Yeni Üyelik
55.
Bölüm

55. Bölüm | Prenses

@deniz34

Şennur’la otele dönerken lobide oturup bir kahve istedim. Gerçekten ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Şennur da yukarı kızları kontrol edip dadıyı göndermek için çıkmıştı. Seyit zaten odaya geleceği için sorun yoktu. Sanırım daha aşağı inmeyecekti.

Takım otobüsü otelin önünde dururken içinden inenleri izlemeye başladım. Can ve Bora en son inerken aralarında bir şeyler konuşup gülüşüyorlardı. Lobiye girdiklerinde Can’ın gözleri ben bulurken yanıma geldi.

“kahve uykunu açmaz mı?” dedi oturur oturmaz.

Bora da onun yanına otururken “ortalığı ayağa kaldırmışsın, Can’a bir şey oldu diye.” Dedi gülümserken.

“biraz dinlenmek için içiyorum.” Dedim Can’a bakarken. Gözlerimi Bora’ya çevirirken “sana gelirsek Bora’cım, hepiniz için aklımız çıktı orada. Maç bir an önce bitsin diye bildiğimiz bütün duaları okuduk.” Dedim.

“biz alışkınız canım, normal antrenmanda bile böyle şeyler olabiliyor. Can’da turp gibi zaten, bir şey olmaz ona.”

“ufak birkaç sıyrık değil mi?” dedim arkama yaslanıp kahvemden bir yudum alırken.

“yani sayılır, minik bir de dikiş var işte ama izi falan bile kalmayacakmış, o derece minik.” Dedi Bora.

Gözlerimi bir şey demeden Can’a çevirdiğimde dudaklarını birbirine bastırdı.

“Bora sen bize biraz izin verir misin?” dedi Can.

“olur, yorgunum zaten. Görüşürüz Birce.” Dedi gülümserken.

“görüşürüz.” Dedim gülümserken.

Kahvemin sonunu yudumlarken Can “seni korkutmak istemediğim için söylemedim, yoksa gerçekten ufak bir sıyrık.” Dedi.

“ufak bir sıyrığın o kadar kanamayacağını iyi biliyorum Can, az çok tahmin ediyordum zaten. Sorun değil, sen iyiysen gerisi önemsiz.”

“özür dilerim, söylemem gerekirdi.” Dedi.

“iyi ve karşımdasın, neden özür diliyorsun. Eğer karşımda olmasaydın özür dilemek zorunda kalırdın.” Dedim rahatça. Kahve gerçekten beni sakinleştirmişti. Daha mantıklı düşünebiliyordum artık. Ayrıca sevgilim bile olmayan sevgilim için neden bu kadar endişelenmiştim ki. Dedikleri gibi her zaman yaşadıkları şeydi zaten.

“biliyorum, yine de sana karşı mahcubum.”

“ne zaman iyileşecek kolun?” diye sordum.

“birkaç güne geçer. Normal kolum gibi olur yani.”

“sizin yaralarınız neden bu kadar hızlı iyileşiyor da bizimki geç iyileşiyor?”

“sağlıklı besleniyoruz, her gün spor yapıyoruz, aktif sosyal hayatımızla psikolojik dengemizi kuruyoruz, vitaminlerimizi alıyoruz. Yani bence bu yüzden. Daha ekstra bir şey yok sanırım, biz de insanız.”

“serum da takıldı mı?”

“ufak bir şey. O da iyi geliyor tabi.” Dedi.

“sanırım, hep merak ediyordum. Bir maçta dizleriniz parçalansa 1 hafta geçmeden iyileşiyor. Şaşırtıcı geliyordu.”

“o biraz da kamera oyunu oluyor. Dizlerimiz o kadar da pürüzsüz değil tabiki.”

“yarın erken çıkacağız değil mi?” dedim elimdeki fincanı tabağına bırakırken.

“evet, önce seni havaalanına bırakıcam, sonra takım gelir zaten. Bu sefer sen önce gidiyorsun ama bizimkiler yine alacak seni. Tanıyorsun zaten hepsini, evde görüşürüz zaten.”

“4 saat sonra da tekrar gideceğiz.” Dedim teyit edercesine.

“evet, ev komple bekliyorlar sabırsızlıkla. Ondan sonrasında rahat bir nefes alırız koşuşturma olmadan.”

“ailenin benimle tanışmak istediğine emin misin?” dedim.

