@demirkalem
|
>>>>>>>>VII<<<<<<<<
"Bakmakla görmek arasındaki fark nedir?" diye sormuşlar Mevlâna'ya. Cevaplamış: "Senin baktığına herkes bakıyor; ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu?
>>>>>>>>VII<<<<<<<
Kötü biri olduğumu düşünmüyordum; kimseyi bilerek incitmemiş, her zaman sahip olduklarımı paylaşmış, yaratılan her şeye saygı duymuştum. Ölüm, benim inancımda bir son değildi. Ölüm, bu hayatta deneyimlerimizin karşılığında cennet ve cehenneme ulaşmamızı sağlayacak olan yolun kapısıydı. Vaat edilen süre dolduğunda herkes layık olduğu yere gidecekti. Belki beni cennet bekliyordu? Hayal kırıklıkları, üzüntülerle mecburiyetlerle dolu hayatımla özgür olabileceğimi düşündüğüm ölüm arasında bir tercih yapmam gerekirse elbette ölümü tercih ederdim. Yaşamak için acılara, üzüntülere göğüs germek için bir nedeni olmalıydı insanın. Benim nedenim yoktu. Özgür olmayı öylesine istiyordum ki! Çınar'ın bileğimi sıkıca kavrayan eli, beni özgürlüğümden alıkoyuyordu. Yaralı haliyle daha ne kadar beni bu şekilde tutabileceğini de bilmiyordum. Dengesini tam sağlayamadığı belliydi ve kendi de bana doğru çekiliyordu. Eğer bileğimi tutmaya devam ederse belki kendi de benimle birlikte aşağı düşecekti. Yarasından akan kanlar beni tuttuğu elinden yüzüme, dudaklarıma damlar olmuştu, başımı aşağı doğru çevirdim. Sokak lambalarının aydınlattığı yerden metrelerce yüksekteydim. Bu görüntü ve kan kokusu midemi bulandırmaya başlamıştı. Nefes alışverişlerim hala düzensizdi, kulağımda tiz bir çınlama vardı, artık dayanamayacağımı anlamıştım. Benim hatamdı! Ekrem Eniştemin fısıldadıklarına karşı soğukkanlı olmalıydım, beni bu kadar dağıtmasına izin vermemeliydim. Çınar yaralı haliyle bedenimin ağırlığını daha fazla taşıyamazdı. Daha ne kadar beni korumak adına yara alacaktı. Halama verdiği sözü tutmak pahasına benim düşüncesizliklerime daha ne kadar tahammül etmek zorunda kalacaktı. Hem bir yanda özgürlük beni beklerken direnmek, onu da peşimde sürüklemek Çınar'a karşı haksızlık değil miydi? "Beni bırak..." diye haykırdım zorlukla bulabildiğim sesimle. Feraye, kendini bırakma!" dedi Çınar ama benim ona cevap verecek takatim kalmamıştı. Çınar beni kendine doğru çekmeyi deniyor başaramayıp daha da bana doğru çekiliyordu. Denemeleri sonuç vermediği için ikimizde sessizliğe gömülmüştük. Yanağımdan süzülen gözyaşlarım rüzgârın esintisiyle birleşmiş yanaklarımda gerginlik hissi veriyordu. Kalp atışlarımın şiddeti tüm bedenimi sarsıyordu. Ne kadar süredir bu şekildeydik bilmiyordum ama Çınar artık hareket etmiyor kalan gücüyle sessizce beni hayatta tutmaya çalışıyordu. Sessizliğimizi çalan telefon sesi bozmuştu. Arama sesi bir müddet daha devam etmiş arayan her kimse aramalarına yanıt alamadığından aramasına son vermişti. Artık sessizliğimizle tekrar baş başa kalmıştık. Havanın esintisi bedenimde uyuşukluk hissi veriyordu buna rağmen Çınar'ın elinden bileğimin kaydığını hissedebiliyordum... Feraye!!!" diye bağırdı Çınar, hemen sonrasında yukarıda bir hareketlilik oldu. Çınar biriyle konuşuyordu, yukarı doğru çekilmeye başladığımda Adem'in geri geldiğini görmüştüm. Adem'in yardımıyla Çınar beni yukarı çekmeyi başarabilmişti. Korkuyordum! Elim, kolum, yüzüm Çınar'ın yarasından akan kana bulanmış haldeydi! Ben bu haldeyken kim bilir Çınar ne haldeydi? Çınar'ın yüzüne bakmaya, yaptıklarımın bedeliyle yüzleşmeye korkuyordum. Aklımdaki sorular tabii cevapsız ve endişe vericiydi ama Çınar, Ekrem Eniştemin ima ettiği gibi bir adam olsaydı, ölmemi isteseydi, beni canı pahasına korumazdı. Burada yaşadıklarımız da planlı olamazdı. Yukarı çekildiğim anda utancımdan Adem'in kollarına atılıp yüzümü omzuna gömdüm. "Beni götürür müsün?" diye yorgun sesimle sordum Adem'e. Tabii ki Âdem ,Çınar'dan icazet almadan soruma karşılık vermeyecekti. Çınar Bey, isteğiniz üzerine güvenli alan oluşturuldu, süite geçebiliriz?" Âdem sen en iyisi Feraye'yi çiftliğe götür, burayı organize etmem lazım, doktorla görüşüp kendisini çiftliğe yönlendireceğim." "Sizi böyle bırakmak içime sinmiyor Çınar Bey, yaranız iyi durumda olmayabilir?" "Selami Bey çok geçmeden gelir, dediğim gibi yap Âdem." "Peki Çınar Bey." Çınar süite değil çiftliğe götürülmemi istemişti. Belli ki beni görmek istemiyordu. Âdem bulunduğumuz yerden sağlam ve ağır adımlarla beni kucağında arabaya doğru taşıdı. Terastan araca kadar yol aldığımız