@demirkalem
|
>>>>>>>v<<<<<<<
Küsmeseydi dalına yaprak olur muydu sonbahar?
>>>>>>>v<<<<<<<
Melek Korhanlı
Etiler tarafında bir kafede kızlarla kahvaltı yapacaktık. Bu ara ailemle bir araya gelmemek için arkadaşlarımın düzenlendiği tüm davetlere katılıyordum. Arkadaşlarımın boş muhabbetlerine maruz kalıyor olsam da kötünün iyisidir diye düşünüyordum. Bu sefer ki gündemleri Yalçınkaya Holdingin düzenlediği geceydi. Her yıl piyasanın ileri gelen şirketlerinin sahipleri ve sosyetenin seçkin isimleri bu davete katılırdı. Medya da muhakkak davete katılanlardan bahsedilir Yaçınkaya Holding bu organizasyonlar sayesinde sükse yapardı. Tabi ki Çınar'ın bekar kadınlar arasındaki popülaritesi de göz arda edilecek gibi değildi. Bu yıl ki davette yaşayacakları şoktan habersizlerdi elbette. Çınar artık evli bir erkekti. Bu davette de kesinlikle evliliğini ilan edecekti. Yarın akşamki davette Çınar evliliğini ilan ederken en çok Seda'nın yüzünün aldığı ifadeyi görmek istiyordum. Çınar'ın kendisiyle evleneceğinden o kadar emindi ki her fırsatta bana, Çınar'a dair hayallerime ihtimal dahi vermemek adına ültimatom veriyordu. Ah o hayaller! O benim için bile koca koca olan hayallerimi şimdi Feraye mi giymişti üstüne? Yabancı biri değil Feraye giymişti, şimdi yanına gidip nasıl da "üzerine göre değil! Hiç olmamış! o hayaller, benim hayallerim! birkaç beden büyük sana, üzerinden çıkarsana" diyebilirdim. Yabancı değildi ki o kardeşimdi, Ferayemdi. Arkadaşlarımın daha fazla katlanamayacağım muhabbetlerinden kurtulmak için hızla yerimden kalktım ve "Size hoş sohbetler." deyip, ardıma bile bakmadan uzaklaştım masadan. Benim bu hallerime alışkın değillerdi biliyordum ama normal bir dönemde de değildim ki babamı ve onlar bilmeseler de kardeşimi kaybetmiştim. Arabama bindim, bulunduğum yerden uzaklaşmak istiyordum. Malikaneye geri dönesim de yoktu. Herhangi bir rota belirlemeden öylesine arabamı sürmeye başladım. Kafam çok dağınıktı, toparlayamıyordum. Günlerdir uykusuzdum, içimdeki kasvet tüm bedenimi kontrol ediyordu. Maslak tarafına doğru aracımı sürmeye devam ettim. Trafik akmıyordu her şey üzerime geliyordu sanki. Zaten boğuluyordum, uzaklaşmak istiyordum, sanki kaçmak istediğim şey arkadaşlarımmış gibi. Asıl kaçmak istediğim şeyler kafamın içindekilerdi, ben nereye gidersem benimle birlikte geliyorlardı, kurtulamıyordum. Zorlukla ilerlediğim trafikte aracımı Zekeriyaköy'e doğru sürmeye devam ettim, yol üzerindeki tabelalarda gözüme Darüşşafaka yazısı ilişti. Bu kez yönümü Darüşşafaka'ya çevirdim. Buradaki hastanenin girişinde uygun olan park alanına aracımı park ettim. Derin bir Nefes aldım. Ardından hastanenin giriş kapısından içeri girdim lobideki danışmadan yardım istedim. "Merhabalar, Doktor Onur Akın'la görüşmem mümkün mü?" "Tabi ki, randevunuzu kontrol edelim." "Randevum bulunmuyor." "Randevusuz hasta kabul edemiyoruz." "Rica etsem Doktor Onur'a Melek Korhanlı sizinle görüşmek istiyor diye iletir misiniz? Eğer kabul etmezse gideceğim." "Onur Bey iş disiplininden taviz vermez, programı gün boyu dolu oluyor Melek Hanım ama kendisine sizin geldiğinizi ileteceğim." İçim acıyordu, neden buraya gelmiştim. Hem Onur bu yoğunlukta benle neden görüşecekti ki! Benim gibi kafasına eseni yapan bir kadın için danışmadaki personelin dediği gibi programından neden taviz verecekti. Danışmadaki bayan daha telefon görüşmesini sonlandırmadan bu isteğimden vaz geçip geri dönmeye karar vermiştim. Hastanenin çıkış kapasına doğru yöneldiğim sırada bana doğru seslenerek, "Melek Hanım! Doktor Onur Bey'in normalde randevu saatleri dolu iki saat sonraki randevusu iptal edilmişti. Randevusu iptal olan hastasının yerine sizi alabiliriz sizin için de uygunsa bekleme salonuna alalım sizi." dedi, danışmadaki bayan. İki saat beklemem isteniyordu, bekleyebilir miydim ki? Zaten buraya geldiğim için pişmanlık hissediyordum. Bu karmaşık duygularıma rağmen ağzımdan, "Olur beklerim." kelimeleri dökülmüştü. Lobinin sonundaki odaya yönlendirildim. Hastanenin lobisine göre bekleme salonu oldukça renkli dekor edilmişti. Turuncu ve fıstık yeşili koltuklar, renkli sehpalar... Oturduğum koltuğun önündeki sehpanın üzerinde sağlık alanındaki konuların yer aldığı dergiler, gazeteler bulunuyordu. Son yıllarda gazete okunuyor muydu diye geçirdim içimden. Sağ tarafımda yetmişlerinde olduğunu tahmin ettiğim takım elbiseli beyefendinin elinde gazeteyi görünce kendimi mahcup hissetmiştim. İyi ki bu düşüncemi dillendirmemiştim. Oturduğum koltuğun karşısındaki duvarda asılı tabloya gözüm ilişmişti. Bu tablo Vincent Van Gogh'un "Çiçek Açan Badem" tablosunun kaliteli bir taklidiydi. Tabloyu görünce boğazımda bir şeyler düğümlendi. Gözlerim buğulandı, gözyaşlarım akmasın diye kendimi zorlamaya başladım. Badem Çiçeği yeni başlangıç anlamına geliyordu, Van Gogh bu resmini, hayatında yeni bir başlangıç yapmak için çok çalışarak bitirmiş ama yoğun çalışma temposunun sonucunda tetiklenen hastalığı iki aynına mal olmuş ve o çok sevdiği bahar mevsimini iki ay süren krizleri sebebiyle görememiş kaçırmıştı. Ne büyük hayal kırıklığı ne büyük bir bedel! Onur'un en sevdiği ressamlardandı Vincent Van Gogh. Bu tabloyu baş hekimi olduğu bu hastaneye kendi koydurmuş olamazdı değil mi? Sadece tesadüf olmalıydı. Acı bir tesadüf. Lise çağlarımızda aynı kolejde okuyorduk Onur'la. En güzel yıllarımızdı. Arkadaşlığımız üniversite yıllarında da devam etmişti. Sık sık görüşürdük. O Tıp Fakültesinde okurken ben Gıda Mühendisliği okuyordum. Onur idealist bir insandı, çok çalışırdı. Derslerinin ağır olduğunu bilsem de onu rahatsız etmekten çekinmezdim o da ne kadar yoğun olursa olsun beni her zaman tolere ederdi. Karakterlerimiz de çok zıttı. O hep ağır başlı olgun bir karaktere sahipti bense muzip aklına estiğini yapan hayatı deli dolu yaşayan biri olarak tanınırdım. Her şeye rağmen ortak arkadaşlarımız bizi çok yakıştırırlardı. Zıt kutuplar birbirini çeker diye bilinirdi ya biz de öyleydik. Aramızdaki çekim yıllar geçtikte artmıştı. Birbirimize sözler vermemiştik, hiç ilişkimize isim koymamıştık ama sevmiştik. Çok sevmiştik birbirimizi. Etrafımızdakilerden sakınmış tatlı kıskançlıklar yapmıştık. Mezun olduğum yıl ailemle sorunlar yaşıyordum. Mesleğimi icra etmek istiyordum ama "Korhanlı" ailesinin kurallarına uygun şekilde yaşamam gerekiyordu. Onur ise TUS için hazırlık yapıyordu. Benim için oldukça zor günlerdi. Onur, o yıllarda tutunduğum tek dalımdı benim ama Onur da değişmeye başlamıştı. Bana anlatmadığı şeyler olduğunu düşünüyordum. O kadar ketumdu ki bana karşı yabancı olan bu hallerinin gerçek nedenini bilmeme fırsat vermiyordu. Onur'un da ihmali kendimi eğlencelere vermeme sebep olmuştu. Sınırsız eğlenceler, spontane gelişen partiler, alkol, dertlerimi bir anlıkta olsa unutturuyordu. Her ne olursa olsun günün sonunda muhakkak kendimi bir şekilde Onur'un yanında buluverirdim. Ayaklarım beni hep ona götürürdü. Dedim ya dalımdı o benim, yaprak misali onda yaşam buluyordum. Peki yaprak dalına küserse? Onur'un değişen halleri ve benim onun bu hallerine karşılık kendimi geri çekmem zamanla aramızda görünmeyen mesafelere yol açtı ,karşı karşıyayken bile uzak gibiydik sanki. Sonra... işte yaprak küstü dalına bahanemiz oldu sonbahar iyice koptuk. Yıllar sonra öğrendim, o yıllar Onur için de oldukça zorluymuş, onun da ailesiyle alakalı sorunları varmış. Yine de düşünmeden edemiyorum eğer o yıllarda yaralarımızı birlikte iyileştirebilseydik belki de bugün her şey çok farklı olabilirdi. Geçmişin tozlu sayfaları gözümün önünden geçerken hastane hostesinin bana seslenmesiyle kendime gelmiştim. Randevu saatim gelmişti. Onca yıldan sonra ilk kez görecektim Onur'u. Odasına doğru ilerlerken bedenimden ruhum çekiliyor gibi hissediyordum. Adımlarım öyle ağırlaşıyordu ki hastane hostesinin kolundan aldığım destekle ilerleyebiliyordum. Odasının kapısına geldiğimizde yalnız devam etmek için hastane hostesine teşekkür etmiştim. Kapının kulpunu tuttum çevirmeden önce derin bir nefes alıp kapıyı tıkladım. "Gelin Lütfen.", dedi o tok sesiyle Onur. Ses tonunu hep çok beğenirdim Onur'un. Hatırıma bana şiirler okuduğunu hayal ettiğim yıllar gelmişti ve akıp giden onca yıldan sonra ilk kez onun o çok beğendiğim sesini işitiyordum. Ses dalgalarının su üzerinde yarattığı titretişimler gibi Onur'un sesi de benim bedenimi titretiyordu. Cesaretimi toplayıp kapıyı açtım ve içeri girdim. Başını kaldırmadan önündeki bilgisayarın ekranına bakıyordu, masasının önündeki koltuğu işaret ederek oturmamı istedi. "Hoş geldiniz Melek Hanım, şikâyetiniz nedir?" "Kendimi iyi hissetmiyorum." "Yardımcı olabilmem için