@deniz_44
|
Gökyüzünden damlayan yağmurlar yeryüzüne hayat olur, derdi babam. Her canlıyı başka şekilde değiştiren ve ansızın gelen bir mucize… Gökyüzünden bir damla düştü anne rahmine. Masum ve günahsız bir kız çocuğunun kaderini belirlendi. Doğduğun ev kaderindir diyenler yanıldı. Rahminde büyüdüğün kadındı kaderin. Masum ve günahsız kalmanı sağlayacak olan da seni şeytana çevirecek olanda anneydi. Doğduğum rahim benim kaderimi belirledi. Annemle hiçbir zaman yıldızımız buluşamadı. Sebebi ben miydim yoksa o muydu inan bilmiyordum. Umursamıyorum desem yalan olurdu. Çoğu kişinin sahip olduğu bir sevgiyle sevilmek isterdim. Annem tarafından. Gerçi artık onu seviyor muyum bundan emin olamıyordum. Annem vardı. Oralarda bir yerde… Vardı. Ben annemin rahmine düşen bir damla Yağmur. Gerçi aynadaki kendime baktığımda bir damladan çok daha fazlasıydım ama konumuz bu değildi. Kendi etrafımda dönerken aldığım kiloları hesaplamaya çalıştım. Tartılar düşmanımdı ve sanırım artık dost olmamın zamanı gelmişti. Basenim olmasa da göbeğimde abimin hava attığı baklavaların tam tersi şekerpare vardı. Hem ne demiş atalarımız? Yemeğin salçalısı kadının kalçalısı. Kadın dediğin ele avuca- Kilolarına da kılıf buldun ya, helal olsun Yağmur. Tamam. Haklısın iç ses. Ele avuca gelmek bu dünyada umursayacağım en son şeydi. Esneyerek odamdan çıktım, saçlarımı at kuyruğu şeklinde toplarken oturma alanındaki masaya adımladım. Birkaç gündür sabaha kadar projemi yapmaya çalışıp tekrar tekrar uyumak için dinleniyordum. Ödev teslimi bugün öğleden sonraydı ve daha gün aymamışken kalkıp azıcık aldığım uykunun verdiği enerjiyle ödevimi bitirmeliydim. Yoksa asla bu okuldan kurtulamayacaktım. Masanın başına geldiğimde gözlerimi kapayıp tekrar açtım. Projem bitmişti. Hayır. Hayır. Ben kesinlikle hala rüyadaydım, geri yatağıma uzanıp uyanmam gerekiyordu. “Her şeyi bitmiş.” Şaşkınlığım projeyi incelerken daha da arttı. Çekilen çizgiler bile benim kalemim değildi. Bakışlarımı odada gezdirdiğimde yalnız olduğumu anladım. Acaba abim uyumadan önce yardım mı etmişti? Bulut sana yardım etmeyeceğini söyledi Yağmur. Unuttun mu? Şaşkınca adımlarımı alt kata çevirdim. Abim çoğu zaman sabahları orada spor yapardı. Merdiven basamaklarını indikçe yükselen müzik artıyordu. Kapıyı aralayıp ağırlık kaldıran abimin yanına gittim. Bakışları bir saniye olsun beni bulmadan yaptığı işe devam ediyordu. “Projemi sen mi bitirdin?” dedim tepesinde dikilirken. Ağırlığı indirip oturur pozisyona geldi ve yerdeki kumandayı alıp müziği kapattı. “Ne?” dedi havluyla terini silerken. Koyu kahverengi gözleri ve dalgalı kısa saçları vardı. Yüzünde her zaman kirli sakaldan biraz daha uzun sakalları olurdu. “Projemi yapan sen misin? Son kısımları için dinlenmeye karar vermiştim, bir baktım tamamı bitmiş.” Gözlerini kısıp umursamazca omuz silkti. Gözlerinde anlık ben yaptım bakışı geçse de umursamazlığı sürüyordu. Bana yardım etse de güzel şeyler yapsa da asla dile getirmezdi. Onun dilinden çıkan cümleler çoğu zaman sinirimi bozmak için kullandığı o laflar olurdu. Garip bir iletişimimiz vardı, bize özeldi. “Sana günahımı vermem Cadı. Bir de ödevini mi yapacağım?” Yanımdan geçip su şişesini kafasına dikti. Cadı lafının beni delirttiğini pekala iyi biliyordu. “Her yalan söylediğinde kenara 100 TL koysaydım şu an milyarderdim.” dedim kollarımı göğsümde çaprazlarken. Gülerken omzunun gerisinden bana baktı. “Terim soğuyor Cadı. Söyleyecek başka şeylerin varsa kahvaltıyı bekle.” “Teşekkür ederim.” dediğimde şınav pozisyonu alıp aşağı yukarı bedenini kaldırıp indirmeye başladı. “Söyleyeceklerimi duymak için müziği açmadığını biliyorum.” Kahkaha attı. “Yine de minnettarım Bulut Demir.” “İki çizgi attım. Karşılığında koşu bandında yarım saat spor yapmama eşlik edebilirsin.” Spordan nefret ediyordum. Suratımı astım ama dediği gibi koşu bandının üzerine çıktım. "Annem gelecek mi bu yaz?" Bulut'un aldığı derin nefes alışverişiyle koşu bandında hızımı yavaş yavaş arttırarak koşmaya başladım. Spor sevmesem de koşmak her zaman benim için bir kaçış olmuştu. Sanırım bunun en büyük sebebi 6 adamla büyümüş olmamdan kaynaklanıyordu. Onları kovalamak veya onlardan kaçmak için koşmak şarttı. "Yok bu sene İstanbul'da kalacakmış. Belki Nur'un annesiyle Bodrum'a geçebilirlermiş. Kesin değil." Başımla onayladım. Gelmemesi işime gelirdi. Çünkü bu sene biz bize olalım istiyordum. Gençlerin hâkim olduğu koca bir yaz tatili istiyordu canım. Annem biraz baskın bir kadındı ve her şeye karışamadan duramadığı için yanında konforlu hissedemezdi insan. Aramızdaki ilişki dalgalıydı. Bir iyiydik, beş kötü... Kimlerin geleceğini sor Yağmur. “Siz gelecek misiniz? İşleri Balıkesir’den yönetmek zor olmayacak mı?” İstediğim cevabı ver bana abi. “Ben geleceğim. Diğerleri daha bir şey söylemedi. Baran İtalya’da kalacakmış.” Baran gelmeyecek mi? Aniden durduğumda koşu bandından kayıp düştüm ve hemen arkasındaki mindere yapıştım. Baran yokluğuyla bile dikkatimi dağıtıyordu resmen. “Hem cadısın hem de sakar.” dedi Bulut. Konumuz bu değildi ki, Baran hala o gittiği ülkeden