sürede etrafta kimsecikleri görmemiştim, skandalsız ve güvenli bir şekilde otelden çıkmış Çiftlik köydeki Villaya doğru yol almak üzere araca binmiştik. Âdem şoför koltuğundaydı sessizce arabayı sürüyordu, bense arkada oturmak istemediğimden Adem'in yanındaki yolcu koltuğunda oturuyordum. Üzerimde Çınar'ın kokusunun sindiği smokinin ceketi vardı, daha fazla üşümemen için terastan ayrılmadan önce üzerime örtmüştü. İçime onun kokusunu çekerken yaptığım aptallığa öfkelendim ve gözlerimden akan yaşları hıçkırıklarım takip ettiğinde artık arabadaki sessizliğimiz son bulmuştu. "Feraye Hanım, sizin için ne yapabilirim?" "Özür dilerim Âdem, sizlerin çabalarına rağmen yaptığım tüm sorumsuz, başıma buyruk hallerim için, sebep olduklarım için, özür dilerim." "Feraye Hanım, olanlar için yapabileceğimiz bir şey yok, geçmişi değiştiremeyiz birlikte çabalayacağız. Güveninizi kazanmamışsak bunda bizimde eksiğimiz var demektik. Ekrem'in size ne anlattığını ne yaptığını bilmiyorum, kimseye güven duymamanızı da anlayabiliyorum ama kendi sağlığınız için lütfen daha dikkatli olun. Aramalarıma cevap alamadığım için endişelenip terasa geri dönmeseydim, eğer biraz daha gecikseydim! İşte o zaman olacakların telafisi mümkün olamazdı. Şükürler olsun ki sizde Çınar Bey de sağlıksınız." "Ben hayatınıza girdiğimden beri size felaketten başka bir şey getirmiyorum değil mi?" "Feraye Hanım, biz zaten felaketlerle yoğrulmuş bir hayat yaşıyoruz zaten. Görmekle yetinmeyip bir de bakmayı deneseniz, biraz anlamaya çalışsanız siz de bir çok şeyi fark edebilirsiniz. Yaşadıklarınız kolay şeyler değil belki ama sizin için çabalayan insanları fark edin istiyorum. Sandığınızın aksine varlığınız felaket getirmemiş olabilir, karanlık bir geceye ay nasıl ışıl saçıyorsa, aynı isminizin anlamı gibi karanlıkta kalmışlığımızı aydınlatıyor da olabilirsiniz." "Ne diyorsun Âdem, iyi hissetmem için çabalıyorsun biliyorum ama söylediklerin çok anlamsız. Üzerime giydiğim elbiseler kanlanmadan çıkmıyor görmüyor musun? Ben karanlığa ışık değil etrafıma kan saçıyorum resmen." "Eğer benim baktığım yerden görebilseydiniz belki anlardınız? Biz ne zaman biteceğini bilmediğimiz bir yastan çıktık varlığınızla. Sizin için hazırlanan oda, sizin için yapılan alışverişlerin çalışanların gözündeki heyecanını bir görebilseydiniz keşke! Çınar Bey çiftliğe nadir gelirdi ve geldiği zamanlarda da çiftlikten sabah karanlığında ayrılıp çiftliğe gece karanlığında dönerdi. Çoğu kez yemek yemezdi. Çiftlikteki çalışanların çoğu neredeyse Çınar Bey'in yüzünü unutmuştular, şu kısa sürede varlığınızın sebep olduğu değişiklikleri bilmemeniz normal." "Herkes için üzgünüm. Ben o beklediğiniz ışık olmadığımı düşünüyorum Âdem. Varlığım uzun sürmeyecek, daha fazla kimse zarar görmeden Milano'ya döneceğim. Çınar'la anlaşmamız bu yönde ve zannettiğiniz gibi bir ışığım da yok. Ben de karanlıktayım bahsettiğin gibi bir ışığım olsa kendime hayrım olurdu, daha kendime faydam yokken varlığıma çok mana yüklenmiş, belli ki siz görmek istediklerinizi görmüşsünüz, çok üzgünüm." Sözlerim Adem'in duymayı arzu ettiği şeyler değildi, Çınar'la olan evliliğimize dair beklentilerinin olması hele de Adem'in Çınar'a bu kadar yakınken evliliğimiz hakkındaki gerçeklerden bihaber oluşu beni şaşırtıyordu. Söylediklerimden sonra ikimizde sessiz kaldık. Çiftliğe vardığımızda ben uyumakla uyanık kalmak arasında mekik dokuyordum. Adem'in kapımı açmasıyla yüzüme vuran açık hava beni biraz olsun kendime getirmişti. Arabadan inerken sendelemiş olmamdan dolayı Âdem beni kucağına aldı. İtiraz edecek halde değildim, bu kez de Adem'e yük oluyordum. Neden insanlara hep yük oluyordum? Neden bu kadar güçsüzdüm? Neden daha soğukkanlı biri değildim? Bu gece hiç olmadığım kadar nefret etmiştim kendimden, acizliğimden. Hayatım hep birilerinin gölgesinde mi devam edecekti? Villanın kapısına vardığımızda kapıyı Hamiyet Hanım açtı, üzerimdeki kanları fark etmiş olacaktı ki çığlıklarla karşıladı bizi. Hamiyet Hanımın çığlığı ile evdeki diğer çalışanlarda olduğumuz yere toplandılar. Adem'in yolda anlattıklarını dinleyene kadar evdekilere hiç dikkat etmemiştim. Etrafımızda toplananlardan çıtı pıtı, zarif kız olan biri dikkatimi çekti. Gözlerini şaşkınlık ve endişe ile irice açmış halde bize bakıyor olduğunu gördüm. "Âdem!" "Sorun yok Yasemin sakin. Hamiyet Hanım, Feraye Hanımı odasına