Yeni Üyelik
49.
Bölüm
@deniz_44


MURAT KARLI


09 / Aralık / 2019

"Benim okulum burada." diye söylediğimde babamın kaşlarını çattığını gördüm. "İzmir'de kalıyorum." Pek konuşan biri değildim. Konuştuğum her neyse babamı deli ederdi. Tıpkı şu an olduğu gibi.

"Ailecek İstanbul'a gideceğiz." diye diretti.

"Okulumuz burada baba." Demir destek olmak için konuştuğunda gülümsedim. "Üniversiteyi ailesinden ayrı geçirecek olan biz değiliz. Hem Murat ile kardeş kardeş okuldan eve evden okula gideriz. Değil mi Murat?" Bana mı soruyordu? İzmir'de girmediği delik kalmamış alemci Demir mi evden okula gidecekti? Yalan.

"Evet." diye destekledim onu. Burada kalacaksak tamamdım. İstanbul'u seviyordum. Orada evimde vardı. Ama İzmir benim için kaçıştı. Bu yüzden burayı yazmıştım. İstanbul'un her kalabalık sokağında karşılaştığım yüzler yüzümdeki ize bakarken mutlu bir şekilde o şehirde yaşayamazdım. Buradakiler alışmışlardı bana. En azından büyük bir çoğunluğu.

"20 yaşında koca adam oldular. Tabi ki yalnız yaşayabilirler." dedi annem. Bizimle babamın arasında orta yolu bulurken defalarca kez harap oluyordu. Ama bunu umursamıyordu bile.

"Biri güzel sanatlar okuyor diğeri radyo televizyon. Avukat bile olamadılar. Boşuna okudukları bölüm için mi kalacaklar?" Babam için Avukat, hakim, savcı değilseniz dünyanın en boş mesleklerini okuyup o mesleklerden para kazanıyor olurdunuz. Savcı egosu. Dünya da herkes savcı olursa diğer meslekleri kim yapacaktı? Koskoca savcının bunu düşünmesi gerçekten garip ve aptalcaydı.

"Birileri boşuna meslekler icra etsin ki senin gibi koskoca savcılar övülsün değil mi?" Çeneni tut Murat.

"Ne dedin sen?" dedi babam.

"Özetle, biz boş meslekleri okuyup para kazanmalıyız ki etraftaki insanlar senin için 'Savcı babanın işe yaramaz iki oğlu varmış. Koskoca savcı olup böyle rezil mesleklerde okuyan çocuklarının olması ne kadar acı.' demeli. Yani bizi gömerken seni yine övecekler Savcı Adnan Karlı." Bakışlarımı kıpkırmızı olan babamdan elmasını keyifle ısıran Demir'e çevirdim. Vur dedik öldürdün be.

Gülme Murat. Sakın gülme.

Odadaki ölüm sessizliğinin sebebi pekala Demir'di. Ben konuştuğumda babam parlardı ama Demir konuştuğunda favori oğluna kızamazdı. İstemsizce güldüğümde Demir bana baktı ve göz kırptı. Eskiden onun arkasını toplayan bendim. Sanırım rolleri değiştirip babamın bana bağırmasını engelleyecek şekilde kışkırtıyordu babamı.

"Ne bakıyorsun oğlum? Nazarın değecek." dedi cık cıklayarak. "Bir insanın üzerine yakışıklı olduğu için bu kadar gelinmez ki. Maşallah de 41 kere." Ona cevap veremeden babamın kalkıp odadan çıktı.

"Babamız seni severken onun için kötü evlat olmaya çalışma." dediğimde omuz silkti. Yıllardır babamla araları bozulmasın diye babamla yaşadıklarım için kendimi tutuyordum. Demir'in babamdan nefret etmesi için hiçbir sebep yoktu. Aslında geniş resme bakacak olursak benim de olmamalıydı. Sadece mükemmeliyetçi bir ebeveyn nasıl davranırsa öyle davranıyordu ve bunun için onu yargılayamazdım. Sadece görmezden gelirdim.

Savcı Adnan Karlı'nın mükemmel ailesindeki tek kusur bendim.