hastalığa ait daha spesifik belirtilere ihtiyacım var. Herhangi bir ağrınız var mı? Halsizlik çarpıntı gibi." "Hayır Onur ben sadece kendimi iyi hissetmiyorum bu yüzden buraya geldim." "Hımm... Şaşırtıcı siz kendinizi iyi hissetmediğiniz zamanlarda hastane yerine gece kulüplerine gitmeyi tercih ederdiniz Emre..." cümlesini tamamlamasına izin vermek istemiyordum söyleyeceklerini kaldırabilecek durumda olmadığımdan bir hışım yerimden kalktım "Buraya gelmekle hata ettim!" dedim ve hızla kapıya yöneldim. Kapıyı açıp odadan çıkmak üzereyken Onur çıkmama fırsat vermeden kapıyı sağ eliyle itti ve kapının kulpundaki elimin üzerine sol elini koydu. Bedeni bedenimden uzundu, oldukça uzun onun yanında küçük hissediyordum. Sert göğüsleri omuzlarıma doğru sırtıma değiyor, hem yangını yaşatıp hem üşütüyordu. Kulağıma doğru eğilip olabildiğince yumuşak bir tonda "Yakın zamanda babanı kaybettin böyle hissetmen normal ama ben kalp cerrahıyım Melek! Seni, kendini iyi hissedebilmen için profesyonel destek alabileceğin meslektaşlarıma yönlendirebilirim.", dedi. Onur'un kolları arasında kalakalmıştım. Nefesi kulağımı gıdıklarken kulağıma söylediği kelimeleri güçlükle anlayabiliyordum. Ağır hareketlerle önce başımı sonra bedenimi ona doğru çevirdim. Ben ona doğru dönerken o duruşundan taviz vermiyordu, hala kolları arsındaydım bu kez de sırtım kapıya dayalıydı ve bedenlerimiz birbirine çok yakındı. Yüzlerimiz nefeslerimizi hissedebileceğimiz kadar yakın mesafedeydi. Kara kaşları, kara gözleriyle uzunca boylu yağız bir delikanlıydı Onur, aynı şairlerin mısralarını süsleyen adamlar gibi... O kadar özlemiştim ki bir an kendimi kaybettim ve dudaklarına doğru uzandım. Bir kez olsun dudakları dudaklarıma değsin isterdim sadece bir anlık kendimi kaybedişimin karşılığında ise Onur kendini benden sakınarak geri çekmişti. Kalbinin kendisinden esmer olduğunu, ne kadar zalim olduğunu nasıl olurda unutabilmiştim! Kapıdan çıkabilmek için ellerimle Onur'un göğsüne vurup kendisini kendimden daha da uzaklaştırdım ve kapıyı açıp ardıma bakmadan koşar adımlarla odasından ayrıldım.
Çınar Yalçınkaya Doktor, Feraye'nin beslenmesine dikkat etmesini söylemişti. Uzun zamandır Çiftlik evinde kalıyordum, arada bir kafa dinlemeye ya da işle alakalı planlarımı gözden geçirmeye gelirdim buraya yemeğimi de genellikle dışarda yediğimden rezidanstaki daire de yiyecek bir şeyler bulunmuyordu. Feraye'nin istediklerini ve mutfak eksikliklerini almak üzere alışverişe gitmek için otoparka indiğimde dün akşam kullandığım aracın çokta iyi durumda olmadığını görmüştüm. Kurşun izleri gün ışığında görülmeyecek gibi değildi. Hemen yanında 599 GTO model araç park halinde duruyordu. Bu araç da yapacağım mütevazı alışveriş için oldukça fazlaydı. Şu an Adem'in buralarda olmasını ne kadar isterdim. Telefonumu elime alıp önce taksi durağını arayıp taksi çağırdım sonra Adem'i arayıp arabanın karanlıkta dikkat çekmeden servise bakıma götürülmesini sonra da elden çıkarılmasını istedim. Çok geçmeden çağırdığım taksi rezidansın çıkışına geldi ve alışverişe öncelikle Feraye'nin istediği giysilerden başladım. Kot pantolon, tişört ceket gibi günlük kıyafetler seçmişti. Haklıydı Hamiyet Hanım alışverişte oldukça abartmıştı. Aldıklarını gördüğümde bende şaşkınlığımı gizleyememiştim. Hamiyet Hanım çocukluğumu bilirdi. Annemin vefatından sonra yanımızda çalışmaya başlamış ailemizden biri gibi olmuştu. Firuze, Hamiyet Hanım'ı üniversiten döndüğümde benimle ilgilenmesi için benim yanıma göndermişti. O günden bugüne kadar hep yanımdaydı Hamiyet Hanım. Az kahrımı çekmemişti. Huysuz bir adamdım, disiplinli kurallarımdan asla taviz vermeyen aksiliklerden hoşlanmayan ve işimi asla şansa bırakmayan biri olmuştum hep. Çok yoruyor olmalıydım Hamiyet Hanımı. İlk defa eve "hanımım" diyebileceği üstelik de eşim olarak tanıştırdığım biri ile gelmiştim. Bunun onu nasıl heyecanlandırdığını anlamaya çalışsam da bu evliliğin neden yapıldığı gerçeğini göz ardı edişine anlam veremiyordum. Feraye'nin üzerinde gördüğüm kombinezon aklıma geldikçe öfke katsayımın artışından Hamiyet Hanım'ın nasiplenmemesi için kendimi zor tutuyordum. Feraye sadece kâğıt üzerinde eşimdi. Henüz üniversite de okuyan ve hala kendini arayan genç bir kadındı. Daha önünde upuzun bir yol vardı ve bu lanet olaylar son