götürelim." Âdem Beni odama taşırken Hamiyet Hanım ve Yasemin diye seslendiği zarif bayan peşimiz sıra bizimle geliyordu. Hamiyet Hanım önden odaya girip odanın aydınlatmasını açtı, Âdem yavaşça beni yatağıma oturttu ve odadan müsaade isteyip Yaseminle birlikte ayrıldılar. Hamiyet Hanımsa üzerimi değiştirmem için bana yardımcı oluyordu, gözlerinden yaşlar süzülüyordu bana bakarken. İncinmemen için elinden geldiğince itinalı davranıyordu. Elbiseyi üzerimden çıkardığında sağ bileğimdeki morartıları görmemizle göz göze geldik Hamiyet Hanımla. Bir şey söylemek istemiş söylememek için dişiyle dudağını ısırmıştı. Banyo yapabilmem için hazırlık yapıp yıkanmam için bana yardım etti. Halam evlendikten sonra, çocukluğumda nadiren Melek Ablamla birlikte kız kıza küvete girip birlikte yıkandığımız zamanlar hariç, hep kendim yıkanmıştım.Gerçi bu eve ilk geldiğimde de Hamiyet Hanım benimle ilgilenmiş yıkanmama ve giyinmeme yardım etmişti ama o zaman baygındım. Şimdi ise her şeyin farkında olup utanmamak bana güç geliyordu. Üzerimde son parça olarak iç çamaşırlarım kalmıştı, Hamiyet Hanım onları çıkarmam için beklerken tedirginliğimi fark etmiş olmalıydı. "Feraye Hanım dilerseniz Çınar Bey'in gelmesini bekleyelim." Yüzüm iyice kıpkırmızı olmuştu Çınar'la ayrı odalarda kaldığımızı gerçekten karıkoca olmadığımızı bilmiyor muydu? Kaşlarımı çatmıştım bu halime karşılık Hamiyet Hanım devam etti, "Geçen sefer yıkanmanıza Çınar Bey yardım etmişti, ben belki yine..." "Çınar mı?" "Evet, ben rahatsız olmanızı istemediğimden sormak istemiştim ama yanlış bir şey mi söyledim, özür dilerim Feraye Hanım." "O gün üzerimi siz giyindirmiştiniz, öyle söylemiştiniz." "Evet ama ben sadece geceliğinizi giyindirdim , eve getirildiğinizde baygındınız, biz alışverişten döndüğümüzde, üzerinizdekilerden çoktan arınmıştınız Çınar Be ..." Şaşkınlıkla dengemi kaydedip köşesinde oturduğum su dolu küvete düşüverdim. Küvette kendimi düzelttiğimde, Hamiyet Hanım'ın endişeyle bana yardımcı olmak için uzandığını gördüm. Ağzıma burnuma kaçan su yüzünden boğulur gibi olmuştum. Yaşanan onca arbededen sonra hayatta kalmayı başarıp da sakarlığından küvette boğularak ölen kız olarak tarihe geçmem an meselesiydi. Güçlükle de olsa öksürüğümü durdurup nefes alışverişlerimi düzeltebilmiştim. Utancımdan alev alan bedenim yüzünden su beni değil ben suyu ısıtıyor olmalıydım. Hamiyet Hanım da şaşkın hallerimden kırdığı potun farkına varmış olacak ki söylediklerinin üzerine tek kelime dahi eklemeden banyo yapmamda yardımcı olmaya başladı. Suyun içerisindeyken iç çamaşırlarımı çıkardım. Hamiyet Hanım sevecen halleriyle bana itinalı bir şekilde yardımcı oluyordu. Vücudumun liflenmesi bitince saçlarımı şampuanlamaya başlamış, durulamış, üzerimdeki köpüklerden özenle arınmamı sağlamıştı. Sonra bornozumu giyinmeme ve yatağıma gitmeme de yardımcı oldu. Saçlarımı özenle tarayıp kuruttu ve gardıroba gidip gece kıyafeti bakmaya başladı. Doktor muayyene için gelecekti. Hamiyet Hanımın seçeceği pijama modelinin bu duruma uygun olmasını hatırlattığımda bu isteğimin onu mahcup ettiğini gördüm ama gönlünü almak için tek bir söz dahi etmedim. Geçen sefer üzerimde bulduğum kombinezonun bende yarattığı utancın ve mahcubiyetin yanından bile geçemezdi hissettikleri. Nihayet özlem çektiğim uykuya hazırdım, Hamiyet Hanıma teşekkür ettikten sonra doktor geldiğinde uyandırılmak üzere dinlenmek istediğimi söyledim, o da bu isteğimle birlikte müsaade isteyip odadan ayrıldı. Yorgunluktan ölüyordum ama uyuyamıyordum da son günlerde yaşadıklarım gözümün önünden geçiyordu ve bu gece olanlar da. Çınar beni kendi hayatı pahasına hayatta tutmuştu. Sadece Firuze Halam'a verdiği söz müydü bana olan korumacılığının sebebi? Hatırı büyük dediği Firuze Halamdan ise hala bir ses yoktu? Kafamdakileri düzene sokmak için yaşadıklarımı tekrar düşünmeye başladım. Bir sene önce tanışmıştık ilk kez Çınar'la, hakkında bildiklerim babasının boşluğunu hakkıyla doldurduğu, işinde başarılı olduğuydu. İrfan Yalçınkaya hayattayken kendisi, magazinde yer alan haberlerin jönü sayılabilirdi, her gece başka biriyle eğlencelerde yakalanan, kadınlar arasında popüler olan biriydi. Benim gözümde ise kelimenin tam manasıyla züppeydi. Son iki yıldır Türkiye de değildim ama ablamdan duyduklarımla öğrendiğime göre babasının vefatından sonra gece eğlencelerine son vermişti. Bence istemese