"İkiziz biz. Birimizi sevecekse ikimizi sevmeli. Birimizi sinir edecekse ikimizi sinir etmeli. Boşuna mı seninle 9 ay çile çektim."

"Ne çilesi çektin?" dedi annem. Demir kocaman güldü ve anneme döndü. Annem güzel kadındı. Yanaklarında iki çukur her çıktığında gülüşüm istemsizce genişlerdi. "Hani sizi doğuran benim ya. Siz büyüyene kadar dünyanın en tatlı çilesini çektim ben."

"Buradaki tatlı kısmı ben çile kısmı sen oluyorsun." dedim Demir'in kolunu dürterken. Cık cıkladı.

"Yok öyle bir şey. Ben mi sana dedim gel yanıma? Ya anne, bu benim rızkımı yedi 9 ay boyunca." dedi Demir beni omzumdan iterken. Velet ya.

"Senden 2 dakika önce doğdum. Abinle düzgün konuş." dediğimde suratını buruşturdu. Kabullenmiyordu ve ona göre ikimiz aynı salisede doğmuştuk.

Bilimden haberi yok onun Murat. Boş ver.

"Yalan. İnanmıyorum sana." Demir'i boş verip ayağı kalktığımda annem ayaklandı ve karşımda dikildi.

"Murat, babanı ikna edeceğim ama sende okulun biter bitmez İstanbul'a geleceğine söz vermelisin." dedi. Beni sevip özlediğini biliyordum. Belki de gözünün önünde olmalıydım ama ben göz önünde olmak istemiyordum ki.

"İstanbul'u bende seviyorum ama anne burada kalmak istiyorum. Burada kalmalıymışım gibi geliyor." dedim. Buraya normalde yazın gelirdik. Babam ve annem çok sık boş olamazdı ve davaları oldukça bürolarına gidip bizi bakıcılarla yalnız bırakırlardı. Bundan memnundum çünkü o zaman dibine kadar eğlenirdik. Burayı seviyordum.

"Zamana bırakalım o halde." dedi ve gözleri izime takıldı. İşte o tatlı an bozuldu.

"Murat, izinden çekindiğini biliyorum. Bunun için birkaç dok-" Yine aynı mesele. Geriye adımladım güldüm. Gülmesem babama yaptığım gibi anneme de kırıcı olacağımı biliyordum.

"İzimden çekinmiyorum. Yıllardır bu haldeyim anne. Kendi ailem böyle yapıyorsa dışarıdaki yabancıların yüzüme acıyarak bakmasına takılmamalıyım belki de-"

"Sen oğlumsun. İzinden çekindiğim falan yok Murat. Sadece izini sevmediğini biliyorum. Bu yüzden hayatına kimseyi de almak istemiyorsun çünkü yüzündeki ize acıyarak bakılmasını istemediğin için kendini yalnızlığa mahkum edeceğini biliyorum. Annenim ben senin." Haklı yanları vardı. Hayatıma gerçekten birini almayı düşünmüyordum.

"Beni kusursuzluğumla kabul eden bir kadını hayatıma alacağıma kusurlarımla seveni ömür boyu bekleyip yalnız kalırım daha iyi. Hem yüzümdeki iz gidince-" Demir'e döndüm.

"-onun gibi tipsiz mi olayım?" dedim. Demir küfür etmişim gibi kınarcasına bana baktı. Kabul ediyorum. Yakışıklıydı.

"Bana laf atma. Yüzündeki iz sana karizmatik bir hava katabilir ama hala ailenin en yakışıklısı benim."

"Murat bir kez daha düşün. En azından izi biraz daha katlanabilir hale-" Anneme kaşlarımı çatarak baktığımda sustu. Katlanabilir hal mi? Yıllardır yaşıyordum bu izle. Neden ebeveynlerimi, benden daha fazla rahatsız ediyordu bu.

Annen seni düşünüyor Murat. İzinden nefret ettiğini biliyor ve yardımcı olmak istiyor. Sakin ol.

