@deniz34
|
“hadi başlayın çocuklar.” Dedi Serdar baba. Hep birlikte kahvaltıya başlarken açtığım servise birkaç şey aldım. Mıhlama da tahmin ettiğim gibi vardı ve aşırı derecede güzel duruyordu. “kızım sen istersen mıhlamayı tabağa al.” Dedi Serdar baba. “yok Serdar baba, onun lezzeti tavada olmasında zaten.” Dedim. Memnuniyetle gülümserken “bak orasını doğru dedin.” Dedi. Yumurtasından yiyip yuttuktan sonrasında “bu haylaz seni üzerse direkt bana söylüyorsun, ben onun kulağını çekerim.” Dedi. “Can’ın beni üzeceğini düşünmüyorum. Gayet iyi anlaşıyoruz.” Dedim gülümserken. “gözümden sakınıyorum baba, üzsem kahrolurum herhalde.” Dedi Can. “öyle olacak tabi, bak annene, bunca yıllık karım, bir kere üzmedim. Erkek adam karısını el üstünde tutar.” Dedi. Konular ardı arkasına değişirken sohbet ede ede kahvaltımızı tamamlamıştık. Tabakları toparlarken “anne biz çıkacağız da, Birce’yi alıyorum.” Dedi Can. “acelemiz yok.” Dedim elimdekileri gösterirken. “var var, gezilecek bir dünya yerimiz var. Her yeri göremezsin sonra.” Dedi. “2 yer eksik görürüz, bir şey olmaz.” “plan dışına çıkmıyoruz Birce, hadi gel.” Dedi. “kızım sen git, ben buraları hallederim.” Dedi anne. “masayı bari toplasaydık.” Dedim tabakları tezgaha bırakırken. “bak toplandı bile.” Dedi gülümserken. Ben de gülümserken içimden sarılmak gelince sarıldım. “teşekkür ederim.” Dedim geri çekilirken. “aa, ne demek kızım. Hadi git montunu al da gel.” Dedi. Yukarı çıkarken dün sedirin üzerine bıraktığı montumu alıp giyindim. Odadan çantamı da alırken aşağıya indim hemen. Can beni kapının önünde beklerken yanına gidip ayakkabılarımı giyindim. “nereye gidiyoruz?” diye sordum. “önce buradaki şelaleye götüreceğim, sonra da merkeze geçeriz.” “tamam.” Dedim evden çıkarken. Bahçede bulunan arabalardan birini açarken ön koltuğa oturdum. “bu araba senin mi?” diye sordum. “evet, nereden anladın?” “bahçede 3 araba var. Buna bindin ve araba senin parfümün kokuyor. Pek de sürpriz olmadı.” Dedim. Gülümserken yola çıktı. “gideceğimiz yer uzak mı?” “hayır, 5 dakika falan buraya.” Dedi. Aramızda sessizlik olurken sessizliği tekrar o bozdu. “dün akşamki sorumun cevabını alamamıştım, Ceren gelmişti.” Dedi. “gelmeseydi de alamayacaktın zaten. Sorduğun sorunun bir cevabı yok Can. Eğer gerçekten bir ilişki yaşasaydık bunun cevabını verebilirdim. Beni manipüle ettiğinin farkında değilim sanma.” “manipüle yok, benimle sevgilim olmaktan hoşlanmıyor musun onu sordum. Neyse o.” “duymak istediğin nasıl bir şey bilmiyorum ama sadece şunları söyleyeceğim o zaman. Bir arkadaş için de sevgili için de yeterince iyi anlaşıyoruz, her iki anlamda da sevilmeyi, değer görmeyi hak ettiğini düşünüyorum.” “ucu açık bir cevap, evet ya da hayır duymak istemiştim sadece.” Dedi gülümserken. “Can.” Dedim uyarırcasına. “verdiğin cevaptan ne anlamamı istiyorsun?” dedi beni kızdırmaya devam ederken. Kendi bu durumdan keyif alıyor gözüküyordu. “hayır.” Dedim kollarımı birbirine bağlayıp camdan bakarken. “neye hayır?” “bence senin sorduğun soru da fazlasıyla ucu açık bir soru. Önce sorunun kalitesinden emin olmalıydın. Böylece verdiğim cevabı da anlardın.” Dedim keyifle. “Birce.” Dedi bu sefer o keyif almayı bırakırken. “bu neden senin için bu