Yeni Üyelik
29.
Bölüm
@deniz_44

Öteden beri senden kaçıp odama, kitaplara, zıpır arkadaşlara ve çılgınca fikirlere sığındım.

(Franz Kafka - Babaya Mektup)


Elimdeki kitap bittiğinde başımı kaldırdım. Güneş batmak üzereydi. Sahile gidip deniz havası çekebilirdim. Eve erken gidip dersin başına oturmak istemiyordum. Bugün sadece bana ait olsun istiyordum. Kitabı çantama koyup hesabı ödedikten sonra sahile inen yokuşta yavaşça yürümeye başladım.

Esen bir rüzgar ürpermemi sağlarken montuma daha sıkı sarıldım. Bu sonbahar ne zaman bitecekti? İlkbaharı özlemiştim ve bir türlü gelmiyordu. Sahile geldiğimde rüzgar şiddetlendi ama umursamadım. Banka oturup sakinliğin ve dalgaların hırçın sesine kulak kesildim.

"Buraya yakın mı oturuyorsun?" diyen Murat Ali ile irkildim ve ona döndüm. Elinde dumanı tüten karton bardaklar vardı. Başıyla yanımı işaret ettiğinde oturması için onay verdim. Yanıma oturdu. "Çay?" Elindeki çayı aldığımda kendi çayını yudumladı.

"Senin ne işin var?" diye sorduğumda kaşlarını kaldırdı.

"İlk ben sordum." gülüşünü genişletti. Derin nefes alıp vererek çayımı yudumladım.

"Beş dakika yürüme mesafesindeyim."

"Bende 15 dakika uzaklıktayım. Okula neden beraber gitmiyoruz?" Öh. Yavaş.

Ona nasıl baktım bilmiyorum ama kahkaha attı. "Evlenme teklifi etmişim gibi davranma. Hayır dersen söz intihar etmeyeceğim." dedi. İstemsizce güldüm.

"Seni sınıfta göremedim." Başıyla onayladı. "Yeni transfer oldum sayılır. Geçen yıl aslında başlayacaktım. Sonra kalbim için ameliyat olmam gerekti. Toparlanma süreci derken anca."

"Geçmiş olsun." dediğimde gülerek çayını yudumladı. Bu kadar enerjiyi neye borçluydu acaba?

"En azından kalpsiz olduğumu söyleyen eski sevgilimin tezini çürütmüş oldum. Kalbim var. Kanıtlandı." Hasta oluşunu bile eğlenceye dönüştürmüştü. Bu garipti ama en az onun kadar gülmemi sağlıyordu.

"Sevgiline söyledin mi ?" diye sorduğumda başıyla onayladı ve elini cebine atıp telefonunu çıkarttı. Ekrana basıp telefonu bana gösterdi. Eğilip baktığımda kafalarımız gereksiz yakın olduğu için o biraz geri çekildi.

"Evinde kalbime ait görüntülerin ve kanıtlı belgelerin bir kopyasını gönderdim." Deli ya.

"Ruh hastalığı seziyorum sende." dediğimde başıyla onayladı.

"Biraz var gibi." diye onayladı beni. Bir süre sessizce denizi seyrettikten sonra ayaklandı. "Görüşürüz Helin." dedi.

"Görüşürüz Ali." dediğimde arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Telefonuyla ilgilenmeye başladığında titreyen telefonuma döndüm. Annem arıyordu. Açıp kulağıma yasladım.

"Abini tebrik etmek bu kadar zor olmamalı." dedi telefonunu açar açmaz.

"Merhaba anne. İyiyim sen nasılsın?

"Nasıl olduğunu bilmiyor muyum sanıyorsun? Niye bildiğimi sorayım? Sen soruma cevap ver!"

"Soru sormadın ki?" Telefonun ucundan derin nefes alıp verdiğini duydum.

"Abine kuru bir tebrikler dediğine inanamıyorum Helin Soyoral." Gözlerimi kapattım. Soyadımla beni çağırması sinirimi bozuyordu.

"Çelenk yapıp göndermeli miydim? Ateşli meyve tabağı mı kargoyla gönderseydim?"

"Senden bunu bekleyen yok. Ama en azından abini görüntülü arayıp konuşmalıydın. Yabancıymış gibi tek kelimeyle tebrikler mi yazıyorsun? Kaç yaşına geldin? Çocukça davranmayı kes." Yanaklarım ıslanırken çenem titremeye başladı. Haksızlıktan nefret ederdim ama annem yaptığında dilim tutulur cevap veremezdim. İşte o anlardan birindeydim.

"Şimdi abini ara-"

"Babam senin gibi bir kadınla nasıl evlendi?" dediğimde susmuştu. "Neden erken yaşta öldüğünün kanıtısın. İnsanı konuşarak bile öldürürsün." Cevap vermesini beklemeden aramayı sonlandırdım ve telefonu tamamen kapattım. Yanağımdaki yaşları silerken banktan kalktım ve yavaşça yürümeye başladım eve.

"Helo." Evden içeri girdiğimde Asu bir iki günlük ailesinin yanına gittiğinde kullandığı büyük sırt çantasını kapının yanına koymuştu.

"Bir yere mi gidiyorsun?" diye sordum. Başıyla onayladı. Yüzünde telaşlı bir ifade vardı. "Annem aradı. Babam kaza geçirmiş. İzmir'e gidiyorum ben." dedi. Geçmiş olsun dilediğimde sırt çantası dışında ufak bel çantasını takmış bana dönmüştü. Gözlerini kısıp duraksadı.

"Sen iyi misin?" Başımla onayladım ama değildim. Biraz fazla üşüyordum ve psikolojik açıdan da iyi değildim. Annem yine ruhumu emmişti.

"Ağladın mı sen?" Kaşlarını çattı. "Anne veya abin mi bir şey söyledi?" Sanki evet dersem koşarak onları pataklayacakmış gibi bakıyordu.

"Her zamanki şeyler. Sen şu an babanı düşün Asu. Baban iyi olsun da." Telefonu çaldığında oflayıp ekrana baktı.

"Gidip babamın iyi olduğunu anladıktan sonra geri döneceğim ve seni kendine getireceğim." Gülümsediğimde huzursuzca ekranı kilitledi. "Taksim gelmiş Helin." Yanağımı öptü.

"Seni mutsuz eden ne varsa siktir et." Söylemesi kolay yapması zor bir kuraldı bu.

"Baban umarım çabucak iyileşir. Ben seni arayacağım durumunu öğrenmek için." dediğimde son kez beni inceledi ve kapının yanındaki sırt çantasını sırtına geçirdi. "Dikkat et. Ben yokken sapığını eve atabilirsin." Gözlerimi devirdiğimde gülüp çıktı. Ardından kapıyı kapatıp odama yöneldim.

İşte şimdi yapayalnız hissettiğim anlardan biriydi. Bu sefer kitaplarımın bile bana iyi geleceğinden emin değildim.

Loading...
0%