"İzim sizi rahatsız ediyorsa maske takarım anne. Bunun için ameliyat olmayacağım. Çocukken yeterince o ameliyat masasında yattım. Daha fazla uğraşmayacağım. Özür dilerim yüzümdeki izle mükemmel ailemizi lekelediğim için. İzimle mutluyum ben." Değildim. Hiçbir zaman olmamıştım. Nefret etmiştim. Her gün aynaya bakmaktan kaçınır olmuştum. Bununla yaşamayı kabul ediyordum ama hazmedemiyordum.

Odadan çıktığımda kendimi kumsala atıp denize girdim. İzmir'in bu yanını seviyordum. Diğer şehirlerde kar yağarken bu şehirde yılın bu zamanı bile yüzebiliyordum. Hava serindi. Kabul ediyordum ama yine de İstanbul'daki gibi hissettirmiyordu.

Denizden çıkıp eve adımladığımda babamla annemin arabalarına bavullarını taşıdıklarını gördüm. Babam göz ucuyla bana baktı. İstediğin oldu, der gibiydi.

"Her gün rapor istiyorum." dedi. Kısıtlayıcı özgürlüğü buydu. Yeter ki yüzüme acıyarak bakmasın, her saniye bile günümü raporlardım. Tamamen evden çıktıktan sonra Demir'in çıkmak için hazırlandığını gördüm.

"Gelecek misin?" dedi. Yine randevuları vardı ve bu kafayla nasıl okulunu bitireceğini anlayamıyordum bile. Başımı sağa sola sallayıp odama çıktım. Üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtulurken dış kapının kapanma sesini duydum. Evin tüm ışıklarını kapatıp mutfağa girdim. Kahvemi yapıp kağıt ve kalemimi alarak evden çıktım. Üzerime geçirdiğim hırka serinliği keserken ay ışığının izin verdiği kadarıyla çizim yapmaya başladım. Ara sıra gökyüzündeki yıldızlara bakıyordum. Rahatlatıyordu.

Demir gibi bir hayatım yoktu. Sevgililerim olmamıştı çünkü yüzümdeki iz onları korkuturdu. Bana acıyarak arkadaş olanlar olmuştu. Büyüdükçe bu daha sinir bozucu hale dönmüştü. Bir iz neden bu kadar problem olmalıydı ki?

Kimse kusursuz değildi. Kimisinin ruhunda izler vardı kimisinin bedeninde. İnsanlar, ruhunda iz olanlara acıyarak yaklaşılmıyorsa neden bedeninde iz olanlar anormalmişçesine yaklaşıyorlardı? Adaletsizce.

Tek tük arkadaşlarım vardı. Fazlasını da umursamıyordum doğrusu. Ben insan sevmiyordum ki.

Dalgaların sesine ağlayan bir kızın sesi karıştığında daldığım çizimden kafamı kaldırdım. Gözlerim etrafta gezinirken ağlayan bir kız gördüm. Elini yüzüne kapatarak hıçkırıyordu.

Neden ağlıyordu? Nasıl bizim evin sınırlarına girmişti?

Üzerinde ince kıyafetleri vardı ve ayakkabısı yoktu. Bu çevredeki biri olamazdı. Olsa bile ayakkabısız kendini dışarı atacak kadar ne yaşamıştı ki? Karanlık içinden çıkıp ona yaklaşırsam korkabilirdi. Sessizce ağlamasının bitmesini beklerken temiz bir sayfaya onu çizmeye başladım.

Gözyaşını silmek istemen normal değil Murat. Saçmalama. Yaranı görünce zaten koşarak kaçacak, o gidene kadar sesini çıkartma.

Başını gökyüzüne çevirdi ve derin nefes alıp gözyaşlarını sildi. Başını çevirdiği an gözlerimiz buluştu. Kaskatı kesildim. Birazdan yüzümdeki izi görüp çığlık atacaktı veya gözlerini kaçıracaktı. Hiçbirini yapmadı. Yüzümü inceledi.

"Yüzündeki iz güzelmiş." dedi. Ne? İstemsizce güldüğümde gülüşüme baktı. "Buraya sende ağlamaya gelmedin mi?" Şaşkınlığı tatlıydı. Konuşmayı unutmuşum gibi başımı sağa sola salladım.