gelmiyordu. Bu durum canımı çok sıkıyordu. "Bana ne zaman Cadı demeyi bırakacaksın?" dedim ayaklanırken. Sahi spor seven biri değildim, ne diye buradayım ki? Sende iyice şaşkınsın Yağmur. "Ölene kadar." dedi indirdiği bedenini kaldırdıktan hemen sonra. “Baran dönmeyecek mi?” dedim anlamayacağı şekilde umursamaz olmaya çalışarak. Baran’la bir yıldır basit mesajlaşma dışında konuşmamıştık. İtalya’daydı ve onun peşinden Erasmus için gittiğim ülkede bile yollarımız bile kesişmemişti. Evrenin benimle bir alıp veremediği vardı anlaşılan. Belki de Baran’ın beni görmek istemeyip kaçası… “Konuşmuyor musunuz?” dedi şaşkınlıkla. Konuşamıyorduk. Hele benim bitirme projemi tamamlamaya çalışmak için her gün çalıştığımdan iyice mesajlaşamaz olmuştuk. “Baran bu yaz da dönmeyecek.” İşte bu beklediğimden daha çok canımı sıkmıştı. Baran’a karşı olan hislerimi bastırdıkça daha çok büyüyordu yüreğimde. Sadece yüreğim değil ruhumun her zerresi o olmuştu. Bu duyguları bastırmaya çalıştıkça da nefes alamıyor gibi hissediyordum. Haykırasım vardı ama her şeyi berbat etmekten ölesiye korkuyordum. “Tamam.” Abim sesimdeki üzüntüyü fark etmiş olacak ki duraksayıp gözlerini bana dikti. Kendine gel Yağmur. “Baran’la kavga mı ettiniz? Eskisi gibi yakın değilsiniz sanki.” dedi, sesinde kuşku yerine merak vardı. Baran, arkadaşları arasında en iyi anlaştığım kişiydi. Bunun hepsi farkındaydı. Sen herkesle iyi anlaşırsın Yağmur. “İtalya’dayken bir türlü görüşemedik. O yüzden biraz aramız soğuk gibi.” Oturup bağdaş kurdu ve ellerini geriye doğru mindere yasladı. “Tabi sonuçta iş için orada, yoğunluktan denk gelmemiş olabiliriz.” Buna inanmıyordum. Resmen benden kaçmıştı. Neyin yoğunluğu olabilirdi ki? “Baran’ı biliyorsun, kontrolünü kaybetmemek için işine adıyor kendimi.” Kendini kandırmayı kes Yağmur. “Orada bir şey olduğunu düşünüyorum. Anlatmadı bana, aslında bakarsan onunla haftada bir zar zor konuşabiliyoruz bizde. Baran böyle içine saklandığında ya kendisini gizlemek istiyordur ya da bir bok yapmıştır.” Kaşlarım çatıldı. İki seçenekte kötü gibiydi. “Bence orada bir haltlar karıştırdı ve bunu gizlemek istiyor.” “Baran’dan bahsediyorsun abi. Baran’ın kimseye zararı dokunmaz ki. Yanlış bir şey yapsa bile beş yüz kere düşünüp son çare yapmıştır. Biliyorsun.” Başını onaylarcasına salladığında omuz silkti. “Hem oradaki işler yolunda demişti bir ara mesajlaştığımızda. Kötü bir şey olsa bile Baran asla yalan konuşmaz ki.” “6 aylık projeyi daha kısa sürede bitirecek yetenekte bir mimar ama bir yıl geçti. Hala da kalacakmış. Proje bitmesine rağmen dönmek istemiyor.” Kalbim sıkışırken tırnaklarımı avuçlarıma batırdım. Ya hiç dönmezse? Ya orada kendine sıfırdan hayat kurup tamamen yaşarsa? “Birini buldu bence. İtalyan bir kadın.” Bulut oturduğu yerden kalktığında barfiks çekmek için zıplayarak ellerini demirlere sardı. “Yakında kokusu çıkar Yağmur. Gelir evlendim bile diyebilir. Baran’dan beklerim.” Baran bunu yapar mıydı bilmiyordum. Son zamanlarda o kadar kendi gibi davranmamış uzaklaşmıştı ki düşünmek istemediğim bu seçeneği aklıma getirdiği için Bulut’a sinirlenmiştim. Ya başkasıyla evlenmiş ve bunu gizliyorsa? “İşte şimdi saçmaladın. Baran size söylemeden evlenmez ki.” Bulut derin nefes alıp verdi. Baran ailesi kadar çok seviyordu Bulut’u, Bulut’ta onu. İkisi birbirinden bir şey saklamazdı ki. “Siz ikiniz birbirinizden bir şey saklamazsınız.” Bulut barfiks çekmeyi bırakıp ayağını yere bastı. “Saklar mısın?” Beden dilinden anladığım kadarıyla gerilmişti. “Her insan bir şeyler saklar Yağmur. Kendi çıkarı için veya karşıdaki kişi üzülmesin diye. Her şey herkese açıklanmaz.” Kaşlarımı çattım. “En az Baran kadar değiştin sende.” Bana döndüğünde gülümsedi. İşi şakaya vuracaktı çünkü Bulut Demir asla kendisiyle ilgili konuşmaktan hoşlanmazdı. “Sende değiştin Cadı. Şu ana kadar burayı terk etmen gerekiyordu. Spora alerjin yok mu senin?” Gözlerimi devirip kapıya adımladığında kahkahasını duydum. “Oduna alerjim var.” Buradaki odun Bulut Demir’di. Ardımdan uyarıcı bir şekilde ismimi seslendiğinde umursamadan odadan çıktım. Gelir evlendim bile diyebilir. Baran’dan beklerim. Yapmış mıdır gerçekten? Merdiven basamaklarını ikişer üçer atlarken aniden bir bedene çarptım ve geriye sendelediğimde kolum tutuldu. Beni düşmekten kurtaran kişi Fırat’tı. “Dikkatli ol Fare…” Yeşil gözleri ışıl ışıldı ve yüzünde sıcak bir gülüş vardı. Kumral saçları daima sağa taranmış ahenkle savrulur olurdu. Gülüşü küçülürken kaşları çatıldı. “Neyin var senin?” “Hoş geldin.” Ona sıkıca sarıldığımda elini sırtıma doladı. “Abim aşağıda. Okula çıkacağım.” Geri çekildim. “Projenin yorgunluğu var üzerimde, tüm neşemi kaçırdı.” Buna inanmış görünmese de başıyla onayladı beni ve saçlarımı karıştırdı. “Daha burada mısın?” “Bulut’u görüp çıkacağım. Bugün sabahtan toplantım var. Ama Balıkesir’de yanınızdayım.” Bu rahatlatıcıydı. Fırat’ın varlığı grupta baba figürünü tamamlıyordu. Onları bir arada tutan anaç bir yapısı vardı. Yanağımdan makas alıp merdiven basamaklarını inmeye başladı. Aniden durdu ve omzunun gerisinden bana baktı. “Canını