti. Panikle bulunduğum yerden birkaç adım geriye kaçarken açılan kapından dışarı hızla kendini atan Çınar'la karşı karşıya kaldık. Beni karşısında gördüğü an beklenmeyen bu tesadüfümüz yüzünden olsa gerek çehresinde tuhaf bir şaşkınlık ifadesi oluştu. Ben daha ne durumda olduğumuzu idrak edemeden Halamın Çınar'ın arkasından "başka yol yok Çınar" diye bağrış çağırışlarına dikkat kesiliverdim.

Neler oluyordu böyle!

Halam çok geçmeden beni fark etti. Bize doğru yaklaşıp Çınar'ın omuzundan tutu ve kendisine doğru dönmesini sağladı ;

"Bunca yılın hatırı için lütfen bu konuyu bir düşün." dedi yalvarır gibi bir sesle.

Çınar Halamın sözü üzerine bir tek kelime dahi etmeden sessizce, koşar adımlarla yanımızdan uzaklaşırken halamda aramızdaki mesafeyi kapatmak için yanıma doğru ağır ağır adımlıyordu . Bense davetsiz bir misafir olarak gelmiş ve şahit olmaman gereken bir ana şahit olmuş olmamın verdiği mahcubiyetle

"İtalya'ya dönmeden seninle görüşmek istemiştim, sürpriz olsun diye haber vermedim ama yanlış bir zamanda geldim sanırım" diyebildim. Halam bana sarılıp

"Hoş geldin, demek gidiyorsun, gel birlikte sen gitmeden önce birer kahve içelim" diyerek beni yalıya buyur etti.

O, benim çok beğendiğim tablo gibi manzarası olan balkonunda oturuyorduk, kahvelerimiz gelene kadar tek kelime etmedik, az önce yaşanan gerginliğin sebebi her ne ise halam oldukça dalgındı. Bu dalgınlığı mutfak görevlilerinin getirdiği kahve tepsisini görmesiyle bozulmuştu. Kahve fincanını eline aldı, kulpunu kendine doğru çevirip fincanı dudağını götürdü ve kahvesinden bir yudum aldı. Sonra derin bir nefes alıp bana döndü tek kelime etmeden gözleriyle okşar gibi uzun uzun bana baktı. Öyle sevecen öyle sıcak baktı ki bana, sanki beni sarıp sarmalamışta kollarındaymışımcasına sıcacık olmuştu içim.

"Hala sende benimle İtalya'ya gelsene?" dedim. Halam kahvesinden tekrar bir yudum aldı ve

"İtalya'ya muhakkak geleceğim, evin de de böyle birer fincan kahve içeceğiz ama İrfan'ın vefatı sebebiyle halletmemiz gereken prosedürler var. Bir müddet daha bir yere ayrılamam galiba." dedi.

İtalya'da okumam için bana en büyük desteği halam vermişti. Babam kızlarının yurt dışında okumasına müsaade etmiyordu. Murat Ağabeyim master eğitimini yurt dışında yaparken Tomris Ablama çok istemesine rağmen müsaade edilmemişti, o da İstanbul üniversitesinde İşletme eğitimi almıştı. Ben babama İtalya da okumak istediğimi söylediğimde de bana şiddetle karşı çıkmıştı. O dönem Firuze Halam, abisiyle arasının açık olmasına rağmen, benim bu isteğim için babamla konuşmuştu. Babam Firuze Halamın araya girmesi sonrasında bana daha fazla karşı çıkmayacağını artık reşit olduğumu bu kararım için kendisinden asla destek beklemememi söylemişti. Zaten asosyal olan dünyadan bir haber olan ben tek başıma bu işin altından kalkacak donanımda değildim. Babamda bu durumumun gayet farkındaydı. Yurt dışında okuma isteğime destek olmaması kendisini yormadan bana karşı olduğunu söylemekle aynı şeydi. Babamdan gizli halama verdiğim vekaletle hiç kılımı bile kıpırdatmadan İtalya da istediğim üniversite de öğrenci, Milano'da küçük bir daire ve araba sahibi olmuştum. İtalya da kaldığım evi benim adıma verdiğim vekaletle halam üç yıllığına kiralamıştı. Hayallerimi yaşamam için en büyük destekçi halamdı ama ben bu kadar mutluyken o burada yalnız ve üzgün bir başına kalacaktı.