bulup her şey yoluna girdiğinde düzmece evliliğimiz de son bulacaktı. Öğrenimi bitecekti, kendi ayakları üzerinde duracaktı, âşık olacak ve sevdiği adamla istediği yolda yürüyebilecekti. Babamın cenazesinden sonra Firuze değişecek dengelerle ilgili beni uyarmıştı. Korhanlı'larla anlaşmalarımızın süresi dolduğunda yenilemek istemediğini ve Feraye'ye olan düşkünlüğünü anlatmıştı. Kendisine bir şey olursa Feraye ile ilgilenmemi onu korumamı istemişti. İlk etapta anlamazlıktan gelsem de Firuze'nin aklından evlilik geçtiğini daha ilk cümlesinde hissetmiştim. İstediği olmuştu artık Feraye ile resmi olarak evliydik. Taksi, kıyafet alışverişi yapabileceğim orta halli bir mağazanın önünde durmuştu, mağaza çalışanlarına Feraye'nin ekran alıntısı yaptığı ürünleri gösterdim, onların yardımıyla kısa sürede eksikleri tamamlamış oldum. Sonrasında mutfak alışverişi yapabileceğim markete doğru taksiyle devam ettim. Taksi Şoförü aradığım her şeyi kolaylıkla bulabileceğimi düşündüğü Gross Market'e getirmişti beni. Markette girdiğimde danışmadaki bayana telefondaki listeyi uzattım. Bayan ise bana şaşkın şaşkın baktı ve alışveriş arabalarının olduğu yeri tarif etti. Burada alışverişi kendimiz yapmalıymışız? Bu koca ve kalabalık markette aradıklarımı kısa sürede nasıl bulabilirdim? Alışveriş arabasını aldım ve ürün raflarının olduğu koridor başlarından alacağım ürünleri seçmeye başladım. Gıda alışverişim bitmişti. Feraye'nin yaptığı ekran alıntılarını fotoğraf galerisinden kontrol etmeye başladım. Diş ipi, tırnak makası manikür pedikür gibi kişisel malzemelerini almayı bitirmiştim ama almamı istediklerinin içerisinde ped de bulunuyordu. Lanet olsun şu anda Hamiyet Hanım burada olmalıydı. Pedlerin bulunduğu reyona girdim, rengarenk ambalajlarla marka marka ürünler bulunuyordu. Bu reyonda bulunan tek erkek bendim. Dolayısıyla reyondaki kadınların tüm bakışları üzerime dönmüştü. Elimde istediği ürünün markası vardı ama aynı markanın birçok çeşidi bulunuyordu. Algılamak benim için imkânsızdı. Ne fark ediyor diye söylendiğimde yan tarafımda bulunan yetmiş yaşlarında yaşlı bir kadın kolumu sıkarak dikkatimi kendisine çekti. "Ben yardımcı olayım çok fazla çeşidi var değil mi?" "Evet" "Ayrıntılar mühim, bizim zamanımızda bu kadar çeşit yoktu. Şimdiki kadınlar çok şanslı. Aldığın ürünün kalitesi önemli, kalitesiz ürünler kullanılırsa alerji yapar. Kendisi için alışveriş yaptığın bayan çok şanslı." Yaşlı kadın bir yandan anlatıyor bir yandan da elleriyle her fırsatta bana dokunup vücudumu yokluyordu. "Maşallah boyun posun da yerinde spor mu yapıyorsun sen bakim. Ah bizim rahmetli cılız herifin tekiydi erkek dediğin böyle senin gibi boylu poslu olmalı. Bak bak bunlar iyi gibi, bunlardan al. Gerçi bende pek anlamam benim iki tane hayırsız oğlum var, hiç kız evladım olmadı. Bizim zamanımızda da bunlardan nerede bulup da alacan. İşte bende bu hasta bezlerinden alıyorum yaşlılık zor tabi." "Teşekkürler ben bunları alayım sizin de sohbetinize doyum olmuyor ama eşim evde bekler." "Evlisin demek parmağında yüzük görememiştim. Yüzük mühim bak sağına soluna avını görmüş yırtıcılar gibi salyalarını akıta akıta sana bakıyorlar. Yüzüğünü takmayı unutma bir daha acele et, bekletme eşini! Bizim rahmetli evden bir çıktı mıydı bir daha gece yarısı eve geri gelirdi. Ah evladım! Bu kadıncağız doğru düzgün koca yüzü de görmedi." Yaşlı kadının yanından elimde ped paketleriyle ayrılırken reyondaki bayanların bakışları arasında hapsolmuş hissediyordum. Kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Alışverişi tamamlayıp kasada ödemeyi yaptım ve hızla rezidansa dönmek üzere önüme çıkan ilk taksiye akladım. Yol üzerinde bulunan elektroshop mağazasında durup telefon ve hat alıp alışverişimi tamamlamayıp bekleyen taksi şoförüyle kaldığımız yerden yola devam ettik. Rezidansa geri döndüğümde Feraye ortalıkta görünmüyor müzik sesleri holde yankılanıyordu. Aldığım giysileri bırakmak için yatak odasına geçtiğimde banyodan su sesleri geldiğini duymuştum. Kıyafetlerin olduğu paketleri yatağın üzerine bırakıp mutfağa geçtim ve geciken öğünümüzü telafi edebileceğimiz yiyecekler hazırlamaya başladım. Çalan müzik hiç tarzım değildi ama Feraye'yi iyi hissettirecekse tahammül edebilirim diye düşünmüştüm. Birazda olsa kendisini toparlaması gerekiyordu.