"Burası benim evim." dedim konuşmayı başarır başarmaz ve elimle evi gösterdim. Gözleri kocaman açıldı ve ayaklanıp özür dilercesine baktı. "Ben özel mülkiyet olan kumsala geldiğimin farkında değildim. Kusura bakmayın." dedi hızla ve etrafına bakındı.

"Sorun yok. Ağlamak için kumsal senin olabilir." dedim. "Ben çizim yapıyorum." Gidip gitmemek arasında kalarak baktı bana. Bir yabancıyla akşam vakti yalnız bir şekilde kumsalda olmak rahatsız etmişti.

"Adın ne?" dedi. Yüzümden korkmamış ve ismimi mi merak etmişti? Bu garipti.

"Yüzüm seni rahatsız etmedi mi?" diye sordum istemsizce. Omuz silkip başını sağa sola salladı ve bana doğru adımladı. Bu kız kafayı yemiş olmasın mı? Yanımdaki şezlonga oturup arkasına yaslandı.

"Yüzünde ne var ki?" dedi. İzim vardı. Herkesin tiksindiği benim nefret ettiğim...

"İzim var." dedim sol yanağımdaki ize boylu boyunca dokundum. Gözlerini kıstı. Yaklaşıp inceledi. Dikkatle bakıyordu ve nefesimi tutmam gerekmişti.

Karanlıktan fark etmemiş demek ki. İyice bakıp sonra suratını buruşturup gidecek Murat.

"Yüzü kusursuz olan ne erkekler gördüm ruhu kusurlu olan... Yüzünde iz varsa ruhunun kusursuz olabilme ihtimali vardır demektir. Katil veya sapık değilsin, değil mi?" Başını sağ omzuna yatırıp bana baktı. Kusurları umursamıyordu.

"Bildiğim kadarıyla değilim." dediğimde bakışlarını gökyüzüne çevirdi ve rahatlamış gibi omuzundaki gerginlik yok oldu.

"İyi o zaman. Kusurlarınla kusursuz birisisin o zaman." Derin nefes alıp verdi. Bir süre sessizce gökyüzüne baktık. Ne cevap verebilirdim ki söylediklerine karşılık? Yeni tanıştığımda ve yüzümdeki izimi umursamayan ilk kişiydi.

"Muhtemelen tanımadığım biriyle kimsenin görmeyeceği bir kumsalda yalnız kalmamalıyım." kendi kendine fısıldarcasına konuşmuştu ama yine de duymuştum.

"Muhtemelen tanımadığım bir kızla kimsenin görmeyeceği bir kumsalda yalnız kalmamalıyım. Sapık olabilirsin." dediğimde gözlerini kırpıştırıp bana baktı. Onu duyduğum için utanmış olmalıydı. "Bildiğim kadarıyla değilim." dedi benim sözlerimin aynısını dile getirerek.

"O zaman tamam. Endişelenmen gereken bir şey yok." Tekrar çizimime döndüm ve yeni bir resim çizmeye başladım. Dikkatimi yanımdaki kızdan uzaklaştırmam gerekiyordu. Sarhoş değildi, içki kokusu almıyordum. Aklı yerindeyse neden akşamın bir saatinde bilmediği bir kumsalda bu haldeydi ve benden korkmamıştı ki? Ona sormak istesem de kendimi durdurdum.

Sessizliği burnunu çekmesi bozdu. Yandan yanaklarını sildiğini ve tekrar gözyaşlarının akıyor olduğunu gördüm. "Ağlamaktan nefret ediyorum." o kadar fısıldar tonda söylemişti ki doğru anlayıp anlayamadığımdan emin değildim. Sırtımı dikleştirip üşürsem diye giydiğim ceketimi çıkarttım ve ona uzattım. Elimdekine bakıp gözlerime çevirdi bakışlarını.