sıkan birileri yok değil mi okulda?” Ciddiyetle soruyor olması garip bir güven veriyordu. Başımı sağa sola salladım. Gözlerini kıstı. “Çıktığın biri var mı?” “Sorguya mı çekiliyorum?” Kaşlarımı kaldırdım. “Sana vereceğim cevaplar aleyhimde delil olarak kullanılacak mı?” Gülüşünü genişletti. Fırat’ın en sevdiğim özelliklerinden biri buydu. Babamı anımsatıyordu bana. Aniden ciddi sorular sorması ama bu soruların cevaplarını gülerek yumuşatması… “Bakarız. Müebbet cezası alacak kadar kötü birini bulursan, evet. Koalisyonu toplayıp yargılarız seni.” Elimi yalandan göğsümün tam ortasına koyup hayal kırıklığı barındıran bakışlarla baktım. “Abimin tarafını tutacağını biliyordum. Yazıklar olsun.” “Fare, ben abinin arkadaşıyım unuttun mu?” Göz kırptı. “Ama her seferinde oyum sana.” Öne eğilip fısıldayarak konuşmuştu. “Bu arada cidden sordum. Biri kafanı kurcalıyor mu?” “Sadece benim arkadaşım olsan bu soruya çok farklı cevaplar verebilirdim ama pas geçiyorum.” Arkamı dönüp merdinin son basamağını çıktım. “Kim o? Araştıralım önce Yağmur.” Onu duymazlıktan gelip mutfağa girdim. Okula gitmeden önce bir şeyler atıştırmaya ihtiyacım vardı. Telefonum cebimde titrerken uzanıp çıkardım. Mesaj atan Can’dı. “Kuzen sabah ben yokum. Akşam bir şeyler yapalım mı?” Gözlerimi kısarak ekrana bakakalmıştım. Can beni ekmezdi, ekiyorsa da kesin bir haltlar karıştırıyordu. Onaylayan bir mesaj attıktan sonra telefonu arka cebime tıktım. Kahvaltımı hazırlayıp proje teslimi için okula gitmeden önce kendime gelmeliydim. *** “Yağmur?” adımlarım dururken omzumun gerisinden bana yaklaşan Sinan’a baktım. Suratımı ifadesiz tutmaya çalışsam da onunla karşılaşmış olmaktan memnun olmamıştım. “Ödevi teslim ettin mi?” Başımla onayladım ve kibar olmaya çalışan bir gülüş dudaklarıma yayıldı. Elini ensesine koyup etrafına bakındı. “Bir işin var mı? Yani bir kahve içelim mi?” Bundan hoşlanmamıştım. Refleksle bir adım geriye atıp başımı sağa sola salladım. “Eve gitmeliyim. Başka zamana. Görüşürüz.” Başımla işaret verip arkamı döndüm, adım atamadan önüme geçti. Sakin ol Yağmur. Sakin ol. Okuldasınız. Etrafınızda çok fazla insan var. Gerilme. “Dört yıl boyunca beni görmezden geliyorsun Yağmur. Alınmaya başlayacağım.” Çenemi dikleştirdim. Alınsana. Bize ne? “Farkına varman güzel. Hayatımda kimseyi istemiyorum Sinan ve bunu göstermeme rağmen yanıma gelen sensin.” Baştan aşağı beni süzerken kaşlarını çattı. Onun yanından geçecekken tekrar önüme geçti. Kalp atışlarım hızlanırken eli bileğime uzandı. Refleksle gerileyip ellerimi arkama saklayarak yutkundum. “Seninle konuşmam gerek Yağmur. Burası çok gürültülü.Benimle gel.” Kulaklarım uğuldarken sırtım bir bedene çarptı. “Bir sorun mu var?” Tanıdık bir ses değildi. Omzumun gerisinden baktığımda kaşları çatık buz gibi bir ifadeyle Sinan’a bakan adamı gördüm. Mavi gözlerinden akan tehdit ondan uzaklaşmamı sağlamıştı. Bakışlarını bana çevirdiğinde Sinan’a baktığı zamanki gibi değildi ifadesi. “İyi misin Yağmur?” dedi. İsmimi biliyordu. Onu incelerken üzerindeki takım elbise dikkatimi çekmişti. Sert çehresi korkutucu görünüyordu, saçlarının tamamı kazıtılmıştı. Kulağında kulaklık vardı. Abim yine peşime birilerini takmıştı anlaşılan. Adama cevap ver Yağmur ya da vazgeçtim koşarak kaçalım şu okuldan. “Konuşuyorduk.” dedi Sinan. Karşımdaki koruma Sinan’a döndüğünde gözleriyle Sinan’ı öldürdüğüne yemin edebilirdim. “İletişim dersi alman gerekiyor Sinan Acar. Biri konuşmak istemeyip yolunu değiştiriyorsa önüne geçmen onu zorladığını gösterir-” “Adımı nereden biliyorsun?” Sinan’ın sesindeki korku dolu tını, öfkesinin ardından kolayca seçilebilecek kadar belirgindi. Korumaya adımladığında koruma benle onun arasına girip yakasından tuttuktan sonra Sinan’ın kulağına fısıldamaya başladı. Ne dediğini bilmiyorum ama Sinan’ın gözleri kocaman açıldı ve git gide yüzü kızarmaya başladı. Sinan’ı hafifçe itekleyip bana döndüğünde Sinan arkasını dönüp arabasının olduğu yöne doğru yürümeye başladı. Bence koşarak kaçtı Yağmur. “Gidelim mi?” Gözlerimi kısıp karşımdaki adamı süzdüm. Korumam olmayabilirdi. Uzun zamandır tehlikeli bir şey olmamıştı ama dedemin düşmanları veya babamı öldürenler bir yerden çıkıp beni kandırabilirlerdi. Hatta karşımdaki onların adamı dahil olabilirdi. “Kimsin sen?” Yüz ifadesi sabit kalırken elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Ekrana kısa süre bakıp telefonunu kulağına yasladı. Birkaç saniye duraksadıktan sonra gözlerini etrafta gezdirdi. “Haber vermediniz mi?... Evet…Evet…Tamam.” Telefonu kapatıp cebine tıktı ve bekledi. Telefonum arka cebimde titrerken çıkarıp ekrana baktım. Mert. Abimin arkadaşlarından bir diğeriydi. Ünlü insanlara korumalar sağladığı bir şirketi vardı. Bazen o da göreve gidip ortadan kaybolurdu. En azından bize anlattığı buydu. Arka planda daha karanlık ve tehlikeli bir hayatı olduğunu hissedebiliyordum. En az dedem gibi karanlığa bulanmıştı. Telefonu açıp kulağıma yasladım. “Karşındaki adama güvenebilirsin. Bundan sonra etrafında olacak.” Görmese bile başımla onayladım onu. Takip ediliyor olmak beni