@demirkalem
|
>>>>>>>VIII<<<<<<<
Parmaklıklar ardına mahkûm edilmişse aşk, çırpınışları acıtır, dar gelir yüreğe can kafesi.
>>>>>>>VIII<<<<<<<
Yaşananlardan sonra Çınar, günlerce çiftliğe gelmedi. Ben de zamanımın çoğunu odamda geçiriyordum. Zaman zaman iştahım olmasa da Hamiyet Hanım'ın bana yaptığı ısrarlara dayanamadığımdan yemek yemek için odamdan çıkıyordum. Çınar hakkında, haber alabileceğim tek kaynağım ise basın yayınları olmuştu. Haber sitelerinde, en çok yer alan konu, holdingin davet gecesinde Çınar'ın ilan ettiği evlilik haberimizdi. Müzmin bekar Çınar artık evliydi. Üstelik varlığından haberdar olunmayan ünlü ve saygın ailelerden Korhanlıların kızıyla! Nasıl abartıla abartıla yazılıp çizilmesindi. Fotoğraf çektirmekten hoşlanmayıp, davetlerde kıyı bucak kaçan biriyken magazin sitelerinin bloklarında, gazetelerde yayınlanan fotoğraflarıma bakar olmuştum. Fotoğraftaki hallerimize baktığımda kusur göremiyordum, gayette mutlu görüntüler vermiştik. Sonraki günlerde aynı haber sitelerinde Çınar'ın iş dünyasında ki yeni anlaşmalarına ve ortaklıklarına dair haberlere de genişçe yer verilir olmuştu. Çınar açısından her şey yolunda görünüyordu ama benim için öyle değildi. Hayatımda hiç olmadığım kadar kendimi yalnız hissediyordum. Malikânedeki varlığımın kabul görmediğini düşündüğüm günlerimi bile özler olmuştum. Arada bir halimin sorulduğu günlerimi. Melek Ablamın bana laf atmalarını bile özler olmuştum. Geceden beri Melek Ablamla görüşememiştim. Kendisine, hayatıma kastedildiğini anlattığım anda sanki ihtilafa düşmüştük. Ben, bu olanlardan Tomris Ablamı ve eniştemi sorumlu tutarken o ise benim aksime onların yapabileceklerine inanamıyordu. Halamdan da hala haber alamamıştım. Arada bir Fidelio ile yazışıyordum, Alegra ile ise İtalya'ya döndüğünden beri sadece bir kez konuşmuştuk, kendisi artık aramalarıma cevap vermiyor, mesajlarıma, maillerime dönmüyordu. Hayatımın karmaşıklığından ürkmüş olmasını anlıyordum ama en yakın dostumu kaybetmiş olmam da içimi acıtıyordu. Hayatımım kırılma noktasının resmileştirildiği davet gecesinden bu yana tamı tamına bir hafta geçmişti. Vaktimin çoğunu uyuyarak geçirdiğim, bomboş koskoca bir haftanın sonunda gözlerimi yeni güne, "Yeter!", diye açtım. Yetmişti! Daha fazla bu şekilde devam edemezdim, etmemeliydim. Hamiyet Hanımın, bu kez odama gelmesini beklemeyip, onun ısrarlarıyla değil de kendi isteğimle çıkmıştım odadan. Artık kendim için bir şeyler yapmam lazımdı, daha ne kadar saklanacaktım. Ne yaşanacaksa yaşanıyordu zaten hiçbir şey benim kontrolümde de değildi ki. Çekingen adımlarla, mutfağa doğru ilerlediğimde, mutfaktan gelen konuşma sesleriyle adımlarımı yavaşlattım. Mutfaktaki konuşmaları daha net duyabileceğim yere kadar ilerleyip durdum. "Birazdan temizlik şirketinden yeni çalışanlar gelecek, artık kapatın. Bu konular bir daha konuşulmasın Yasemin." "Nasıl konuşulmasın Muhlis Amcanın dediklerini duymadın mı? Hem bak kaç zamandır gelmiyor Çınar Bey." "Ah Muhlis Efendi ne diye anlattın bu konu bilinmemeliydi." "Doğrusun Hamiyet, boş bulundum. Çınar senin de benim de evladımız gibi değil mi? Onun üzüldüğünü görünce dayanamadım işte. Çınar öyle ailesine, bizlere öfke saçacak biri de değil. Annesi, intihar ettiğinde küçüktü, İrfan Bey çok eziyet etti ikisine de. Çınar, günlerce annesini bekledi, sonralarda kabullendi yokluğunu ama bu seferde, annem tedavi edilseydi hayatta olmaz mıydı? Neden annemi koruyamadım diye gecelerce kendini suçladı? Bir çocuk için bunlar kolay şeyler değildi. Firuze Hanım, İrfan Beyle evlendiğinde biraz biraz toparladı çocuk kendini. Tam Firuze Hanım ilgi alakasıyla onu iyileştiriyor galiba dediğimizde de yatılı okullara gönderildi. Feraye, Çınar'a iyi gelir sanmıştık hepimiz. Acılarını unutturur diye umut etmedik mi? Gerek çiftliğe daha sık gelir oluşu, gerek Feraye Hanımla alakadar oluşu hepimizi buna inandırmadı mı? Hiç bir şey geride kalmamış demek ki Feraye Hanımla tartıştıklarında söylediklerini hep birlikte duyduk! Çınar'ın o gün verdiği tepkileri işittiğimizde, geçmişte yaşadıkları gözümün önüne tekrar geliverdi. Feraye Hanım'ın intihar eğiliminde olması düşüncesi onu tekrar bu noktaya getirdi besbelli." "Bence Feraye Hanım konusunda haklıydı Çınar Bey. Baksanıza Feraye Hanım da iyi değil gibi, günlerdir doğru düzgün odasından dışarıya adım atmıyor, Hamiyet Abla ısrar etmedikçe dışarıya çıkmıyor işte. Ya kendine bir şey yaparsa... " "Yeter ama Yasemin! Muhlis Efendi sizde artık kapatın bu konuyu. Yasemin bak kimse bilmeyecek bu konuları, herkes Nesrin Hanımı hastalıktan vefat etti diye biliyor, bu konu duyulursa Çınar için hiç de iyi olmaz ona göre." "Ne zaman, neyi, kime, anlattım ben Hamiyet Abla. Hepimiz geçen hafta yaşananlara birlikte kulak misafiri olduk, üzüntüden hepimiz ayrı ayrı köşelere çekildik. Bugün de boş bulunup dertleştik sadece ne var bunda? Çınar Bey'i öz ağabeyim olsa bu kadar severdim. Zor zamanlarımızda hep yanımızda. Hepimiz onun mutlu olmasını istemiyor muyuz? Feraye de iyi birine benziyor. Şu basında çıkan, davette çekilmiş fotoğraflara baksanıza, ne kadar mükemmel bir çift olmuşlar. Mutlu olmaları için hep birlikte dua ediyoruz. Keşke bir şeyler yapabilsek. Ya durum iyice çığırından çıkmaya başladı. Çınar Bey eve gelmez, Feraye Hanım odasından çıkmaz oldu. Bir de..." "Bir de ne Yasemin,belliki bitmedi daha söyleyeceklerin, çıkar çıkar ağzındaki o baklayı." "Dün staj için holdingdeydim, Seda hala Çınar'ın gölgesi gibi peşinde. Hiç hoşlanmıyorum o kadından Hamiyet Abla bakma bana öyle. Ben de biliyorum Çınar Bey'in o kadına karşılık vermeyeceğini ama..." "Aması maması yok Yasemin, Çınar'ı çocukluğundan beri tanırım ben. Seda Hanım, Çınar Beyle tövbe tövbe! Hiç karakterleri falan uyuşmuyor, olacak iş mi! Hem ben Feraye 'ye nasıl baktığını gördüm, ikisi de bence birbirlerine boş değiller. Bizim gördüğümüzü elbet kendileri de görecek. Her şey zamanla yoluna girecek. Bu konuşma da artık burada bitsin! Ben Feraye Hanım'ın yanına gidiyorum." Hamiyet Hanım'a yakalanmamam imkansızdı, bu yüzden Hamiyet Hanım mutfaktan çıkmadan, duyduklarımı duymazlıktan gelerek ben mutfağa girdim. "Canım pankek çekti de Muhlis Bey, sizin o lezzetli elleriniz bu sabahki kahvaltı için bana pankek yapabilir mi diye sormaya gelmiştim?" "Tabii... tabii hemen yaparım Feraye Hanım." , dedi Muhlis Bey ve sonrasında Hamiyet Hanım şaşkınlıkla... "Şey biz az evvel ..." "Az evvel ne oldu? Eğer farklı bir menü düşündüyseniz ben planınızı bozmayım?" "Yok, olur mu öyle şey, siz ne isterseniz onu hazırlatmak vazifemiz, hem uzun süredir bir istekte de bulunmamıştınız. Feraye Hanım, bugün nasıl hissediyorsunuz?" "Sizden bir şey saklayacak değilim, zaten birçok şeye vakıf oldunuz. İyi değilim ama iyi olmak istiyorum. Kahvaltı hazırlanana kadar çiftlikte dolaşmak istiyorum. Yasemin bu gezinti için bana eşlik eder misin?" "Ta...ta... tabii ederim." "Teşekkürler Yasemin, hava bu saatlerde serin olur, üzerlerimize bir şeyler alıp kapının önünde bulaşalım." Yasemin'le sözleştiğimiz üzere üzerime hırka alıp çiftlik yürüyüşü için kapının önünde buluştuk. Mutfakta söylediklerini işitmiş olabileceğimi düşündüğü için haliyle tedirgin ve mahcup hissediyor gibiydi. Bir müddet birlikte sessizce yürüdükten sonra Yasemin, gezintimiz sırasında karşılaştığımız manzaralarla ilgili, çiftlikte bakılan hayvanlar ve bakımlarından sorunlu kişiler hakkında bana bilgiler vermeye başladı. Fırsattan istifade aklıma gelen soruları sordum. "Uzun zamandır buradasın sanırım." "Dört yıldır buradayım." "Aşağı yukarı akran sayılırız. Kendinden bahseder misin seni tanımak istiyorum?" "İşletme okuyorum, mali müşavir olmak istiyorum. Sağ olsun Çınar Bey eğitimime destek oluyor. Bu yıl da staj dönemimiz var. Bende dönem başlamadan işleri öğrenmek için stajıma da katkısı olur diye Yalçınkaya Holding 'deki muhasebe departmanına gidip gelmeye başladım. Öyle işte..." "Ailen nerede bildiğim kadarıyla çiftlikte kalıyorsun?" "Evet, bazen