“eminim.” Dedi gülümserken. “gerilmene gerek yok, hepsinin seni seveceğine eminim.”

“ailende kimler var, yani abin, ablan, kardeşin…” dedim merakla.

“annem, babam, bir ablam, bir erkek kardeşim, ablamın eşi, bir de evin en küçüğü yeğenim var. Ablamın kızı. Onların evi merkezde kalıyor, biz köye gideceğiz ama onlar da seninle tanışmak için gelirler büyük ihtimalle.”

“yeğenin kaç yaşında?” diye sordum gülümserken.

“4 yaşında daha.” Dediğinde yüzünde güller açıyordu.

Cebinden telefonu çıkartırken hızlıca birkaç şey yapıp telefonu bana çevirdi. Kucağında minik kızla poz vermişti. “bu cadı işte.” Dedi.

“çok tatlı maşallah, Allah bağışlasın.” Dedim.

“amin.” Dedi içten bir şekilde.

“Can, hadi kalkalım, sen de dinlen biraz.” Dedim.

“olur, sen de uyu güzelce. Yarın yoğun bir gün.”

“evet, hatta ben kendim gitsem havaalanına, sen biraz daha uyusan olur mu?”

“olmaz, birlikte gidelim.” Dedi ayağa kalkarken.

Birlikte yukarı kata çıkarken ikimiz de yan yana olan kapılarımızı açtık.

“iyi geceler.” Dedim gülümserken.

“iyi geceler prenses.” Dedi o da gülümserken.

Kıkırdarken odamın içine girdim. Kapıyı kapatırken ilk işim üzerimi değiştirmek oldu. Bir de yeni aldıklarımı bavula yerleştirmeye çabaladım desem yeriydi. Küçük bavul getirdiğim için Can’a aldığım hediye bavulun yarısını kaplamıştı. El çantama bakım malzemelerimi koysam da yine de sığmıyordum. Ne yapacağımı kara kara düşünürken yeni aldıklarımı tek poşet yapmaya karar verdim. Sabah Can beni aldığında onun bavuluna yerleştirebilirdim. Eminim ki onun bavulu benimki kadar dolu değildi. En azından içinde hediye kutusu yoktu.

Her şeyi ayarladığıma emin olduğumda saat gece yarısını fazlasıyla geçmişti. Uyanmama yaklaşık 3 saat kalmıştı ama benim hala gram uykum yoktu. Telefonumun şarjını kontrol ettiğimde doluydu, prizdeki şarjımı da alıp çantama atarken bir süre camdan dışarıyı izledim. Gece hayatı bu şehirde pek aktif değildi. Gerçi gecenin bir yarısı olmasından kaynaklı da olabilirdi. İlk defa gelmiştim bu şehre. Bilmiyordum haliyle de.

Perdeyi kapatıp kendimi yatağa bırakırken bir süre tavanı izledim. Gözlerimi kapatıp yatakta yuvarlansam da uykum gelmiyordu. Şaka gibi ayık kalmıştım yanlışlıkla. Yarın 2 şehir değiştirecektim. 1 günde 3 şehir. Beynimin bunun farkına varıp uyumasını istiyordum ama olmuyordu.

Öylece kendimi yuvarlarken uyuya kalmış olmalıydım ki ayarladığım alarm sesiyle sıçramıştım. O kadar hafif uyumuştum ki hala uykum var diyebilirdim.

Yataktan çıkarken üzerimi değiştirip artık bavulumu kapattım. Montumu üzerime geçirip makyaj yapmadan şapkamı da başıma geçirdim. Hazırdım aslında. Kapımın tıklanmasıyla hemen kapıyı açarken elinde bavuluyla Can hazırdı karşımda.

“günaydın.” Dedim gülümserken.

“günaydın. Hazırsan çıkalım mı?”

“aslında senden bir ricam var.” Dedim gözlerinin içine bakarken.

“tabi, bir şeye mi ihtiyacın var?”

“hayır, yani bavulunda biraz boş yer var mı diye soracaktım. Ben burada alışveriş yapınca bavulumda yer kalmadı. Bir de küçükle gelmiştim.” Dedim.

“bir bakalım.” dedi bavulunu odama itip kapının ağzında açarken.

Onun bavulunun da dolu olması beni biraz şaşırtmıştı doğrusu. Genelde erkek bavulları boş olmaz mıydı?