kadar önemli ki, akışına bırak gitsin işte. Ayrıca ben hoşuma gitmeyen bir şeyi saklamam, direkt söylerim.” “akışına bırakayım.” Dedi dediğimi tekrar ederken. “peki, haklısın.” “korkmalı mıyım bu kabullenişten?” “hangi açıdan baktığına bağlı.” Dedi. “geldik.” Arabayı durdururken ona bakmayı bırakıp etrafa baktım. Yol kenarında durmuştuk. Emniyet kemerini çözerken “bekle.” Dedi. Dediğini yaparken arkaya uzanıp ne zaman koyduğunu bilmediğim 2 poşet aldı. Birini bana uzatırken “bunları giyin.” Dedi. Poşette lastik botlar görürken çıkartıp giyindim. “itiraz edersin diye düşündüm.” Dedi kendi botunu da ayağına geçirirken. “unutma ki ben de bir Karadenizliyim ve o yolda spor ayakkabıyla ayakta duramayacağımı da iyi biliyorum.” “bu inatçılık zaten anca Karadeniz’den gelirdi.” Dedi ayakkabılarını poşete koyarken. “sen benden çok farksızsın ya zaten, anca bana laf sok.” dedim arabadan inerken. “ne inatçılığımı gördünüz hanımefendi?” dedi yanıma gelirken. “saymaya başlasam buradan eve yol olur. O yüzden hiç bu konuyu açmayalım canım.” Dedim ormandaki yola doğru girerken. “triplere bak, tribini yesinler.” Dedi. “sen buraya gelince biraz değiştin mi sanki?” dedim gözlerinin içine bakarken. Kolunu omzuma atarken “ben her zaman böyleydim, sadece beni daha sık görmeye başladın. Sen de buraya geldiğinden beri daha agresif olmaya başladığını fark etmedim sanma. Kayınvalideni görünce gelin tribine girmiş olabilir misin?” dedi gülümserken. “gelin tribine girmiş olsam annene anne, babana baba demezdim. Sorun tamamen oğullarında bence. Beni sinirlendirmese agresifleşmem.” “agresif olduğunu kabul ediyorsun yani.” “değiştiğini kabul ediyorsun yani.” Dedim onun gibi. “neyim değişti Allah aşkına.” Dedi gözlerimin içine bakarken. “normalde de korumacıydın, tamam kabul ediyorum ama burada sanki beni ailenden bile koruduğunu hissediyorum. Bu biraz fazla değil mi? İkimiz için de yorucu, ne yapacağımı bilemiyorum. Ben o masayı bırakıp çıkacak şekilde yetiştirilmedim mesela. Tamam misafir olabilirim ama o masada yemek yedim. Eğer daha farklı düşünüyorsan bana da anlat ki sana yardımcı olabileyim, ikimiz de zorlanmayalım.” Dedim. “seni ailemden bile koruduğum doğru. Bana emanetsin, sana gözüm gibi bakacağım o yüzden. Seni buraya gezdirmeye getirdim, masa toplamaya değil. Onlar bunu zaten kabul ettikleri için buraya getirdim seni. Eğer annem deseydi, hayır o masa toplanacak, o zaman seni burada tutmazdım. Herkes bunu gayet iyi biliyor.” “ama neden? Bunun da bir açıklaması var değil mi, ben masa topladım diye başıma bir şey gelmeyecek. Üzerime iki çay döküldü diye haşlanmayacağım.” Dedim dün geceye de atıf yaparken. “Birce, neden buraya geldin?” dedi gözlerimin içine bakarken. Yargılarcasına sormuyordu, sadece bir açıklama bekliyordu. “senin için. Yani davet ettiğin ve gerçekten zaman geçirdiğin yerleri merak ettiğim için.” “benim için buradasın, annem için değil. Annem sadece seninle tanışmak istedi, dün de güzel güzel tanıştınız. Aileme bir saygısızlığın olmadı, güzel anlaştınız, birbirinizi sevdiniz. Benim için buradaysan sevgilimin yeri de benim yanım. Ben seni buraya aileme hizmet et diye getirmedim. Ailemin senden tek beklentisi olur, o da beni mutlu etmen. Ben mutluysam