@deneyimliyazarr
|
Her gün olduğu gibi yine boş boş tavanı izliyordum. Gece ve gündüz. Hayatımı anlamlı kılan kimse yoktu ve artık kimse de olmayacaktı. İnsan sevdiklerini kaybettiğinde anlıyormuş onların değerini. Her gece neden ben? Diye sordum kendime. Ne yapmıştım da bunları yaşamıştım. Hiç birinin cevabını alamadım tabi ki. Şuan ne mi yapıyorum? Şuan her şeyin başladığı lanet evdeyim. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Hayatımı mahveden o evdeyim. "İyi misin oğlum?" yanlış duymuştum değil mi? Bu annemin sesi değildi. "Yanlış duymadın oğlum. Benim annen." Hayır şuan aklım benimle oyun oynuyordu. "Yatak odasındayım oğlum hadi yanıma gel" istemsizce beynimde dolanan o güzel sesi dinliyordum. Ayaklarım istemsiz olarak beni yukarı çıkarıyordu. O odaya girdiğimde anılar tekrar canlandı gözümde. Her şey tekrar hücum etti beynime. Telefonumun çalmasıyla unutmaya çalıştım aklımdakileri. "Neredesin sen? Seni arıyoruz kaç saattir. Çabuk nerde olduğunu söyle Gökhan" "Neden? " "Gökhan bak nerde olduğunu söyle çok ciddiyim seni bulduğum yerde öldürürüm." "İşime gelir yani. Tamam merak etmeyin. Okulun karşısındaki kafeye geçin geliyorum." Diyip suratına kapattım telefonu. Ah başımın belası. Arabamı evde bıraktığım için bir taksi çevirdim. Ön koltuğa oturduktan sonra gideceğim adresi söyleyip yolu izlemeye başladım. Taksici amca "Ne oldu sana yeğenim pek bir üzgün görünüyorsun?" diye sorduğunda çok da yol gidemediğimizi fark ettim. Malum İstanbul trafiği idi. "Anılar peşimi bırakmıyor be amca." diye bir cevap vermiştim istemsizce. Bu söylediğim taksici amcanın içli bir iç çekmesine sebep olmuştu. "Hayırdır amca, senin de benden pek bir farkın yok gibi." "Anılar evlat, öyledir ki insanın yakasına bir yapıştı mı bir daha kolay kolay bırakmaz. Azılı düşman gibidir. Ya sen onu öldürürsün ya da o seni." Bu adam cidden de çok dertli görünüyordu. Sebebini öğrenmek istemem hiç normal değildi belki ama bir yabancıyla benzer bir sıkıntıdan muzdarip olmak nedensizce hikayesini öğrenmek istememe sebep olmuştu. "Özel değilse nedeni sorsam?" "Özel olmasına özel de.... Evlat acısı bir başka oluyor be oğlum. Günler de geçse, aylar da, yıllar da geçse, sen sadece geçtiğini zannediyorsun. Aksine o acı içinde öyle bir büyüyüp öyle çok alevleniyor ki sonunda da gönlünün gördüğü, değerlim dediğin insanı bir çırpıda kırıveriyorsun. Sonrası ise hep pişmanlık, hep hüsran." derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya devam etti amca, " Özdemir Asaf'ın da dediği gibi; Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden." O kadar doğru söylemişti ki. Ben de uzun süren bir mutluluğum olacak düşüncesi ile her şeyimi zamana bırakmıştım ancak. Zaman benim için öyle bir nokta da durmuştu ki, artık devam edip etmediğini bile umursamaz hala gelmiştim. "Çok doğru söyledin be amca. Ama bizler de böyle yaratıklarız işte. Elimizdekinin kıymetini kaybetmeden anlayamayan zavallı bir insanoğlu." "Sana bir amca, abi veya baba tavsiyesidir evlat, Sakın ola geçmişin prangalarına takılı kalma. Gördüğüme göre baya bir süre takılı kalmışsın ancak hayat aslında o kadar kısa ki, sen daha ne olduğunu anlayamadan