"Sen sapık veya katil değilsin. Ama delisin galiba. Üşümüyor musun?" dedim azarlarcasına. Elimdeki ceketi alıp bağdaş kurarak bacaklarına örttü. Oturduğum yerden kalkıp eve gittim. Kalın bir örtü ve hala sıcak olan kahveyi kupaya doldurup eski yerime döndüm. Örtüyü omuzlarına attığımda uzattığım kahveyi şüpheyle baktı. Ayıp olmasın diye kupayı aldı ama içmedi.

"Kusurlu ve kibar. Buna bayıldım." dedi. Bana kusurlu demesi niye rahatsız etmiyordu beni?

"Adım Murat. Senin ki ne tavşan?" diye sorduğumda gözlerini kıstı. Tavşan gibi ürkek bir şekilde oturmuştu ağlarken. Burnu kızarmış ve gözleri tavşanınki gibiydi. Tatlıydı. Kusursuz bir güzelliği yoktu.

Kızı kesmeyi kes. Sapık mısın Murat?

"Tavşan değil. Helin." Helin. İsmini sevmiştim. "Kahve ve örtü için teşekkürler."

"Birilerine haber verdin mi? Buradaki evlerde oturmuyorsun belli ki, arabayla seni evine bırakırım istersen." dediğimde gülmeye başladı. Gülüşleri sesli bir hal alırken aniden ağlamaya başlayıp bakışlarını benim tersi yönüme çevirdi.

Bu kız deli olmasın Murat?

"Özür dilerim. Normalde ağlamam. Sadece sinirim bozuk." dedi. Siniri bozuktan ziyade ruhu yaralanmış biri gibi içli içli ağlamıştı. Onu ağlatan neyse nefret ettim içten içe. Haddim olup olmaması önemli değildi.

"Yabancı birine sorunlarını anlatmak daha kolay gelir derler. Sorun ne? Hem izinsiz girmenin bedeli olarak düşün bunu." dediğimde kaşlarını çattı. Birkaç saniye yüzüme ciddi olup olmadığımı anlamak için baktıktan sonra ayın aydınlattığı denize çevirdi bakışlarını.

"Sevdiğin birinin sana inanmadığı oldu mu hiç?" dedi uzun bir sessizlik sonrası.

"Bazen." Kahvemi yudumladığımda başını görmeyeceğim yöne çevirdi.

"Okulda benim adıma bazı yalan şeyler söyleniyor." Kaşlarımı çattığımda bakışlarını kucağındaki eline çevirdi. "Yapmadığım şeyler hakkında." Gözlerini bana çevirdi ve öfkeyle bakıyor olduğunu gördüm. "İnsanlardan nefret ediyorum." Bir ortak nokta daha.

"Bu yalan şeylerin detayı can sıkıcı sanırım." dediğimde başıyla onayladı. "Sevdiğim biri dedin? Sevgilin falan mı inanmıyor sana?"

Bu nasıl ağzından laf almaktır Murat. Taktir ettim.

"Babam bana inanmıyor. Biri bir şey söyledi. Okulda her şey birbirine girdi" İç çekti. "Babamda duyduklarına inandı." Detayını söylemesini bekledim ama sustu.

"Annene söyle. O inanmaz mı sana?" Benim annem bana inanırdı. Ne söylersem dikkatle dinlerdi. Yani çoğu zaman.

"Annemle aramız iyi değil. Asla bana inanmaz ki. Hem o beni se-" Refleksle kahvesini yudumladığında sustu. Kahvemi içtiği için gülümsedim. Bir daha konuşmayacağını anladığımda konuşmayı kendi aileme çevirmeye karar verdim.

"Benim babam savcı." dediğimde sulanmış gözlerini bana çevirdi. "Uzun bir zamandır anlaşamıyoruz. Onun istediği gibi mükemmel bir evlat olamadım diye bana soğuk davranıyor. Böyle yaptığı zamanda da babama olan sevgimi bastırıyorum. Yani aramızda soğuk savaş var ve suçlusu sadece o değil." Ailemi kimseye anlatmamıştım. Arkadaşlarıma göre savcı baba ve avukat annenin mükemmel çocuklarıydık. Hayat keşke dışarıdan göründüğü kadar kolay ve sıcak olsa.