Feraye Korhanlı
Alegra ve Fidelio acaba İtalya'ya dönmüşler miydi? Onlardan haber alamamıştım, evdeki bilgisayarın şifreli olması sebebiyle arkadaşlarıma ulaşabilme umudum kalmamıştı. Mecburen Çınar'ın dönmesini bekleyecektim. Karnım çok acıkmıştı, beklemekten sıkılmıştım. Televizyonu açıp kanalları dolaştım, bana hitap eden tek bir yayın bulamadım. Daha fazla dayanamayıp televizyonun radyo kanallarını açtım ve sesi sonuna kadar açıp müzik dinlemeye başladım. Üzerimdeki elbise berbat haldeydi. Kokuyordum. Çınar'ın odasına gidip çekmecelerini kurcaladım. Elime Çınar'a ait bir tişört alıp duşa girdim. Sıcak su rahatlamamı sağlamıştı, çıkmadan önce soğuk suyla bedenimi şokladım. Kurulandıktan sonra Çınar'ın tişörtünü üzerime giyindim. Banyodan çıktığımda yatağın üzerindeki paketler dikkatimi çekmişti, Müzik sesinden dolayı Çınar'ın geldiğini duymamıştım. Paketleri açtım. Tam olarak istediğim şeyleri almıştı. Regli dönemim olduğu için ped almasını da istemiştim ama paketlerin arasında bulamadım. Almayı unutmuş olamazdı değil mi? Tekrar tekrar paketleri kurcaladım ama bulamadım. Ardından kendisine sormak üzere odadan dışarı çıktım. Mutfaktan gelen yemek kokuları tüm holü kaplamıştı. Uzun zamandır doğru düzgün bir şey yiyememiştim. Mutfağa vardığımda karşımda iki kişilik servis açılmış kahvaltılıklarla donatılmış bir masa ve bonus olarak da beyaz gömleği ve kumaş pantolonu içerisinde, omlet hazırlayan bir adet Yunan Heykeli bulunuyordu. Üzerine oturan beyaz gömleğinden geniş omuzları kasları ben buradayım diyordu, içime bir adet Melek kaçmıştı sanki. Ablamı çok özlemiş olmalıydım. Derin bir nefes aldım ve elinde bulunan tavanın kendisine yakışıp yakışmadığından emin olamadığım Çınar'a "Şaka değil yemek yapabiliyorsun." diye seslendim. "Üniversite yıllarımdan bu yana ilk kez mutfağa giriyorum ve gerçekten bende kendime şaşkınım." "Benim şaşkınlığım normal sayılabilir bu durumda değil mi? Masa iştah açıcı görünüyor bence bu işte başarılısın." "Teşekkürler Küçük Hanım masaya geçebilirsiniz." "Şey aslında bir şey soracaktım. Bana aldıkların için teşekkürler ama istediklerimin hepsini aldığına emin misin?" Bu sorumdan sonra Çınar dönüp bana baktı ve sağ eliyle ensesini kaşıyarak "Şu Market poşetlerinin içinde hediye paketi ile sarılı olanlarda senin istediklerin", dedi. Hızla işaret ettiği poşeti aldım ve banyoya koştum. Kalpli ayıcıklı hediye paketine sarılıydı ped paketleri. Ne istediğimi anladığındaki tavrı çok tatlıydı Çınar'ın, o etrafa emirler yağdıran adam yerine muzip bir çocuk duruyordu sanki karşımda. Birkaç gün öncesine kadar hayatımda olmayan bu adam en özelime vakıf olacak kadar yakınımdaydı. Çok tuhaf hissediyordum. Sanki son birkaç haftadır yaşadığım her şey çok normalde şu anki anormal halimi sorguluyorum diye geçirdim aklımdan ve kahkahalara boğuldum. Yüksek müzik sesi sayesinde kahkahalarım da duyulmuyordu. Mutfağa geri döndüğümde Çınar'ın dinlediğim müziklerden keyif almadığını hissetmiştim. Müziği kapatıp hızla mutfağa geri döndüm. Çınar'ın yüzündeki rahatlamayı gördüğümde gerçekten de dinlediğim müzikten rahatsız olduğundan emin olmuştum. "Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim." "Sorun değil kahvaltı hazır, omletleri soğutmadan yiyelim." "Vaov mantar biber kaşar mısır efsane bir görüntü, müthiş görünüyor." "Henüz tadına bakmadın, tadına baktıktan sonraki fikirlerini merak ediyorum." Tabağımdaki sanat eseri gibi duran Çınar Yalçınkaya'ın elinden çıkma omletimden bir parça kesip tadına baktım. "Eline sağlık, çok lezzetli olmuş." dedim. Kendisi de yaptığı omleti tattı ve hızla masadan kalkıp tezgâhın üzerindeki tuz değirmenini alıp omletine tuz ilave etti. "Nezakete gerek yoktu tuz kullanmayı unutmuşum, hala sıcakken tuz ilave edersem belki bir miktar lezzet yakalayabiliriz" "Hayır, ben bu halini de çok sevdim, benim için yapılan bir