"Muhakkak bekliyorum, ben ömrümün sonuna kadar İtalya da seninle birlikte yaşayabilirim halacım." dedim. Halam bu sözüme duygulanmış ağlamamak için göz yaşlarını bastırıyordu. Birbirimize sarılıp vedalaştıktan sonra Yahya Bey Milano uçuşu için beni hava alanına götürdü.

 

Bir yıl sonra günümüz...

 

Güneş en parlak haliyle odamın camından bana doğru ışıldıyordu, ışığın etkisiyle gözlerimi sessiz bir güne açtım. Üzerimde hala kırmızı dantelli badi ve siyah deri pantolonum vardı. Halam gittiğinden beri odaya gelen biri olmamış gibi görülüyordu. Odamdaki banyoya gidip ılık bir duş aldım. Gardırobumu açtım, giyinmek için bedenime uygun bir şeyler bakındım. Dolabımda ablamın geçen yıl zayıflamam için bana bir beden küçük aldığı ekru elbise dışında bedenime uygun bir şey bulamamıştım. Üzerimde bornozla odamın karşısında bulunan Melek Ablamın odasının kapısını çaldım, seslendim ama yanıt alamadım. Odasına girip ablamın gar dolabından bana uygun mütevazı bir şeyler bulabildim. Siyah dar kesim kot pantolon beyaz buluz ve siyah bilazer ceket gün için bana uygun görünüyordu. Odama geçtim bulduğum kıyafetleri hızla üzerime giydim. Saçlarım oldukça uzamıştı bu yüzden hızlı bir şekilde kurutup sadece taramakla yetindim. Sonunda hazırdım, odamdan dışarı zorda olsa adım atabildim. Merdivenlerden ağır adımlarla indiğimde yemek salonunda mütevazı bir kahvaltı sofrasının hazır olduğunu ama kimsenin sofrada olmadığını gördüm. Misafir salonuna yöneldiğimde ise herkesi sessiz bir şekilde salonda oturuyor halde buldum. Melek Ablam, eliyle yanındaki boşluğa oturmam için işaret etti. Bende işaret ettiği yerde yerimi aldım. Tomris Ablam önce ufak öksürmeyle sesini düzeltti sonra konuşmaya başladı.

"Biliyorum hepimiz için zor olan günlerden geçiyoruz ama bulunduğumuz konum sebebiyle kendimizi bir yerlere kapatıp ağlayıp yakınmak gibi bir lüksümüz yok. Acımızı içimize atmak zorundayız, bir iki saate babamın vefat haberi duyurulacak. Dün Murat'ın yönetimi devralacağının bilgisini de kurula ilettik, taziye cenaze ve defin işleri içinde ekip bilgilendirildi. Şu sıralar sağlığımız ve güvenliğimiz için ayrıca ekiple görüştük bizi korumak üzere dışarıda bekliyor olacaklar. Evden dışarıya gerekmedikçe çıkmamanızı, çıktığınızda da yanınızda güvenlik görevlisinin refakat etmesini istiyorum. Malum sevenimiz olduğu kadar sevmeyenimizde var." dedi.

Herkes çok yorgundu. Bu konuşmanın ardından yemek salonuna geçtik ama hiçbirimiz tek bir lokma dahi yiyemedik. Yemekten bir saat kadar sonra tüm sesli ve görüntülü basınlarda babamın vefat haberleri verilmeye başladı, haberlerde ailemiz için baş salığında bulunuyor devamında da babamın mesleki kariyeri ve hayatına dair özgeçmişi hakkında bilgi veriliyordu. Tüm bunlar olurken ben televizyon karşısında tanımadığım birinin vefat haberini izliyor gibi hissediyordum. Çok geçmeden cenaze merasimine başlandı. Her şey o kadar hızlı bir şekilde oluyordu ki ne yaşadığımızı idrak etmekte zorlanıyordum. Sıra defin işlemine geldiğinde karşımda bir yıl önce İrfan Yalçınkaya'nın cenazesindekiyle aynı sahne yaşanıyor gibiydi. Mezarın üzeri örtülmüş vefat eden kişiye son görevlerini yapmak için sırayla küreği ellerine alıp mezara toprak atıyorlardı. Yine ağabeyim ve Çınar yan yana gelmiş bu kez de babamın mezarına toprak atıyorlardı. Dualar edilmiş artık eve dönme vaktimiz gelmişti.