geriyordu ama bulunduğum bu anda buna mecburdum. Şımarıklık yapmaya hakkım yoktu. “Bir şey söyle Yağmur. Biliyorum bu durum seni rahatsız ediyor ama güvenliğin için kısa bir süre sık dişini. Tamam mı?” “Kötü bir şeyler mi oluyor?” Korkum sesime yansımıştı. Telefonu sıkıca tutmuş gözlerimi karşımdaki adamdan ayırmıyordum. “Tedbir. Bizden biri yanında olmadan dışarı çıkınca peşine takılacak Poyraz. Görünmez olacak sana. İzleniyormuş gibi hissetmeyeceksin bile.” Derin nefes alıp verdim. Garip bir güven verse de bir adam tarafından takip edilmekten hoşlanmıyordum. “Tamam. Sen görevinden dönecek misin? Özlettin kendini.” Güldüğünü duydum. “Baş Belası, söz Balıkesir’deki tatile yetişeceğim. O zamana kadar tüm işlerimi yoluna koyarım.” “Söz verdin. Mert Sezgin sözünü hep tutar.” Tekrar güldüğünü duydum. “Mert Sezgin, Baş Belası’na verdiği her sözü tutar.” Tüm gerginliğim dağılırken gülüşümü genişlettim. “Şimdi kapatmam lazım. Görüşürüz.” Onaylayan bir ses çıkarttım. Karşılık veremeden telefonun kapandığına dair o sesi duydum. Mert sürekli suratımıza kapatıyor şu telefonu Yağmur. Sanırım çok konuşacağımızı anlıyor. Ben çok konuşmuyordum ki sadece karşımdaki adamlar çok sessiz oluyordu. “Sessiz biri misin?” dedim Poyraz’a. Kaşlarını kaldırdı. Sorum ona da manasız gelmişti sanırım. “Ben çok konuşan biri değilim. Normalde iyi bir dinleyiciyimdir ancak karşımdaki kişi ciddi veya az konuşan biri olunca gerilip çok konuşurum. Normalim değil bu. Eğer sen çok konuşmuyorsan bunun anlamı benim çok konuşacak olmam. Eğer konuşan birisiysen seni dinleyen taraf ben olurum. Ne yalan söyleyeyim konuşmayı dinlemekten çok daha-“ “Ben konuşan olabilirim.” diye sözümü kesti. Gözlerini kısıp şaşkın bir ifadeyle bakışlarını etrafta gezdirdi. Sanırım yine çok konuşup birilerinin devresini yakmıştım. “Nereye gitmek istersin?” dedi tekrar gözlerimizi kesiştirirken. Bugüne kadar denk geldim korumalar gibi sizli bizli konuşmaması rahatlamamı sağlıyordu. Arkadaşmışız gibi davranıyordu. Bir de gözleri maviydi. Mavi gözlüleri seviyordum. Ne mavi aşkı bu Yağmur? Hani tek sevdiğimiz maviler Baran’ın gözleriydi. “Merhaba.” Serpil’in sesiyle omzumun gerisinden gülümseyerek yaklaşan arkadaşıma baktım. Koyu kahverengi gözleriyle esmer teni ona has güzellikteydi. Yine sapsarı bir elbise giymiş ve enerjik haliyle etrafa ışık saçıyordu. “Bugün okulda olduğunu bilmiyordum.” dedim onunla sıkıca sarılma faslından hemen önce. Üniversitenin ilk yılından beri-ilk tanıştığımız an dışında- çok yakın arkadaş olmuştuk. Hatta abimlerin ortamına girecek kadar sevmiştim onu. Delidolu ve kıpır kıpırdı. Olmayan kız kardeşimdi. “Defile konusunda konuşmaya geldim.” Moda tasarım okuyordu ve bitirme projesi olarak hayali defile için diktiği parçaları teslim edecekti. “Sanırım teorik olarak mezunum. Çok beğendi hoca.” Gülüşüm kocaman genişlerken tekrar sıkıca sarıldım. “Çok sevindim Serpil.” Geri çekildim, gözleri Poyraz’a kaymıştı, kaşları çatılarak onu süzmeye başladı. Başıma gelenlerin bir kısmını ona anlattığım için yanıma yaklaşan erkeklerin hepsine şüpheyle bakıp güvenilirliklerini anlayana kadar onları incelerdi. “Poyraz…” Elimle Poyraz’ı işaret ettim. Poyraz, Serpil’in bakışlarından etkilenmeden başını eğdi. “Memnun oldum Serpil Hanım.” Serpil’in gözleri korkuyla açılırken güven verici bir gülüşle gülümseyerek ona göz kıptım. “Korumam.” Serpil’in korkusu dağılırken Poyraz eliyle çıkışı gösterdi. “Dur Yağmur. Akşamki partiye gidelim. Ne olur? Sensiz tadı çıkmıyor. Söz yanından bir salise ayrılmayacağım.” Kalp atışlarım korkuyla ritmini şaşırırken titreyen ellerimi pantolonuma sürdüm. Partiler bana iyi şeyler hissettirmiyordu. “Abime sormalıyım” Bu benim kaçışımdı. Abim hayır demezdi ama bahane olarak olumsuz cevap aldım, kartı oynayabilirdim. “Senin abin hiçbir şeye evet demiyor ki.” Korkuyordu. Yani sanırım. “Seni kafese tıkmadığına şaşırıyorum.” Kaşlarım ağır ağır çatıldığında güldü. “Abine ne dersem hemen sinirleniyorsun. Tamam laflarımı geri alıyorum. Sen hala abini dinle.” Çıkışa adımladığında arkasından bakakaldım. Abimde, bende kolay şeyler yaşamamıştık. Babamın ölümü onun omuzlarına çok büyük bir ağırlık yüklemişti. Ona sorun çıkartan kardeş olmak istemiyordum, zaten yeteri kadar sorunu vardı. “Abinizi dinlemeniz kötü bir şey değil.” Poyraz konuştuğunda bakışlarım ona kaydı. Çatık kaşlarla Serpil’in gidişini izliyordu. “Yaşadığınız dünya onunki kadar anlamsız ve tehlikenin var olmadığı bir pembe baloncuk değil.” “Gidelim mi?” Bu sorudan ziyade konuşmayı kesip arabaya binmemi isteyen buyurgan bir tonlamaydı. Başımı sallayıp yürümeye başladığımda aniden gürültülü bir sesle sıçradım. Poyraz’ın eli beline gitse de duraksadı, elini hızla silahından çekti. Başımdan aşağı dökülen renkli küçük kağıtlara bakarken arkamı döndüm. Can’ın elinde patlamış konfeti vardı. “Seni okulun son gününde böyle basit bir yürüyüşle göndereceğimi düşünmedin, değil mi?” Aniden davul sesleri duyduğumda cebinden çıkarttığı mendili salladı. Dünyanın en sorunlu kuzenine sahiptim. “Mezun olduk, dans et Kuzen.” Ritme göre omzunu sağa sola hareketlendirirken mendilini sallıyordu. Dayanamayıp ona yaklaşırken elini tuttum ve halayına eşlik etmeye başladım. “Mezun olduk lan.” Bağırışıyla birkaç bakış bize çevrildi, Umursamadım. Okulun bahçesinde rezil olmaktan korkmuyorduk, tüm okul deli oluşumuzu kabul etmişti. “Sen delisin.” dediğimde bana dönüp göz kırptı. “Sen akıl hastanesinde tedavi oldun, beni ısrarla sokaklara saldılar.” Kahkaha attığımda kocaman güldü. O zamanlar korkunç anlar yaşamıştım ama şu an gülerek geçiştirerek sohbet edeceğim tek kişi Can’dı. Umursamazdı ve teyzemin biricik oğluydu. Kardeşi yoktu ve beraber büyürken abimin gazabına uğramadığımız zamanlar yanımızdakileri bezdirmekten çekinmemiştik. “Bak herkes bu okuldan kurtulduğuna seviniyor.” Aniden halay kalabalıklaştığında Can kaşlarını kaldırdı. “Halay bir kültürdür, ben halay adamıyım.” Tüm okulu yoldan çıkardığımızı anladığımızda Can ile halayın başından ayrıldık. Kolunu omzuma atıp arabaya adımlamamızı sağladı, Poyraz arabaya yaslanmış bir şekilde bize bakıyordu. “Yeni koruma mı?” Başımla onayladım. “Onu daha önce gördüm sanırım.” “Mert’le çalışıyormuş.” Can arabaya yaklaştığımızda kolunu omzumdan çekip elini uzattı. Tanıştıklarında Can karşısındaki adamı iyice incelediğinden emin olduğunda arabaya girdiğimi gördü, yanıma yerleşip kapıyı kapattı. “Eve kadar uyuyacağım.” Başını cama yaslayıp esnedi. “Yoruldum.” Arkama yaslanırken kollarımı göğsümün üzerinde çaprazladım. “Baran uzun bir süre yokmuş.” Can başını kaldırıp dikkatle yüzümü inceledi. “Abim kesin İtalya’da birini buldu, dedi.” “Bulut abi, hep abartır. Yani şaka yapmıştır.” Omuz silktim. Abim ciddiydi. Baran kendine bizsiz bir hayat kuruyordu. “Hem bulduysa bile tatile gidiyoruz. Sende kendi önüne bakarsın. Baran’ı boş versene.” Yapmam gereken şey buydu. Önüme bakmalıydım. Artık çocukça inat uğruna yalnız kalamazdım ki. Baran beni hiç o anlamda düşünmemişti. Sadece arkadaşının kız kardeşiydim. O kadar. “Tamam. Kendi yoluma bakacağım.” Çenemi dikleştirdiğime Poyraz ile dikiz aynasından gözlerimiz kesişti. Bakışlarını kaçırıp önüne döndü. Poyraz’da beni huzursuz eden bir şeyler vardı. “Koçum.” Can öne kaydı. “Burada konuşulan burada kalır.” Poyraz ışıklarda dururken arkasına dönüp Can’ın gözlerine baktı. “Ben Mert’e çalışıyorum. Çalışırken de kulaklarımı kapatırım.” Bakışları beni buldu. “Burada konuştuğun hiçbir şey Mert’in kulağına ulaşmayacak.” Önüne döndüğünde ışık yeşil oldu ve gaza bastı. Mert’in kulağına ulaşmayan bilgiyi abimler hiç bilemezdi. Yani umarım. *** “Yağmur.” Şirketin içinde durduğumda omzunun gerisinden bana seslenen yaşlı adama baktım. Dedem Asım Demir, ak saçına ve yüzündeki kırışıklığa rağmen yaşını göstermeyen bir enerjiyi yayıyordu. Arkasında rastgele dağılmış takım elbiseli adamlarla dedemi gören hazır ola geçiyordu. Koskoca DÜHA lideri Asım Demir’di. Belindeki silahıyla büyük bir mafya kuruluşuna hizmet ediyordu. Dedemi seviyordum. Babam öldükten sonra Bulut’u, kendi battığı o bataklık dışında bir hayata yönlendirdiği için ona daima minnettar kalacaktım. Mafyacılık oynamayan bir abim kalmıştı ve onu da kaybedemezdim. Bulut, buna bir anlığına niyetlense de dedem onu sertçe reddetmişti. Kendi oğlunun, kendisi gibi mafyacılık oynamasından hoşnut olmayan Asım Demir, oğlunu engelleyemese de torununu engellemişti. “Dedem.” Aramızdaki mesafeyi kapatıp o uzatmadan elini öptüm. Kollarını bana dolayıp sıkıca sarıldı. “Yine ülke değiştirmişsiniz Asım Demir. Yaşlı bir adam olduğunu unutmayıp kahvelerde oturup okey falan mı oynasan?” Geri çekilip göz kırptığımda güldü. “İş yaparken oyun oynuyorum zaten. Senin deden zihninde onlarca oyunu aynı anda kazanıyor.” Kabul ediyordum, bu adam babamdan sonra en havalı kişiydi. “Bulut toplantıda, onun için geldiysen sana eşlik edebilirim.” Kolunu uzattığında itiraz etmeden avuç içimi kolunun üzerine koydum. “Sizin gibi bir beyefendiyle kahve içmekten onur duyarım.” Kabul ediyordum. Sevdiklerimin yanında şımarmaya bayılıyordum. Dedemin kolunda lobide ilerlerken duran adamları birer birer etrafımızı sararak bize eşlik etmeye başlamışlardı. Derin bir soluk bıraktığımda dedemin bana doğru döndüğünü hissettim. Sessizliğimi korudum, şirkete yakın bir kafeye sessizliğimle ilerledik. “Bu durum rahatsız ediyor seni.” dedi kafeye girip herkesin garip bir şey görmüşçesine bize bakmasından hemen sonra. Masaya oturana kadar cevaplandırmadım sorusunu. Siparişleri verdik. Gözlerinde yorgun bir ifade belirdi. Tüm bu karanlıktan o da yoruluyordu. Yaşıtları gibi tek derdi torun sevmek ve gezmek olmalıydı, silah tutmak değil. “Doğduğum hayatı biliyorum dede.” Arkama yaslandım. “Sadece hazmetmek zor. Yeni bir günde senin karanlık yanın yüzünden ölüp ölmeyeceğini bilmemek ve sürekli tetikte beklemek kolay değil.” Veya aniden bana yaklaşan birinin onun düşmanlarının hamlesi olup olmadığını bilmeden tetikte olmak… Sadece gözlerime baktı. Bazen o kahverengi gözlere baktığımda tüm yaşamından pişman bir adam görürdüm, bir anlığına. Bazense tüm bu güce tapan bir adam… “Mehmet öldüğünde ne söz verdim kendime biliyor