@deniz34
|
Çekilen restler sonucunda Kuzey’i hastaneye getirdim. Arabayı otoparka park ettikten sonrasında birlikte arabadan indik. Kendisi önden önden giderken ben de arkasından onu takip ediyordum. Hala başından kan akıyordu. Acilin önünde hafif sendelerken kolundan yakaladım hemen. “dikkatli ol.” Dedim. “tansiyonum düştü.” Dediğinde çok fazla kan kaybettiği için olabileceğini düşündüm. “iyi değilsen burada bekle yardım çağırayım.” Dedim. “giderim ben.” Dedi kendinden emin bir şekilde. Kolundan destek olmama bir şey demezken birlikte acile girdik. Doktorun görmesinin ardından 2 dikiş atılması gerektiğini söyledi. Kuzey’den çok ben endişelenmeye başlamıştım bu sefer. O kadar sert atmış olamazdım. Vicdanım rahat etmiyordu bir türlü. Dikişin atılacağı odaya geçerken Kuzey sedyeye oturdu, ben de başında dikilmeye başladım. Eğer bir şey olursa en azından hatamı telafi edebilirim diye duruyordum ama pek de mümkün gözükmüyordu. Doktor odaya gelirken demir bir tepsinin içine malzemeleri tek tek ayarlamaya başladı. Kuzey’e göz ucuyla baktığımda bana bakıyordu. “korkuyor musun?” diye fısıldadım. “korkmuyorum.” Dedi. “eğer istersen elimi tutabilirsin.” Dediğimde bana hayretle baktı. Ben de, o da bunu dememi beklemiyordu. “hanımefendi, siz diğer tarafa oturabilirsiniz.” Dedi doktor. Yavaşça sedyenin diğer ucuna otururken elimi tutmasını bekledim ama tutmadı. Doktor dikiş atmaya başladığında yüzünü buruşturduğunu görmemle canının yandığını anlamıştım. “özür dilerim.” Diye fısıldadım. Doktor ikinci dikişi atmaya başladığında elini tuttum. Canı gerçekten yanıyor olmalıydı. O tutmuyorsa en azından ben destek olabilirim diye düşünüyordum. Elimi çekmek yerine acıtmayacak şekilde kavrarken sesimi çıkartmadım. Bunun olmasına izin veren bendim zaten. Doktor işini bitirip çekilirken eldivenlerini çıkarttı. “konuştuğumuz gibi, iyi bakılması gerekiyor. 10 gün sonra da dikişleri alabiliriz. O bölgeye su gelmemesine de dikkat edelim, en azından duş almasın. 2 günde bir de pansuman yapılırsa hijyen açısından iyi olur.” dedi doktor. “tamam, teşekkür ederiz.” Dedim ayağa kalkarken. “geçmiş olsun.” Diyerek odadan çıkarken arkasından baktım. Hala tuttuğu elimi kendime çektiğimde bırakmadı. “canımın ne kadar yandığından haberin var mı?” dediğinde başımı olumsuzca salladım. “seninle aynı şeyleri hissetmiyorum.” Dedim. “yine de özür dilerim. Canın yansın istedim ama bu derecede olmasını istemezdim.” “gidelim.” Dedi elimi bırakırken. Otoparka geçip arabaya binerken nereye gideceğim konusunda en ufak bir fikrim dahi yoktu. Onun babası da benim babam da barışmadan eve gelmememizi söylemişti. Bundan sonrasında nerede kalacaktım, orası muammaydı. “seni nereye bırakmamı istersin?” diye sordum. “eve” dedi camdan dışarı bakarken. “baban eve giremeyeceğini söyledi.” “babam barışıp barışmayacağımızı da bilmiyor ama.” dedi. “yalan söyleyeceksin yani.” “senden bahsetmeyeceğim.” “her neyse.” Diyerek arabayı çalıştırdım. Onu eve bırakmak için mahalleye doğru sürmeye başladım. “sen nerede kalacaksın?” diye sordu. “kuzenimde.” Dedim sadece. Emin değildim. Muhtemelen kabul ederdi