Günlerdir malikanede taziye ziyaretleri yapılıyor babamın hayrı için ihtiyaç sahiplerine yemekler dağıtılıyordu. Daha kaç gün süreceğini kestiremediğim bu taziye ziyaretlerinde iş dünyasının önde gelen isimlerinin yanı sıra sosyeteden, politikadan, medyadan birçok ismi ağırlıyor, taziyelerini kabul ediyorduk. Sabahları gün içerisinde gelecek tanınmış kişilerin listesi bize iletiliyor, bizde gayri samimi bir muhabbetle protokol gereğini yerine getiriyor ve ziyaretleri karşılıyorduk.

Birbirine benzer günlerin birbirini kovaladığı sabahların birinde uzun zaman sonra ilk kez Tomris Ablam odamda beni ziyarete gelmişti. Tomris Ablamla her zaman resmi diyaloglarımız olurdu. Aramızda on beş sene kadar olan yaş farkı ve ablamın işte ki gibi evde de sürekli ciddi, resmi halleri aramızdaki bu mesafenin makul sebepleriydi. Ablam müsaade alarak benimle konuşmak istediğini söylediğinde ben de memnuniyetle isteğine karşılık verdim.

"Feraye günlerdir evde bitmeyen yorucu ve üzücü bir trafik var farkındayım, babamızı kaybettik ve acımızı bile yaşayamadık. İnsan hayatındaki kişilerin değerini maalesef yokluklarında daha iyi anlıyor. Yaşadığımız bu yoğun günler sebebiyle sana hoş geldin, nasılsın bile diyemediğimi fark ettim. İtalya da neler yaptığını günlerinin nasıl geçtiğini hiç sormadığımı fark ettim. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" Ablamın bu sözleri siyaha boyanmış olan son birkaç günün kederini hafifletmiş yaşadığımı hissettirmişti. Günlerdir malikanede yürüyen birer ceset gibiydik. Birbirimizi duymuyor, dinlemiyor, hatta çoğu kez görmüyorduk. Herkes yapılması beklenen ne ise onu yapıyordu. Ablamın bu sözlerine karşılık olarak ona sarılmayı istesem de aramızdaki mesafeyi bu kadar kısa bir sürede kapatamayacağımızı düşünerek sorusuna karşı sadece teşekkür etmekle yetindim. Tomris Ablam

"Bir isteğin olursa lütfen benimle paylaşmaktan çekinme." diyerek odadan ayrıldı.

Yine her zamanki gibi gün içinde gelmesi muhtemel ziyaretçilerimizin taziyeleri karşılamak için misafir salonundaki yerlerimizi almıştık. Tomris Ablam bir ara gözlerden kaybolmuştu sonra salona hafif bir tebessümle girerek bana seslendi

"Feraye bakabilir misin?" Ablama doğru yaklaştıkça birileriyle İngilizce konuştuğunu duymuştum. Alegra ve Fidelio İtalya'dan beni ziyarete gelmişlerdi. Bir ablama bir arkadaşlarıma şaşkınlıkla bakıyordum. Göz yaşlarıma hâkim olamamış onlara sarılarak hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştım. Ablam

"Arkadaşlarınla dışarda vakit geçirmek ister misin? "diye sormuştu. Ablama dönerek "Uzaktan birkaç koruma eşliğinde sanırım!" diyerek karşılık verdim ablamsa

"Üzgünüm Feraye ama bu güvenliğimiz için gerekli" dedi. Arkadaşlarımla birlikte, galata yakınlarında bir kafede oturmaya karar vermiştik. İki koruma da birkaç metre uzağımızda bizi takip ediyordu. Tükenmiş halim onları daha da üzmüştü, babama ait birlikte keyifle zaman geçirdiğimiz anılarım yoktu. Sohbetimizde onlara mesafeli bir ilişkimiz olduğunu buna rağmen hala yokluğunu ve son günlerde olanları kabullenmekte güçlük çektiğimi anlatmıştım. Uzun bir süre bu konulardan konuştuktan sonra Alegra, varlıklı bir ailenin kızı olduğumu bildiğini ama milyarder bir aileye sahip olduğuma çok şaşkın olduğunu söylemişti. Fidelio da bir o kadar şaşkındı. Onlara göre tarzım, kişiliğim sahip olduğum aile yaşantımla örtüşmüyordu.Bu zor günlerimde benim yanımda oldukları için onlara çok minnettardım, onları evimde ağırlamak istediğimi söylesem de kabul etmemiş otelde kalacaklarını söylemişlerdi. İki gün daha İstanbul da kalacaklarını söylemişlerdi böylece fırsat buldukça görüşebilirdik. Malikaneye geri dönmek üzere arkadaşlarımla vedalaşmıştım.