musun?” Babamın adının geçmesiyle tüm bedenim ürperdi, kalbim garip bir özlemle doldu. “Bulut ve senin mutlu olduğunu görmeden bu karanlık bataklığa saplanmayacağım. Benim ölümüm asla silahla olmayacak. Zamanım geldiğinde ‘yaşlı bir adamdı o yüzden öldü.’ diyeceksiniz. Öldürüldü demenize izin vermeyeceğim.” “Babamı öldürdüler dede. Gözümün önünde öldürdüler.” Zihnime dolan görüntülerle bakışlarımı dedemden ayırıp masaya yaklaşan garsona çevirdim. Eskisi kadar acıtan anıları, hatırlamak can sıkıcıydı. Hastaneden sonra anılar silikleşmişse de acısı taze kalmıştı. Masaya konan sıcak çikolatadan büyük bir yudum alıp gevşemeye çalıştım. “Sen hepimizi gömersin dede. Kendine yaşlı deme.” Hafif gülerek ortamdaki gerginliği azaltmaktı amacım ama dedem gülmemişti. Adam hem oğlunu hem karısını kaybetti Yağmur. Söylenecek laf mı bu? “Ben yaşlı mıyım?” dedi, kırdığım potu fark etmemiçesine. Tabi ki fark etmişti. “Kim demiş? Gayet sağlıklıyım ve kimlikte yazan yaşı umursamıyorum. Önemli olan ruh yaşı.” “Kesin Bulut sana yaşlı demiştir.” dedim, sanki az önce ona yaşlı dememişim gibi. Köşeye sıkışınca Can bana, bende Bulut’a suçu atardım ve problemlerimiz çözülürdü. Şu an yaptığım şey buydu. “Özür dilerim dede.” Uzanıp masanın üzerindeki elime, elini koydu. “Dileme. Lafın gelişi söylediğini biliyorum. Sadece daha fazla kayıp vermek istemedim.” Elini çekip yanağımı sıktı. “Torunlarımın mutluluğunu görürsem, bu yaşlı adam mutlu olacak.” Neden devamında evlen de mürüvvetini göreyim, diyecekmiş gibi hissettirdi? “Ben mutluyum.” dedim kocaman gülümseyerek. Mutluydum. Abim ve arkadaşları benim ailemdi. Babam ölmüştü, annemle aramız iyi değildi ama dedem vardı, dağ gibi arkamda olan güçlü bir adamdı. Başka neye ihtiyacım vardı ki? Ölümler de olurdu, doğumlarda. Hayat her zaman denge üzerinde yaşanmaz mıydı? İyi de vardı, kötü de. Kötüye odaklanıp yakınarak iyi olan anlarımı zehredeceğime iyi anlarıma odaklanıp kötüleri bastırmayı tercih ediyordum. Bardağın dolu tarafından bakan delinin tekiydim. “Balıkesir’e gideceksiniz değil mi?” Konuyu aniden değiştirmesine şaşırsam da bozuntuya vermeden başımı aşağı yukarı salladım. Düşüneli bir ifadeyle yüzüme baktı. Kafasını kurcalayan neyse onu rahatsız ettiği anlaşılıyordu. “Söyle dede. Sorun ne?” Asım Demir’in düşünceli olduğu anlar, her daim zihnimi tehlikeli bir durum varmış gibi tetiklerdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Acaba peşime koruma takılmasıyla ilgili miydi? Gerginliğim artarken avuç içlerimi pantolonuma sürttüm. “Sorun yok, sadece Balıkesir’de Mehmet’ten ayırmadığım oğlum gibi gördüğüm adamın oğlu nişanlanıyor. Nişan zamanı yine ülke dışında olacağım.” Omuz silkip Türk kahvesini yudumladı, aramızda büyük bir sessizlik oluşurken düşüncelere dalan taraf bendim. Babamdan bile ayırmadığı biri olduğunu bilmiyordum. Ahmet amca vardı-Baran’ın babası- onun dışında kimse babamdan ayırmadığı biri olmamıştı. Babamda bahsetmemişti hiç. Hep Baran ile Fırat’ın babasıyla takılırlardı. En azından ölümüne kadar bu böyleydi. Babanın karanlık arkadaşlarından biri olabilir mi Yağmur? Sonuçta sen yakınınızdakileri biliyorsun, bir de erişemediğin bir hayatı vardı babanın. “O işlerle ilgilenen biri mi?” dedim kaşlarımı çatarak. Normal bir aile olsaydık, dedem yerine ben giderdim. Ama değildik. Bugün yüzümüze gülen ertesi gün babamı, öldürdükleri gibi öldürürlerdi. Dedem, kararsız bir ifadeyle dudaklarını aralayıp kapattı. “Kısmen. Daha önce Mehmet’i vazgeçirmek adına karanlığa bulaştı sonra çocukları için çekildi.” Babamdan daha güçlüydü anlaşılan. “İyi biri olmak istedi yani.” dedim kendimi tutamayarak. Dedem cümlemin ne anlama geleceğini idrak edince kahvesini yudumladı. Dedem bunca şeyden vazgeçmiş olsaydı bugüne kadar kaybettiklerinden daha azını mı yoksa çok daha fazlasını mı kaybederdi bilmiyordum. Bildiğim tek şey güçlü oldukça ruhunun öldüğüydü… Öfkesi onu güçlendirdikçe sonunu hazırlıyordu, belki de sevdiklerinin sonunu. “Eğer iyi biriyse nişana senin yerine giderim. Ama Bulut’u ikna etmen lazım. Bulut, eskiden bile olsa o masadan olduğunu öğrenirse onun oğlunun nişana gitmez.” Dedem etrafına bakıp rahatsızca kıpırdandı. “Abim daha bilmiyor değil mi?” Başıyla onayladı. “Onlardan nefret ediyor.” dedikten sonra kaşlarını kaldırdığında birkaç saniye yüzündeki ifadeyi incelemeye çalıştım. Bu ifadeyi biliyordum. Benim ikna etmemi istiyordu ve bu boktan bir fikirdi. Bulut’un canı sıkıldıkça, sinirimi bozmak için her istediğimin tersini yapardı. “Bulut’u öldürsen gitmez, istemediği bir düğünü bırak istemese yatağın sağından soluna geçmez.” Dedemin o her dediğini yaptıran ifadesi belirince başımı sağa sola salladım. Dayan Yağmur. Kanma bu yaşlı herife. Dışarıdan gören karşıdan karşıya geçerken yardım eder. Bu nasıl şeytanlıktır? “Bulut sana düşkün Yağmur.” Dirseklerini masaya yasladı ve sır verir gibi eğildi. “Bulut kabul etmese de senin oraya gitmeni istiyorum. Mehmet’in en yakınıydı-“ “Babamın yakınıysa neden yıllardır görmüyoruz dede? Babam öldürüldüğünde cenazesine geldi mi? Peki ya öncesinde? Bu adam senin için