"Nasıl yani?" derken bedenini bana doğru çevirip örtüye daha sıkı sarındı.

"Bir kardeşim var. İkizim. O ne yaparsa onun suçunu üstlendim küçüklüğümden beri. Aslında çoğu şeyi benim için yaptı. Bende o yüzden onun için suçları üstlendim. Kavga etmek, sigara paketi bulundurmak... Bu yüzden artık haklı olsam bile babam sorunu bende arıyor. Onun gibi olmamı istedi olmadım. Daha sonra ne hayal ettiysem ve inandıysam aynı şekilde bana inanmadı. "

"Anladım. İkizin sana benziyor mu?" dedi merakla ve gözleri izime kaydı. "Kısmen. Ben daha yakışıklıyım." Gülümsediğimde gözleri gamzelerim arasında gidip geldi.

"Gamzelisin." dedi geldiğinden beri ilk içten gülüşüyle. Gözlerimizi kesiştirdiğinde "Daha çok gülmelisin. Yakışıyor." dedi.

Bu kız bize mi yürüyor Murat?

"Yüzündeki iz nasıl oldu?" dedi dan diye. Sorusu gerginliğimi arttırsa da arkama yaslanıp sakinleşmeye çalıştım. Acıdığı için sormamıştı. Merak etmişti. Öylesine bir merak. Yüzümdeki izden rahatsızlık duymadığı için rahat bir nefes almamı sağlamıştı.

Kendi annem bile yüzümdeki izi sorun ederken o nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu?

Sanırım gerçekten normal biri değildi. Benim gibi.

"Yüzümü gördüğünde ilk düşüncen ne oldu?" dedim sorusuna soruyla karşılık verirken.

"Yüzünden ziyade kumsalda elinde defter olan birini görmeyi beklemediğim için bir tık korktum. Sonra yüzünü görünce-" doğru kelimeyi arıyormuş gibi duraksamıştı. "-tek hissettiğim şey meraktı. İzinin neden olduğunu da merak ettim ama asıl merakım neden bu kumsala benim gibi kaçtığındı. Neden buradasın Murat?"

"Her zaman izimden." dedim elimi sol yanağıma sürtüp o lanet izi hissettim. "Her zaman kaçmamı sağlayan şey izim olur." Güldüğümde gözlerindeki acıyı seçebildim ve bir anlığına öfke dolu hissetmeme sebep oldu.

"Kaçmanı kim söyledi ki?" dedi Helin. Yıllardır karşılaştığım acıyan ve küçümseyen bakışlara sahip olan her bir insan... Güldüm ama bu itici bir gülüştü. "Bu senin parçan." Bunu bilmediğimi mi sanıyordu?

"Burada niye ağladın Helin? Dedikodulara inananları boş verip kendi hayatındaki doğruları özümseyerek kendi hayatına niye bakmıyorsun ki? Onlar senin parçan bile değil. Ömür boyunca senin peşinde karabulut gibi gelemezler. Seni her gördüklerinde tiksiniyorlarmış gibi bakamazlar. Ama ben bu izi bir ömür boyu taşıyorum ki bu ameliyatla düzelmiş hali." Helin tuttuğu nefesi serbest bıraktığında gözlerini kırpıştırdı. Birkaç saniye duraksadık ikimizde. Helin söylediklerime hak verircesine bakıyordu.

Biraz sert davrandın Murat.

"Bu ameliyatlı hali mi?" dedi ve kaşlarını çattı. "Bir bok becerememişler." Bunu öyle bir ciddiyetle söyledi ki aniden gülmeye başladım. "Çok para verdik." dediğimde kahkaha attı.

"Kazıklanmışsınız." Arkasına yaslandı ve ikimiz gülüşümüz geçene kadar öylece yıldızlara baktık.

İkiniz de ruh hastasınız Murat. Az önce kavga ediyordunuz.