ama ben rahat eder miydim orasını da kestiremiyordum. “hangi kuzenin?” “hepsini tanıyor musun sanki?” dedim alayla. “belki tanıyorumdur.” “Vural.” Dedim. “onda kalamazsın.” “sana ne?” “kalamazsın işte Birce, konu kapandı.” “bir özür diledim diye bana ahkam mı keseceksin?” “ne alakası var, Vural çocukken senden hoşlanıyordu, rahat rahat onunla aynı evde kalmayı nasıl düşünürsün?” “bak ne güzel dedin gördün mü, çocukken. Şimdi öyle bir şey olmadığına göre?” “nereden biliyorsun olmadığını?” “ya ben belki onun benden hoşlanmasını istiyorum, belki ben de onu seviyorum da onunla birlikte olmak için bahane uyduruyorum, gerçekten bundan sana ne Kuzey? Neden benim bu kadar işime karışıyorsun?” “senin özrünü kabul etmemi istiyor musun?” “hayır.” Dedim umursamazca. Arabada sessizlik oluşurken bir süre sonra kuyumcunun önüne park ettim arabayı. İkimizden de ses çıkmazken arabadan ineceği anda kapıları kilitledim. Bana dönüp bakarken ben de gözlerinin içine baktım. “ne istiyorsun?” diye sordum. “hiçbir şey, ben cevabımı aldım. Şimdi açar mısın kapıları.” “Kuzey, dediklerimde ciddi olmadığımı biliyorsun, söyle, ne istiyorsun?” “ikimizin de eve gidemeyeceği bir gerçek.” Diyip gözlerimin içine baktı. “sen gidebilirsin.” Dedim. “eğer sen de eve dönmezsen barışmadığımız anlaşılır.” “ne yapabilirim? Benim seninle bu yönde bir niyetim ne yazık ki yok. Ben ömrümün sonuna kadar da ayrı yaşamaya hazırım.” Dedim. “onun yerine daha iyi bir fikrim var.” Dedi gözlerinin içi parlarken. “uzatma da söyle Kuzey, ne heyecan yaratıyorsun?” “eğer dükkanın arka tarafında 10 gün bana bakarsan ailelerimiz bir şekilde iyi anlaşmaya başladığımızı düşünür. Zaten birkaç güne kalmaz ki bence 2 gün en fazla, eve döneriz. Sen de beni affetmezsin, ben de seni. Nasıl fikir?” “güzel ama benim sana 2 gün katlanabileceğim çok gerçekçi değil. Mutlaka kolunu bacağını falan da kırarım ben senin.” Dedim. “orası da senin sorunun. Bana her verdiğin zararda eve daha geç ulaşırsın.” Dedi. “dükkanda yatacak yer yok.” Dedim. “yukarda var.” “kaç yatak var?” “2 ayrı yatak ama aynı oda içinde. Sorun olursa araya paravan koyarız.” Dedi. “duvar örmek daha mantıklı.” “iki gün için sana bir de duvar örmeyeceğim Birce, ya kabul edersin ya da etmezsin, karar senin.” “benden uzak durmak şartıyla kabul ederim.” “sana çok meraklı değilim.” “orası belli olmaz.” Dedim arabanın kilidini açıp aşağıya inerken. Arkamdan söylenerek gelirken dükkanın önünde durdum. Kapıları açmasını beklerken yanıma gelip elindeki anahtardan düğmeye basarak kapıların açılmasını sağladı. O önden ben arkasından içeri girerken daha öncesinde hiç çıkmadığım yukarı kata çıktık. Bir odaya girerken burası resmen normal bir evin odası gibiydi. “ayakkabılarını girişte çıkar.” Dedi beni uyarırken. Dediği gibi ayakkabılarımı çıkartırken içeri geçtim. Bir tane camın önünde yatak vardı. Hemen yanındaki komidinin diğer tarafından bir yatak daha vardı. Fazla yakınlardı ama çekecek başka bir yer de yoktu. Çünkü diğer tarafında kocaman bir çalışma masası ve dolap vardı. “yataklar birbirine çok yakın.” Dedim. “seni yemem, korkma.” “ben