çiftlikte, bazense özellikle de sınav zamanları Okula yakın bir yerde bulunan kız yurdu var orada kalıyorum. Fırsat buldukça da ailemin yanına Maraş'a gidiyorum". Çınar'ın annesinin Selanik tarafı göçmen olduklarını duymuştum. Babası İrfan Bey'in de Ankaralı olduklarını biliyordum. Yıllardır İstanbul'da yaşıyorlardı. Çınar İstanbul dışına, sadece yurt dışı eğitimleri ve iş seyahatleri için ayrılmış olmalıydı. Peki Yasemin'le tanışıklıkları ve abi kardeş ilişkisi neye dayanıyordu? Merak etmiştim. "Çınar'la olan tanışıklığınızı merak ettim? "Çınar Bey'le Âdem sayesinde tanıştım. Aslında ben Âdem ve ailesini tanırım, bizim köydenler. Adem'in rahmetli ağabeyi İstanbul'a okumaya gitmişti. Çınar Bey'le Adem'in rahmetli ağabeyi çok yakın arkadaşlarmış. Sonra bir trafik kazasında vefat ettiği haberini aldık Mehmet Ağabeyimizin. O günden beri Mehmet'in yadigarları diye bırakmadı Çınar Bey. Adem'de okulu bittiğinden beri Çınar Bey'le çalışır. Kendi öz kardeşi gibi sever Çınar Bey Âdem'i.". "Âdem yakınınız mı?" "Biz Adem'le çocukluk arkadaşıyız. Feraye Hanım, ben babam vefat ettikten birkaç ay sonra buraya Maraş'tan geldim. Babam vefat ettiğinde babam tarafı akrabalar beni istemeye geldi, ben o vakitler daha reşit bile değildim. Ben, annem ve benden yaşça epeyce küçük erkek kardeşimle birlikte köyümüzdeki evimizde kalıyorduk. Toprağımız var bilirdik babam ölene kadar. Ekin eker geçimimizi sağlardık, bizim oralarda adettir babalar ölünce miras evin en büyük oğluna kalır. Dedem vefat edince tüm toprak büyük amcama verildi. Babam vefat edince de zaten resmiyette büyük amcama ait olan toprağımıza el konuldu. Sonra emmi oğluna istediler beni, ben evlenmek istemedim, ağabey olarak gördüğüm biriyle nasıl evlenebilirdim, hem okumayı da çok istiyordum. Tabi bize söz hakkı veren yok. Uzun lafın kısası Adem'den yardım istedim." "Reşit bile değilmişsin! Kolay olmamıştır seni bırakmaları, hem ailem köyde hala dedin, annenlere eziyet etmesin amcanlar." "Yok artık hiç bir şey yapamazlar. Biz Adem'le annemin de izniyle evlendik. Onlarda başta problem çıkardılar ama artık evli biri olduğum için bir şey yapmaya cesaret edemezler. Tabi bunda Âdem ile Çınar Bey'in de katkısı büyük. Birazcık gözdağı verdiler, bana da aileme de her yönden destek olmaya devam ediyorlar. Ben de burada eğitimime devam edip, ev işlerinde yardımcı oluyorum. Çınar Bey'in hakkı ödenmez de elimden gelen ne ise yapmaya çalışıyorum o istemese de. Ailemin geri kalanını da getirtmek istediler ama annem yapamam ben büyük şehirde, kızım size emanet dedi, memlekette kaldılar erkek kardeşimle. Kardeşimin eğitim masraflarını, ailemin ihtiyaçlarını karşılıyor Çınar Bey ile Âdem. Bende eğitimimi tamamlayıp aileme katkım olsun istiyorum." "Bir an önce kendi ayakların üzerinde durabilmek istiyorsun değil mi?" "Aynen öyle... Şükür hayatta iyi insanlar da var ama ben kimseye yük olmak istemiyorum." "Seni o kadar iyi anlıyorum ki! Sana yapılan zorbalığa boyun eğmemek için Adem'le evlenmek zorunda da kalmışsın." "Aslında tam olarak öyle de değil, ben hep aşıktım Adem'e ama evlilik fikri ikimiz içinde erkendi bu yüzden şimdilik kâğıt üzerinde. Âdem okulum bitince telli duvaklı gelinim olacaksın, dedi." "Sevindim, çok anlayışlıymış." "Öyledir..." Yasemin'in Âdem'i anlatırken gözlerinde gördüğüm parıltıya hayran kalmıştım. Onu keyifle dinliyordum. Onu dinlerken bir yandan da kendi yaşadıklarımla onun yaşadıklarını mukayese etmekten kendimi alamıyordum. Neden hep güçlü olanların isteklerine, güçsüz olanlar boyun eğiyordu. İkimizde zalimlerin isteklerine boyun eğmemek için genç yaşlarımızda evlenmek zorunda kalmıştık, zorunlulukların olmadığı bir yaşamda tercihlerimiz de çok farklı olabilirdi. Yasemin Adem'i seviyordu ve sevdiği bir adamla evliydi. Ya ben! "Çok konuştum değil mi ben! Sıktım mı sizi Feraye Hanım?" "Yok hayır, keyifle dinledim. Staj için bugün de holdinge gidecek misin?" "Evet, sizde gelseniz, hem belki Çınar Bey'le konuşurdunuz belki aranızdaki gerginlik de biterrr... Şey ben haddimi mi aştım?" "Haddi aşmak değil de nasıl anlatsam ki Yasemin? Bizim Çınar'la evliliğimiz gerçek bir evlilik değil. Çınar bana sadece göz kulak oluyor. Evliliğimiz bir oyun ve maalesef ki biz bu oyun olan bu evliliği bile elimize yüzümüze bulaştırdık." "Gerçek değil diyorsunuz ama en az evli çiftler kadar didişiyorsunuz.", dedi yarım ağız Yasemin tebessüm ederek. "O didişmeler aşktan değil Yasemin. Normal şartlarda bizim bir araya gelmemiz imkânsız olurdu. Ben Çınar kadar olgun biri değilim, onun baktığı yerden gördükleriyle benim baktığım yerden gördüklerim çok çok farklı. Defalarca beni uyarmasına rağmen çocukça hatalar yaptım ve ona zarar verdim. Hiçbir ortak yanımız yok. Şu anda ben onun sırtında sadece bir kamburum ve evliliğimiz amacına ulaşır ulaşmaz da ayrılacağız, kendi yollarımızda hayatlarımıza devam edeceğiz. Yalan söylemeyeceğim mutfakta konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. Bize dair, gerçek bir çiftmişiz gibi beklentiniz olmasın." "Çınar Bey'i sevmiyor musunuz?" diye sordu Yasemin konuşmamın üzerine. Dilim lal olmuştu sanki, cevap veremedim. Hayır diyemedim. Neden diyemedim? Neden bir haftadır onu görmeyi arzu ediyor, internetten adına yapılan haberlere tek tek bakıyordum. Neden mutfakta konuşulanları duyduğumdan beri içim acıyordu. Seda'nın adını duyduğumda neden kasılmıştı bedenim! Çınar'ı Seda'dan kıskanıyor muydum? Yasemin hala benden yanıt bekler halde gözlerime bakıyordu. "Bizim evliliğimiz sadece kâğıt üzerinde Yasemin. Bana yaptığın teklife gelince seninle holdinge gelmek istiyorum. Çınar'la birbirimizi anlamakta o kadar zorlanıyoruz ki. Sorunlarımızı bir an önce konuşmalıyız. Böylece birlikte geçireceğimiz süre de birbirimizi ve sizleri de daha az incitiriz. Kahvaltı hazırdır, geri dönelim de Hamiyet Hanım endişelenmesin.", deyip sorusunu geçiştirmekle yetindim. Kahvaltımı yaptıktan sonra Holdinge gitmek üzere hazırlandım. Giysi seçimimi Hamiyet Hanımın benim için aldığı kıyafetler arasından yapmıştım. Artık Feraye değil Feraye Yalçınkaya'ydım. Her zaman tercih ettiğim tarz, Çınar'ın eşi olarak anılan birine uygun değildi. Giyim tarzım ve tercihlerim yaşıma göre bile daha çocuksuydu. Çınar'ın yanında üniversiteli bir kız gibi gözükmek istemediğimden, aramızdaki yaş farkını azaltacak daha feminen tarzda giysiler kombinleyip hazırlandım. Özenle saçımı taradım, oje sürdüm, tenime uygun doğal tonlarda makyaj yapmayı seçtim. Kadınsı görüneceğim diye koyu tonları tercih edip kendimi palyaçoya çevirecek değildim. Yasemin'le birlikte korumalardan birinin eşliğinde Holdinge doğru yola çıktık. Üzerimdekiler beni yansıtmadığından kendimi kıyafetlerimin içinde oldukça rahatsız hissediyordum. Holding kapısı önüne aracımız vardığında içimi tuhaf bir his kapladı. Hayatımda bir kez bile babamın şirketine gitmemiştim. Şimdi ise Yalçınkaya Holdinginin sahibi ve yöneticisinin eşi olarak geldiğim bu devasa bina karşısındaydım. Buraya gelmeyi düşünmekle bile hata etmiştim, oldukça gergin hissediyordum hatta korkuyor, özgüvensiz hissediyordum. Çiftlikköy'den buraya kadar süren yorucu trafiğin üzerine bir de şu anda yaşadığım gerginlik eklendiğinden olsa gerek, midem feci bir şekilde bulanıyordu. Bir miktarda titriyordum. Yasemin çoktan araçtan inmiş beni, inmem için bekliyordu. Aracın kapısını kendim açtım ama bir türlü inecek cesareti kendimde bulamadım. Yasemin bu çekincemi fark etmiş olacaktı ki araçtan inmem için elimden tutup beni cesaretlendirdi ve araçtan inebilmem için bana yardımcı oldu. Yasemin'le birlikte Holdingin döner kapısından içeri girdik. Kontrol alanından geçer geçmez karşımda kapalı halde duran turnike bariyerleri gördüm. Ardıma döndüğümde Yasemin'in benim için, güvenlik görevlilerinden misafir giriş kartı talep ettiğini gördüm. Güvenlik personelleri de Misafir giriş kartı temini için, ziyaretçi evrakı hazırlamaları gerektiğini söyleyip benden kimlik bilgilerimi istediler. "Adınız Soyadınız ve ziyaret edeceğiniz