Korumalardan eve dönmeden önce halamın Bebekteki yalısına uğramak istediğimi söyledim. Definden bu yana Halamla görüşmemiştik. Uzun zamandır evden dışarı ilk kez çıkabilmiştim. Buna rağmen isteğim, geri çevrildi. Müsaade istemek için Tomris Ablamı aradığımda ise aramama cevap alamadım. Eve döndüğümde misafir salonunun kapalı olduğunu görmüştüm, bir şeyler dönüyordu, ikram için salondan çıkan mutfak görevlisine içeride kimler olduğunu sorduğumda Tomris Ablam Eniştem ve Murat Ağabeyimle misafirlerinin iş hakkında önemli bir konuyu görüştüklerini öğrenebildim.

Yorgunluğum ve çaresizliğimle birlikte yatağıma sığındım, ablamla konuşmayı da bir sonraki güne erteledim.

Güneş çoktan doğmuş, en tepeye ulaşmış ben ise hala odamda oyalanıyordum. Tomris Ablam odama gelip, akşamki aramama dönemediği için üzgün olduğunu söylüyordu ve belliki daha da konuşacakları vardı;

"Feraye dün fark ettim ki arkadaşlarınla oldukça mutlu görünüyordun, babamın vefatı sonrası yapılması gereken daha birçok iş ve protokol var. Bu süreçte epey bir yıprandın, işlerin daha ne kadar zaman alacağı da belli değil. Arkadaşlarınla İtalya'ya dönmek istersen vereceğin vekaletle işlemleri halledebiliriz" demişti. Ablamın bu teklifi benim için oldukça cazipti. Aklıma Firuze Halamın cenazeden önceki gece aklıma kazıdığı o sözler geldi.

"Kim ne derse desin hiçbir belgeye imza atma, sahip olduğun, olacağın her şeyin kontrolü sende olmalı. Beni anlıyor musun Feraye...". Tomris Abla'mın birkaç gündür bana olan ilgi ve alakasının asıl sebebini artık anlamıştım, halamın hazırlıklı olmam için bahsettiği "Güç Savaşları" çoktan başlamıştı.

 

Bir yıl önce...

 

Milano'da yeni dönemin başlamasına sadece birkaç hafta vardı, öğrencilerin hepsi tatilin tadını çıkarıyor olmalıydı. Eğer Firuze Halam'ın eşinin vefat haberini almasaydım bende Alegra ile birlikte yaptığımız tatil planına katılacaktım. Alegra ve ben bize katılması için zar zor razı ettiğimiz Fidelio ile Avrupa turu yapacak, tarihi yapıları gezecektik. Bu kültür gezisinin Mimari Tasarım projelerimizde bize ilham vereceğine inanıyorduk. Fidelio yu bile bu geziye ikna etmeyi başarmışken, ben çok istediğimiz bu tatil planına katılamamıştım. Alegra defalarca bana "hala geç değil bize katılar bilirsin?" diye mesajlar atıyordu. Sosyal fobim plana sonradan dahil olma konusunda beni zorluyordu. Alegra ve Fidelio çoktan tura adapte olmuş ortamı deneyimlemişti bile. Benim onlara sonradan katılmam kendimi yabancıymışım gibi hissetmeme sebep olacaktı. Ne kadar kişisel gelişim kitapları okuyup çabalıyor olsam da bir anda sosyal, girişken, kendine güvenen biri haline gelemezdim. Benim için tanımadığım bir ülkede okuyor olmak bile çok zordu.

