Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@demissuenos

HİSLER

"Sevmek... doğru zamanda doğru insanı seversen seni ayakta tutan ama yanlış zamanda yanlış insanı seversen seni yerle bir eden, öylece gelip kalbine yerleşen sana seçenek tanımayan bir his. ''

...

Sizin için önemli olan şey ne? sevdiğin insanı bulmak mı? sevildiğin insanı bulmak mı? bence bunu bir düşünün. Sevilmek, sevildiğini hissetmek dünyadaki en saf, en temiz his olabilir. Özgüveniniz artar, kendinizi değerli hissedersiniz. Sevildiğinizi bildiğiniz zaman dünyada ki hiçbir kötülük size dokunamaz, dokunsa da zarar veremez çünkü sevgi kötülüğün dokunduğu her yeri sarar sarmalar, iyileştirir.

Kırık bir sessizliğin hakim olduğu kısa süreli yolculuktan sonra Memorial Ataşehir Hastanesi'ne vardık. Caner arabayı durdurduktan sonra derin bir nefes alıp verdi. Bana hiç bakmadı dışarıyı izliyordu. Elimi uzattım, viteste olan elinin üzerine elimi koydum, ona doğru eğildim ve diğer elimle de şefkatle yanağını okşadım. Bana doğru döndü, yanağında olan elimi tuttu, avuç içimi öptü ve gülümsedi. '' Hiç hoşuma gitmedi bu durum Asya, bunu telafi etmen gerekecek biliyorsun değil mi?'' Gülümseyerek ona baktım ve ''biliyorum, biliyorum sevgilim ve bu telafi için elimden geleni yapacağım. Seni görmüş olmanın mutluluğunu, içimde oluşan kıpırtıyı sana tarif edemem ve seni aynı hislerle tekrar görebilmeyi iple çekiyorum.'' dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum.

Arabadan inmek için kapı koluna doğru uzandığım da Caner diğer elimi tuttu. Beni kendine doğru çekti, alnını alnıma dayadı ''seni yeniden görmezsem deliririm'' dedi ve alnımdan öptü gülümsedim ve ikimizde arabadan indik. Caner'in yanına doğru yürüdüm birbirimize sımsıkı sarıldık. Boyum onun tam kalp hizasına geliyordu ve o an kalp atışları o kadar hızlıydı ki. Kalbinin benim için hızla çarptığını bilmek mükemmel bir histi. Sonunda istemesek de vedalaşmayı bitirebilmiş tekrar görüşmek üzere sözleşmiştik. Caner arabaya binip evine dönerken ben hastaneye giriş yaptım.

Danışmadan Pınar'ın kaldığı odanın bilgisini alarak 3.kat 35 nolu odaya doğru ilerledim. Kapıyı tıklayarak içeri girdim. Pınar beni görünce yüzünde büyük bir sevinç oluştu. ''Asya! Sonunda be kızım. Hiç gelmeyeceksin sandım öğleden sonra saat üç gibi giriyorum ameliyata, korkuyorum.'' dedi ve ona sarılmam için kollarını açtı. Ona doğru yürüdüm ve sımsıkı sarıldım. ''Korkma be kızım amma abarttın sende. Kim dedi sana 8 derece miyop ol diye. Merak etme emin ellerdesin. Arif amca alanında en iyisi bu yüzden buradayız.''

''Biliyorum canım benim biliyorum Arif abi alanının en iyisi olmasa Eskişehir'den kalkıp İstanbul'a hangi deli gelir göz çizdirmek için. Neyse neyse anlat bakalım şu yakışıklını.''

'' Off Pınar hemen kalkmama baya baya bozuldu. Yani sen olmasan kimse alamazdı beni oradan ama olsun sende benim için çok kıymetlisin.'' Bu esnada Pınar'ı ameliyata almak için hemşireler odaya girdi. Pınar sedyede odadan çıkarılırken elini sımsıkı tuttum. ''Seni Seviyorum deli kız'' dedim ve gülümsedim. ''Bende Seni Seviyorum şapşalım'' diye karşılık verdi ve oda gülümsedi.