birimi öğrenebilir miyiz?" Yasemin bana yönetilen sorunu üzerine güvenlikten sorumlu personele, "Hanımefendi, Çınar Yalçınkaya'nın eşi Feraya Hanım.", dedi. Personele bilgisayarın Mouse ve klavyesini bırakıp hemen ziyaretçi kimliğini bana uzattı ve "Üzgünüm Feraye Hanım tanıyamadık, lütfen buyurun bu admin giriş kartı sizde bulunsun, buradaki turnikeyi de biz buradan sizin için açarız asansör ve diğer katlardaki turnikeler için kimliği kullanabilirsiniz." dedi panikle. Yasemin giriş kartıyla turnikenin kapısından geçerken hemen yanındaki turnike kapıyı güvenlik personelleri benim için açtılar. Turnikeden geçip içeri adımımı attığım anda sanki tüm gözler bana doğru çevrilmişti. Başımı yere doğru eğdim sanki bakışlarımı insanlardan kaçırmakla görünmez olabilecektim. Yasemin, "Direk karşıya doğru bakın Feraye Hanım, başınızı eğmeden dimdik yürüyün asansör çok da uzakta değil." dedi fısıldar sesiyle. Özgüvensiz gözükmemi istemiyordu, arabadan inmeme yardım ederken de titreyen ellerimden gerginliğimi hissetmişti. Onun söylediği şekilde yaptım, asansöre doğru başım karşı yöne doğru dik halde birlikte yürüdük. Asansöre bindiğimizde Yasemin On sekiz ve yirmi dördüncü katların numaralarına bastı ve Muhasebe departmanının on sekizinci, Çınar Bey ile asistanının ve birkaç da danışmanın odalarının da yirmi dördüncü katta bulunduklarını söyledi sonrasında da konuşmasına devam etti; "Feraye Hanım, yirmi dördüncü katta size eşlik edemem, yönetim kurulu üyelerinin dışında stajyer ve personellerin o kata giriş yetkileri bulunmuyor. Kata vardığınızda Çınar Bey'in asistanı size yardımcı olacaktır.". On sekizinci kata geldiğimizde Yasemin moral verici tebessümü ile bana "İyi şanslar!", diyerek veda etti ve asansörden indi. Artık asansörde yalnızdım. Saniyeler sonra günlerce görmediğim Çınar'ı görebilecektim. Onunla konuşup aramızdaki gerginliğe bir son verebilirdim, sebep olduğum yaralarını belki de iyileştirebilirdim. Asansör yirmi dördüncü kata henüz ulaşmamıştı belki ama Çınar'ı görme arzum çoktan Nirvana'ya ulaşmıştı. Kalbim heyecandan sanki depar atıyor göğüs kafesimi zorluyordu. İçimdeki bastırılması mümkün olamayan bu heyecanın, bu hissiyatımın tek sebebi ise Çınar'dı. Kendisini göremediğim her anıma yokluğuyla işkence eden, hakkımda yanlış fikirlere kapılması ihtimallerinden endişe duyduğum, varlığını her bir zerremle özlediğim biri benim için ne ifade edebilirdi? Varlığına koşan varlığım, yüreğimde bu denli zelzelelere sebep veriyorsa, bu halimin tek bir sebebi olabilirdi. Yasemin'in bu sabah bana sorduğu sorunun cevabını kalbim, adeta can kafesimi zorlayışıyla haykırıyor gibiydi ve ben kalbimin haykırışlarına daha fazla kulaklarımı kapatamazdım. Sonunda duygularımı, kendime itiraf edebilmiştim. Kalbimle ruhumun bir olup, bana tarif ettikleri şeyi, nihayetinde anlayabilmiş daha doğrusu kabul edebilmiştim. Bu kez de sebebinden emin olduğum duygularıma bağışıklık kazanamayan beynim, bedenime doğru sinyalleri gönderemiyor olacaktı ki titriyordum. Gerçeği, bilmek değil kabul etmekti belki de güç isteyen. Yeterince güçlü müydüm? Bedenimde böylesi karmaşaya sebep veren kişi Çınar Yalçınkaya'ydı. Çevremizdeki, hatırı sayılır kişilerin kendisinden bahsederlerken; gıyabında söyledikleri, tüm o övgü sözcüklerini üzerinde layıkıyla taşıyan, Çınar Yalçınkaya! Peki şimdi ben buraya kadar gelip de Çınar'la ne konuşacaktım? Ona ne söyleyecektim. Günlerce çiftliğe gelmeyişinin bana hissettirdiklerini ona anlatabilir miyim? Davetin olduğu gece Ekrem Eniştemin bana fısıldadıklarından sonra yaşadığım korkunun aslında güvendiğim, inandığım, varlığına kalbimde yer verdiğim Çınar'ı kaybetme korkusu olduğunu henüz anlayabilmiştim. Güvenmek istediğim daha doğrusu güven duyduğum biri hakkında şüphe uyandıran kelimeler söylenmiş tüm duygularım, doğrularım sarsılmıştı. O gece aklımdan geçenlerle değil kalbimden geçenlerle hareket etmem gerekirdi. Peki ya şimdi kalbimden geçenleri doğru kelimeleri bir araya getirip de Çınar'a anlatabilir miydim? Ona, onsuzluğun bana hissettirdiklerini hangi sözcükler anlatabilirdi? Kalpteki duygular kelimelere dökülebilir miydi? Diyelim ki döküldüler, diyelim ki kalbimden geçenleri en doğru sözcüklerle dile getirdim, kalpten gelenler yalnızca kalple karşılanmaz mıydı? Sözcüklerimi işitmesi benim için yeterli olacak mıydı? Benim hissettiklerimi hissedemediği sürece bu mümkün olamazdı. Belki özürle başlayan birkaç cümle onu tekrar çiftliğe dönmesi için ikna edebilirdi? Bu kadarı da benim için yetmez miydi? Yeterdi; Onu görmek, sesini duymak varlığını yakınımda hissetmek... Asansör yirmi dördüncü katta durmuş ve kapısı açılmıştı. Derin bir nefes alıp asansörden yirmi dördüncü katın halılarla döşenmiş koridor zemine doğru adımımı attım. Sol tarafta kırmızı renkle dekora edilmiş bir alan yer alıyordu. Çay, kahve makinalarının yer aldığı bu alan, serbest zamanlar için hazırlanmış dinlenme alanı olmalıydı. Sağ tarafa baktığımda ise holde bordoların siyahın ve grinin özetle Çınar renklerinin hâkim olduğunu gördüm. Bu yön doğru taraf olandı velev koyu renk dekorasyonuyla Çınar ciddiyetinin esintileri bu yönde yer alıyordu. Çınar'ın olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru Yasemin'in tavsiye ettiği gibi başımı dik ve ileriye doğru tutup adımlarımı kendimden eminmişim gibi atarak ilerlemeye devam ettim. Ben adımlarımı atarken ardımdan gelen asansörün anonsunu duymuştum. Asansörden inenlerin kim olduğuna dönüp bakmak istesem de yapamadım. Zemindeki halıya rağmen işitilen topuk seslerinden ardımdan gelen kişinin kadın olduğunu düşündüm. Tahminimi doğrulamak için adımlarımı yavaşlatıp çantamda bir şey arıyormuş gibi yaptım. Ardımdaki kişi önüme geçtiğinde bakmak için acele etmeden önce çantamdan telefonu çıkarıp ekranına baktım sonra tekrar çantama koyarak, kendimden emin bir halde ileriye doğru yürümeye devam ettim. Başımı kaldırdığımda tahmin ettiğim gibi ardımdan gelip geçen kişinin bir kadın olduğunu ve koridorun sonunda bulunan masada oturan bayanla konuştuğunu görebilmiştim. Onların bulunduğu alana yaklaştıkça da yüzlerini daha net görebildim. Gelen kişi Seda idi. Yanlarına yaklaştığımı gördüklerinde dikkatleri üzerime kesildi. Seda, "Feraye, hoş geldin bende Çınar'la ortaklaşa yapacağımız projenin toplantısı için gelmiştim.", dedi ve naif bir tarzı olan yirmili yaşlarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim asistanla konuşmama dahi izin vermeden beni çekiştirmeye başladı. "Se..da Hanım." "Elif tanımışsındır, Feraye Hanım Çınar Bey'in eşi. Toplantıya bir saat vaktimiz var, belli ki Feraye Hanım eşini ziyarete gelmiş. Ben kendisine Çınar Bey'in odasına kadar eşlik edeceğim." Asistanın masasının bulunduğu alanının sol tarafında bulunan kemer kapı odayı hole bağlıyordu. Holde koyu renk ahşaptan yapılma oymalı yan yana iki kapı bulunuyordu. Seda çok zamanım olmadığını bir an önce Çınar'la görüşmemi sonrasında toplantıya yetişeceklerini söyleyerek beni kemer kapının bağlı olduğu holden geçirip kapıların bulunduğu yere kadar çekiştirerek getirdi, kapılarının sol taraflarında duvarda asılı bulunan pusulaları incelememe dahi fırsat vermeden soldaki kapıyı açtı ve Çınar içerdedir deyip beni kapıdan içeri doğru sırtımdan iteledi. Ne olduğunu anlayamadan bir anda kendimi hararetli bir tartışmanın yaşandığı toplantı salonunda buluvermiştim. Ardımdan kapanan kapının sesiyle toplantı salonunun ortasındaki masanın etrafında oturan on, on iki kadar kişinin bakışları, benim olduğum yöne doğru neredeyse aynı zamanlamada çevriliverdi. Artık odada bulunanların dikkat merkezlerinde ben vardım. Ne yapacağımı bilemiyordum, yanaklarımın alev aldığını ve utançtan yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissediyordum. Bir yandan da bakışlarımla odayı tarıyordum. Uzun dikdörtgeni andıran toplantı salonunun sol ve sağ taraflarında projeksiyon perdesi bulunuyordu. Hafif loş bir aydınlatması olan odanın duvarlarında asılı olan perdelere projeksiyonla