Milano da Via Caltagirone caddesinde bulunan apartman dairesinde yaşıyordum. Bu daireyi evim ve bana ait güven alanım olarak benimsemiştim. Vaktimin çoğunu evimde geçiriyordum. Dışarıya sadece ihtiyaçlarım için çıkıyordum. Nadiren de günün en tenha olduğu zamanlarda yürüyüş yapmak için dışarıya çıkıyordum. Yalnız gezmeyi de hiç sevmezdim. Yeniliklere adapte olmakta güçlük çekiyordum. Her zaman aynı restoranlara giderdim. Tadını bildiğim yemekleri yerdim, Alegra'nın ısrarıyla deneyimlediğim yemekler olmuştu onları da lezzetini bildiğim yemekler listeme eklemiştim ve bu küçük listemin dışına çıkmıyor, çıkamıyordum. İyi ki hayatımda Alegra vardı.

Alegra, kendinden emin, eğlenceli, sıcak kanlı, samimi biriydi, onunla arkadaş olmuş olmak benim için büyük bir şanstı. Alegra ile aynı dersi aldığımız günlerin birinde derse geç gelmiş, apar topar gözüne kestirdiği ilk yere oturmuştu: Benim yanıma... Benim gibi kendine özen göstermeyen, asosyal ve hayattaki tek ilgi alanı dersleri olan tipler ezik tiplerdir. Alegra benden eksik notları istediği günde diyaloglarımız başlamıştı. Sonra birlikte yemeklere gitmeye başlamıştık. Benim sosyal fobim olduğunu ve bunu yenmek için nasıl gayret ettiğimi biliyor ve elinden geldiğince bana destek olmaya çalışıyordu. Zamanla da arkadaşlığımız daha da ilerlemişti. Alegra ile olan arkadaşlığımız sebebiyle de Fidelio da hayatıma dahil olmuştu. Kendisi çok renkli, zevkli bir kişilikti. Yakışıklı dediğimde güzelim diye düzeltir, moda ve trendlere ait o derin bilgi birikimini bizle paylaşırdı. Fidelio'nun modaya dair zevkleri Alegra da işe yarardı fakat benim için çok fazla cesaret isteyen zevkler olduğundan bende işe yaramıyordu. İkisini de şimdiden çok özlemiştim.

Yeni dönemin başlamasına da daha birkaç hafta vardı. Dört ciltlik fantastik roman serisi almıştım. Romanda cennetten düşen meleklerin hikayesi anlatılıyordu. Hikâye, yazarın kullandığı üslup o kadar akıcıydı ki her biri altı yüz sayfa olan kitaplardan ikisini, üç günde bitirebilmiştim. Kitap okuduğumda yalnızlığımı unutuyordum ama son günlerde ki bu aktivitem gözlerime artık ağır gelmeye başlamıştı ve ara vermek zorunda kalmıştım.

Alegra ile Fidelio'nun dönmesine hala vakit vardı ve yarın doğduğum günün yıl dönümüydü. Ailede Melek Ablam dışında kimse doğduğum günü hatırlamazdı. Çocukluğumuzda sade bir pasta keserdik, sonraki yıllarda birlikte kafede kutlamıştık. Son yıllarda eve organizatör getirttirip aile arasında kutlama yapıyorduk. Tabi doğum günü kızı ben olsam da ablam en parlak elbisesini giyip çektirdiği fotoğrafları sosyal medyada "Ferayemiz büyüyor" diye paylaşıyordu. Beni kötü emellerine alet ediyormuş gibi hissediyordum, bana ait fotoğrafları görmekten hiç hoşlanmıyordum. Poz vermeyi de beceremezdim.