de ara vermek zorunda kalmış olmalıydı. Koskoca Yalçınkaya Holdingi idare etmek kolay olmasa gerek. Halamla iyi bir ilişkileri olduğu da belliydi. Babamın vefatı ile başlayan miras ve güç savaşlarında halam zayıf olduğum için haklarımı korumamı istemişti. Çınar'la evliliğimiz ne zaman planlanmıştı? Ekrem Eniştem 'in dediklerini gözden geçirmeliydim. Halam'ın beni almaya geldiği gün Çınar'la evli olduğumuzu ben dahi bilmiyordum ama Çınar ve Halam biliyorlardı. Beni öldürmek isteyen kişi Çınar olsaydı ne o gün ne İtalya'ya dönmek istediğim gün beni kurtarmazdı. Çınar kaçtığımı anladığında gideceğim yeri tahmin etmekte elbette zorlanmayacaktı. Kesinlikle Çınar olamazdı en başından beri canını canımın önünü koyup beni koruyan oydu. O gün hava alanı yolunda yaşanan silahlı çatışmada ölebilirdik. Eniştemin oyununa geldiğim apaçıktı işte ve neredeyse bu gece amacına ulaşacaktı, beni Çınar'dan ayırmakla kalmayıp neredeyse canımdan edecekti. Peki ya hava alanına o gün gideceğimi Ekrem eniştem nasıl öğrenmiş olabilirdi? Bence asıl soru buydu ve cevabını bilmiyordum. Çınar'a çok büyük zarar veriyordum. Melek Ablam da durumun farkındaydı ve her şeye rağmen, onun hayallerini yıkan ben olmama rağmen, bize yardım etmişti. İyi ki geceden erken ayrılmıştı. Çınar'ın öpücük şovunu elbette medyadan öğrenecekti ama olanları medyadan öğrenmesi bizimle aynı atmosferi paylaşarak yaşananlara şahit olmasından daha az incitici ve tahammül edilebilir kılabilirdi. Hem neydi o öpücük! Gece boyu Fidelio ile olan fotoğraflarım yüzünden bana öfke kusan bakışlarından sonra üstelik! Ne gerek vardı böyle bir şova? Herkes inanması gerektiğine zaten inanacaktı. Benden ilk öpücüğümü almasına değer miydi? Tabi onun için ilk öpücüğün bir önemi, anlamı var ya da karşısındaki kişinim hislerinin bir değeri varsa? Kim bilir kaç kadını öpmüştü? Hem benim ilk öpücüğüm olduğunu nereden bilecekti? Aklıma geldikçe öfkeden bedenimi alev sarıyor, adeta yanıyordum. Uyumak için kıvrıldığım yatağımda başımın altındaki elimi dudaklarıma götürdüm, dudaklarımda gezdirdim ve tekrar o anı düşündüm. Öfkelensem de öpüldüğüm gerçeğini değiştiremezdim, yaşadığım utancı, şoku bir tarafa atıp nasıl bir his olduğunu düşünmek istiyordum. Hiç beklemediğim bir anda dudaklarına hapsolmuştu dudaklarım. Anın şokundan çokta bir şey hissetmemiştim. Peki ya şimdi aklıma geldiğinde hissettiklerim neydi, sadece öfke miydi? Boğazımı gıdıklayıp yanaklarımı ve kulaklarımı yakan bu his bu duygunun adı neydi? Cevaplarını aramam gereken daha mühim sorularım varken neler düşünüyordum böyle? Üstelik Çınar'ı terasta kanayan yarasıyla da bir başına bırakmıştık. Aklım karma karışık olmuştu. Aklımın içinde neredeyse kendimi kaybetmekte olduğum düşüncelerden odamın kapısının tıklanmasıyla kurtulabildim, beklenmedik sesin verdiği korkuyla bir anda uzandığım yerden sıçradım. "Feraye Hanım, Doktor Selami Bey geldiler." "Buyurun lütfen." Hamiyet Hanım, önce odamın kapısını açtı odanın aydınlatmasını da açtıktan sonra doktor bey muayyene için içeri girdi. Hamiyet Hanım bana müsaade ister bir ifadeyle tebessüm ettikten sona odanın kapısını kapatıp, bizi Selami Beyle baş başa bıraktı. "Nasılsınız Feraye" "Son zamanlarda yaşadığım ataklardan yaşadım ve bu kez kendimi toparlamak yerine fazlasıyla dağıldım zannediyorum. Bütün vücudum ağrıyor ve sağ bileğimi oynatırken canım fazlasıyla acıyor ama asıl Çınar için endişeliyim?" "Kasılmalardan sonra bedeninin ağrıması normal. Yaşananlardan Çınar biraz bahsetti. Önce bileğini muayyene edeyim." Selami Bey bileğimi oynatıp muayenesini yaptıktan sonra kas ağrılarım için ağrı kesici kas gevşetici ilaç, bileğim için de merhem verdi. "Feraye yarın bir doktor arkadaşım seni ziyarete gelecek iznin olursa?" "Ne için, endişelenecek bir yaram olmadığını söylemiştiniz, sağlığımla alakalı bir sorun mu var?" "Ben fiziksel olarak seni muayyene ettim, yaşadıklarının ruhunda nasıl bir yara bıraktığını bilmiyoruz, işte o da arkadaşımın uzmanlık alanı. Belki kendisiyle sohbet etmen son zamanlarda sıkça yaşadığın ataklarla baş edebilmen için faydalı olabilir." "Gerek yok, artık iyiyim. Hem Çınar'ın durumu nasıl? Soruma cevap vermeyişiniz endişemi arttırıyor." "Çınar'ın yarası iyi fakat onunda senin için endişeleri var. Bu gece terasta olanlardan bahsetti, seni kurtarmak isterken sen pek de kurtulmak istemiyormuşsun gibi gelmiş