yansıtılmış grafikten verilerin olduğunu görmüştüm. Yine uzun olan toplantı masasının bana uzak olan tarafında bir ayaklanma olduğu fark ettim. Sosyal fobisi olan benim için yaşadığım bu utanç bedenime o kadar ağır gelmişti ki stresten görüşüm bulanıklaştığından odadakilerin yüzlerini göremez olmuştum. Kimseyi seçemiyordum yüzler net değildi ve Çınar'ın burada olup olmadığından bile emin olamıyordum. İstemeden de olsa sebep olmuş olduğum bu münasebetsizlikten ben sorumluydum, bu durumu bir an önce toparlamam gerekirdi. Gıyabımda konuşulacaklar Çınar'ı müşkül duruma sokabilirdi. "Affedersiniz, odaları karıştırdım zannediyorum.", diye saçma sapan bir bahane uydurup kendimi odadan dışarı atmayı zorlukla başarabilmiştim. Hızla geldiğim yöne doğru ilerlemek isterken kendimi sinsi gülümsemesiyle bana bakan Seda karşısında buluvermiştim. Kimdim ki ben? Karşımda duran olgun, aklında bin bir tilki bulunan bu kadınla mücadele edebilir miydim? Çınar gibi başarılı, kendinden emin, ne istediğini bilen bir adamın yanında ben, sürekli hatalar yaparak özür dileyen üniversiteli bir kızdım. Cesaretim bu kadardı işte. Özgüvenli gibi görünmekle özgüvenli olunmuyordu. Her yerimden yetersizliğim okunabilirdi. Ben, birinin eşi olmak için yeterli değildim, Çınar'ın eşi olmak için yeterli değildim, birini sevmek ve duygularımı ifade etmek için yeterli değildim. Çınar'ın gözünde şımarık, tecrübesiz, sakar, aciz bir kız çocuğu gibi olmalıydım. Birde büyük büyük hisler besliyordum bu aciz bedenimde Çınar için. Ne haddimeydi! Kaç kere demişti, her şey bittiğinde İtalya'ya geri döneceksin diye. Halama verdiği sözü yerine getirmek için benim gibi aciz bir kızı korumak zorundaydı. Sırtına kambur, başına derttim ben Çınar'ın! Kendime olan öfkemle şu anda bana kendince oyun oynayan Seda'ya olan öfkem kapışsa kaybeden Seda'ya olan öfkem olurdu. Hangi akla hizmet buraya gelmiştim. Çiftlikte benim için hazırlanan odada sessizce İtalya'ya dönmek için beklemem ben için en doğrusu olacaktı. Başımı, eğdiğim yerden kaldırıp bakışlarımı ileriye doğru sabitledim ve koşar adımlarla asansöre doğru yürümeye başladım. Seda'nın yanından geçerken gözlerimi yüzüne devirdiğimde bakışlarının arkamdaki bir noktaya sabitlenmiş olduğunu gördüm. Seda'nın pür dikkat nereye baktığını anlamak içinde ani bir hareketle arkama döndüm, bu beklenmedik hareketim bedelini sert bir çarpışmayla ödeyeceğimi bilemezdim. Bedenim çarpmanın şiddetiyle geriye doğru savrulduğumda belimden kavranan kolların yardımıyla topuklu ayakkabımın azizliğine uğramaktan son anda kurtulabilmiştim. Başımı kaldırmama gerek kalmadan soluduğum kokudan Çınar'ın kollarında olduğumu fark ettim. Ben bu kollarda gecelerce hasret kaldığım huzura dalamaz mıydım? Şimdi zaman duramaz mıydı? Durdurun zamanı! "Çınar öğle yemeğini biliyorsun yayla projesinin arsa sahipleriyle birlikte yapacaktık." "Biliyorum Seda daha vakit var, müsaadenle bana sürpriz yapan eşimle vakit geçirmek istiyorum." Çınar belimi kavrayan sol kolunu gevşetirken sağ eliyle sol elimi avuçlardı ve toplantı salonunun olduğu yöne doğru birlikte yürüdük. Toplantı salonunun kapısının önünde bekleyen Adem'e; "Âdem toplantının artık bir karara bağlanması gerekiyor, kalan sürede bunun için elinden geleni yapacağından eminim.", dedi. "Nasıl yani beni içerdeki çakallarla yalnız mı bırakacaksınız?" "Onlar çakalsa sen de kurt ol Âdem! Sana güveniyorum." Adem'le Çınar konuşurlarken elim hala Çınar'ın avucundaydı, Âdem Çınar'ın söylediklerinden sonra toplantı salonuna dönerken, Çınar da aceleyle toplantı salonunun yanındaki kapıyı açtı. Beraberce odaya girdiğimizde elimi bırakıp ardımızda kalan kapıyı kapatmak üzere hamlede bulundu. Elimi bıraktığı anda boğazımda bir şey düğümlenmiş gibi hissettim. Bana bir şey sormasına ya da söylemesine gerek yoktu, buraya gelen bendim söyleyecekleri olan da... O kadar dağılmıştım ki duygularım konuşmak için doğru sözcükleri bulamıyordum, başımı önüme eğip düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Daha fazla sessiz kalmakta anlamsızdı ve anladığım kadarıyla çokta vakti yoktu Çınar'ın. Son bir cesaret konuşmaya başladım, benimle aynı anda Çınar'da konuşmaya başladı ve birbirimize kurduğumuz cümlelerimiz; "Özür dilerim.", oldu. Cesaretimi toplamışken duramazdım bu yüzden Çınar'a fırsat vermeden konuşmaya devam ettim. "Çınar, özür dilemesi gereken kişi benim; zamansız ziyaretim için, toplantıyı böldüğüm için, hata üstüne hata yaptığım için, çok ama çok üzgünüm.". Yere eğdiğim bakışlarımı Çınar'ın olduğu yöne doğrulttuğumda Çınar'ı tam karşımda kollarını bağlamış halde bana bakarken bulmuştum. Göğsünde bağladığı kollarını çözüp sol elinin parmaklarıyla alnına düşen saçlarını geriye doğru tararcasına bir hareketle düzeltti ve sonrasında yine aynı eliyle ensesini ovuşturarak ..bende çok üzgünüm, sen buraya gelmekle doğru olanı yaptın, belli ki susmak yerine aklımızdan geçenleri konuşmakta fayda var.", dedi ve odadaki çalışma masasına doğru yürüyüp masanın üzerinden bir şeyi eline aldı ve bulunduğum yere geri döndü. "Feraye beni Ataköy deki dairede bekler misin? Toplantılarım biter bitmez yanına geleceğim, böyle ayak üstü değil de uzun uzun konuşalım, sakince tartışalım olur mu?", deyip elindekini bana uzattı. "Bu dairenin kapısını açabilmen için..." Çınar'ın söylediğine karşılık bir şey demeden bana uzattığı kartı almakla sorusuna karşılık cevap vermiş oldum. Odanın kapısını açtım tam dışarıya çıkacaktım ki Çınar beni belimden kavrayıp kendisine doğru çekti. Belime doladığı kollarını sıkıp sırtıma göğsünü bastırırken aynı anda çenesini de sağ omuzuma dayadı ve çok kısa bir müddet sonra da sağ yanağıma minik bir buse kondurdu. Tüm bedenim bir anda alev almıştı sanki! Şaşkınlığım geçtiğinde, tam karşımızda gözlerini bize dikmiş halde duran Seda'yı fark ettim. Çınar gerçekten evli bir çiftmişiz gibi rol yapıyordu. Çınar'ın bana attığı pası en mükemmel şekilde değerlendirmeliydim. Seda'nın bana oynadığı oyuna karşılık Çınar'a olan düşkünlüğünü kullanarak, ben de kendisini yaralamak istiyordum. Çınar'ın belime dolanan ellerini gevşetip ardıma döndüm. Topuklu ayakkabılarıma rağmen aramızda bulunan boy farkını kapatmak için parmak uçlarımdan destek aldım ve Çınar'ın güldüğü zamanlarda dudağının kenarında oluşan çukurun olduğu yere bende minik bir buse kondurdum. Dudağımın bir kısmı Çınar'ın dudağına değmişti. Seda'ya zulmedeceğim derken aslında kendi kalbime zulüm etmiştim. Kendimi geri çekip, "Sabırsızlıkla bekliyor olacağım.", dediğimde Çınar'ın benim bu beklenmedik hareketim karşısında hareketsiz ve ifadesiz kalakaldığını görmüştüm. Evcilik oyunu oynamıyor muyduk? Bende üzerime düşeni yapıyordum, bu kadar şaşırması anlamsızdı üstelikte bu oyunu başlatan kendisiyken. Çınar benim pervasızca hareketime karşılık derin bir nefes alıp yutkundu. Yutkunduğunda gözlerim boynunda hareket eden Âdem elmasına takıldı ve ardından da nefes alıp verirken yukarı aşağı hareket eden ve gömleğini zorlayan kaslı göğüslerine. Kalbe zarar bir halde tam karşımda duruyordu Çınar! Bakışlarımın kaydığı yeri fark etmiş olabilir miydi? Hala hayatta kalmak gayretiyle kendimi toparlayıp, Çınar'a elimi salladım ve asansöre doğru kaçar adımlarla ilerlemeye başladım. Asansöre kendimi zorlukla atabilmiştim. Göğüs kafesimi zorlayan kalbimin ritmini birde asansöre doğru koşuşturarak arttırmıştım. Sağ elimi göğsüme bastırarak kalbimi sakinleştirmeye çabalıyordum çaresizce. Yüzüm yanıyordu. Kendimi elimden geldiğince toparlamaya çabalayarak holding kapısında bekleyen güvenliğin yanına varabildim. Kendisinden aracımı getirmesini istediğimde Çiftlikten birlikte geldiğimiz güvenlik elemanının şoförlüğünde Ataköy'deki rezidansa gelmiştim. Güvenliğimizden sorumlu personele Çınar Bey'le birlikte çiftliğe döneceğimi söyleyip beni beklememesini ve çiftliğe dönmesini söyledim. Çınar'a ait dairenin bulunduğu kata çıkmak üzere asansöre bindiğimde, buraya ilk kez Çınar'la birlikte geldiğimiz gün hatırıma gelmişti. Çınar yaralıydı ve o halinin görülmemesi için yine bu asansörde onun kollarına atılmıştım. Hatırıma gelen o geceki anılar beni utandırıyordu. Daha önce hiç hissetmediğim duygularımı tecrübe ediyordum. Onu görmek ona yakın olmak bedenimde kontrolüm dışında gelişen tepkilere sebebiyet veriyordu; kalbim, ataklarım olduğu zamanlardan farklı atıyor, boğazım gıdıklanıyor yanaklarım yanıyordu. Ben, Çınar'ı seviyordum! Keşke hislerimin Çınar'da karşılığı olsaydı. Yine hayatımda imkânsız isteklerde bugünü yaşıyordum. Çınar gibi birinin beni sevmesi mümkün olabilir miydi? Çınar otuzlarında ben yirmilerimde, o olgun kendi ayakları üzerinde durabilen istediğini elde bilen işinde başarılı ve etrafındakileri kendine hayran bırakabilen biri iken ben özgüvensiz, hayata dair tecrübesiz, henüz eğitimimi bile tamamlayamamış aciz biriydim. Holdingin kapısından içeri girdiğimde karşılaştığım o gösterişli kadınlar gibi değildim. Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım benden Çınar'ın magazin sayfalarında anıldığı kadınlardan biri çıkmazdı. Üstelik her anını Çınar'ın yakınında geçiren bir Seda belası vardı başımda. Oldukça da güzel bir kadındı Seda. Daha ilk oyununa yenik düşmüş hemen kendimi geri çekmiştim. Eğer Çınar peşimden gelmeseydi yenilgiyi kabul edip çoktan çiftliğe dönmüştüm. Ben buydum işte. Aşırı duygusaldım, soğuk kanlı olamazdım en ufak üzüntüde kendimi geri çeker saklandığım yerden günlerce çıkamazdım. Melek Ablamın tavsiyelerine o kadar ihtiyacım vardı ki ama ona ne söyleyebilirdim. Bir zamanlar Çınar'a olan duyguları, hayalleriydi söz konusu olan. Ona bu haksızlığı yapamazdım. Kendime hissettiklerimin adını itiraf etmekte gecikişimin bir sebebi de Melek Ablamın Çınar hayalleriydi. Tüm bu olanları düşününce de duygularımdan, kendimden tiksiniyor Melek Ablama yaşattıklarımdan ve yaşatma ihtimalim olacaklardan utanıyordum. Yine de hissettiklerime engel olamıyordum. Ben kendimle didişirken Çınar'la Seda birlikte lüks bir lokantada iş yemeği adı altında birlikte vakit geçiyor olmalıydılar. Peki ya şimdi Çınar burada olsaydı? Çınar burada olsaydı da ne değişecekti ki. Belki de içten içe hala bana hala öfkeliydi. Holdingde gerçek duygularını, öfkesini gösterecek değildi ya! Bir yanım ona güvenirken bir yanımda ondan ürküyordu ki! Sinirlendiğinde bakışları, ses tonu, bedeni tamamıyla bambaşka bir Çınar oluveriyordu. Bazen de o kadar naif ve centilmen biri oluveriyordu ki! Holding de onunla karşılaştığımızda yaşananlar, bana sarılışı yanağıma kondurduğu buse, hayatımı her seferinde canı pahasına koruyuşu, sakinleşmem için beni şefkatle bağrına basışı tüm bunlar aklıma geldikçe ona doğru çekilmekten kendimi alamıyordum. Belli ki Çınar'la yüzleşmek hiç de kolay olmayacaktı. Belki de çiftlikte konuşmak benim için daha iyi olabilirdi, ne de olsa orada baş başa olmayacaktık ve Çınar'ın öfkelenmesi ihtimallerinde ondan kaçıp odama çekilebilirdim. Bu dairede sadece bir odanın kapısında kilit bulunuyordu. O da Çınar'ın yatak odasıydı. Koskoca daire de bir sürü oda varken sadece birinin yatak odası olarak hazırlanmış olması da ilginçti. Hamiyet Hanım Çınar'ın Çiftlikköy'deki villaya yabancı hiç kimseyi getirmediğini söylemişti. Magazin sayfalarında adı anılan kadınlarla bu dairede bir araya geliyor olabilir miydiler! Bu düşüncem kendimden daha da utanmama sebep olmuştu. Beni ne ilgilendirirdi ki? Hadsiz düşüncülerimden silkelenip Çınar'ı beklerken vaktimi geçirmek adına beni saçma düşüncelere kapılmaktan alıkoyacak ve oyalanacak şeyler aramaya başladım. Çınar'ın işlerinin ne zaman biteceğini bilmiyordum. Beklemek çok sıkıcı olduğundan kâh evi dolaşıyor kâh terasa çıkıyor kendimce vakit geçirmeye çalışıyordum. Sabahtan beri bir şey yememiştim karnım acıkmıştı. Atıştırmalık bir şeyler hazırlamak için gittiğim mutfakta buzdolabının kapağını açtığımda, dolabın çeşit çeşit meyve, sebzelerle ve şarküteri ürünlerle dolu olduğunu gördüm. Elim peynir kutusuna gitti ama vazgeçip aldığım kutuyu yerine geri bıraktım. Dolaptan bir paket süt alıp cam fincanı doldurdum ve fincanı mikro dalga fırına koyup sütü ısıttım. Sıcak sütün içerisine tarçın ekleyip içmeye başladım. Diyet yaptığım zamanlarda kan şekerim düşmesin diye sıkça yaptığım bir karışımdı bu. Türkiye'ye döndüğümden beri fazlasıyla kilo kaybetmiştim artık zayıflamak için diyet yapmaya ihtiyacım yoktu ama ne yesem ki dediğim zamanlarda aklıma gelen en basit tarif tarçınlı süt karışımı olduğundan alışkanlık üzere yine bu karışımı tüketmek istemiştim. Elimde içinde süt olan fincan ile terastaki koltukta oturup bir yandan sütümü içiyor bir yandan da manzarayı seyrediyordum. Aslında boş boş etrafa bakınıyordum. Arada bir elim telefona gidiyordu. Telefon rehberinde Çınar'ı aratıyor sonra telefon kilidini kapatıp telefonu elimden bırakıyordum. Birkaç denemeden sonra da sonuç değişmemişti bir türlü kendisine nerede olduğunu, ne zaman geleceğini soramaya cesaret edemiyordum. Hava çoktan kararmıştı Çınar'dan da henüz bir haber yoktu. En azından mesaj atabilirdi. Üzerime terastaki koltuğun kenarında bulunan kırmızı polar battaniyeyi alıp bu kez de yıldızları seyre koyuldum. Gökyüzünde tek bir bulut yoktu ve sanki yıldızlar geceye hazırlanmış ve her biri gösteri için sahnedeki yerini almış gibiydiler. Milano'da kaldığım dairenin böyle manzaralı bir balkonu yoktu. Apartmanlar birbirlerine o kadar yakındı ki balkonundan diğer apartmanın balkonuna kolaylıkla geçip dairedekilere ben geldim diyebilirdiniz. Tabi sonrası karakolda biterdi. Apartmanlar birbirine bu kadar yakınken haliyle oturduğum katın balkonundan gökyüzünü izlemek de pek mümkün olmuyordu. Ben gökyüzüne hasretken üst katta oturanların gökyüzünü rahatlıkla izleyebildiklerinden de emindim. Yine de o ev bana aitti evim diyebileceğim bir yerdi. Özlemekten de kendimi alamıyordum. Hele ki son bir haftadır yaşadıklarımı düşününce özlemim daha da yaralayıcı oluyordu. İtalya'dan geldiğimden beri sorunlarım acılarım azalacağına katlanarak artıyordu. Çiftlik köyde benim için hazırlanan odada artık eskisi kadar huzur vermiyordu, son bir haftamı odamdaki yatağımda dinlenerek geçirmiş olmama rağmen yorgun ve uykusuz hissediyordum. Çünkü dinlenmek bedenin uzanmasından ibaret değildi, aklımdakileri sustursam kalbimdekiler konuşuyordu. Terastaki hafif esintili hava ve yıldızların ışıltısı ninni eşliğinde beşiğimi sallıyordu. Şu anki ambiyans o kadar güzeldi ki günlerdir hissettiğim karmaşa çölünün ortasında keşfedilmiş bir vaha misali bedenime artık burada dinlenmen gerek diyordu. Dinlen Feraye uykusuzluğa direnmek faydasız... Gözlerimi araladığımda kendimi karanlığın ortasında buluverdim, yaşadığım şaşkınlıkla istemeden de olsa bulunduğum yerden korkuyla sıçradım. Gözlerim bir anlıkta olsa son günlerde çiftlikte kaldığım odayı aramış, Ataköy'deki rezidansta olduğumu hatırlamam biraz zamanımı almıştı. Son bir haftadır hiç olmadığı kadar derin bir uyku çekmiş olacaktım ki nerede olduğumu algılamam için ayılmakta epey bir zorlanmıştım. Genelde uyku ve ayıklık arası geçişim kolay olmazdı, yaptıklarımı anımsamakta zorlandığım da olurdu. Çocukluğumda kendi odamda uyuyup Melek Ablamın odasında uyandığım zamanlarımda olmuştu. Özellikle Cuma geceleri televizyonda verilen o korku filmlerini gizli gizli izlediğim geceler ve sabahları. Uyurgezer olduğumu hiç düşünmemiştim ama Melek Ablam, ben uykuluyken de benimle uğraşma zevkinden elbette mahrum kalamazdı. Uyurgezer gibi gezindiğimi ve saçma sapan şeyler anlattığımı söyleyip hatırlamadığım ve hatta bazen yaşandığına inanmadığım anlarımı anlatıp dalga geçerdi. Tüm bunların Melek Ablamın abartısı olduğunu düşündüğüm o çocukluk günlerimden beri ilk kez böyle bir şaşkınlık yaşıyordum. En son Çınar'ı beklerken seyre daldığım yıldızlı gökyüzü manzarasının altında, terastaki koltukta uykuya teslim olduğumdu, hatırladığım son şey buyken bu odaya ne zaman geldiğimi hatırlayamamıştım. Derin bir nefes alıp yutkunmaya çalıştığımda dilim damağıma yapışmıştı. Damağımda