Ameliyat odasında her şey yerli yerindeydi; beyaz örtülerle kaplı masanın üzerinde cerrahi aletler, parlayan metal yüzeyleriyle sıralanmıştı. Her bir aletin farklı bir işlevi vardı, ama Pınar, sadece onları görüp anlamaktan çok uzak hissediyordu. Duvarlardaki yeşil, soğuk tonlar, ortamın huzur verici değil, gergin bir atmosfer oluşturmasına neden oluyordu. Pınar’ın yatakta yatan hali, başındaki kanlı bandajla birlikte gözlerinin kapalı oluşu, içini saran bir boşluğun habercisi gibiydi. Ama merak etme güzel kızım ben hep yanında olacağım.

Ameliyattan çıkmasını beklerken kafeteryada oturmuş camdan dışarıyı izleyip, bir yandan kahve mi yudumluyordum. Zaman, duraksamış gibiydi; dakikalar saat gibi geçiyor, kaygılarım her geçen saniye artıyordu. Duvardaki saat, tiktak sesleriyle bir yüzyıl geçmiş gibi hissettiriyordu. Kalbimin hızla çarptığını hissedebiliyordum. Sanki her çarpışı, hastane koridorlarının soğukluğu ile birleşiyor, karanlık düşüncelerimi besliyordu. “Ya bir daha uyanmazsa?” düşüncesi aklımı kemiriyordu. Belki basit bir süreçti ama yine de endişeleniyordum. Bu düşüncelerle boğuşurken birinin bana dokunmasıyla irkildim.

''Pardon, çok dalgın gözüküyordunuz. Seslendim ancak tepki vermeyince... İyi misiniz?''

''Evet evet, iyiyim. öyle dalmışım işte kusura bakmayın. sandalyeyi istiyorsanız alabilirsiniz, boş.''

''Oturmayı tercih ederim.'' dedi ve karşımda duran sandalyeyi çekerek oturdu. 1.75 boylarında kumral, kahverengi gözlü, kısa kıvırcık saçlı oldukça sempatik gözüken genç bir adamdı. ''Hastanızın durumu mu ağır?'' diye söze devam etti.

''Hayır, yakın arkadaşım göz çizdirme ameliyatında şuan onun için buradayım. Ciddi bir şey değil gayet iyi çıkacaktır. Eminim. Ya sizin?''

''Çok geçmiş olsun. Ben... Ben annem için buradayım. Kanser tedavisi görüyor. Bu hastane bizim ikinci evimiz diyebilirim. O yüzden ne zaman uzaklara dalmış derin düşünceli birini görsem bu hastane köşelerinde ki hallerim aklıma gelir. Sende öyle bir dalmıştın ki bir selam vermek istedim.''

'' A, çok çok geçmiş olsun. Umarım en kısa sürede iyileşir annen. Çok üzüldüm.''

''Teşekkür ederim. Üzülme, biraz klişe olacak ama hayat çok kısa. Üzülerek kendimizi yıpratmak yerine iyi yönlere odaklanmalıyız. En azından şuan benimle ve iyi anılar biriktirmek için vaktimiz var.''

''Ne kadar olgun bir düşünce. Bense her şeyi kafasına takan, en ince ayrıntısına kadar düşünüp sadece kendini yoran biriyim. Aslında sadece an da kalıp tadını çıkarmak en doğrusu. ''

''Benim için gitme vakti geldi hoşça kal, peri kızı.'' dedi ve ‘’Ne mutlu anda kalabilene’’ diye ekledi gözleri parlayarak.

Gülümsedim. ''Hoşça kal, bu arada ben Asya.'' dedim ve tokalaşmak için elimi uzattım.

''Asya.. Memnum oldum Asya. Ben de Asrın.'' elini uzattı, tokalaştık ve o yanımdan uzaklaştı. Ben de Pınar'ı kontrol etmek için ameliyathanenin kapısına doğru yürüdüm. 'Peri kızı?' ne kadar hoş geldi kulağıma. Aklıma geldikçe gülümsüyordum kendimi o an çok iyi hissetmiştim. Ameliyathanenin kapısına vardığımda Pınar'ı çıkardıklarını gördüm.