ona." "Çınar ölmek istediğimi mi söyledi? Bunun için mi meslektaşınızla görüşmeme gerek duyuyorsunuz? Bir yanlış anlaşılma var ben intihar etmedim, yaşananlar sadece bir kazaydı." "Bunları doktor arkadaşımla konuş..." Selami Beyin sözünü tamamlamasına izin vermemiştim. "Hayır, katiyen görüşmek istemiyorum. Ben ne hissettiğimi gayet iyi biliyorum. Korktum aklım karıştı çünkü bunları yaşamamı gerektirecek şeyler yaşadım. O an endişelerimle başa çıkamadığım doğrudur, atak geçirdiğim de ama ölmek istediğim kısmı sizin fikriniz ve yanlış." Ölmek istememiştim, Çınar'ın benimle birlikte aşağı düşecek olmasından korkmuş ona bir şey olmaması için beni bırakmasını istemiştim ama bunu Selami Bey'e söyleyemedim. Hem emindim ataklarım için ilaç tedavisi uygulanacaktı. Orta okul çağlarımda Melek Ablamın da benzer atakları olurdu. Bizim dünyamızda bu tarz rahatsızlıkların duyulması da ayıp kaçacak olmalıydı ki Tomris Ablam anne babamdan dahi Melek Ablamın yaşadığı atakları gizleme kararı almıştı. Ben Melek Ablamın atağına talihsizce bir kez şahit olmuş, çok korkmuş ve ağlamıştım. Bana da bu konunun duyulmaması için sıkı tembihlerde bulunmuş ablamın günlerce bir hastaneye kapatılabilme ihtimaline karşı bu durumun gizli kalmasını söylemişti. Melek Ablama verdikleri ilaçlar, onu, ruhunu kaybetmiş bir insan haline getirmişti. Az gülen, az konuşan, benimle uğraşmasını bile özlediğim bir Melek vardı o yıllarda karşımda. O çocuk aklımla "eğer ablam eskisi gibi sağlıklı Melek olursa bir daha asla benimle uğraşmasına şikâyet etmeyeceğim", diye gecelerce Allah'a dua etmiştim. Belli ki Korhanlı soyadının ağırlığında ezilme sırası bendeydi, şimdi de benzer atakları ben yaşıyordum. Beni yürüyen ceset yapacak o tedavilere de ihtiyacım yoktu benim. "Fikrimde kararlıyım, lütfen zahmet buyurmayın Selami Bey. Müsaadenizle muayeneniz bitti ise dinlenmek istiyorum." "İstemediğin bir şeye seni zorlayamam Feraye, sen ne zaman istersen o zaman görüşürsünüz?" Selami Beyin sözü üzerine göz yaşlarıma engel olamadım, istemediğim ne çok şeyi kabullenmek zorunda kalmıştım. Ne çok duymayı arzu ettiğim bir cümleydi bu; "İstemediğin bir şeyi yapmaya seni zorlayamam.". Özgürlük, istediğini yapmak değildi, özgürlük asılında istemediğin hiçbir şeyi yapmamaktı. Teşekkür ederim." Kâbus gibi bir geceden sabaha vardığımda en son hatırladığım, aklımdaki cevapsız sorulardan dolayı yatakta dönüp durduğumdu. İki, üç saat kadar uyuyabildim. Aynadaki yansımama baktığımda karşımda gördüğüm görüntü hiç iç acı değildi. Gece boyu gözyaşlarımla yıkadığım yüzüme birkaç sefer su çarptım ve tekrar yansımama baktım. Başım bedenime ağır geliyormuş gibi hissediyordum. İlk yardım malzemelerinin bulunduğu kutudan makası alıp saçlarımı kestim. Belime kadar uzanan saçlarım artık omuzlarıma zar zor değiyordu. Aynadaki yeni görüntüme baktım, ilk okuldan bu yana ilk kez saçlarımı bu kadar kısa görüyordum. Hoşuma gidip gitmediği konusunda emin değildim. Beğenmesem de saçlarım için artık çok geçti. Bu halini mecburen kabullenecektim. Kabullenmekte bu günlerde üzerime yoktu. Üzerimdeki saç kalıntılarından arınmak ve ayılmak için duşa girdim. Normalden daha sıcak ayarda açtığım suyun başımdan aşağı süzüldükten sonra giderde girdap oluşunu seyrettim. Suyun sıcaklığı ile bedenimin rahatlamış olduğunu hissediyordum, avucuma şampuanı boşalttığımda artık saçlarımın eskisi kadar uzun olmadığı geldi aklıma. Eskisine oranla daha az şampuan saçlarım için yeterli olabilirdi ama yılların alışkanlığı da bir anda değiştirilmiyordu. Artık fazlasıyla birlikte saçlarıma şampuanı boca etmeliydim. Saçlarımı şampuandan iyice arındırdıktan sonra banyo havlusunu üzerime sarıp duştan çıktım. Aynanın önünde bulunan kişisel bakım malzemelerine göz gezdirdim. Vanilya aromalı olan vücut losyonunu elime aldım. Normalde bakım işlerine çok vakit ayırmazken sabırla vücudumu kremleyebilmiştim. Losyonla işim bittikten sonra vanilya aromalı setin bu kez vücut spreyini alıp bedenime sıkındım. Artık kısa olan saçlarımı da taradım, kuruttum. Üzerime kot pantolon ve uzun kollu olanların içerisinden seçtiğim ince bir bluz giyindim. Uzun kolu sayesinde bileğimdeki morlukları saklayabilirdim. Kendimi daha iyi hissetmek için özenle hazırlanmış olsam da bir gün evveli keyifle gözlerimi açtığım bu odada bugün tüm çabama rağmen kasvet soluyordum. Oda değildi ruhumu darlayan