Yeni Üyelik
42.
Bölüm
@deniz_44

Esneyerek yatakta doğrulduğumda kaşlarımı çattım. Yabancı bir oda da yabancı bir yatakta uyanmıştım. Etrafıma bakındığımda Murat'ın başucunda ikimizin fotoğrafını gördüm.

İkimizin fotoğrafı mı vardı?

Yataktan çıkıp çerçeveyi elime aldığımda gülümseyen iki yüze baktım. Çok mutlu görünüyorlardı. Ben Murat'ın sırtındaydım ve kollarımı boynuna dolamıştım. Onun kolları geride düşmemem için kalçamdaydı. Yanağımı Murat'ın izinin üzerine bastırarak ışıldayan gözlerle bakmıştım. Murat'sa gerçekten rahat görünüyordu. Mutlu ve huzurlu. Tenlerimiz bronzlaşmıştı. Fotoğrafın sağ alt köşesinde 18. doğum günüme ait tarih atılmıştı.

"İzmir'de tanıştığımız kumsal." dediğinde irkildim. Kapıya omzunu yaslayarak kollarını göğsünde çaprazlamıştı. Yüzünde maskesi yoktu ve bu istemsizce büyük bir gülüşle yüzümün aydınlanmasını sağlamıştı.

"Kahvaltıdan sonra yola çıkabiliriz. Kumsala gidip sakladığını bulabiliriz." konuşamıyordum çünkü çok tatlıydı. Yüzünü engel olmadan özgürce görebiliyordum. Gülüşünün asıl başrolü bendim. Şu an benimle konuşuyordu. Her şey sessizlikle onu seyredip dinlememi sağlıyordu. Garip bir hipnozda gibiydim.

"Ara sıra maskeni tak." diye mırıldandığımda gözlerini kıstı beni anlamak için. Hatta kaşları çatılır gibi oldu.

"Senin yüzünden kalp krizi geçireceğim. Bu kadar tatlı olma." İşte şimdi yüzüne yayılan gülüşle ölebilirdim. Aptal çocuk. Gülme bu kadar güzel.

Elimdeki çerçeveyi yerine koyup yataktan çıktım ve karşında durabilecek kadar yaklaştım ona. Elimin tersini izine değdirdiğimde gülüşü hafifçe küçüldü.

"Günaydın İz'im." dediğimde dudakları aralandı ve gülüşü silindi. Aniden belime kolunu dolayıp ayağımı yerden keserek sıkıca sarıldığında şaşkınlık dolu bir çığlık dudaklarımdan firar etti.

"Murat?" beni yere bıraktığında yüzümü avuçladı ve dudaklarımızı birleştirdi.

Ne? Ne? NE?!

Gözlerimiz aynı anda büyürken birbirimizden hızla ayrıldık ve ikimizde uzaklaştık. Beni öpmüştü. Dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerini kırpıştırdı. Yanaklarım ısınırken onunda kulakları kızarmaya başladı.

Mutant mıyız biz? Renk değiştiriyoruz.

"Gider ayak beni öptün mü sen?" derken amacım aramızda büyüyen utanç balonunu patlatıp ortamı yumuşatmaktı. Gider ayak cidden öpmüştü zalimin oğlu.

"Özür dilerim." dedi Murat ve rahatsızca elini ensesine atarak kıpırdandı. "Bana İz'im dediğinde bir anlığına eskisi gibi hissettim. Senin kişisel alanını geçmek değildi amacım. Özür dilerim Helin." dedi tek nefeste. Ona İz'im mi diyordum? Ruhumun İz'i.

"Bir de her zamanki gibi ilk yüzümdeki izi okşayıp söyleyince...Gerçekten özür dilerim." yanlış anlaşılmak istenmiyor gibi konuşmama izin vermeden tek seferde konuşuyordu.

"Şey... Tamam." Ne diyebilirdim ki? Öp beni mi diyeyim? Neden beni öptün diye kıyametler mi koparayım? Yanlışlıkla oldu. Yani güzel bir yanlışlı oldu.

"Ben elimi yüzümü şey edeyim." dediğimde başını aşağı yukarı salladı.

"Bende şey hazırlayayım." dedi.

Nece konuşuyoruz biz Allah aşkına?

Benden önce odadan çıktığında elimi hızla atan göğsüme çarptım. Her şey bunu altından çıkıyordu zaten.

Banyoya gidip işlerimi hallettikten sonra çıktığımda sakinleşmiştim. Tabi salak gibi sürekli elimi dudaklarıma götürüyordum istemsizce. Acaba daha önce de öpmüş müydü beni? Belki de ben öpmüştüm onu.

"Daha önce öpüştük mü biz?" diye mırıldandığımda başım sert bir bedene çarptı ve geriye sendeledim. "Ne olur çarptığım şey duvar olsun." derken onun gülüşünü duydum. Harika.

Rezil Helin.

"Sana bakmaya geliyordum. Kahvaltı yapalım mı?" dedi beni utandırmak yerine duyduklarını duymamış gibi yaparak. Başımla onayladığımda geri çekildi ve arkasını dönerek mutfağa girdi. Peşinden burnumu dolduran iştah kabartan kokulara adımlarken buldum kendimi.

"Çok güzel kokuyor." derken amacım öpüşme adlı kelimeden uzaklaşmaktı. Aramızda garip bir rahatsızlık vardı.

Rahatsız olan sensin Helin. Adam özür diledi ve konu kapandı. Düşünme artık.