"Özür dilerim." dedi Helin. Ona döndüğümde yüzümü inceliyor olduğunu gördüm. "Sadece yüzündeki iz hakkında insanların ne düşündüğünü tahmin edemedim. İnsanların ne kadar korkunç olabileceklerini unutuyorum bazen. Hala daha insanların iyi olabileceklerini ümit ediyorum." Hayır insanlar işlerine ne gelirse onu yapardı. Kendilerine iyi davrananlarla arkadaş olup kötü davrananları silerlerdi.

"İyimser olamayacağın bir dünyada yaşıyoruz Helin ve ben söylediklerim için özür dilemiyorum. Hakkında ne söylendiyse siktir et. Ne yapmak istiyorsan onu yap. İnsanları mutlu etmek için çabalasan da kötü olan olacaksın çabalamasan da." Sessizce ayın aydınlattığı denize baktık. Başından ne geçti bilmiyorum ama içinden çıkılmaz olaylar yaşıyor olduğunu anlayabiliyordum.

"Biraz daha kalabilir miyim?" dedi bana bakmadan. "Tanıştığım kişilere karşı hiçbir zaman böyle davranmıyorum. Yanlış anlama."

"Ben özel miyim yani?" dedim muzipçe. Güldü ve başını bana çevirdi.

"Bu gece karşılaştığımızdan memnunum. Arkadaşlığın iyi geldi ve bana söylediklerinin aynısı senin için de geçerli." Gözlerimi kıstığımda kaşlarını kaldırdı. "İnsanları siktir et. Yüzünü görenleri siktir et. Çünkü sen kusurlu falan değilsin." Gözleri izimde gezindikten tekrar gözlerimi buldum. "Kusurlu kusursuzsun." Göz kırptığında kalbim tekledi.

Siktir.

Yeterince sıkıntımız var dikkatimizi sana veremeyiz kalp.

"Yüzümdeki iz-" iç çekip denizin dalgalarını görebilmek için bakışlarımı ileriye çevirdim. "-aslında bende hatırlamıyorum pek." Yalandı. Her salisesini hatırlıyordum.

"Bir dahakine gelirsen o zaman anlatacağım." derken ona döndüm. Gözlerini kısıp ciddi olup olmadığımdan emin olmaya çalışırcasına sessizce yüzüme bakıyordu. Onu bir daha görmek istiyor muydum cidden? Ne hakla?

"Sen gerçekten sapıksın." Bu beni güldürmemeli. Sakın gülme Murat. Sakın. "Gülüyor musun sen?" Gülüşümü bastırmak için başımı eğdiğimde cık cıkladığını duydum.

"Bir dahakine sözün olsun o zaman." Aniden ayaklandı ve gitmek için yürümeye başladı.

"Bekle." peşinden ayaklanırken neden onu durduğumu bilmiyordum. Olduğu yerde durduğunda omzunun gerisinden bana baktı. "Çıplak ayakla yürüdüğüne göre berbat bir gece geçiriyorsun. Sana içeriden kıyafet ve ayakkabı getirmeme izin ver."

"Bunu neden yapıyorsun?" Sesi sitem doluydu. Gözlerinde bunu yaptığım için memnuniyet dolu ifade olsa da yüzü bundan memnun değilmişçesine sertleşmişti.

İnsanlara güvenmiyor muydu?

"Kusurlu kusursuz olmam yüzünden. Hem kıyafetleri alırsan geri getirmen gerekecek. O zaman da izimin nasıl olduğunu öğrenirsin." Kaşlarımı kaldırdığımda alt dudağını dişleyip bakışlarını etrafta gezdirdi. Bunu onay olarak algılayıp içeri girdim ve annemin spor ayakkabılarından birini alıp sıcak tutacak kıyafetleri seçerek kumsala indim.

Gitmişti.

Gitmiş olması hayal kırıklığına uğramamı sağlarken şezlonguma oturdum. Elimi yara izime sürterken bakışlarım onu çizdiğim deftere kaymıştı. Boş bir sayfa açılmıştı ve benim olmayan bir yazı vardı üzerinde.