aklımdaki fısıltılardı. Ne yaptıysam da susturamıyor, yaşadığım anların ağırlığından kurtulamıyordum. Hamiyet Hanım her zamanki gibi tam vaktinde kapımı tıkladı. Kahvaltı hakkında isteğimi sormak için gelmiş olmalıydı, istediği müsaadeyi kendisine verince odama girmişti. Şaşkın gözlerle bana bakarak "Feraye Hanım, saçlarınız!",dedi. "Bakımı falan çok fazla yorucu oluyordu, bu hali daha kullanışlı hissettiriyor. Yalnız banyoyu fazlasıyla kirlettim, banyoyu saçlarımdan arındırmanız zor olacak gibi." "Sorun değil temizlenmesi için çalışanlarla görüşürüm Feraye Hanım. Şaşkınlığımı mazur görün bu hali de çok yakışmış. Ben kahvaltı için istediğiniz özel bir şey var mı diye sormak istemiştim?" "Omlet istiyorum." "Peki Feraye Hanım." "Hamiyet Hanım, Çınar Bey uyandı mı?" "Feraye Hanım, Çınar Bey dönmedi." "Anladım, sizden bir ricada bulunabilir miyim?" "Tabii Feraye Hanım, buyurun." "Bana çiftliği gezdirir misiniz? Çiftlik ahalisiyle de tanışmak istiyorum." "Hayhay ne zaman isterseniz, eminim çiftlikteki herkes de sizinle tanıştığı için sevinecektir" "Kahvaltı hazırlanana kadar en azından Villayı gezdirir misiniz? Kahvaltıdan sonrada Çiftliktekilerle vakit kaybetmeden tanışmak istiyorum." "Müsaadeniz olursa mutfak görevlilerine kahvaltı için isteğinizi iletip size eşlik etmek için döneyim?" "Teşekkürler." Hamiyet Hanım, dediği gibi vakit kaybetmeden yanıma geldi ve yatak odamın bulunduğu kattan başlayarak kaldığım evi bana gezdirmeye başladı. Odamdan çıkıp merdivenlerin tersi yöne doğru uzun koridorda gezinmeye başladık. Bu yönde üç oda daha bulunuyordu. Odalardan biri çalışma odasıydı ve içeride odanın bir duvarını kaplayan kitaplarla dolu raflar yer alıyordu. Dünya klasiklerinin yer aldığı ciltli ve basım tarihleri benim yaşımdan büyük olan bir sürü kitap vardı. Hamiyet Hanım bir sonraki odanın kapısını açtı burası da eski mobilyalarla kaplı tek kişilik misafir odasıydı. Diğer Bir odanın kapısına geldiğimizde Hamiyet Hanım, "Feraye Hanım bu oda Çınar Beyin rahmetli annesinin eşyalarının yer aldığı odadır Çınar Beyden başka kimse girmez ve kapısı kilitlidir.", dedi. Bulunduğumuz yerin tersi yönünde merdiven korkuluklarının olduğu yere doğru holde ilerliyorduk, holün duvarlarında bulunan tabloları incelediğimden adımlarımı yavaşlatmıştım. Doğa manzaralarının resmedildiği tabloların sağ alt köşelerinde yer alan Nesrin imzasına gözlerim takıldı. Duraksayıp tabloları inceleyen beni gören Hamiyet Hanım, "Bu tablolar Çınar Beyin rahmetli annesi Nesrin Hanım tarafından yapıldılar. Aslında bu çiftlik Nesrin Hanımın çocukluğunun geçtiği, ailesinden kalan, kendi mülküymüş. Evlendikten sonra İrfan Bey'le Çamlıca tarafında bir köşkte yaşamaya başlamışlar, burası da zaman içinde tamamen yalnızlığa terk edilmiş. Çınar Bey, Üniversiten mezun olduktan sonra kendi işini kurup, kazandıklarıyla yavaş yavaş bu çiftliğe tekrar hayat verdi. O zamanlar İrfan Bey tek varisi Çınar olduğundan Yalçınkaya Holdinginde devam etmesi için baskı yapmasaydı da Çınar Bey şimdiki gibi başarılarıyla konuşulurdu elbet! Bu eski villayı sadece kendi kazandıklarıyla tekrar inşa ettirdi, çiftliği tek tek düzenledi ! Her bir detayıyla bizzat kendisi ilgilendi yeni fidanlar ekildi ve gördüğünüz gibi tekrar yaşanabilir hale getirdi. Çiftlik hayvanlarının da rahatça yaşayabileceği alanlar yaptırdı, size her yeri göstermek istiyorum. Atları, büyük baş hayvanları, ördekleri tavukları... Ördekler için yapay gölet bile yaptırdı Çınar Bey! Bu çiftliğe geldiğimden beri huzur buldum. Buradaki hayvanları izlemek şehrin yorucu atmosferinden uzakta sakin bir yaşam sürmek bana göre çok keyifli belki siz de seversiniz?.", dedi. Benim ve Çınar Beyin Odasının olduğu yönde ilerlemeye devam ettik, burada kapısı kapalı bir oda daha vardı fakat Hamiyet Hanım o odayı es geçip merdivenlere yönelmişti. Ben Hamiyet Hanımın bana anlattıklarını dinlerken burayı akladığını düşündüğümden kendimi bu kattaki kapalı olan son odanın kapısında bulmuştum, kapının kulpunu çevirirken, "Bu oda da girilmesi yasak olan alanlardan değil sanırım" deyip odaya giriverdim "Hayır Feraye Hanım ..." Odanın kapısını açıp içeri girdiğimde kendimi öğrenciliğimde okuduğum okulun kimya sınıfına girmişim gibi hissetmiştim. Her yerde içerisinde sıvıların bulunduğu beherler, cam damlalık ve püskürtücü pompa parçaları ve üzerlerinde etiketleri olan sayamayacağım