yemeği tadıyorum, gerçekten çok lezzetli. Teşekkür ederim." Gerçekten de çok mutlu olmuştum memnuniyetimi dile getirsem de Çınar mutlu olmuş gözlerle bana bakmak yerine kaşlarını çatıyor gözlerini benden kaçırıyordu. Saat kahvaltı için epeyce ilerlemiş olsa da biz ağız tadıyla kahvaltımızı yapıyorduk. Çınar, benim için aldığı telefona hattı taktı ve telefonu bana uzattı. Hat henüz aktif değildi. Kendisinden laptopunu kullanmak için izin istedim. Şifresini söyledi. Kahvaltıyı toplamasına yardım etmek istediğimde izin vermedi. Bu kasıntı adam temizlik işlerinden de mi anlıyordu? Çiftlikteki villada birlikte geçirdiğimiz o kısa zaman aralığında Hamiyet Hanım olmadan su bile içtiğini görmemiştim oysaki. Çınar'ın bilgisayarını alıp yatak odasına geçtim. Söylediği şifre geçen yıla ait bir tarihti. Muhtemelen İrfan Yalçınkaya'nın vefat tarihiydi. Mail adresimi girip maillerimi kontrol ettim. Ne Alegra'dan ne de Fidelio dan gelen herhangi bir mail yoktu. Bu durum hiç hoşuma gitmemişti. Kendilerine mail ilettim ve en kısa sürede bana geri dönmelerini istedim. Ne mailime geri dönmelerini ne de hattımın aktif olmasını bekleyecek vaktim yoktu bu yüzden odadan bu kez Çınar'ın telefonu istemek için çıkmıştım. "Çınar, arkadaşlarım için endişeleniyorum, arama yapmak için telefonunu alabilir miyim?" dedim. Çınar önce ellerini yıkadı sonra havlu kâğıttan birkaç yaprak koparıp itinayla ıslak ellerini kuruladı ve sol lavabonun altındaki dolap kapağını açıp içerisinde bulunan çöp kovasına kullandığı havlu kâğıtlarını attı. Mutfağa hızlıca göz gezdirdim, sanki az evvel bu mutfakta hiç yemek pişirilmemiş ve yenmemiş gibi gözüküyordu. Ben odadayken temizlik şirketinden birileri gelmiş olabilir miydi? Mutfak sandalyesine asılı ceketinin iç cebinden çıkardığı telefonunu açıp bana uzattı. Teşekkür edip telefonu aldım ve yatak odasına geri döndüm. Alegra'yı aradım telefonunu uzun uzun çaldırdım tam aramayı sonlandırmak üzereyken çekingen bir sesle telefon açıldı. "Kimsiniz?" "Alegra benim Feraye, nasılsınız Milano'ya vardınız mı?" "İyiyim, sen nasılsın." "Bende iyiyim benim için endişelenmeyin sizi de bu duruma dahil ettiğim için üzgünüm, Fidelio'ya da iyi olduğumu iletir misin?" "İlk beni mi aradın?" "Evet ilk seni aradım." "Tamam ben kendisine iletirim bu numara senin mi kaydetmeli miyim?" "Hayır ben yine sizi arayacağım." Alegra'nın sesi oldukça çekingen geliyordu, sanki benimle konuşmak istemiyor gibiydi. Arkadaşlarımı sorunlarıma dahil ettiğim için çok üzgün hissediyordum. Şükürler olsun ki sağlıkla Milano'ya varmışlardı. Telefon görüşmem sırasında zil sesi duymuştum. Holden konuşma sesleri geliyordu. Üzerimde hala Çınar'ın tişörtü vardı. Çınar'ın almasını istediğim kıyafetlerden elime ilk aldıklarımı giyindim. Üzerime giyindiğim V yaka beyaz tişört ve kot pantolon kendimi ait olduğum yerdeymişim gibi hissettiriyordu. Odadan dışarı çıktığımda gelenin Âdem olduğunu görmüştüm. Kendi aralarında hararetli bir konuşma geçiyordu. Âdem elinde sağlık malzemelerinin olduğu görüldüğü şeffaf bir çanta tutuyordu, Çınar, yarasına pansuman yapılması için olsa gerek üzerindeki gömleği çıkarmaya başlamıştı. Beni fark ettiklerinde Âdem bana başıyla selam verirken Çınar gömleğinin düğmelerini açmayı bıraktı ve Adem'le spor odasına geçtiler. Çınar'la hayatlarımız birbirine değeli henüz birkaç gün olmuş olmasına rağmen kendisine güven duyuyordum. Çaresizlik ya da mecburiyet değildi direnmekten vazgeçişimin sebebi. Beni canı pahasına koruyuşuydu, söylediklerimi duymakla kalmıyor iyiden iyiye dinliyordu. Birkaç saat önce sırf utandığım için Çınar'ın üstsüz oluşuna haksız serzenişte bulunmuştum bu tutuma karşılık Çınar rahatsızlık duyabileceğim durumlardan sakınıyordu. Sırf dairede ses olsun diye açtığım aslında benimde zevkime uymayan şarkılara bile tahammül göstermemiş miydi? Onun bu çabası içten içe hoşuma