neden önemli?” Bir şey gizliyordu, bunu hissedebiliyordum. Abimden önce bana gelmesinin sebebi buydu. Abim her detayı sorgulardı, öğrenmeden tek bir hamle yapmazdı. Dedem bunu biliyordu ve bu yüzden benim onu ikna etmemi istiyordu. “Mehmet’in cenazesindeydi Yağmur. Ahmet’ten sonra Mehmet’i de kaybedince yalnız kaldı, kendini oğluna adadı. Faruk iyi bir adam. Abinin onlardan nefreti eski bir meseleye dayanıyor. Sandığın gibi bir şey değil.” Sustuğunda içimde büyüyen o zehirli duyguyla kıpırdandım. Bulut sevdiklerine zarar veren kişilere nefret duyardı. Bunun dışında kalanları umursamazdı bile. Varlıklarını yok ederdi zihninde. Burnuma kötü kokular geliyor Yağmur. Şüpheli davranıyor Asım Demir. “Fotoğrafı yok mu?” Dedem sorumu anlamamış gibi gözlerini kısıp dikkatle baktığında çenemi dikleştirdim. “Babamın arkadaşı olduğunu kanıtlayacak fotoğraf var mı elinde?” Hiçbir fotoğraf bunu kanıtlayamazdı. Başta dost olup sonra düşman olmuş olabilirlerdi. Ama yine de görmek istiyordum. Babamın geçmişinden bilmediğim her bilgiyi öğrenmeyi seviyordum. O hayattaymış gibi hissettiriyordu. Dedem ceketinin iç cebine elini koyup cüzdanını çıkarttı ve içini açarak Bulut ve benim olan fotoğrafımızı çıkarttı, altında başka bir kare belirirken şaşkınlığım büyümüştü. Dedem cüzdanında taşıyorsa gerçekten sevdiği biriydi. Babam gibi gördüğü, aileden olan… “Al bakalım.” Uzattığı fotoğrafı aldım ve birbirinin omzuna kollarını atmış üç adamı gördüm. Üçünün gözleri parıldıyordu ve gülüşleri kocamandı. Buradan bakarak bile onların arkadaştan öte kardeş gibi olduklarını söyleyebilirdim. Solda babam vardı, ortada Baran’ın babası Ahmet amca sapsarı saçlarıyla parlıyordu, en sağda ise yabancı bir yüz vardı. “Faruk Günay.” dedi. “Çok mutlu görünüyorlar.” dudaklarımdan dökülen cümle kontrolüm dışı gerçekleşmişti. Fotoğraftaki adamların üçüne baktığımda garip bir huzurla çevrelenmiştim. Mutluluklarını özümsüyordum ve bir yanım üzülüyordu. Üç arkadaştan geriye yalnız biri kalmıştı. “Üçü evlenmeden önceki halleri o. Mutlulardı.” Bakışlarımı kaldırıp yaptığı imanın doğru olup olmadığını anlamak için dikkatle onu süzdüm. Yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. Evlendikten sonra mutsuz olduklarını mı ima etmişti? “Sevdiği dostlarını kaybetmek onun için kolay olmamalı.” diye mırıldandım. Faruk Günay’a üzülmüştüm. Fotoğraf karesindeki adamlar, onun her şeyiymiş gibi poz vermiş Faruk, yapayalnızdı. “Karısını da kaybetti.” Kaşlarımı çattığımda dedem arkasına yaslandı. “Yani oğlu daha küçükken terk etti onları.” Bakışlarımı tekrar fotoğrafa çevirdim. Bir tek oğlu kalmıştı. “Çocukları var demiştin.” Başıyla onayladı. “Kızı başka şehirde okuyor. Oğlu onun yanında kaldı.” En azından oğlu onu terk etmemişti. Umarım oğlu uzun ömür yaşardı ve babasını bırakmazdı. “Bu adamı daha önce bir yerde gördüm mü dede?” Elimdeki fotoğrafı ona uzattığımda alıp cüzdanına koydu, başını onaylarcasına salladı. “Sen beş yaşına gelene kadar babanla beraber çalışırlardı. Tıpkı Baran ve Bulut gibi ortaklardı o şirkette.” Abim neden nefret ediyordu o zaman? Dedem her şekilde sevgi dolu cümle kullanırken abimin asıl husumet sebebi neydi? “Ben çocukken değil, sonrasında gördüm mü? Yüzü aşina geliyor.” Sesimi duyup duymadığı umurumda değildi çünkü seslice düşünmüştüm. Bu adamı bir yerde gördüğüme emindim. Ne zaman neresi olduğunu hatırlayamasam da görmüş olmalıydım. “İstanbul’a gelmiyor ama belki de yazın Balıkesir’e tatile gittiğinde denk gelmişsinizdir. Evlerimiz yakın.” Dedem eliyle garsona işaret verdi. Balıkesir tatillerimizde odaklandığım tek şey abim ve arkadaşları olurdu. Çevredeki kimseyi umursamazdım. “Kalkalım.” dedi sanki daha fazla konuşmamı istemiyormuş gibi ayaklanırken. “Annemle-“ dedem duraksasa da bakışlarımızı kesiştirmedi. “-Anlaşamıyorlar mı? Annem babamı çok severdi. Neden babamın kardeşten öte olan arkadaşından hiç bahsetmedi? İstanbul’a gelmiyorlar dedin. Biz Balıkesir’e gittiğimizde neden hiç görüşmedik? Babam öleli 8 yıl oluyor dede. Neden şimdi? Daha öncesinde değil de neden şimdi bu adamın varlığından bahsediyorsun? Çok yakınlarsa neden babam öldükten sonra bizimle sık sık görüşmediler?” Cevap vermeden garsona hesabı ödeyip ceketini düzeltti. Sanırım sessizliği doğru soruları sorarak onu köşeye sıkıştırdığım anlamına geliyordu. Kolunu uzattığında oturduğum yerden kalktım ve avuç içimi koluna yasladım. “Sorularımın cevabını almazsam çatlarım. Biliyorsun.” Dudaklarını kıvırdı. “Benim torunuma da bu yakışırdı.” dedikten sonra çıkışa adımladı, peşinden de ben. Seni sinsi yaşlı herif. “Sorularımı cevaplamayacak mısın?” Gülümsedi ve başını sağa sola salladı. “Sorularını kendin cevaplayacaksın. Sadece tek bir şey rica edeceğim, annene nişandan ve Günay ailesiyle tanışma ihtimalinden bahsetme. Olur mu?” Eğer annem sevmiyorsa bu demek oluyor ki iyi insanlardı. Bu nasıl mantık Yağmur? Cidden taktir ettim. “Nişan için Bulut’la konuşurum.” dediğimde göz ucuyla yüzündeki memnuniyet dolu ifadeye baktım. Bu durum onun için önemliydi, o zaman benim içinde önemli olurdu. Onun benim için