"Berbat gece geçirdiğim doğru. Ama seninle karşılaşmış olmama sevindim. Teşekkürler sohbet, kahve ve örtü için. Seni ikinci kez görmeyeceğim çünkü hayatıma dahil olmanı istemiyorum. Birbirimizi bir daha görmeyelim Murat."

~Helin~

Hayal kırıklığı hissetmemeliydim. Bu normal değildi.

Ama onu anlıyordum. Gecenin bir körü kimsenin olmadığı bir kumsalda tanıştığı adamla tekrar buluşacak kadar deli görünmüyordu. Onu anlıyordum ama yine de gitmiş olmasına üzülmüştüm. Elimi yüzümdeki yara izine değdirip şezlonga geri uzandım.

"İçimden bir his tekrar karşılaşacağımızı söylüyor Tavşan." derken onu çizdiğim sayfayı açtım. Neden ağlıyordu? Neden gülümsemek ona yakışırken gözyaşı döküyordu? Neden durduk yere burada yollarımız kesişmişti?

Beni nedenlerle bir başıma bırakıp var olmamış gibi gitmişti.

15 / Ocak / 2020

Kahvem önüme konduğunda kısa bir teşekkürler yüzüme korkarak bakan garsonu gönderdim. Bundan nefret ediyordum.

Bir şeyler yiyip içerken maske takamazdım. Keşke o anlarda da insanlar gözlerine maske takıp beni görmezden gelse.

Görünmez olmak istiyordum.

Tanınmamak istiyordum.

İnsanların zihninde iz bile bırakmadan yok olmak istiyordum.

Defteri açıp çizim yapmaya devam ederken bir yandan kahvemi yudumlayarak insanları görmezden geliyordum. Bir süre böyle devam ederken elimi boynuma atıp ağrıyan kaslarımı gevşetirken önümdeki sandalye çekildi. Başımı kaldırıp gelene baktığımda oturanın Helin olduğunu gördüm. Kalp atışlarım hızlanırken derin nefes alıp verdim.

Güm. Güm. Güm. Güm.

"Beni nereden buldun?" dedi. Gülüşümü genişletirken arkama yaslandım. Onu aradığım doğruydu ama burada beklemiyordum doğrusu.

"Tavşan? Sapık mısın? Asıl sen beni nereden buldun?" dedim gülüşümü silmeden. Ağlamak ona yakışmıyordu ama yanakları öfkeyle kızarmış haliyle daha da tatlı oluyordu. Aklımın bir köşesine yazdım bunu.

"Ne münasebet? Ben buraya hep gelirim." Nefes nefese konuştuğunda etrafıma baktım. Sıradan bir kafeydi. Sokak arasında... Bu da demek oluyor ki bu civarlarda oturma ihtimali vardı.

"Ben saatlerdir buradayım. Gidip sorabilirsin. Geldiğimde sen yoktun ve bu demek oluyor ki sapık olup peşimden gelen sensin Tavşan."

"Bana Tavşan deme." dedi öfkeyle. Başımı sola yatırıp yüzünü bir süre inceledim. "Ne?" sesi çatallaşmıştı. Korkudan değil ama utançtan. Onu daha fazla utandırmayı kesmeliydim sanırım.

"Seni aradığım doğru ve tavşana benziyorsun diye tavşan demeye devam edeceğim." Kağıt koparıp numaramı yazdıktan sonra onun önüne doğru kağıdı kaydırdım.

"Ürkek bir tavşan olmayı bırakıp kumsaldaki gibi konuşmaktan korkmayan Helin olursan bana ulaş. Sohbetinden hoşlandım ve tekrarlamasını isterim." Oturduğum yerden ayaklanıp eşyalarımı toplamaya başladım. Sessizce bir eline aldığı kağıttaki numaraya bir de bana bakıp durdu. İçtiğim kahvenin ücretini masaya koyup ona doğru eğildim.

"Bir daha görüşmek dileğiyle." Onu daha fazla rahatsız etmeden geri çekildim ve kafeden çıktım.

Beni ara Tavşan. Yaralısın biliyorum.

Yaramdan hoşlandığın gibi yarandan hoşlanmama izin ver.

Yine yeniden bana gel.

Loading...
0%