kadar cam şişe yer alıyordu. Elime şişelerden birini aldığımda üzerinde çam esansı yazdığını görmüştüm. Hamiyet Hanım ardımdan odaya girdiğinde, "Burası Çınar Bey'in parfüm yaptığı oda. Parfümünü kendisi hazırlar, hatta bazen bizler için parfüm yapıp hediye ettiği de olmuştur." "Nasıl yani Çınar parfüm mü yapıyor?" "Çınar Bey kokular konusunda oldukça hassas ve kendi yaptığı parfümden başkasını asla kullanmaz. Boş zamanlarında burada vakit geçirdiği çok oluyor.". Çınar'ın her soluduğumda ruhumu hafifleten parfümünün kendi yaptığı karışım olduğunu bilmek beni şaşırtmıştı. Şişelerin üzerindeki etiketleri okuyup aromaları koklarken bir yandan da söyleniyordum. "Kadınların Çınar hayranlığının sebebi Afrodizyak etkili parfüm kokusu olabilir mi? Demek ki Çınar'ın sırrı buymuş..." Benim yarım ağız mırıldanışlarıma Hamiyet Hanım anlam verememişti elbette. Birlikte odadan çıkıp merdivenlerden indiğimizde bir alt katta yer alan, şaşalı mobilyalarla dekore edilmiş olan misafir salonunu gezmiştik. Giriş katında ise Yemek salonu ile bir üst kattakinden daha minik ve de mütevazı oturma grubu mobilyalarıyla dekore edilmiş misafir salonu yer alıyordu. Mutfak ve çalışanların odaları da bu katta yer alıyordu. Mutfağa vardığımda Hamiyet Hanımdan yaşça daha büyük tonton bir amcanın yemeklerle meşgul olduğunu görmüştüm. Yine mutfakta dün adının Yasemin olduğunu öğrendiğim kişi ile temizlik işleri için anlaşmalı firma tarafından geldiklerini öğrendiğim çalışanları görmüştüm. Hamiyet Hanım çalışanlara beni tanıttıktan sonra kendileri hakkında bana bilgi vermeye başladı. Aşçımız Çınarın annesi hayattayken hizmetlerine bakan emektar aşçılarıymış. Temizlik işlerine bakan bayanlar senelik anlaşma ile gelir senede birkaç kez değiştirilirmiş. Yasemin ise üniversite okuyor yurtta kalmadığı boş zamanlarında çiftlikte kalıyor ve mutfak işlerine yardımcı oluyormuş. Villadaki minik gezintimiz sona erdiğinde yemek salonunda benim için hazırlanan kahvaltı sofrasına oturdum ve isteğim üzerine hazırlanan omleti yemeğe başladım. Omlet lezzetli olsa da aradığım lezzeti bulamamıştım. Rezidansta kaldığımızda Çınar'ın kendi elleriyle hazırladığı omletin tadı hala damağımdaydı. O gün benim için daha fazla endişelenmek istemediğini söylediğini anımsadım. Tüm ikazlarına rağmen yine başıma buyruk hareket etmiş ve sonunda yine onun başına bela olup onu incitmiştim. Hamiyet Hanım Çayımı servis ederken dışardan gelen gürültülü seslerin etkisiyle ikimizde yerimizde sıçramıştık. Salonun kapısı açıldığında içeri tüm heybetiyle Çınar girdi hemen akabinde Doktor Selami ve peşi sıra Âdem salona geldiler. Çınar'ın hoyrat halini görünce gayri ihtiyarı oturduğum yerden kalkmış halde buldum kendimi. Çınar'ın bakışları saçlarımda bir süre oylandıktan sonra irileşen gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına üzerime öfke saçarken, adım adım üzerime geliyor, her bir hecede bir fazla yükselen sesiyle bana hesap soruyordu. "Nasıl olurda doktorla görüşmeyi reddedersin!" Cümlesini haykırarak sonlardı. Belli ki Çınar'ın öfkesinin asıl sebebi dün gece Selami Bey'in önerdiği meslektaşıyla görüşmek istemememdi. Âdem'in, Hamiyet Hanım'a göz işareti yaptığını gördüm, sonrasında birlikte salondan ayrıldılar. Odada Selami Bey, ben ve Çınar kalmıştık. Selami Bey öfkeden gözü dönmüş halde gördüğüm Çınar'ı yatıştırmaya çalışıyordu. Cesaretimi toplayıp Çınar'a durumu izah etmeye kalkışmıştım. "Ben Selami Bey'e de söyledim, Meslektaşı ile görüşmeye gerek duymuyorum." "Ben duyuyorum Feraye, iyi değilsin sen kabul etmesen de her halin ben iyi değilim diyor. Saçların, saçların neden bu halde?" "Ben iyiyim, uzun zamandır kısa saç kullanmayı arzu ediyordum. Saçlarımın bu konuyla bir alakası yok!" Çınar'ın her bir cümlesi bir önceki ses tonundan daha yüksek tonla öfkeyle dökülüyordu dudaklarından. Konuşmamıza Selami Bey de dahil olmuştu. "Çınar artık dur, buraya kadar peşinden sürükledin bizi." "Doktor Bey, ben ne duyduğumu ne yaşadığımı gayet iyi hatırlıyorum. Bu küçük kızın söylediklerine kanacak değilim." Çınar'ın gözünde oyunlar oynayan küçük bir kız mıydım şimdi ben? Benimde artık kalın puntolu cümleler kurma vaktim gelmişti: "Çınar! Selami Bey'e dün gece yaşananlar hakkında ben de bilgi verdim. Dün yaşananlar bir kazaydı ve ..." Çınar, cümleme tamamlama dahi müsade etmeyip, Selami Bey'in onu yatıştırmaya çalışan