hissettiğim kuruluğu gidermek için yattığım yataktan sendeleyerek de olsa kalktım ve mutfağın yolunu tuttum. Hala tam olarak uyanamamış olacaktım ki kapalı olan oda kapısını algılayamadığımdan kafamı kapıya çarptım. Acının şiddeti ayılmam için fazlasıyla yeterli olmuştu. Başımı ovalaya ovalaya holün sonunda bulunan mutfağa vardım. Tezgâhın üzerinde duran sürahiyi elime aldım raftan aldığım bardağa sürahinin içinde bulunan sudan doldurup bardağa doldurduğum sudan kana kana içtim. Tekrar bardağı suyla doldurdum ve aynı hızla içtim. Susuzluğumu giderdiğimden emin olduktan sonra elimdeki bardağı tezgâha bırakmak istedim. Tarçınlı süt içtiğim kirli fincanın tezgâhta koyduğum yerde olmadığını gördüm, oysaki fincanı yıkamadığımdan oldukça emindim. Çınar gelmiş, ardımı toplamış ve hatta beni odaya da kendisi taşımış olabilir mi?, diye düşündüm. Elimdeki bardağı tezgâha bırakır bırakmaz mutfaktan çıkıp holün sağındaki televizyon odasına girdim. Holün harekete duyarlı aydınlatması odaya da yansıyordu, ışık sönmeden hızla odaya göz gezdirdim. Odanın ortasında bulunan orta sehpanın üzerinde kapağı açık laptop ve dosyalar olduğunu görmüştüm hemen yanındaki üçlü yeşil kadife kumaştan kaplanmış chester koltuğun üzerinde de Çınar'ın uyuyordu. Tahmin ettiğim gibi Çınar gelmişti. Sehpanın üzerindekilerden ve halinden anladığım kadarıyla da burada çalışmaya devam etmiş ve koltukta uyuya kalmıştı. Holün harekete duyarlı aydınlatması holde hareket halinde biri olmadığından haliyle sönüvermişti. Artık odayı perdesi açık pencereden içeri vuran ay ışığı aydınlatıyordu. Pencereden yansıyan ışık tam olarak Çınar'ın yüzüne vuruyordu. O kadar güzel uyuyordu ki! Onu seyrederken uyuyan prens diye bir roman da olmalı ve önümdeki manzarayı seyrederek onu bu gece ben yazmalıyım diye düşündüm. Çınar'ın yüzünü ilk kez bu kadar detaylı inceleyebilme fırsatı bulmuştum. Kirpiklerinin ucu neredeyse elmacık kemiklerine kadar uzanıyordu. Gözleri açıkken kirpiklerinin bu kadar uzun ve sık olduğu belli oluyor muydu? Saçlarının ilk kez bu kadar dağınık olduğunu görmüştüm, epeyce uzamış ve düz zannettiğim saçlarının uçları kıvrılmaya yakın dalgalanıyordu. Dizlerimi yere değdirmeyecek şekilde yere doğru çöküp kollarımı birbirine doladım. Çınar'ın yüzünü daha da yakından inceleyeme başladığımda sol kaşının şakağa yakın olan kısmının seyreldiğini gördüm, bu seyrelti diğer kaşında yoktu benim fark edemediğim bir yara izi vardı belki de o yüzden seyrek duruyordu. İki kaşı arasında da çokta derin olmayan mimik çizgisi vardı. Çınar'ı genelde hep kirli sakallarıyla görmüştüm. Tahminimce bu sabah tıraş olmuş ilerleyen saatlerde de sakallarının uçları kendilerini belli etmeye başlamıştı. Bacaklarım duruş şeklimden uyuşmaya başladığı için bağladığım kollarımı çözüp, dizlerimi yere dayadım. Sol elimi kendisini uyandırmaktan çekinerek itinayla Çınar'ın yüzüne doğru uzattım. İçimden gelen onun ok gibi uzun ve sık olan kirpiklerine dokunma isteğine engel olamıyordum. Tüm itinama rağmen Çınar hamlemi fark etti ve o mükemmel seviyesindeki refleksiyle elimi yakaladı. Tam olarak uykudan uyanamadığı belliydi. Benim safça yaptığım bu hareketimi kendisine yapılan bir saldırı olarak algılamış olacaktı ki boşta kalan eliyle de boğazımdan yakalayıp benim yine sonucunun nereye varacağını bilmediğim eylemime karşı saldırıya geçti. Nefes almakta zorlanıyor, konuşamıyordum. Boşta kalan sağ elimle çaresizce Çınar'ın boğazımı sıkan sol bileğini tutup okşamaya başladım. Bu hareketimle Çınar'ı biraz olsun sakinleştirmeyi başarmış olmalıydım ki Çınar boğazımı sıkan elini gevşetip peşi sıra beni göğsüne bastırdı. "Feraye sen miydin? Üzgünüm! " Öksürüklerime engel olmaya gayret ederken Çınar beni güvenli bir şekilde koltuğa oturttuğundan emin olup hızla odanın aydınlatmasını açmak için aydınlatma düğmesinin olduğu yere koştu ve aydınlatmayı açtı. Nefesimi düzene sokmayı başarıp başımı kaldırdığımda Çınar'la göz göze geldik. Çınar'ın bana dehşet içinde baktığını görüyordum. "Ben iyiyim, seni korkuttuğum için özür dilerim" "İyiyim mi dedin? Allah aşkına az evvel nerdeyse boynunu kırıyordum Feraye, sense iyiyim diyorsun." Çınar sağ elinin parmaklarıyla saçlarını geriye doğru tarayıp yaşananların şokundan silkelenmeye çalışırken gözlerini bir anda boynuma kilitledi ve hiçbir şey demeden hızla odadan çıktı. Bu gidişi Çiftlikköy'deki tartışmamız sonrası çıkışına benziyordu. İçimi tarifi mümkün olmayan bir korku sardı. Korkunun etkisiyle kendimi Çınar'a yetişmek için ardından koşarken buldum. Çınar spor odasına girdiğinde bende peşi sıra odaya girdim. "İyiyim diyorum neden inanmıyorsun! Neden her seferinde ya gürlüyorsun ya kaçıyorsun nedennn! Neden beni dinlemiyorsun." Ben kontrolümü kaybetmiş bir halde cümlelerimi yüksek tonda ve hızlı hızlı sıralarken Çınar odanın duvarındaki üst raftan indirdiği koli kutusunda bir şeyler arıyordu. Kolinin içinden eline aldığı kutuyla yanıma doğru geldiğinde elindekinin ilaç kutusu olduğunu görebilmiştim. Bu kez de elindeki kutudan tüp şeklindeki ilacı çıkardı ve tüpü sıkıp içerisinden parmağına akan merhemi boynumdaki birkaç noktaya dokundurdu. İlk dokunuşunda merhemin soğukluğundan tenim ürpermişti. Merhem tüpünün kapağını sıkıca kapatıp üst rafta duran kolinin içine attıktan sonra tekrar bana doğru döndü ve sağ eliyle ensemden destek alarak sol elinin parmaklarıyla boynumdaki merhemin olduğu noktaları ovuşturmaya başladı. Onun bakışları boynumdaki merhemdeydi benim bakışlarımsa onun yüzünde. Kirpikleri gerçekten de çok uzundu! Boynumdaki sızı boynumu terk edeli çok olmuş lakin bu kez de yüreğime bir sızı oturmuştu. Çınar bana o kadar yakın duruyordu ki varlığından istemsizce nefesimi tutuyordum. Boynumu ovuşturan parmaklarının hareketi yavaşlamaya başlamıştı. Bedenimi saran bu uyuşukluğun sebebi merhem olamazdı. Daha fazla nefesimi tutamayacağımı anlamış, boğuluyormuş gibi hissettiğimden derin bir nefes almıştım. Aldığım nefesle göğsümü dolduran havayı verirken ise yutkunuvermiştim. Çınar yutkunduğum yolu hala boynumu ovuşturan baş parmağıyla takip edip, köprücük kemiğimin başladığı çukura doğru parmağını sürükledi ve gözlerini boynumdan gözlerime doğru kaldırdı. Bu kez de onun gözlerime değen okyanus rengi gözlerinde boğulmak üzereydim. "Dinliyorum Feraye, dilersen de sabaha kadar anlatacaklarını dinlerim.", dedi. Nefesi alnıma düşen kısa saçlarımı titretiyordu. Tekrar derin nefes aldım. Sesimi zorlukla bulabildikten sonra çekinerek konuşmaya başladım. "Zaten geceye çok gergin başlamıştık ve sen her halinle bana agresif davranıyordun. Ben sakinleşmek için odama gitmek isterken asansörde eniştemle yalnız kalakaldım. Peşimden geldiğini fark ettiğimde artık çok geçti. Enişte, hayatıma kastedenlerin kendileri olmadığını hiçbir zaman ölmemi istemediklerini söyledi. Gecenin stresi üzerine bir de eniştemin söyledikleri aklımı karıştırınca panikledim ve yine atağım başladı. Nefes alabileceğim ve sakinleşebileceğim ilk yere sığındım. Ben! Ben, o an herkesten kaçmayı istedim ama ölmeyi değil. Sonra... Sonra Âdem geldi. Aklımdakileri daha toparlayamadan her şeyin üstüne bir de seni öyle karşımda görünce biliyorsun işte olanları... Panik hallerimin sebep olduğu şeyler yüzünden nerdeyse ikimizde terastan düşmek üzereydik ..." Çınar ben konuşurken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan beni dinliyor bir yandan da sol elinin parmaklarını boynum ve köprücük kemiklerim üzerinde okşar hareketlerle dolaştırıyordu. "Ben düşmek üzereyken senin de benimle birlikte düşme ihtimalinden kortum Çınar! Benim yüzünden sana bir şey olmasından korktuğum için "beni bırak" diye haykırdım. Sen beni korumak için çabalarken her seferinde benim yüzünden yara almana, daha da kötü duruma düşmene daha fazla dayanamazdım." "Feraye aklını karıştıran seni öldürmek isteyenin ben olmam ihtimali miydi? Benim sana zarar vereceğimi düşündün bu yüzden de benden kaçtın değil mi? Neredeyse terastan aşağıya düşüyordun!" Çınar haklıydı