gidiyordu. Stockholm Sendromu yaşıyor olabilir miydim? Bu adam benim nefret ettiğim kadınları eğlence aracı olarak gören, ukala, egoist, kendini beğenmiş kasıntı insanlardan biri değil miydi birkaç ay öncesine kadar gözümde? Kameralar önünde centilmen erkek rollerine bürünürken evde çalışanlara emirler yağdıran da Çınar değil miydi? Melek Ablamla yaptığımız telefon görüşmelerinde Çınar hakkında anlattıklarından, ortak iş yaptıkları dönem Tomris'in sık sık Çınar'ın tavırlarını eleştiriyor ve baskılarından şikâyet ediyor olduğunu öğrenmiştim. Aşırı mükemmeliyetçi olduğunu duymuştum Melek Ablamdan. O zamanlar Melek Ablamın bu adam da ne bulduğuna anlam veremezken şimdi bana neler oluyordu. Aklım karma karışık olmuştu. Çınar tam olarak nasıl biriydi? Bir süre sonra Adem'le birlikte bulundukları odadan çıktılar. Çınar, "Âdem smokinimi davetin yapılacağı otelin bize ait süit odasına götürün, ertelediğimiz işleri bitirmem ve davete yetişmem için zaman kaybına sebep olacak şeyleri minimize etmeliyiz.", dedi ve sonra bana döndü ve konuşmasına devam etti. "Feraye yarın akşamki organizasyona hazırlanmamız lazım, eksiklerinin giderilmesi için Âdem sana eşlik edecek. Kıyafet seçimin için çoktan mağazaya haber verildi, içerisinden seçmen için kıyafetler hazırlanmış olmalı. Mağaza çalışanları senin için VIP hizmet sunacak sana özel deneme odası hazırlamalarını da istedik." Bu durum beni endişelendirmişti, daha önce katıldığım organizasyonlarda Melek Ablam benim için giyeceğim elbiseyi aksesuarlarına kadar seçerdi. Bu davette tüm ilgi bizde olacaktı ve ben kendime bu konuda hiç güvenmiyordum. "Çınar sende gelemez misin?" diye sordum utanarak ve devam ettim "Bu tarz davetler için zevkime pek güvenmiyorum. Bu davet senin için önemli ve ben berbat etmek istemiyorum." "Endişeleneceğin bir durum yok Adem'e bu konuda güvenebilirsin. Benim katılmam gereken toplantılar var Feraye. Üzgünüm ama sana eşlik edemeyeceğim." Elbette her anımda yanımda olmazdı Çınar, sorumlu olduğu koca bir holding vardı. Elbise seçmek ne kadar zor olabilirdi diye kendimi teselli ediyordum. "Sorun değil, Adem'le birlikte hallederiz. Peki ne zaman gidiyoruz Âdem?" "Ne zaman gitmek isterseniz Feraye Hanım." "Gidelim o zaman." Adem'in eşliğinde Levent'e gelmiştik. Çınar'ın dediği gibi mağaza alışveriş yapabilmem için bana tahsis edilmişti. Personellerin beni beklediklerini karşılayışlarından anlamıştım. Kıyafetleri görmeden önce kendilerini tanıtmışlardı. Bana nasıl bir giyim tarzım olduğunu sormuşlardı. Bense öneriye açık olduğumu söylemiştim. Zaten her sene tekrarı yapılan ve basında bahsi geçen bir organizasyona katılacağım için kendilerinin davet konsepti hakkında bilgileri olmalıydı. Âdem , "Feraye Hanım ile Çınar Bey'in evlilikleri bu organizasyonda duyurulacak lütfen kıyafet önerileriniz için bu durumu da dikkate alınız.", diyerek gecenin önemini vurgulamıştı. Mağaza personellerinin eşliğinde benim için ayrılan kıyafetlerin denemek için hazırladıkları odaya geçmiştik. Renk renk elbiseler spot ışıkların altında ışıldıyordu. Dantellerden, taftalardan yapılma birçok model elbise denemem için sıralanmıştı. Günün geri kalanı burada geçecekti belliydi. Personeller şimdiye kadar denediğim tüm elbiseler için benzer yorumlar yapmışlardı: Çok yakıştı, çok iyi taşıyorsunuz..." oysa ben içlerinden birini bile almak için ihtimal vermemiştim. Birçoğunun derin göğüs dekoltesi ya da sırt dekoltesi vardı, gereksiz kabartma detayları, ölçüsüz derinlikte yırtmaçları vardı içlerinden kapalı sayılan kıyafetler ya transparan detaylıydı ya da taşlarla işlemeli. Gün bitmek üzereydi ama ben daha elbise seçimi bile yapamamıştım. Artık kıyafetleri denemeye takatim de kalmamıştı. Kendimi benim için ayrılan odadan dışarıya attığımda Adem'le göz göze geldik. Âdem, benim tükenmiş halimi gördüğünde gülmemek için dudağını ısırmış onun