Organizasyonlarda toplu aile çekimleri olurdu, bu durum beni hep çok gererdi. Çekilen fotoğraflar yayınlanmadan önce bizlere iletilir bizim onayımızdan geçtikten sonra yayınlanırdı. Ben özenle en az görüldüğüm kareleri beğenirdim, tabi benim seçtiğim karelerde diğer aile üyelerinin beğendiği karelerde ise benim fikrim önemsenmezdi. Her şeye rağmen bu tip durumlara şikâyet etsem de bağışıklık kazanmıştım. Sevmesem de alışmıştım, öyle ki Melek Ablamın abartılı doğum günü organizasyonunu bile şu anki yalnızlığıma tercih edebilirdim. "Benim gibi sosyal fobisi olan biri bile doğum gününe yalnız girmeyi hakketmiyor!" diye düşündüğüm esna da kapım çalmıştı. Gün bitmiş yeni güre saniyeler kalmıştı, gecenin bu saatinde kim gelmiş olabilirdi ki? Çok gerilmiştim. Çekimser adımlarla kapıya doğru yaklaştım. Kapıyı aralık açtığımda gördüklerimle şoke olmuştum. Biri elinde üzerinde maytapların ve mumun yandığı beyaz bir pasta tutuyordu, kim olduğunu görmek için kapıyı tam açmıştım. Gözlerime inanamıyordum gelen Melek Ablamdı , "buon compleanno" diye bana bağırıyordu. Gecenin bu saatin de apartmanda böyle seslerin yankılanması nahoş bir durum olurdu. Hemen panikleyip ablama sessiz olması için işaret yaptım ve içeri davet ettim. İçeri girdiği anda da mumları üfleyip hemen pastayı müsait olan ilk yere bırakıp Ablamın boynuna sarıldım. Sevinçten gözlerim dolu dolu olmuştu. Kollarında alışveriş çantaları vardı.

"Ne, nasıl, ne zaman?" diye aklıma gelen tüm soru kelimelerini heyecandan kekeleyerek artarda sıraladığımda Melek Ablam,

"Yaklaşık olarak on saattir Milano sokaklarında dolanıyorum, bensiz doğum günü kutlamayacağını bildiğimden değil Milano'yu özlediğimden geldim. Evini çok güzel bir yerde tutmuşsun, cadde üzerinde vakit geçirilecek çok fazla mekân var." dedi. Elindeki alışveriş çantalarını göstererek,

"Kendime bir adet payetli mini etek, rengine karar veremediğim için her renginden dantelli bluz ve bu gece için içilmek üzere bir şişe şampanya ve umarım seversin senin için de doğum günü hediyesi aldım. Bak bakalım beğenecek misin?" dedi ve ekledi "Ama önce pastanı mı kessek hem bu şampanya da içilmek için bekleniyor.".

Hızla masayı hazırladım iki adet servis tabağı ve bir adet kadeh koydum. Ben içki içmezdim, ablamda kalorili olduğu için pasta yemezdi. O şampanyasını yudumlarken ben de meyveli pastanın tadını çıkarıyordum.

"Artık hediyemi açabilir miyim?" dedim. Ablam

"Şapşal durduğun kabahat!" diye alaylı bir şekilde beni onayladı. Heyecanla, alışveriş çantasının içinden kutuyu çıkardım, kırmızı saten kurdele ile bağlanmış kutunun fiyongunu heyecandan çözemiyordum. Ablamın yardımıyla kurdelesinden kurtardığım kutunun kapağını açtığımda içerisinde ekru bir giysi olduğunu görebilmiştim. Heyecanım o anda bitmişti. Ablam kadehinden birkaç yudum daha alıp

"Hadi ama çıkarıp denesen ölmezsin, bana haksızlık ediyorsun. Abartıdan uzak şirin bir elbise sadece." Dedi. Derin bir nefes aldım, elbiseyi kutusundan çıkardığımda elbisenin dediği gibi abartısız, ekru renkte, kolsuz, gömlek yakalı, dizin biraz üzerinde çokta kısa olmayan, etek kısmı hareketli, giydiğimde vücuduma oturmayacak ama çokta salaş durmayacak kesimde olduğunu gördüm. Gerçekten çok zarif bir kesimdi, elbiseyi çok beğenmiştim ama elbisenin bedeninin benim bedenimden küçük olduğunu beden etiketini gördüğümde fark ettim. Ablam, elbisenin bedenini kendi standart kilo anlayışına göre seçmişti, mesajını her zaman ki gibi almıştım. Çok fazla kilom yoktu ama ablamın güzellik standartlarına uygun da değildim.

"Zayıflamaya karar verip zayıflamayı başarırsam senin için bu elbiseyi giyeceğim" dedim. Gülümsedi ve şişedeki kalanları da kadehine boşaltıp içmeye devam etti. Çok fazla içiyordu. İstanbul'dan ayrılmadan önceki son aile kahvaltımız da babam söyledikleri aklıma gelmişti.