Pınar'ı normal odaya aldıklarında doktora durumunu sordum. Arif abi aynı zamanda bizim aile dostumuzdur. ''Gayet iyi Asya endişelenmeyin hatta bir kaç saat sonra çıkabilir iki gün sonra kontrole gelecek. Bandajları bugün çıkarmasın, gün ışığına maruz kalmasın yeter.'' dedi. Arif abiye teşekkür ettim ve Pınar'ın yanına doğru yürüyüp elini tuttum. ''Gayet iyisin kuzum çıkıyormuşuz bir kaç saate'' dedim ve saçlarını sevdim.

...

Bir kaç saat geçmiş ve biz Pınar'ın abisinin de gelmesiyle hastaneden çıkmış, evine varmıştık. Tufan abinin İstanbul'da bir evi vardı bazen burada bazen Eskişehir'de kalırdı. Pınar dinlenmek için odasına çekildi. Tufan abi bize becerebildiği kadarıyla makarna ve salata yapmıştı. O kadar açtım ki tatsız, tuzsuz olmasına rağmen 2 tabak makarna yemiştim. Saat akşam 9'a geliyordu ve Caner'den beni hastaneye bıraktığından beri hiç ses çıkmıyordu. Telefonu elime aldım ve onu aradım. Bir kaç defa çalışından sonra ''Efendim güzelim'' diyerek açtı telefonu.

Sesini duyduğum o an sanki tüm yorgunluğum bedenimden çekilmiş gibiydi. ''Canım, sesin çıkmayınca merak ettim seni. İyiyiz dimi? çok üzgünüm Caner.''

''Sorun yok güzelim, sorun yok üzülme. Sadece aylar sonra olan ilk buluşmamızı böyle hayal etmemiştim. Seni düşünüyordum bütün gün ama hastanede olduğun için rahatsız etmek istemedim. Arkadaşın nasıl oldu?''

Onun bu her zaman naif oluşu, beni kırmamaya çalışması o kadar büyük bir incelikti ki benim için, o çok anlayışlı birisiydi. ''Gayet iyi, dinleniyor. Yarın dönmeden önce görüşeceğiz değil mi?.'' Otobüs biletimi öğlen 12:00'ye almıştı babam. Geç saate kalmamı istemiyordu.

'' Tabii ki, sana daha doyamadım. Seni terminale ben bırakacağım, şimdi dinlen erken kalk ki biraz daha vaktimiz olsun. Seni seviyorum sevgilim.'' ''Bende seni seviyorum sevgilim, iyi geceler.''

Telefonu kapattıktan kısa bir süre sonra uykuya dalmıştım ki bir kaç el silah silah sesiyle uykumdan sıçradım. Öyle korkmuştum ki korku tüm bedenimi sarmıştı. Işığı açıp koridora koştum Pınara seslendim. ''iyiyim'' dediğini duyduğum da salona Tufan abinin yanına koştum ışığı açtığımda Tufan abi salonda yoktu. Korku tüm bedenime hakim olmaya devam ederken bağırışlar duyunca cama koştum. Aşağı caddeye doğru baktığımda Tufan abinin

bir kaç adamla kavga ettiğini gördüm. İki tane motorlu, kask olduğu için yüzlerini göremedim ama 180 boylarında iri yarı adamlardı. Bir tanesi Tufan abiye vaktin doluyor diye bağırıp motora binip uzaklaştılar.

Panik halinde evin içinde bir sağa bir sola doğru yürümeye başladım. Ne için vakit daralıyordu, Tufan abi neye bulaşmıştı böyle. İçeriden Pınar '' Asya! neler oluyor?'' diye seslendi. ''Pınarcım yat uyu bir şey yok iki üç deliydi herhalde. Cadde bomboş abin de bakmaya inmiş galiba geliyor şimdi, dinlen sen hadi güzelim.'' Pınar göz bandı taktığı için yataktan haliyle kalkamıyordu. Zaten şu an ki durumu görse endişeden delirirdi. Şuan ne olduğunu anlamadan ona asla bir şey söyleyemezdim.