hissettiklerim tam olarak bunlardı. Onun beni her seferinde hayatta tutma çabasını göremeyecek kadar aptallaşıp canıma kastedenin Çınar olma ihtimalini düşünmüş olmamdan utanç duyuyordum. Gözlerimi Çınar'ın gözlerinden kaçırdım ve boynumu sarmalayan ellerini avuçlayıp boynumdan aşağıya boşluğa indirdim. Hala elleri avuçlarımdaydı. Başımı öne eğip alnımı Çınar'ın sol göğsüne dayadım. Tükenmiş hissediyordum. "Özür dilerim, aptallıklarım için çok özür dilerim. Tamam beni istediğin gibi cezalandır ama daha fazla burada bir başına kalma. Çiftliktekiler seni özledi, Hamiyet Hanım özledi Yasemin özledi, Muhlis Bey özledi. Atlar, kuşlar, ördekler, tavuklar, ağaçlar... herkes seni özledi..." Gözlerimden sessizce süzülen yaşlar hala avuçlarımda olan Çınar'ın elleriyle benim ellerime damlamıştı. Cesaretimi toplayıp başımı kaldırdım ve Çınar'ın gözlerine gözlerimi kilitledim. Tüm saçmalıklarıma rağmen bir haftadır Çiftliğe gelmeyişine içten içe öfkelenmiştim. Sesime karışan öfkeyle konuşmama devam ettim. "Beni o terasta kanayan yarana rağmen hayatta tutup, bırak dediğimde bırakmadın ama günlerce çiftlikte sensiz bıraktın. Sana ölmeyi istemediğimi söyledim ama sen bana inanmadın. Sen samimiyetime ne kadar inanır güvenirsen ben de sana o kadar inanıp güvenirim. Lütfen sana inanmama güvenmeme yardım et. Lütfen!" Tek solukta söyleyeceklerimi sıraladıktan sonra ciğerlerime hakkı olan nefesi derinden soluklanarak hediye ederken, söylediklerime karşılık olarak Çınar'ın vereceği tepkiyi bekledim. Hala karşımda tepkisiz oluşundan artan endişeme rağmen tuttuğum nefesimi titreyerek de olsa bırakmayı akıl edebildim. İstemsizce yutkunurken gerginliğim her halimden okunuyor olmalıydı. Çınar'ın, yutkunmakla suç işlemişim gibi bakışlarının gözlerimden dudaklarıma doğru kayışını, bedenlerimiz arasında sanki mesafe varmış gibi üzerime doğru yürüyüşünü gözlerim görürken, heybetinden korkup geriye kaçınmamak imkansızdı..., o üzerime doğru adımlarken eş zamanlı olarak bende bulunduğumuz yerde alan el verdiğince geriye doğru ağır ağır adımlamaya devam ettim ta ki sırtım raflara çarpıp da daha fazla kaçacak yer kalmadığını anlayana dek. Çarpmanın şiddetinden olsa gerek üst raflarda bir hareketlilik olduğunu işittiğimde ben daha ne olduğunu anlayamamışken Çınar'ın çatılan kaşlarıyla hızla bana doğru gelişine korkuyla yumdum gözlerimi. Ürkekçe araladığım göz kapaklarımın arasından etrafıma bakarken Çınar'ın üst tarafımızda bulunan rafa elleriyle destek verdiğini fark ettim. Arkamdaki dolabın rafları ile Çınar'ın bedeni arasında sıkışan aciz bedenimle, şaşkınca neler olduğunu anlamaya çalışıyordum; belli ki yine sakarlığımın sebep olacağı kazadan Çınar'ın varlığıyla korunuyordum. Başımı yukarı doğru kaldırdığımda Çınar'ın iki elinin başımın üzerindeki rafta dengesiz halde duran koliyi destekliyor olduğunu gördüm. Çınar başını bana doğru eğerken bir şeyler söylemeye hazırlanıyor gibiydi. Yüzlerimiz birbirine daha ne kadar yakın olabilir diye sitem edecekken gözlerini de gözlerime mühürledi. Bir tek ben duydum kalbimin çığlıklarını ! Daha ne kadar dayanabilirdi ki insan kalbine yapılan eziyete, bende dayanamayıp baş kaldırdım! Parmak uçarımdan aldığım destekle Çınar'ın konuşmasına fırsat vermeden dudaklarımı onunkilere değdirip, yaptığım suça, suçuma ortak olsun diye bekledim. Neden korkuyordum, kimden kaçıyordum. Artık Çınar'a koşulsuz güvenecektim. Kalbimden gelen çağrı bu değil miydi? Evliliğimizin ilan edildiği davet gecesi de beni öpen Çınar değil miydi? İlk öpücüğümü kaybettiğim için öfkelenense ben. Sahi ne çok hırpalamıştım kendimi o öpücüğün ilk öpücüğüm olmadığına kendimi inandırmak için. O öpücüğün gerçek olması için benimde istemiş olmam gerekirdi deyip dudaklarının dudaklarımdaki tarumarını inkar etmiştim. Nasıl olmuştu da varlığını yok saydığım o dudaklarda tadıyordum ilk öpücüğü! Çınar üstümüzdeki rafta duran koliyi tüm kuvvetiyle desteklemeye devam ederken, günahkar dudaklarımın üzerindeki dudaklarını yavaşça hareket ettirerek günahıma ortak oldu. Günahtı elbet, günah değilse cehenneme atılmış gibi yanar mıydı bedenim! Dudakları nazikçe suçuma ortak olurken, onu suça davet eden sanki ben değilmişim gibi öyle korkak , öyle acemi ve öyle çaresizdi suçlu dudaklarım, utandım! Dudaklarımın, tecrübeli dudakları karşısındaki acizliğini hissetmiş olacak ki o iki et parçasını etimden kopardı Çınar. Ben yükseklerden düşüp yere çakılacağım diye beklerken o burnunun ucunu burun kemiğimde dolaştırdıktan sonra nefesini nefesime katıp dudaklarını tekrar dudaklarımla buluşturup yere çakılmaktan kurtardı ruhumu. Bu kez kısacık bir buseydi dudaklarıma bahşettiği. Dudaklarını dudaklarımdan çekip alnını alnıma dayadı. "Feraye sen buradayken koliden elimi çekemem.", diye fısıldamasaydı, kendime gelebilir miydim? Koliyi destekleyen elini gevşetmeden bedenini dikkatle geriye doğru çekti. Rafla Çınar'ın bedeni arasında sıkışan bedenim, özgürdü artık belki ama ben tehlikeden kaçınmak yerine Çınar'ın bıraktığı boşluktan faydalanarak tehlikeye sarılmayı seçtim. Uslanmazdım artık! Kollarımla Çınar'ın boynuna asılıp bulunduğum yerden zıplayarak bacaklarımı Çınar'ın beline doladım. Çınar benim beklenmedik atağıma rağmen soğuk kanlılığını kaybetmeyip bulunduğumuz durumdan bizi kurtarmak için kontrollü bir şekilde hamlesini yaptı. Koliden ellerini çekerken aynı hızla bulunduğumuz yerden bir olan bedenlerimizi uzaklaştırdı. Kuala gibi sarmaladığım bedeninden kopup düşmeyim diye kollarını kalçama dolayıp bedenimi desteklerken, bir önceki nazikliğinden eser kalmayan dudakları, dudaklarımı şehvetle sömürür olmuştu. Ne raftan düşen kolinin çıkardığın sesi ne de kolinin içinden saçılanları umursuyorduk. Çınar'ın şehvet dolu öpüşüne karşılık vermeye çalışırken nefesiz kalmıştım. Nefes almayı bile unutup, gözlerimi yummuş sadece Çınar'ın dudaklarımı yakan dudaklarının ruhumda hissettirdiklerini tanımlamaya çalışıyordum. İnsanın kalbi patlar mı? Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu. Damarlarımda dolaşan kanın kaynadığını ve bedenimde dolaşırken geçtiği damarlarımdaki sıcaklığı hissedebiliyordum. Kor olacakmışım gibi hissederken ben hala Çınar'ın kollarındaydım, bacaklarımı Çınar'ın belinde kenetlemiştim. Boynuna doladığım kollarımı bir miktar gevşetip acemice sağ elimin parmaklarıyla Çınar'ın ensesinden yukarı doğru saçlarını okşamaya başladım. Ellerim titriyordu. Tarifini yapamayacağım hislerin seline kapılmış , sonunun nereye varacağını bilmediğim bir yolda yürüyordum. Çınar alnını alnıma dayadığında nefes almak zorunda olduğumu hatırladım. Ben soluk alış verişlerimi düzene sokma çabasındayken gözlerimi araladığımda fark ettim, Çınar'ın odasındaydık. Çınar yatağa doğru eğilip, bedenimi nazikçe yatağı üzerine bırakmak istediğinde, beline doladığım bacaklarımı gevşetmedim. Ondan kopmak istemediğimi anladığı anda beni yatağa bırakmaktan vazgeçip, kolları arasındaki bedenimle birlikte tekrar doğrularak bu kez kendine yatağın başlığına doğru rota çizdi . Çınar'ın o aşina olduğum kokusunu, boynundan solurken ciğerlerime doldurduğum hava ile hipnoz olmuş olmalıydım ki; Gerçekliğime döndüğümde kendimi, kokusuna duyduğum açlığımı doyurmak için dudaklarımı Çınar'ın boynuna bastırırken buldum. Çınar, boynuna bıraktığım ıslak öpücüklerime iniltiyle karşılık verirken, kucağındaki bedenimin ağırlığıyla odayı alaca olan karanlıktan kurtarmak umuduyla aydınlatma anahtarını bulmak için uğraş veriyordu. Nihayetinde düğmeye dokunmuş olacaktı ki odanın camından vuran ay ışığından hallice, loş bir ışıkla alaca karanlıktan kurtulmuştuk. Işığın etkisiyle başımı doğrulttuğumda Çınar'ın gözlerindeki karartının büyümüş ve neredeyse gözlerinde o alışık olduğum okyanus mavisi rengin kaybolmuş olduğunu gördüm. Çınar'ın alnına dudaklarımı bastırıp alnından saçlarına doğru daldırdığım parmaklarımla Çınar'ın saçlarını geriye doğru tararmışçasına okşadım başını. Sırtımı tekrar yatakla buluşturduğunda, bu kez bacaklarımı gevşetip