"Fırından sıcak poğaça ve mantarlı kaşarlı omletim var." Bayılırım mantara. Onun omletin ortasına kaşar dökmesini seyretmeyi kesip çıkardığı bardaklara çay doldurmaya başladım. Omleti çevik bir hareketle kapatıp tabağa koyduğunda yandan bana baktı.

"Aç mısın?" Neye?

"Evet." dediğimde gözlerini kıstı.

Kendine gel be.

Çayları alıp masaya koyduğumda elindeki tabağı kahvaltının tam ortasına konumlandıracak şekilde masaya bıraktı. Sandalyeye oturduğumuzda karşılıklı birbirimize bakıyorduk. Onun bana neden baktığını bilmiyordum ama benim ona bakışım, hatıralarımı zorlamak adına yaptığım bir hamleydi. Ona ait bazı şeyleri anımsasam da onun her şeyini hatırlamak istiyordum.

Yavaş yavaş kahvaltı yapmaya başladığımızda sessizce bakışlarımızı ayırmıştık.

"Burada olduğuna inanamıyorum gibi." dedi. Bende inanamıyordum.

"Murat-" başımı kaldırdım. "İzmir'e istersen gelmeyebilirsin." Kaşları çatılırken lokmasını yavaşça çiğnemeyi sürdürdü. Abimin ondan haberi yoktu. Haberi olursa ve sırf elimde koz var diyerek kışkırttığım için ona sarar verirse kendimi affetmezdim. Tehlikeliydi.

"Kumsal nerede?" diye sorduğunda omuz silkti. "Benim hatırlarımla yol bulacağımız bir yere nasıl yalnız gitmeyi düşünüyorsun?" Çok mantıklı konuşuyordu.

"Asıl sorun ne?" dediğinde rahatsızca kıpırdandım.

"Günlüğün hepsini okumadın ama ben okudum. Seni abimden-" kaşlarımı çattım abim değildi ki. "-herkesten gizlemişim. Korumak istercesine. Babama bile bahsetmemişim. Asu bile bilmiyor seni. Yani telefondan mesajlaştığım bir Murat biliyor ama geçmişte hiç bahsetmemişim. Seni korumaya devam etmek istiyorum." dediğimde çatık kaşları eski halini aldı ve gülmeye başladı. Neye gülüyor bu?

"Bak Tavşan-" elini masaya yaslarken öne eğildi ve yüzünü yaklaştırdı. "Bir şeyleri kendi başına halledeceğini söyledikten sonra tam 498 gün seni aradım. 499. gün bu mahalleye taşındın. Sensiz 500. günü yaşamayacağım."

"Bu bir evlenme teklifi mi?" dedim mesajlaşırken ortamdaki ciddiliği uzaklaştırmak adına kullandığımız için. Şu an çok ciddiydi ve yaşananların onu etkilendiğini görebiliyordum.

"Önce çay içmeliyiz dedin. Bak içiyoruz." derken önümüzdeki çay bardaklarını gösterdi. Gülmeye başladığımda gülüşü genişledi ve arkasına yaslandı. "Sonrası sonrasına artık."

Biraz hızlı gitmiyor muyuz Bay İz?

"Bir yere gitmeyeceğim. Söz veriyorum." dediğimde uzun bir süre sessizce beni seyretti. "Sözümü tutarım." güvence verircesine konuştuğumda iç çekti.

"Tutsan iyi edersin. Ben bana verilen sözleri asla unutmam ve tutulması için her şeyi yaparım." Ona karşılık verecekken telefonunun sesi doldurdu mutfağı. Gözlerini kapattı ve sabır çeker gibi bir şeyler mırıldanıp geri açtı ve telefonunu cebinden çıkarttı

"Efendim...Hayır...İzmir'e gideceğim...Hayır Demir." Sinirlenmeye başlar gibi suratı değiştiğinde gözlerini yumdu. "Seni bana sayıyla mı veriyorlar? Hayır ne demek oğlum! Gelemezsin." Telefonu kapattığında ters ters baktı ekrana.

"Toparlanalım mı?" diye sorduğumda başını onaylarcasına salladı. Kahvaltıyı toparlayıp bulaşıkları makineye dizdikten sonra Murat'ın beklememi istemesiyle oturma odasına girdim. O odasına girmişken dün geceki duygusallığım yüzünden inceleyemediğim odasını incelemeye başladım. Tam bir bekar erkek eviydi. Duvara yaslı bir şekilde gitar duruyordu ve aynı hizada kitaplık gibi rafların üzerindeki süs eşyalarına ve el yapımı çizimlerin taştığı dosyalara göz gezdirdim. İzin almadan karıştırmak istemediğimden göz ucuyla inceliyordum her şeyi. Gözlerim en sevdiğim kitaba takıldı.

Kürk Mantolu Madonna.

En az benim ki kadar yıpranmıştı. Uzanıp elime aldığımda kitabın kapağını çevirdim ve ilk sayfasında kendi el yazımı gördüm.

Bu dünyada okumaktan en çok zevk alacağım kişi sensin. En sevdiğim ilk kitabımı sana vererek bunu kanıtlıyorum.

Açık bırak sayfalarını ki okurken seni, bileyim ki ben dünyanın en iyi adamıyla beraberim.

Bana ruhunu aç İz'im. Ruhuma İz'ini bırak.

Kitaplarımdan daha çok sevdiğim adama...

Loading...
0%