tepetaklak olup bitiveriyor. Bu yüzden gönlünce eğlen, sev, sevil ve şu anlarının kıymetini bil. Belki gelecek için hayaller kurmak zor geliyordur sana bilirim... Geleceğini düşünmesen bile anının kıymetini bil ve ona göre yaşa." Aslında o kadar da haklıydı ki. İnsanın geleceğini değil de şu anını yaşaması. Belki zordu geçmişin prangalarından kurtulmak ama yok saymak belki de bir nebze beni kendime getirecek yegane şeydi. Amcaya dönüp tam bir şey diyecektim ki vermiş olduğum adrese geldiğimizi fark ettim. Amcaya gülümseyerek cebimden cüzdanımı çıkartıyordum ki, "Sen benim bu hayattaki anılarımla ilgili son konuştuğumsun. Belki de bana oğlumun artık yeter baba demek için gönderdiği kişisin. O yüzden sakın elini cebine atma genç adam. Sen el edip durdurmasaydın inan bana şu saatler benim hayatımın son anı olacaktı. Sana dediklerimi sakın ola unutmayasın." Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Belki herkese göre normal bir hitaptı ancak uzun zamandır kimse bana 'genç adam' diye hitap etmiyordu ve bu hoşuma gitmişti. Kafamı usulca sallayıp kolay gelsin diyerek arabadan indim. Temiz sayılması çok zor olan İstanbul havasını içime çekip arkamdaki kafeye doğru adımlamaya başladım. Her zamanki yerlerinde sinir küpü bir halde beni bekleyen 4lü işte şimdi canıma okuyacaktı. Yanlarına gidip gitmemek arasında kararsız kalıp yavaş adımlarla ilerlerken, cafenin sahini Salih amca "Ah be Gökhan'ım ne de çok merak ettirdin bizi, seninkiler deliye döndü deliye." demişti. İş Salih Amcaya kadar da gittiyse işte şimdi sıçtığımın resmiydi. Benim geldiğimi ilk gören kişi Alpay olmuştu. Gözlerinden fırlayan sinir ışınlarını bir başkası görse kesinlikle yanına yaklaşmaya cesaret edemezdi. Aslında umursamayan ben ne hikmetse taksici ile konuştuğumdan beri kafamda söylediklerini tartıp biraz da olsa içimdeki duygu duvarlarını şeffaflaştırmıştım. Bizimkilerin yanına geçip oturduğumda hepsinin gözü benim üzerimdeydi. Engin vücudumu gözleriyle tarıyordu, herhangi bir hasar var mı diye. Alpay ise tam gözlerimin içine ne olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. İlk defa içimdekileri gözlerimden okumasına izin verdim. Gözlerimi Alpay'dan çekmeden "Merak etme Engin uzman doktor bilgilerin şuan için gereksiz. Çünkü herhangi bir yerimde bir şey yok" kalbim hariç. Tabi ki de son kelimelerimi sesli söylemeye cesaretim yoktu henüz. "Sen de bir farklılık var." demişti bizim ikizler. Geldiğimden beri hiç onlarla göz teması kurmamıştım ancak şimdi tam sırasıydı. Onları onaylarcasına kafamı aşağı yukarı salladım. Ardından Salih Amcaya dönerek, "Salih Amca her zamankilerden versene bize." demiştim. Ve çocuklar bunun uzun bir konuşma olacağından hatta ve hatta bunun sonucunda herkesin omuzlarında biraz daha fazla yük olacağından emindi. 