Eve girdiği an onu bileğinden tutup salona doğru çekiştirdim. Tufan’ın gözlerinde beliren karanlığı fark ettiğimde onun içindeki o karanlık beni çekiyor ama aynı zamanda itiyor. Bir yanda onu anlamak istiyorum, diğer yanda kendimi korumam gerektiğini biliyorum. Yaşadığım bu çelişki beni tüketiyor.

''Sen ne yaptığını sanıyorsun, neler oluyor böyle! Vurulabilirdin.! neye vaktin daralıyor söylesene!'' diye sitem ettim sessizce. Pınar duymasın diye oldukça hassas davranmaya çalışıyordum.

Tufan abi karanlığını her yanımda hissettiğim gözlerini tekrar üzerime doğru yönelttiğinde o kadar gergin ve sinirliydi ki beni ittirerek. ''Bana bak kızım sen kimsin de hesap soruyorsun bücür. Git yat zıbar, yarın da siktir ol git buradan.''

Tufan, bana bir şeyler anlatırken sesindeki titreme, içindeki fırtınayı hissetmeme neden oldu. ‘Beni tanıdığını zannediyorsun, değil mi?’ dedi. O an, gerçekten ne kadar korktuğumu anladım. İçimde bir ses, ‘Burası tehlikeli,’ diyordu. İçimdeki diğer ses ise bu tavırlarına sessiz kalmak istemiyordu.”

''Bana baksana sen, o ağzını topla yoksa ben toplarım. Sen bizim başımızı belaya mı sokacaksın. Vural amca duyarsa ne olur farkında mısın.?''

''Sakın babama bir şey söylemeye kalkma gebertirim seni. Babam duymadan ben halledicem. Bir şey olmayacak büyütme meseleyi kimsenin başı belaya girmeyecek.''

''Abi, söyle ne oldu neden sana ateş ettiler. ne istiyorlar.?''

''Borcum var onlara, paralarını istiyorlar. Geçen sefer İstanbul'a geldiğimde oldu işte bir şeyler. Eskişehir'e gittiğimde kaçtığımı düşündüler. Şimdi gelince tekrardan tabi yapıştılar yakama.'' koltuğa doğru uzanırken sendeledi düşer gibi olduğu an hemen koluna girdim ve koltuğa oturmasına yardımcı oldum. Adamlar belli ki biraz hırpalamıştı ve yürümekte dahi zorlanıyordu. Yastığı düzelttim, uzanması için göğsüne elime koydum. Gömleğinin göğüs kısmında ki cebinin üzerine denk geldi elim ve cebinde bir şey fark ettim. Tam uzandım bakacakken, elimi bir anda ittirdi ve neye uğradığımı şaşırdım.

''Ne yapıyorsun be aptal! Canım yandı. Adamlar haklı kesin kaçmışsındır sen. Ne o? Uyuşturucu mu?.'' Hızla yerinden sıçradı ve '' Şşş. Sesini kes, sakın Pınar duymasın. Sen de karışma bir şeye o çeneni kapalı tut. Ne kadar az bilirsen o kadar iyi senin için bücür.''

bir kaç adamla kavga ettiğini gördüm. İki tane motorlu, kask olduğu için yüzlerini göremedim ama 180 boylarında iri yarı adamlardı. Bir tanesi Tufan abiye vaktin doluyor diye bağırıp motora binip uzaklaştılar.

Panik halinde evin içinde bir sağa bir sola doğru yürümeye başladım. Ne için vakit daralıyordu, Tufan abi neye bulaşmıştı böyle. İçeriden Pınar '' Asya! neler oluyor?'' diye seslendi. ''Pınarcım yat uyu bir şey yok iki üç deliydi herhalde. Cadde bomboş abin de bakmaya inmiş galiba geliyor şimdi, dinlen sen hadi güzelim.'' Pınar göz bandı taktığı için yataktan haliyle kalkamıyordu. Zaten şu an ki durumu görse endişeden delirirdi. Şuan ne olduğunu anlamadan ona asla bir şey söyleyemezdim.