"Çınarla bir gelişme var mı?" diye sordum. Kadehinde kalanları tek seferde içti. Bir anda bambaşka bir ifadeye büründü yüzü ve soruma cevaben konuşmaya başladı:

"Babam, Çınar'ı davet ettiği bir akşam yemeğinde açıkça aileler arasındaki ticari ilişkinin sağlamlaşması ve rakiplere karşı daha güçlü görünmemiz gerekiyor dedi Çınar'a." Melek ablamın yanındaki sandalyeye oturdum ve

"Çınar ne dedi peki?" diye sordum Melek Ablam anlatmaya devam etti.

"Hiç sessiz kaldı. Aynı masayı paylaştığımız farklı davetler de de bu konu ve imalardan sakındı durdu. Çınar bu evliliğe yanaşmıyor. Bu durum benim egoma çok ağır geliyor. Babam'ın son zamanlardaki aşırı gergin ve stresli oluşu da ayrı bir mevzu tabii. Babamın bana olan tavırları da son zamanlarda katlanılabilir değil. Özetle son zamanlarda her şey üzerime geliyor." Melek Ablam oturduğu sandalyeden kalktı, sendeleye sendeleye yürüyerek kendini az ilerimizdeki kanepeye bıraktı. Aldığı alkolünde etkisiyle bir gülüp bir ağlaya ağlaya anlatmaya devam etti.

"Eğer biriyle evleneceksem bu çınar olmak zorunda, ondan başkası değil, ne yapıp edip Çınar'ın kalbine ,yatağına, soyadına sahip olmak zorundayım." Dayanamayıp

"Nedir bu senin Çınar saplantının sebebi, aşk mı? şöhreti mi? Parası mı? Ne? Bu kadar önemli mi?" diye sitemli sorularımı yöneltmiştim ablama. Melek Ablam hem günün yorgunluğunun hem de alkolün etkisiyle koltuğa uzanmış dirseğini koltuğa dayayarak başını kaldırmış bir halde bana bakıyordu. Bu haliyle benim gözümde bile çok seksi duruyordu, bir erkek onun gibi bir kadına nasıl hayır diyebilirdi? bu da kafamda dönen ayrı bir soruydu. Ablam soruma karşılık anlatmaya devam etti

"Bizim ailede aşk, sevgi gibi duyguların lüks olduğunu bilmiyormuş gibisin. Aşk, şöhret, para, hepsi bir yerde boş. Sen daha dünyada bile yoktun, ben ilk okula yeni başlamıştım. Babam yine her zamanki gibi işlerinden başka bir şeyi görmez haldeydi. Tomris Ablam desen yatılı okulda okuyordu, daha o yıllarda kariyerinin planladığına bile eminim. Annemin gözü hep abimin üzerinde, öyle ki Murat Ağabeyime nefes aldırmıyor, koca çocuğa elleriyle yemek yediriyordu. Evde ne bir oyun arkadaşım ne bir hâl hatır soranım vardı. Ben iyi bir izleyici olmuştum. Kim ne yapar neye nasıl tepki verir ne söylerken aslında ne demek ister, o kadar iyi bir izleyiciydim ki evdekilerin her halini her yüzünü en iyi ben bilirdim. Sen hiç tanımadın Babaannemizi, çok sert bir kadındı, annem babaannemin korkusundan tir tir titrerdi. Babam bile aile ile ilgili bir karar alırken muhakkak babaannemle istişare eder ve babaannemden icazet alırdı. Firuze Halam o yıllarda Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencisiydi. O hallerini görmeni çok isterdim" Melek Ablam anlatırken şaşkınlıkla

"Nasıl yani Firuze Halam Matematik bölümünden mezun diye biliyorum" deyiverdim. Ablam anlatmaya devam etmişti