ellerinden kurtularak, öfkeden gözüme daha da iri gözüken bedeniyle aramızda mesafe bırakmayacak kadar yakınıma geldi. Bu haliyle kırmızı görmüş boğadan farksız gibiydi. Gözlerini gözlerime kilitledi. "Feraye yeter! Dün akşam Terastan düşmek üzereyken seni bırakmam için bana defalarca kez bağırdın. Bugün de karşımda saçlarını kesmiş halde duruyorsun. Atakların eskisi gibi değil! Artık daha da şiddetli! Bugün doktor hanım gelecek ve seanslara başlanacak." "Hayır! Asla bana istemediğim bir şey yaptıramazsın. Artık yeter, beni kendi halime bırak." "Kendini öldürmen için mi? O doktor bugün gelecek! Benim sözümün üstüne söz söylenmeyecek bu evde! Benim adım Çınar Yalç...." Çınar çığırından çıkmış gibiydi, cümlesini tamamlamamış, kendindeki yükselişin farkına varıp başını avuçlarının içine alarak şaşkınlık içinde sakinleşmeye çalışıyordu. Selami Beyle göz göze geldiler. Selami Bey, "Çınar Yeter Ne sen İrfan Yalçınkaya'sın ne de Feraye annen! Artık durmalısın. Bence meslektaşımla ilk önce senin tanışmanda fayda var" dedi ve birlikte hızla önce salondan sonra villadan ayrıldılar. Salonda konuşurken yalnız olsak da tartışmamızdaki yükselen seslerimizin, bulunduğumuz kattaki çalışanlarca duyulmamış olması imkansızdı. Ben dağılmış bir halde ayakta duruyorken salondan içeri Hamiyet Hanım girmişti. Onun içeri girmesiyle göz göze geldik ve ben artık duygularımı saklayamayarak hıçkırıkla Hamiyet Hanım'a doğru koşup kendisine sığınmıştım. Göz yaşlarım omzunu ıslatmıştı. Hamiyet Hanım sessizce sırtımı sıvazlıyordu. Çok utanıyordum, hislerimin ağırlığına daha fazla dayanamayarak hızla odama doğru koştum. Odamın kapısını kilitleyip kendimi yatağıma attım artık göz yaşlarımı yastığıma hapsediyordum.
Çınar Yalçınkaya
Feraye ile tartışmanın ardından çiftlikteki villadan ayrılıp arabamın olduğu yere doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Soluduğum hava öfkeden ciğerlerimi yakıyordu. Ardımdan Selami Beyin seslendiğini işittim. Durmak gibi bir niyetim yoktu. Az evvel yaşadığım şey ben olamazdım. Kendimde o nefret ettiğim kaçtığım tiksindiğim İrfan Yalçınkaya'yı görmüştüm. Artık hayatta bile değildi ama ben hala kendisinden kurtulamamıştım. Damarlarımda akan onun da kanıydı. Nereye gidersem gideyim nereye saklanırsam saklanayım asla kendimden kaçamazdım. Asla onun oğlu olduğum gerçeğini değiştiremezdim. Bu lanet olasıca hayatta Yalçınkaya olarak yaşamak zorundaydım. Sahip olduğum karanlık babamın bana miras olarak bıraktığı genlerdi. İrfan'ın bana miras bıraktığı kendimde sevmediğim ne kadar kötü huyum varsa onun ölümünden beridir gün yüzüne çıkıyordu. Kendimi tutamıyordum. O eski, serseri, vurdumduymaz, nerde akşam orada sabah hallerimi, özlüyordum. İrfan öldüğünde, Yalçınkaya Holdingin yönetimini devralma sebebim hiçbir zaman tahta çıkma hevesinden olmamıştı. Babamın karanlığını aydınlığa çevirip onun yaktıklarını yeşertmeyi, bozduklarını düzeltmeyi hayal etmiştim. Bu yüzden güçlü olmam gerektiğini biliyordum. Feraye ile evlenmeyi asıl kabul etme sebebim, Firuze'nin onu korumam karşılığında Yalçınkaya Holdinginde miras yoluyla sahip olduğu hisselerden feragat etmesiydi. Bana teslim ettiği hisselerle hayal ettiğim düzeni kuracak güce sahip olacaktım. Bana ihtiyacım olan gücü veren Feraye, aynı zamanda kontrolümü kaybetmeme sebep olacak zaafım da olmuştu. Daha fazla kontrolümü kaybetmemek için ondan uzak durmalıydım. Bu ikimiz içinde en iyisi olacaktı. Ona İrfan'ın anneme yaşattıklarını yaşatmamalıydım. Annem gibi o da ölmek istemişti. Bir kayıp daha veremezdim. Eğer benim varlığım Feraye'nin bu hale gelmesinin sebebi ise yokluğum da ilacı olabilirdi. Selami Beyin serzenişlerine aldırış etmeden arabama aklayıp gaza yüklendim. Elime telefonu alıp Seda'yı aradım. Bu gün uzun süredir vakit ayıramadığım için ertelediğimiz, Seda'nın ısrarla önüme getirdiği Yayla Projesinin planlarının başlatılması için en doğru zamandı. Görüşmeler ve arazilerin fizibilitesi için şehir dışına çıkmamız gerekiyordu. Kendimden kaçamasam da bu şehirden kaçabilir en azından kendimden başkalarını koruyabilirdim. Belki de Feraye yokluğumla daha güvende olabilirdi. Bende zaafımdan uzaklaşarak tamamıyla işlerime kanalize olabilirdim. "Alo Seda, hemen hazırlan Rize'ye uçuyoruz.". "Harika bir karar Çınar.". "Seni evden alırım.". "Tamam, seni bekliyorum." .
Altıncı bölüm sonu, devam edecek...
|
0% |