Eve girdiği an onu bileğinden tutup salona doğru çekiştirdim. Tufan’ın gözlerinde beliren karanlığı fark ettiğimde onun içindeki o karanlık beni çekiyor ama aynı zamanda itiyor. Bir yanda onu anlamak istiyorum, diğer yanda kendimi korumam gerektiğini biliyorum. Yaşadığım bu çelişki beni tüketiyor.

''Sen ne yaptığını sanıyorsun, neler oluyor böyle! Vurulabilirdin.! neye vaktin daralıyor söylesene!'' diye sitem ettim sessizce. Pınar duymasın diye oldukça hassas davranmaya çalışıyordum.

Tufan abi karanlığını her yanımda hissettiğim gözlerini tekrar üzerime doğru yönelttiğinde o kadar gergin ve sinirliydi ki beni ittirerek. ''Bana bak kızım sen kimsin de hesap soruyorsun bücür. Git yat zıbar, yarın da siktir ol git buradan.''

Tufan, bana bir şeyler anlatırken sesindeki titreme, içindeki fırtınayı hissetmeme neden oldu. ‘Beni tanıdığını zannediyorsun, değil mi?’ dedi. O an, gerçekten ne kadar korktuğumu anladım. İçimde bir ses, ‘Burası tehlikeli,’ diyordu. İçimdeki diğer ses ise bu tavırlarına sessiz kalmak istemiyordu.”

''Bana baksana sen, o ağzını topla yoksa ben toplarım. Sen bizim başımızı belaya mı sokacaksın. Vural amca duyarsa ne olur farkında mısın.?''

''Sakın babama bir şey söylemeye kalkma gebertirim seni. Babam duymadan ben halledicem. Bir şey olmayacak büyütme meseleyi kimsenin başı belaya girmeyecek.''

''Abi, söyle ne oldu neden sana ateş ettiler. ne istiyorlar.?''

''Borcum var onlara, paralarını istiyorlar. Geçen sefer İstanbul'a geldiğimde oldu işte bir şeyler. Eskişehir'e gittiğimde kaçtığımı düşündüler. Şimdi gelince tekrardan tabi yapıştılar yakama.'' koltuğa doğru uzanırken sendeledi düşer gibi olduğu an hemen koluna girdim ve koltuğa oturmasına yardımcı oldum. Adamlar belli ki biraz hırpalamıştı ve yürümekte dahi zorlanıyordu. Yastığı düzelttim, uzanması için göğsüne elime koydum. Gömleğinin göğüs kısmında ki cebinin üzerine denk geldi elim ve cebinde bir şey fark ettim. Tam uzandım bakacakken, elimi bir anda ittirdi ve neye uğradığımı şaşırdım.

''Ne yapıyorsun be aptal! Canım yandı. Adamlar haklı kesin kaçmışsındır sen. Ne o? Uyuşturucu mu?.'' Hızla yerinden sıçradı ve '' Şşş. Sesini kes, sakın Pınar duymasın. Sen de karışma bir şeye o çeneni kapalı tut. Ne kadar az bilirsen o kadar iyi senin için bücür.''

Büyük bir hayal kırıklığı ve hüzün dolu gözlerle ona baktım daha fazla konuşmadan onu öylece bırakıp odama çekildim. Pınarı burada bu ruh hastasıyla bırakamazdım. Adamlar eve kadar geldiler sonuçta. Yarın sabah Pınarı da alıp buradan gitmeliydim. Tufan’ın yanında geçirdiğim her an, içimdeki denizdeki dalgaların yükselip alçaldığı gibi; biran kalıp yardım edebilmek, biran ise kaçmak. Onun karanlığı, bana çok derin ve karanlık bir okyanusta kaybolmuşum hissi veriyor.

Geçmişte yaşadığım kayıplar, Tufan’ın karanlığını daha da derin hissettiriyor. Onun içindeki boşluk, benim kayıplarımla birleşince, sanki içimde bir yara açılıyor; burada olmak, daha da derinleşen bir acıyı kabullenmek gibi geliyor.

Duvardaki saat, Tufan’ın kalp atışlarıyla birlikte yavaşlıyormuş gibi görünüyordu. Her tık, içindeki belirsizlikle birleşip daha da yüksek sesle yankılanıyordu. “Onlar gelecek,” diye düşündü. Bu düşünce, zihninde dönerken, geçmişteki hataları tekrar yaşar gibi hissetti. Sanki hayatının en önemli anı, birkaç saniye içinde belirecek ve her şeyini değiştirecekti.