3 saat sonra... Derin duygulu konuşmalar bitmiş artık eski mahşerin 5 atlısı moduna geri dönmüştük. Normalde her buluşmamızda bu halimize geri dönerdik ancak benim gizlediklerim ve içimde yaşamaya devam ettiklerimle. Ama şuan içimde öyle bir hafiflik vardı ki kardeşim dediğim insanlarla acılarımı paylaşmak beni ciddi anlamda rahatlatmıştı. "Abi öyle güzel bir hatun düşürdüm ki, insanın ona baktıkça bakası geliyor be." bizim Savaş her zamanki gibi modundaydı. "Lan olum sana kadınlar hakkında düzgün konuş diye kaç defa daha söylemem gerekiyordu. Abi şu gerzeğe bir şey diyin artık. Yemin olsun yanımda dolandırmaktan utanıyorum." bunu diyen de her zaman ki gibi Barıştı. Engin; "Lan oğlum harbiden napıcaz senin bu salak flörtöz hallerini ya. İnsan karşı cinsi hakkında bu şekilde mi konuşur." demekten kendini alıkoyamamıştı. "Gökhan abi bir dur de şunlara ya, ne var hayatımın aşkı için bu cümleleri konuşmam yanlış mı be abi?" diyip tabi ki de topu bana fırlatmıştı. "Yanlış kardeşim ne olursa olsun görüşmen flörtleşmen yanlış olmayabilir ama kurduğun cümleler çok yanlış" "Heh be sonunda aklı başında bir adam konuştu. Vallaha söyle söyle dilimde tüy bitti. Zaten çok muhterem ikizimle uğraşmayı göze alan kadına da hayretler ediyorum. Tabi bizim bu gerzek kesin kendini farklı tanıtmıştır." demişti Barış. "Yok be abi vallaha öyle değil. Neyse eğrisiyle doğrusuyla anlattım zevceme. Ben bu zamana kadar dürüst olmadığımdan kaybetmişim. Artık yalana da dolana da tövbeliyim." "Sonunda mahkeme mahkeme sürünmeden aklın başına geldi yani Savaş Efendi öyle mi?" "Öyle valla Alpay. Şaka gelecek belki size ama şu 2 aydır ağzımdan tek bir yalan, tek bir dümen çıkmadı." Bizim Savaş'ı bu şekilde düzgün bir adam olmaya iten kızı hepimiz çok merak etmiştik. Bilmem kaçıncı çaylarımızı içerken Savaş tanıştığı bu kızı bize anlatmaya başladı. Hatta yarım saat sonra olduğumuz cafeye bizimle tanışmak için çağırdığını söyledi. Aradan geçen yarım saatin sonunda Savaş'ın telefonu çalmış ve kapıya çıkmıştı. 5 dakika sonra ise yanında 3 kız ile gelmişti. Tabi ki de bizim Savaş yapmıştı yine ve yeniden yapacağını. Kızlar masamıza oturduktan sonra her birimiz tanışmış ve sohbet etmeye başlamıştık. Kızlar hem iyi, hem de belli ki iyi ailelerde yetişmişlerdi. Sohbet devam ederken Engin " Tanıştığıma çok memnun oldum kızlar, ama benim artık nöbete gitmem gerekiyor. Çisem, sana bu hayatında Savaş ile başarılar diliyorum." diye gülerek Savaş'ın gazabından kaçmak için son sürat cafeden çıkmıştı. Çisem Engin'in bu cümlesi üzerine biraz kızarsa da mutlu olmuştu. Sanırım beğendiği çocuğun arkadaşlarının onunla ve arkadaşlarıyla iyi anlaşması hoşuna gitmişti. Biraz daha sohbet ettikten sonra kızlar müsaade isteyerek kalkmışlardı. Savaş'ın götürme teklifini nazikçe reddederek bizi baş başa bırakıp kalkmışlardı. Telefonuma baktığımda saatin baya da geç olduğunu görünce "Beyler hadi artık bana müsaade. Ben eve kaçar. Sen geliyor musun benimle Alpay?" "Geliyorum, araba arka sokakta hadi gel geçelim" demişti. Savaş ve Barış da "Biz de buradan kaçalım malum valide sultan kapıda bizi terlikle karşılamasın." diyerek hep beraber hesabı ödeyip cafeden çıkmıştık. Alpay ile arka sokaktaki arabaya doğru yürürken az ileride sokaktaki kedilere mama veren bir kız dikkatimi çekmişti. Daha fazla bakıp da rahatsızlık vermemek için kafamı hemen ondan çevirip arabaya doğru yöneldim. Bugün ciddi anlamda yorucu ve bir o kadar da iyi hissetmeme sebep olan bir gündü. Alpay ile arabaya binerek sakince evin yolunu tutmaya başladık.
|
0% |