onlar da mutlu olacaklar çünkü. Bundan daha fazlasına gerek yok.” Gözlerinin içine baktım uzunca. Düşüncesi güzeldi, yanlış bir şey de yoktu aslında. “tamam, seni şimdi gayet iyi anladım. Şu şelale neredeydi?” dedim gülümserken. “meraktan çatlayacağım artık, çok yürüyecek miyiz?” “biraz yürüyeceğiz, dün gece yağmur yağdı, dikkatli ol.” Dedi elimi tutarken. Toprak yolda ilerlerken yerlerin gerçekten kaygan olduğunu hissedebiliyordum. Bir süre yürüdükten sonra buranın havasının bana çok iyi geldiğini fark etmiştim. İçim açılmıştı. Su sesi kulaklarımı doldururken “yaklaştık mı?” diye sordum. “şu tepeden inelim, geldik.” Dedi. Elini sıkıca tutarken dediği gibi tepeden indiğimizde akan şelale bizi karşılamıştı. “burası normalde yazın daha güzel olur. Şimdilik bu kadarla idare edelim. Burada çok yüzdük biz.” Dedi yüzündeki gülümsemesiyle. “şaka yapıyorsun.” Dedim şaşkınlıkla. “yüzmeyi şu aşağıdaki havuzda öğrendim diyebilirim. Şelalenin başından kayıp oraya atlıyorduk.” “o kadar derin mi orası ya?” dedim biraz daha yaklaşıp bakarken. “benim ayaklarım yere değmiyor işte.” Dedi benimle bakarken. “yazın da gelelim o zaman, çok merak ettim.” Dedim heyecanla. “geliriz. Çok eğilme, ayakların kayacak.” Dedi belimden de önlem amaçlı tutarken. Bakmayı bırakırken biraz ona yanaştım. Taşların arasından giderken “işte şimdi sihire hazır mısın?” dedi. “ne sihiri?” dedim gülümserken. Bir şey demezken şelalenin yanındaki sarmaşıkları biraz itip içerideki oyuk gibi yere girdi. “hadi gel.” Dedi elimden tekrar tutarken. Bir şey demeden girdiği yere ben de girerken birkaç adım gittiğinde şaşkınlıkla baktım. Şelalenin arka tarafına geçmiştik. “bu çok güzel.” Dedim telefonumu çıkartıp video alırken. Can telefon kadrajına gülümseyerek girerken ben de gülümsedim istemsizce. Çektiğim videoyu paylaşırken bakışlarımı Can’a çevirdim. “biz de fotoğraf çekinelim mi?” dedim. “olur.” dedi. Şelaleyi arkamıza alırken birkaç poz çekmişti. Tekrar dışarı çıkarken bir de dışarda şelale gözükecek şekilde çekilmiştik. “sen şöyle geç, seni tek de çekeyim.” Dedi eliyle beni yönlendirirken. Dediğini yapıp poz verirken beni çekmişti. “sıra sende.” Dedim elinden telefonumu alırken. O da şelale önüne geçerken poz verdi. Bir adamın bu kadar güzel çıkması suç olmalıydı. Sadece ellerini ceplerine koyup hafif yan bakmıştı. Bu adamın normal, dümdüz hali de bu kadar yakışıklıydı. Hayranlar kesinlikle haklıydı. Yanıma gelip çektiklerime bakarken “olmuş, burası bu kadardı aslında. Yaz olsa yüzerdik ama şimdi seni buz kalıbı olarak buradan almak istemiyorum.” dedi. “gidelim o zaman.” Dedim. Tepeye resmen tırmanırken ayağımın kaymasıyla düşmeye hazırlanırken arkamda duran Can beni tutmuştu. “gel bakalım.” dedi beni tek seferde kucağına alırken. “Can buradan tek çıkamıyorum, sen nasıl çıkacaksın.” dememe kalmadan iki adımda tepeyi tırmanmıştı. “e biraz antrenman.” Dedi gözlerimin içine bakıp yürümeye devam ederken. “teşekkür ederim.” Dedim. Hala yere indirmezken “yürüyebilirim bundan sonrasını.” Dedim. “keyfine bak, ben rahatım.” Dedi yürümeye aldırmadan devam ederken. Kollarımı boynuna sararken başımı omzuna yasladım rahatsız durmak yerine. Madem rahatsız değildi, ben de değildim o zaman.
Bölüm Sonu.
|
0% |