Tufan, içinde büyüyen korku ile yüzleşmek zorundaydı. “Eğer bu durumda bir hata yaparsam, her şeyimi kaybedeceğim,” düşüncesi, kafasında daireler çiziyordu. Pınar’a zarar gelirse, onu affedemezdi. Geçmişte yaptıkları, şimdi başına bela olmuştu ve kaçacak yeri yoktu. “Doğruyu söylemeli miyim yoksa yalan mı söylemeliyim?” derken, gerçeğin ağırlığı üzerine çöküyordu.

Salonda bir başına derin düşünceler içerisinde, kendi karanlığında boğulduğunu hissederek kendini dışarıya attı. Tufan, sokağın köşesini dönerken, ayaklarının her adımda yere yavaşça basması gerekiyordu. Kalabalığın içinden geçerken, nefesini tutarak, bir anlığına her şeyin durduğunu hissetti. Gözleri, arka planda hareket eden gölgeleri tararken, kalbinin nasıl hızlandığını hissetti. Bir an için, kendi hayatının son anlarını yaşıyormuş gibi hissetti. “Dikkatli olmalısın,” diye fısıldadı kendi kendine, her adımda gerilimi hissederek.

Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi açtığımda ev çok sessizdi. Hafif doğruldum gözlerimi ovuşturdum, yorganı üzerimden atarak yataktan kalktım. Odanın kapısını açıp salona doğru ilerlediğimde Tufan abinin evde olmadığını anladım. Pınar'ın odasına gittim kapıyı araladım içeri doğru baktım ve hala uyuyordu. Bende kapısını kapatıp çıktım. Tekrar salona geçip koltuğa oturdum, düşünmeye başladım. Bir yolunu bulmalı ve buradan Pınar ile dönmeliydim. Saat 09:00'a geliyordu. Arif abinin uyanmış olduğunu düşünerek onu aradım ve Eskişehir'e dönmemiz gerektiğini kontrollere orada bir Hastanede gidip gidemeyeceğimizi sordum. O da ''Eskişehir'de bir doktor arkadaşım var ona yönlendireyim sizi. Yolculuk esnasında da ya bandaj taksın tekrardan ya da güneş gözlüğü taksın mutlaka çok dikkatli olun.'' Dedi. Teşekkür ederek telefonu kapattım.

Kahvaltı için omlet yaptım, ekmekler bayat olduğu için kızarttım ve masayı hazırladım. Bu esnada Pınar da uyanmıştı. ''Günaydın güzellik mis gibi kokular geliyor çok açım.'' Diyerek masaya geçti ve sandalyesini çekerek oturdu. ''Pekte neşeli gözüküyorsunuz hanımefendi. Hadi kahvaltını bitir ve hazırlan. Beraber dönüyoruz.'' dedim. Tam omletinden bir çatal alıp ağzına atacaktı ki şaşkınlıkla çatalı elinden düşürdü. ''Neee! Ne diyorsun kızım sen ne dönmesi benim kontrollerim var.''

''Pınarcım, ben Arif abiyle konuştum bize oradan doktor ayarlayacak. Ben her şeyi hallettim sadece hazırlan bileti de aldım. Seni burada bırakırsam aklım sende kalacak annenlerde yok Tufan abi sana bakmakta zorlanabilir. E okul da var biliyorsun sınavlar başladı son senemiz Pınar geri kalmanı istemiyorum.'' dedim. Pınar biraz düşündü bir süre sessiz kaldıktan sonra. ''Biliyor musun zaten hiç kalmak istemiyordum. Arif abi sorun olmaz dediyse gidelim. Annemi de çok özledim ona daha çok ihtiyacım var. '' Kahvaltımızı yaparken dönüş planını konuştuk. Daha sonra Pınar hazırlanmak için masadan kalkıp odasına geçti ben ise masayı toplayıp, mutfağı temizledikten sonra hazırlanmaya geçtim. Tufan abi ise hala ortalıkta yoktu.