"İlk önce tıp fakültesinde eğitim almıştı, o yıllarda babamın iş çevresinden biri Halamı çok beğenmiş sürekli bizim eve kendini davet ettiriyordu. Bizden daha varlıklı bir ailenin büyük oğluydu. Halamda bu durumdan rahatsızlık duyuyordu. O çocuk halimle ben bile iğrenmiştim o adamdan. Babaannem bir yandan Babam bir yandan halamın üstüne gidiyorlardı. Evdeki tabloyu benim gözümden hayal edebiliyor musun? Bir gün masanın altına saklanarak babaannemle halamın konuşmalarını dinlemiştim. Meğer halamın sevdiği biri varmış fakültede, babaannem şiddetle karşı çıkıyor bu durumun duyulursa kendisi için hiç iyi olmayacağını tehditkâr bir üslupla dile getiriyordu. Zaten çok sürmedi halamın fakülteye gitmesine de aşkına da mâni oldular. Babaannemin halama anlattıklarından öğrendim ben evliliğin ne kadar mühim bir olay olduğunu aşkın sevginin değil gücün önemli olduğunu. Bu saltanatın böyle devam edeceğini zannetmiyorsun değil mi Feraye? Tomris Ablam zeki, iş dünyasının en iyi iş kadınları arasında başı çekiyor. Eşi Ekrem'i bile bizimle yaşamaya ikna etti. Ekrem eniştemin güçlü bağlantılarını kendi çıkarları için kullanıyor. Murat ağabeyimse yaşadığı müddetçe annemin koruması altında. Yengemiz Serap'ın ailesinin ne kadar hatırı sayılır varlıklı bir aile olduğunun ve Serap Yengemizin evin tek çocuğu olduğunun altını çizmeme gerek yok biliyorsun. Hepsi Korhanlı Holdingin gücüne güç katmak için yapılmış politik evlilikler. Sıra bende ve bende bana düşeni layıkıyla yerine getirmeliyim." Ablamın gözünden ailemi görmek benim için çok inciticiydi.

"Ya aşk! ya âşık olursan?" diye sormuştum.

"Aşk mı!" diye kahkaha atık soruma cevaben devam etmişti ablam "Sana Bizim aile de âşık olmanın nasıl bir bedeli olduğunu anlatayım istersen. Halam'ı fakülteye gitmesini engellemekle kalmayıp günlerce malikanenin bodrumuna kapattılar. Hasta olup yataklara düştü halam. Sevdiği adam ne tesadüftür ki trafik kazasında hayatını kaybetti. Tüm bunları atlatması ne kadar zamanını aldı bilemezsin. Sonra sen katıldın ailemize ona en çok sen iyi geldin. Tekrar üniversiteye bu kez Matematik Bölümüne başladı ve mezun oldu ama sonuç değişmedi işte biliyorsun Çınar'ın babasıyla evlendirildi. Çok şey yaşansa da hiçbir şey değişmiyor."

"Halamla ilgili bu hikâyeyi ilk kez duyuyorum" diye karşılık verdim ablama. Ablam

"Çok içtim çenem düştü, böyle konular çok konuşulmaz kendi ailemiz içerisinde dahi. Dur madem sana hatırladığım bir şeyi daha anlatayım." dedi ve kahkahalara boğuldu. Kahkahasını kontrolü altına aldıktan sonra sesini düzeltip

"Sen doğduktan birkaç gün sonra babaannem vefat etti." Dedi ve tekrar kahkahalara boğuldu. Ben bu haline oldukça şaşırmıştım. Ablam bu kez benim şaşkınlığıma da bakıp kahkahasını katlayarak gülüyordu ve durmayı başardığında devam etti

"Yok yok yanlış anlama, babaannemizin vefatına kahkaha atmıyorum, kendisinin ölümüne çok üzülmesem de kahkaha atacak da değilim ama annemiz. Kayınvalidesinin vefatından sonra o kadar üzüldü ki üzüntüsünden hayrına lokma döktürüp dağıttı. Herkes tulumba tatlısı beklerken lokma tatlısı gördüğünde de suç mutfak çalışanlarına kaldı. Bir gecede evdeki bütün çalışanlar değişti. O yıllarda internet olmadığı için çok şanslıyız bu haber in şimdi duyulduğunu düşünsene sosyetenin tanınmış isimlerin Türkan Korhanlı kayın validesinin vefatı sebebiyle hayrına lokma döktürdü Şok Şok! ".

"Annemiz benim doğumumdan sonra pek fazla şeyle meşgul olmuş, belki senden başka hiç kimsenin doğum günümü kutlamaması babaannemin vefatını hatırlattığı içindir." deyivermiştim. Melek Ablam uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken sayıklar sesle,

"Sevilmeyi bilmeyenler sevmeyi nasıl bilsin Feraye. Eğer sevgiyle büyüyebilseydim belki aşkı..." cümlesini bitiremeden uyuya kalmıştı.

 

 

Loading...
0%