bu samimi halinden güç alarak bende ağlanacak halime kahkahalarla gülmeye başlamıştım. Artık Adem'de kendini tutmuyor kahkahalarıma eşlik ediyordu mağaza personelleri bizim bu hallerimize anlam veremiyor olacaklar ki şaşkın şaşkın bakan gözleriyle bizi izliyorlardı. Kahkahalarımızı karnımdan gelen açım guruldamaları bölmüştü. "Ara verip yemek yemeğe ne dersiniz?" "Ara vermek mi gün bitti Âdem ve ben henüz hiçbir şey almadım." "Sorun değil yemekten sonra kaldığımız yerden devam edebileceğimize garanti ederim." "Tamam o zaman." Yemek yiyebileceğimiz bir yere gitmek üzere Adem'le mağazan ayrılırken mağazaya birkaç model tasarım kıyafet daha getirildiğini görmüştüm. Üst üste olan kıyafetler naylon kıyafet kılıflarının içerisinde elden ele taşınıyordu. Bu sırada bir tanesi yere düştü. Tamda ayaklarımın yanına. Anlamsız gelecek belki ama içimden bir ses, "sen elbise seçemiyorsan elbise seni seçer", dedi. Elbise bana gelmişti sanki, yemeğe gitmekten vaz geçip ayağıma kadar gelen bu elbiseyi denemeye karar verdim. Elbiseyi üzerime giyinip personellerin yanına geldiğimde, beni gören personellerin gözlerindeki samimiyeti bu kez görmüş kurdukları beğeni cümlelerinin de etkisiyle kararımdan emin olmuştum. Mağaza personellerinin desteğiyle ayakkabı çanta ve diğer aksesuarlarda tamamlanmıştı. Alışveriş sonrası Çiftlik köydeki Çınar'ın Villasına gitmiştik. Bizi hamiyet Hanım karşıladı, Çınar işleri sebebiyle bize katılamamıştı. Akşam yemeğimi villada yiyecektim ama yalnız yemek istemediğim için Hamiyet Hanım ve Adem'den masada bana eşlik etmelerini istemiştim. Başta bocalasalar da beni yalnız bırakmamak adına seve seve bana eşlik etmişlerdi. Alışveriş problemi sona ermişti ama ben de tükenmiştim, dinlenmeye ihtiyacım vardı dinlenmek üzere odama çekilmek istediğimde Hamiyet Hanım eşliğinde kalacağım odanın katına çıktık. Hamiyet Hanım bu evde ilk uyandığım odanın yanındaki odayı benim için dekora ettiklerini söyledi. Ataköy'de kaldığım o kısa sürede benim için oda mı dekore etmişlerdi? Odanın kapısını açtıklarında karşımda duran manzara karşısında şaşkınlık içindeydim. Oda beyaz ve gold detayları olan avangart model mobilyalarla dekore edilmişti. Yatağımın başlığının üzerinde duvara monte edilmiş gold işlemeli bir aksesuara asılı cibinlik bulunuyordu. Yatağın sol tarafında lavabo ve giysi odaları bulunuyordu. Giysi odasında duvara monteli etrafı oymalı geniş çerçevesi bulunan bir ayna vardı. Aynanın iki yanında duvarı kaplayan raflar, rafların tersi yönünde, giysi askıları için hazırlanmış sürgülü kapılı elbise dolapları, odanın ortasında cam yüzeyi bulunan aksesuar şifonyeri bulunuyordu. Gördüklerim kadarıyla yatak odalarının banyoları genellikle bu kadar büyük olmazdı ama bu odanın banyosu da oldukça büyüktü. Mermer görünümlü fayanslarla ve bambu mobilyalarla dekore edilmiş banyoda hem duş ve hem jakuzi bulunuyordu. Gördüklerim karşısında şaşkınlık içindeydim, "Hamiyet Hanım tüm bunlar bir günde mi hazırlandı?" "Yatak odasına ait mobilya ve kıyafet odasının ufak detayları yokluğunuzda yapıldı. Burası misafir odasıydı kalabalık bir ekip bir günde sizin için tekrar düzenledi, umarım beğenmişsinizdir.". "Beğenmek ne kelime bayıldım. Teşekkürler." "Ne demek efendim biz pek bir şey yapmadık, Çınar Bey bizzat kendisi ilgilenmişti, o zaman baygındınız. Sizi rahat ettirmek için ne gerekiyorsa yapılmasını istemişti. Ufak tefek eksikleri olduğu için sizi odanıza alamamıştık." "Kendisine de ilk fırsatta teşekkür edeceğim." "Müsaadenizle Feraye Hanım.". Hamiyet Hanım beni yalnız bıraktığında odanın tüm detaylarına göz gezdirmiştim. Banyoya girip üzerimdekilerden arınmak için duşa girmiştim bornozumla yatağa bıraktım kendimi. Çok yorgundum ne saçlarımı kurutacak ne de üzerimi giyecek enerjim kalmamıştı. Üzerime örtüyü çekip uykuya teslim olmuştum. Beşinci bölüm sonu devam edecek...
|
0% |