Hazırladığım poşeti biraz elimle iterken “bunlar açıkta kaldı.” Dedim.

“tamam, ver bakalım bana.” Dedi poşeti alırken. Bavulunda biraz iteklerken yerleşmiş gözüküyordu. Bavulu kapatırken fermuarı çekmekte zorlanmaya başladı. Kış olduğu için ve kıyafetler kalın olduğu için bu sorunu yaşıyorduk.

“bavulun üzerine otursana.” Dediğinde önce dizlerimle bastırıp sonra komple üzerine oturdum. Biraz zorlansa da tek seferde bavulu kapatırken bavulun üzerinden indim.

“oldu işte, hadi çıkalım.” Dedi.

“tamam.” Dedim arkama bakıp odada bir şey kaldı mı diye kontrol ederken. Bir şey gözükmüyordu. Zaten gece her şeyi halletiğimden dolayı imkansızdı.

Bavulumu Can alırken biraz şaşırarak bavuluma baktı.

“bir şey mi oldu?” dedim şaşırmasına karşılık.

“bavulun çok hafif.” Dedi.

Nasıl açıklayacağımı bilememiştim bir an. Sana hediye aldım ama kutuya koydukları için böyle diyemezdim.

“bir tane vazo beğendim, kırılmasın diye iyice sarıp kutuya koydular, o yüzden de bavulda yer kalması aslında.” Dedim.

Bir şey demezken birlikte otelden çıkıp korumaların arabasıyla havaalanına gelmiştik. Can bavulumu teslim ettikten sonra etrafa bakınmaya başladı. Sabahın erken saatleri ve kimsenin ne zaman gideceğimizden haberi olmadığı için sadece uçağı olanlar vardı etrafta.

“bir şey mi arıyorsun?” diye sordum merakla.

“bir şeyler yiyelim istedim. Canın bir şey istiyor mu?”

“kahve içsem süper olur aslında.” Dedim.

“o zaman şuradan kahve ve sandviç alalım.”

“olur, bana uyar.” Dedim.

Can sipariş verdikten sonra beklemeye başlarken ben de etrafa bakınıyordum. Boş masa yoktu. Dışarı doğru baktığımda havaalanının bekleme alanında boşluklar vardı.

Can siparişleri teslim alırken kahvemi ve sandviçimi aldım elinden. O da etrafa göz attığında boşluk olmadığını gördü.

“biraz ileride oturacak yerler var, oraya gidelim mi?” diye sordum.

“olur, gidelim.” Dedi.

Birlikte dediğim yere giderken ortada masa olacak şekilde bir oturma yeri boşluk bırakırken kahvemi bıraktım. O da bırakırken sandviçimi açıp bir ısırık aldım. Mideme bir şeyler girmesi iyiydi.

Kahvemi yudumlarken saçlarımın dağılmasıyla şapkamı çıkartıp saçlarımı arkama attım. Birlikte yemeye devam ederken sessizce etrafı izliyorduk.

Sandviçlerimiz kahveyle biterken benim de artık uçuş saatim gelmişti.

“ben yavaştan kalkayım.” Dedim.

“seni bırakayım, bizimkiler de gelmek üzeredir.” Dedi.

Bir şey demeden elimizdekileri ilk önümüze çıkan çöpe atıp yan yana ilerlemeye başladık. Can birbirine değen ellerimizi birleştirirken sesimi çıkartmadım. Şapkamı da hemen takmaya başladım. Havaalanı biraz kalabalıklaşmaya da başlamıştı.

Gireceğim kapının önüne gelirken Can hafifçe eğilip belimden yakaladı. Sıkıca sarılırken ben de sarıldım. Bunu neden yaptığını çok merak ediyordum ve sormak da istiyordum ama bir türlü fırsatım olmamıştı. Birbirimizden uçağımın anons edilmesiyle ayrılırken yanağıma bir öpücük kondurdu.

“görüşürüz.” Dedi.

“görüşürüz.” Dedim ben de gülümserken.

Kapıdan içeri geçerken arkama dönüp bir kere daha bakma ihtiyacı duydum. Onun da hala beni izlediğini görmemle el salladım. O da el sallarken gülümsedim. Tekrar ilerlemeye başlarken uçağın yolunu tutmaya başladım.

 

 

 

Bölüm Sonu.

 

 

 

Loading...
0%