Otobüs saatimiz yaklaştığı için evden çıkmamız gerekiyordu. Pınara güneş gözlüğü ayarladık yanımıza bandaj aldık otobüste bandaj takacak ve gözlerini dinlendirecekti. Tam valizleri elimize aldık kapıdan çıkarken çalan telefonum ile irkildim. Arayan Caner'di ve ben olduğum yere çakılı kalmıştım. İçimi öyle büyük bir huzursuzluk kaplamıştı ki bu huzursuzluğun sebebi Caner'in tamamen aklımdan çıkmasıydı. Kendimi Pınar'ı korumaya o kadar odaklamıştım ki bir anlığına Caner'i unutmuştum. Terminale beraber gitmek için sözleşmiştik muhtemelen bunun için arıyordu. Kısa bir şoktan sonra telefonu hemen açtım. '’Güzelim! hiç açmayacaksın sandım. Aşağıda bekliyorum kök saldım buraya hadi in de seni göreyim. Güzelim iyi misin korkutma ses ver.''

''İ-iyiyim sevgilim. Çok özür dilerim hazırlanmam uzun sürdü hemen geliyorum.'' dedim ve kapattım. Bu kez gerçekten çok kızacaktı. Dün zaten vakit geçirememiştik. Bugün ise sözleştiğimizi unuttum ve Pınar'da yanımızda. Gerçekten ama gerçekten her şey ancak bu kadar kötü gidebilirdi. Tufan abiye o kadar öfkeliydim ki. Her şey onun yüzünden oluyordu. Bu bana attığı ikinci kazıktı ve o hala ortalarda yoktu.

Aşağı indiğimizde, Caner’in yüzündeki ifadeyi görünce içim burkuldu. Pınar, elinde valiziyle orada duruyordu; durumu hemen kavramıştı. İçindeki öfke ve çaresizlik, sanki bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Sadece başıyla selam vermekle yetindi ve valizleri elimizden alıp arabaya yerleştirdi.

Bagaj kapısını kapattıktan sonra önce Pınar’a döndü, elini uzatıp kendini tanıttı; sıcak bir tokalaşma gerçekleşti. Sonra bana yöneldi; elini uzatmayı düşünüyordu ama ben elini itip ona sıkıca sarıldım. Kısa bir süre böyle kaldık, kalbim hızlı atıyordu. Caner’in bana sarılması, sevincin ve öfkenin karıştığı bir duyguydu.

Bir süre öylece durduk ki, Pınar’ın sesi araya girdi: “Uhm, uhım... Gençler, bölüyorum ama geç kalacağız, ben arabada bekliyorum.” Sesinde hafif bir sabırsızlık vardı. O sırada hâlâ Caner’e sarılmıştım, ama o, kendini benden ayırdı ve neler olduğunu sordu.

“Asya! Bu saçmalığın umarım mantıklı bir açıklaması vardır. İlişkimizin en büyük engeli, sevgili arkadaşının bu seferki sorunu ne?”

Kızgınlığı ya da üzüntüsü belirsizdi ama kırgınlığını hissedebiliyordum. “Sevgilim, haklısın. İlk buluşmamız kavuşamamalarla doluydu. Ama gerçekten mantıklı bir açıklamam var. Anlatınca hak vereceksin, eminim. Ama şu an Pınar burada, onu sağ salim ailesine teslim etmem lazım, sonra konuşalım olur mu?”

“Ben neden haber vermediğin kısmındayım!” Caner, kontrolü kaybetmeye pek tahammül edemeyen biriydi. Kızgınlığını içimde hissedebiliyordum ama elimden başka bir şey gelmiyordu. “Unuttum, inan ki unuttum. Sabah bir anda gelişti. Doktor onay verince sadece toparlanmaya odaklandık. Özür dilerim, sevgilim, çok üzgünüm,” dedim ve onu yeniden kucakladım. Kalbinin üzerine hafif bir öpücük kondurdum.