kendimi yatağa bıraktım. Dirseklerimden destek alarak sırt üstü uzandığım yataktan doğrulup, bedenimi yatağın başlığına doğru geriye çekerken, eş zamanlı olarak Çınar'ın da bebekler gibi emekleyerek bedenimle senkron halde yatak başlığına doğru ilerleyişini seyrettim. Bir anda duraksayıp doğruldu ve tişörtünü sıyırarak üzerinden çıkardı. Kendimi istemsizce Çınar'ın bedenini süzerken buldum. Müzelerdeki antik Yunan heykellerinin abartıldığını düşünürken Çınar'ın o, heykelleri aratmayan vücudunu görünce, heykelleri tıraşlayanlara haksızlık ettiğimi anlamıştım. Bedenimi kontrol eden güdülere teslim olmuştum. İçinden gelen o edepsiz dürtülerin sahibi ben miydim gerçekten? Çınar bedenime doğru eğilmeye başladığında kendimi, Çınar'ın teninde göğüslerinden karın kaslarına doğru ellerimi gezdirirken buldum. Elimin altındaki kaya alev almış yanıyordu, yakıyordu da! Bedeninin ağırlığını bedenime bırakırken, yatağa dayalı dirsekleri arasında bıraktığı başımı okşadı elleriyle . Saçlarım arasına daldırdığı parmakları, öyle naifti ki; Dudaklarını sırayla alnıma, göz kapaklarıma, burnuma kondurdu ve son olarak da çeneme yakıcı öpücüklerinden payına düşeni bıraktıktan sonra, başını kaldırıp gözlerime kilitledi gözlerini. Gözleri gözlerimi oyalarken, sol elinin baş parmağı muzipçe dudaklarımın keşfindeydi. Dudaklarımı okşayan baş parmağı, çeneme doğru sürüklenip, sürüklendiği yerde konakladı. Çınar, baş parmağının konakladığı yere nazikçe bastırıp araladığı dudaklarımda arsızca hükmünü sürerken beni de farkında olmadan bilmediğim diyarlara sürüklüyordu. Dudakları, bazen yavaş ve nazik, bazense sert ve hoyrat bir halde suçlu dudaklarımı sorguya çekiyordu. Dudaklarının dudaklarıma çektirdiği işkence şiddetini arttırırken acıdan kıvrılan dillerimizin birbirine sarılması da inlemelerimiz de artık kaçınılmaz bir sondu. Bu savaşın galibi yoktu, hakkı olan nefesi solumamız için birbirimize fırsat vermezsek ikimizde boğulacaktık. İlk pes eden Çınar olmuştu ya da ilk merhamet eden! Dudaklarımı özgür bıraktığında, alnını alnıma dayadı ve hakkım olan nefesi solumam için bana zaman verdi. Ben soluk alış verişlerimi düzene sokmak için çabalarken, Çınar sol eliyle üzerimdeki gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Parmakları tenime değdiğinde değdiği yerleri her seferinde istemsizce içime doğru çekiyordum. Gömleğin çözülen düğmelerinin açıkta bıraktığı tenime ıslak öpücüklerini kondururken zamanın durma noktasına geldiğini hissettim. Altımızda serili olan çarşafı avuçlayıp sıkarken Çınar'ın bedenimde yarattığı depremin sarsıntısına güç yetirebileceğimi zannetmek ne büyük aptallıktı. Bedenime ettiği işkence daha ne kadar sürebilir derken sıra şortumun kemer düğmesi ve fermuarına gelmişti. Acele etmeden onları da açıp bedenimi okşayarak şortumu üzerimden çıkarırken titreyerek soluduğum nefesi iniltilerle verir olmuştum. İniltilerimden utandığım için sağ elimi sıkıp dudaklarıma dayadım, yetinmeyip parmaklarımı da dişledim. Böylelikle iniltilerimi bir miktar bastırabilmişken Çınar, yaptığımdan rahatsız olmuş olacak ki dizleri üzerinde doğruldu, bileklerimden tutup benimi bedenine doğru çekerek kucağına oturmamı sağladı. Bacaklarım arasındaki bedeni kadınlığım altındaki sertliği hissederken titrememek elde miydi? Titrememi durdurmak için istemsizce bedenimi kastığımda Çınar rahatlamam için olsa gerek alnını alnıma dayayıp bir süre hareketsiz kaldı. Ben soluk alışverişlerimi düzene sokmaya başladığımda, Çınar alnımdan alnını çekmeden gömleğimi yavaşça omuzlarımdan sıyırıp çıkardı, kollarıyla bedenimi sarmalayıp boynumdan omuzlarıma doğru öpücükleriyle yol çizdi. Bedenimi sarmaladığı kollarını sıkarken rahatsızlık duymazken yaptığından hoşlanmaya başlamıştım. Sırtımı okşayan elleri sutyenime takıldığında, kopçasını tek seferde açtı. Benim iki elimle açmakta zorlandığımı o tek eliyle yapabilmişti. Sutyenim gevşeyip askıları omuzlarımdan düştüğünde, utancımdan kollarımla göğüslerimi örtmekten kendimi alıkoyamadım, şu anda saçlarımın eski uzunluğunda olmasını o kadar isterdim ki! Kendimi saklama çabam karşısında Çınar afallayarak duraksamıştı. Bu hali çok uzun sürmedi ve beni yatağa nazikçe sırt üstü yatırdı. Gözleri gözlerime izin ister gibi bakarken, göğüslerim üzerine örttüğüm kollarımı gevşetip boynuna doladı. Bedeninin ağırlığını bedenimin üzerine bıraktığında çıplak bedenini bedenim üzerinde hissediyordum. Dudaklarıma değen dudakları, tenime değen teni ve bedenime baskı yapan bedeni içimdeki arzuyu arttırırken sınırlarıma dayanmış, bedenimde düzenli kasılmalara sebep olmuştu. Çınar dudaklarımdan çektiği dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldadı. Korunuyor musun Feraye?" Bana korunup korunmadığımı sormuştu. Sorusu karşısında donup kalmış, ne yapacağımı bilemez haldeyken bir tek kelime edememiştim. Çınar da bu sessizliğimi hayır olarak algılamış olacaktı ki, yatağın sağ tarafına doğru eğilerek, varlığını henüz fark ettiğim yatak bazasında bulunan çekmeceyi aralayarak, benimde doğrulup dikkat kesilmeme sebep olan o çekmece içerisindeki paketlerin arasından birini eline aldı. Dişiyle paketi yırtarken elindekinin kondom olabileceğini anlamam bir hayli vaktimi almıştı. Yatağın çekmecesinde hali hazırda kondom bulunduruyordu. Bana da korunup korunmadığımı sormuştu. Nedense bu durum kendimi sıradan, değersiz biri gibi hissettirmişti. Kim bilir bu yataktan kaç kadın geçmişti. Belli ki ben de onun gözünde o kadınlardan biriydim. Çınar'ın paketin içerisindeki prezervatifi çıkarmasına fırsat vermeyerek elinden tutup kendisine engel oldum ve bedenimi aceleyle ondan uzaklaştırıp güçlükle bulduğum sesimle "aartık dduralım", dedim. Sanki ateşi avuçlamışımda, ellerim yanmış gibi hissettiğim acıdan, elini tuttuğum ellerimi ondan çekerken aynı hızla yatağın üzerindeki örtüye sarınıp, yataktan sendeleyerek de olsa kalktım. Çınar da bu tavrımdan sonra afallayıp şaşkın bir halde elindekini komodinin üzerine bırakırken, ne olduğunu anlayamadan kendini toparlamaya başladı. Arzudan yanan bedenim bir anda buz kesmiş, içimi öfke kaplamıştı. Çamaşırlarımı saçıldığı yerlerden bulmak için etrafa göz gezdirmeye başladım. Çınar'ın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Etrafa saçılan eşyalarımı bir bir toparlarken diğer yandan da bedenime sarındığım örtüyü üzerimden düşmemesi için çekiştiriyordum. Koskoca odada sanki onun gözlerinden başka bakacak yer yokmuş gibi istemsizce gözlerim Çınar'ınkilerle kesiştiğinde, bedenimi çarpan elektriği hissettim o panikle de gözlerimi yere devirip öfkeyle kaldığım yerden eşyalarımı aramaya devam ettim, sutyenimi hala bulamamıştım. Çınar'ın yanıma doğru yaklaşmaya başladığını fark ettiğimde irkilmiştim. Ona doğru döndüğümde duraksadığını, yatağın benim göremediğim tarafına doğru eğilip yerden bir şey aldığı gördüm. Eline aldığı şeyi bana doğru uzattı. Elindekinin aradığım şey olduğunu fark ettiğimde bir hışım elinden kapıp kendimi odadaki banyoya attım. Lavabonun ve küvetin musluk vanalarını açtım, hatta klozetin sifonuna bastım. Banyoda akan su sesleri sayesinde ağladığım duyulmayacaktı. Ne kadar süre bu şekilde ağladığım hakkında bilgim yoktu, ağlamamı durdurabildiğimde hala akmakta olan lavabonun suyunu kapatıp duşa girdim. Duştan çıkıp üzerimi kurulamadan kıyafetlerimi giyindim. Kısa saçlarımdan omuzlarıma ve sırtıma damlayan suyun da etkisiyle üzerimdeki kıyafet bir hayli ıslanmıştı. Kendimi biraz olsun toparlamış olmamın verdiği cesaretle banyodan dışarı çıkabildim. Çınar odada değildi. Odadan çıktığımda Çınar'ı, üzerine takım elbisesini giyinmiş, dirseklerini dizlerine dayamış ve elleri arasında tuttuğu başını ovalayarak holdeki koltukta oturuyor halde görmüştüm. Önünden geçerek koridorun sonundaki odaya gittim ve koltukta bıraktığım çantamı aldım ve hole geri döndüm. Çınar çoktan ayaklanmış beni bekliyordu. Birbirimize tek kelime etmeden rezidanstan çıktık ve çiftliğe dönmek üzere yola koyulduk.
Sekizinci bölüm sonu, devam edecek...
|
0% |