uyuyacağım.” Dedim umursamazca. Belli ki bu konuda bir şeyler yapmayacaktı. “dolapta kendine göre bir şeyler al, bu kıyafetlere yatma. Hepsi temizdir.” Dedi. Cevap vermeden dolaba giderken kapaklarını açıp içini yokladım. Bir tişört bir eşofman alıp dolabı kapattım. “arkanı dönersen üzerimi değiştireceğim.” Dedim. Bir şey demeden arkasını döndü. Ben de hızlıca üzerime kıyafetleri giydim. Kendiminkileri de katlayıp masanın üzerine bıraktım. “cam kenarındaki Güney’in. Burada hiç yatmadığından o yatak temiz, yine de benimkinde yatmak istersen yatabilirsin de.” “gerek yok.” Dedim cam kenarındaki yatağa geçerken. Başımı yastığa koyar koymaz yorgunluğumu hissetmiştim resmen. Uyku gerçekten dünyadaki en güzel şeydi. “neden buraya böyle bir oda yapma gereği duydunuz?” diye sordum. “yorgun olduğumuzda dinlenmek için. Bir de bu tarz bir durumla karşılaşırsak diye ki bu bir ilk oldu.” Dedi. “kendim için hazırladım demiyorsun da.” Diye mırıldandım. “senin için hazırlatmışım gibi oldu daha çok.” Dedi alayla. Beni duymuştu resmen. “benim kalacak yerim var, gitmemem için yalvaran sensin.” Dedim. “sokakta köpeklerle kalman daha iyi.” “Kuzey…” dedim iç çekerken. “uyuyacağım, çok yorgunum.” “perdeyi çekip öyle uyu bari.” “tamam.” Diyerek dediğini yaparken tekrar yatıp gözlerimi kapattım. Gerçekten çok yorgundum. Yastıkta resmen içim gidiyordu. Gözlerimi inleme sesleriyle açarken ne olduğunu anlamaya çalıştım. Yanımdaki yatakta Kuzey yatıyordu. Hemen kalkıp yanına giderken omzunu dürttüm. Çok terlemişti. “Kuzey, uyan.” Dedim omzundan dürtmeye devam ederken. Gözlerini hafif araladığında yüzünü yüzüme yaklaştırdım beni görebilmesi için. “ne oldu? Ağrın mı var?” diye sordum merakla. “başım çok ağrıyor.” Dedi. “doktor demişti zaten.” Dedim huzursuzca. “kalkabilecek misin?” “neden?” “sana ilaç vereceğim.” Dedim. “doktorun verdiklerini almaya giderim birazdan.” Dedi yüzünü buruştururken. “tamam ben onları halledeceğim ama önce sen benim verdiğimi iç.” Dedim çantama gidip içinden her zaman yanımda taşıdığım ağrı kesicisini çıkartırken. Masanın altında duran hiç açılmamış su şişelerinden birini de alırken yanına döndüm. “hadi kalk.” Dedim kolundan tutarken. “biraz daha yatıp kendimi toparlıyayım.” “ilaç sadece 20 dakika sonra ağrını kesecek. Sonra da eczaneye gideceğim.” Dedim. Bir şey demeden benim yardımımla oturur pozisyona geçerken ilacı çıkartıp avcuna bıraktım. Suyun kapağını da açıp uzatırken onu da içti. Hatta susamış olmalıydı ki fazlasını bile içmişti. Gidip camı açarken içeri temiz havanın girmesini sağladım. Hava resmen kararmaya başlamıştı. Yorgunluktan uyumuş olmalıydık sürekli. “Çok terlisin. Sana su geçirmez bone de alayım, eve gidip bir duş al.” Dedim. “gerek yok.” “Kuzey, dediğimi yap. Evde kal hatta. Ben de eve gideceğim.” Dedim. “burada da duş var.” Dediğinde şaşkınca baktım. “tek başına alamazsın, Güney’i de çağırayım o zaman.” “ben hallederim.” Dedi ayağa kalkarken. “nereye?” “eczaneye gidelim. Biraz açılayım ben de hem.” Dedi. “tamam.” Dedim ayağa kalkarken. İtiraz etmeyecektim. İkimizin de buna ihtiyacı olduğu kesindi. Bölüm Sonu. |
0% |