Caner geri çekildi ve sessizce, “Unuttun demek,” dedi. Hemen arabaya döndü ve kapımı açarak beni içeri davet etti. Eliyle koltuğu gösterdi ve gülümseyerek geçmemi işaret etti. Gülümsemesi, Pınar’a bir şey belli etmemek için çabaladığını gösteriyordu. Ben de gülümseyerek arabaya bindim. Kapımı kapattıktan sonra o da bindi, arabayı çalıştırdı ve yola çıktık.

Bir süre sessiz devam ederken bir anda elimi tuttu. Sol eliyle direksiyonu tutarken sağ eliyle elimi tutuyor vites atmak için bile elimi bırakmıyordu. Elimi tuttuğunda dünya durdu sanki içimdeki bütün sıkıntılar gitti. Öfkelenmesine, kırılmasına rağmen beni hala önemsiyor oluşu o kadar değerli ki. Sadece iki gün kısa süreli görebildim ama o yanımdayken ben her şeyin üstesinden gelebilirim, eğer halledemezsem sanki Caner her şeyi halleder gibi hissediyorum.

Yol boyu elimi hiç bırakmadı. Arada elime minik öpücükler konduruyor, bana doğru bakıp gülümsüyordu. Arada da Pınar'ı unutmuyor nasıl olduğunu, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyordu. Kırgınlığın ve öfkenin yanında Caner'in olgunluğunu yitirmemesi tam ona göre bir hareketti.

Terminale vardığımızda arabayı durdurdu el frenini çekti. Bana doğru döndü hala hiç bırakmadığı elimi kaldırdı tekrar öptü. ''Her güzel şeyin bir sonu var galiba'' dedi. Ona büyük bir sevgiyle baktım gözlerim dolmuştu bunun farkındaydı ama Pınar olduğu için hislerimizi o an çekinerek yaşıyorduk. O da bunu anlamış olacak ki '' Ben biletleri kestireyim otobüsün orada görüşelim olur mu tatlım. Caner çok teşekkür ederiz çok incesin umarım en kısa zamanda tekrar görüşürüz.'' dedi arabadan inerek.

Pınar arabadan indiği gibi Caner dudağıma kısa ve anlamlı bir öpücük kondurdu. O an sanki bütün vücudum buz kesildi. Ellerimi, ayaklarımı nereye koyacağımı bilemedim. Başımı önüme eğdim ve ellerimle yüzümü kapattım.

Caner, yüzümde duran ellerimi nazikçe tuttu ve kendine doğru çekti. “Kapatma yüzünü, utanma benden. Aylardır konuşuyoruz Asya. Ben, seni göreceğim günü hayal ederek yaşıyorum. İlk buluşmamız berbat geçti, ama onu güzel bir anıyla taçlandırmalıyız, değil mi?” dedi.

Sözlerinde bir samimiyet vardı, içimi ısıtan. Berbat geçen o buluşmanın anısı hâlâ aklımda tazeydi, ama Caner’in sesi, her şeyi unutup yeni bir başlangıç yapmam için cesaret veriyordu. Ona bakıp gülümsedim ama utancım öyle büyüktü ki, kelimeler boğazımda düğümlenip kaldı. Sadece başımı sallayabildim, derin bir nefes alarak duygularımı gizlemeye çalıştım.

Gözlerinin derinliğinde kaybolurken, aniden, onunla bu anın bir parçası olmanın güzelliğini hissettim. Caner’ in elleriyle kurduğu güvenli dünyada, utanç yerine yeni bir başlangıcın heyecanını hissetmeye başladım.

Artık veda vakti gelmişti. Arabadan indik birbirimize sımsıkı sarıldık. Biraz mutlu, biraz üzgün, biraz da kırgın bir vedaydı bu. Hislerimin tarifi yok. Bazen hayal ettiklerimizin çok ötesindedir yaşadıklarımız. Kaderimize yön vermek her ne kadar bizim elimizde olsa da sanki yaşadığımız olaylar bizi bağlıyor ve o anlara mıh gibi çakılı bırakıyor. Hayat daha önümüze çok engeller koyacak ama inanıyorum. Onunla her şeyin üstesinden geleceğiz ya da her şey bizim üstümüze gelecek. Zamanla göreceğiz.

 

Loading...
0%