yaptıklarından sonra basit bir nişana gidersem incilerim dökülmezdi. Hem iki göbek atıp rahatlardım. “Can’da gelsin mi?” heyecanla dedeme döndüm. Can’la dans edeceğimiz her yere gitmekten büyük zevk alıyordum. Karşılıklı her yöreye ait veya her müzikte dans edebiliyorduk. “Gelsin. Gelsin.” Dedemin keyifli ses tonu durumdan memnun olduğunu gösteriyordu. Can ve ben bir markaydık. *** “Her şeyim tamam.” dedim merdivenleri hızla inerken. Balıkesir’e gitme günümüz gelmişti ve ben daha abime nişandan bahsetmemiştim. Oturma odasına girdiğimde Serkan’ın ayaklarını sehpaya yaslamış şekilde elma yiyor olduğunu gördüm. Abimin arkadaşlarından bir diğeriydi. Mert, Fırat, Serkan ve Baran. Abimin 4 mükemmel arkadaşıydı ve benim ailemdi. “Dönmüşsün.” diye çığlık attığımda oturduğu koltuktan sıçradı. Elini göğsüne yaslayıp korku dolu gözlerini gözlerime diktiğinde kahkaha atmaya başladım. Çikolata kahvesi gözleri ve saçıyla -çikolata delisi olduğu için DNA’sı bozuldu bence- serseri gibi duran bir tarzı vardı. Dünyayı gezip dolaşan bir gezgindi. Daha doğrusu fenomen desem yeterli olurdu. İnstagram da yeterli miktarda takipçisi vardı ve gittiği yerlere ait bilgiler paylaşmaya bayılırdı. “Fıstığım.” Elindeki elmayı sehpaya bırakıp bana adımladı. Hepsinin bana özel söylediği lakap vardı ve içten içe hepsini özümsüyordum. Cadı’yı bile. Kollarını sarıp ayaklarımı yerden kestiğinde kolumu omzuna doladım. Serkan diğerlerinden çok daha fazla teması seviyordu. Bu karşılamayı sadece bana değil diğerlerine de yapardı ki Mert bu yüzden birkaç kez Serkan’ı dövmüştü. “Bakayım. Kilo mu aldın sen?” dedi geri çekilip gözlerini kısarak baştan aşağı bedenimi süzdü. Gözleri hassas tartıydı mübarek. Elimi omzuna vurduğumda kahkaha attı. “Şakaydı. Sinirlenme hemen.” “Tayland nasıldı?” Heyecanla onun kolundan çekiştirdiğimde başını sağa sola salladı. “Yolda anlatırım. Bulut acil çıkması gerekti. Can, Serpil, sen ve ben Poyraz’la gideceğiz.” Acil işi neydi ki? “Mert ve Fırat sonradan katılacakmış.” Kapıya adımlayıp çantamı omzuma takarken bir yandan Serkan’ın ayakkabısını giymesini seyrediyordum. Ayakkabılarımı ayağıma geçirip abimin şifresini girdikten sonra evden çıktım. “Baran yok mu?” dedi Serkan. Ben Baran’ın halkla ilişkiler müdürü müydüm? Herkes bana Baran’ı soruyordu. “Senin arkadaşın. Bana mı soruyorsun?” dedim cık cıklayıp adımlarımı hızlandırırken. “Ne yaptı sana Sarışın?” Sorusuna cevap vermeden arabanın içine girdim. Baran’ın kendi hayatının olabileceği fikrini tabi ki kabulleniyordum. Sadece içten içe buralarda olmasını istiyordum. Aramızda romantik bir şey olup olmasını umursamadan… Hayatım boyunca abimin arkadaşı olarak kalabilirdi de. Sadece gözümün önünde olmalıydı. Yağmur bizim yolumuz yol değil. Kendimize mi gelsek? Birazdan ya benim ya kara toprağın demen gereken kısma yaklaşıyoruz gibi geldi. Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda Serkan konuşmaya başladı. “Sana bir sır vereceğim.” Omzumu dürtmesiyle bakışlarım ona çevrildi. Gözlerinde muzip bir bakış belirmişti. Kesin bir şey yaptı. Kesin bir şey yaptı. Kesin bir şey yaptı. “Mercan’la konuştum. Özgür seni görmediği için biraz küsmüş gibi.” Fısıldayarak konuştuğunda rahatladığımı hissettim. Ben Özgür’ü hepten unutmuştum. “Doğum gününde mutlaka İstanbul’a dönmeliyiz Yağmur. Özgür seni siler, benden söylemesi.” Özgür, Serkan’la minik bir sırrımızdı. Abimlerin haberi yoktu ve sanırım hiçbir zaman olmayacaktı. “Erasmus’tan döndüm, ödev teslimi derken her şeyim birbirine girdi. Balıkesir’den erken dönüp onun doğum gününe yetişirim. Onu çok özledim.” Ela gözlerindeki parıltıyı da kıvırcık saçlarının ona kattığı tatlılığı da özlemiştim. Doğum gününde büyük bir hediye almazsam hepten beni silecekti çocuk. “Beni mi özledin Kuzen?” Nerede olduğumuzu anlamaya çalışırken Can ve Serpil aynı anda arabaya bindiler. Serpil’in evinin olduğu sokaktaydık ve Can’ın burada ne işi vardı? Kaşlarımı çattığımda arabanın kapısını kapattılar. Serpil, hala Enes’ten ayrılışını atlatamamıştı. Can bunu biliyordu, Serpil buna göre Can’a mesafeli davranmaya çalışıyordu ama yine de farkında olmadan birbirlerine çekiliyorlardı. Enes’i atlatmadan Can’ıma yaklaşmasını istemiyordum. Onları kontrol edemeyiz Yağmur. Yüz ifadeni düzelt ve bırak ne halleri varsa görsünler. “Cevabımı alamadım.” Yüz ifademi düzelttim. Özgür’ü, Can’a bile anlatmamıştım. Sanırım ondan sakladığım ilk şey olmalıydı. Bu yüzden geçiştirircesine omuz silktim. “Ben varken seni mi özleyecek Can? Beni özlemiş.” Serkan kolunu omzuma attığında başımla onayladım onu. “Siz hayırdır, beraber?” Serkan kaşlarını kaldırıp soru sorarcasına baktığında Serpil ve Can aynı anda gözlerini kaçırıp hareket etmiş yola çevirdiler bakışlarını. Serkan bana döndüğünde şüpheyle gözlerini kısmıştı. Evet Serkan’cım. Bunlar bir haltlar karıştırıyor. Haklısın. “Müthiş, eğlenceli bir tatil bizi bekliyor desenize.” 32 diş sırıtıp kendi kendine mırıldandı. Baran’sız ne kadar muhteşem olursa o kadar muhteşem bir tatil olacaktı. Birilerini dövmek istemediğim… Bakışlarımız Can’la kesiştiğinde yakalanan ufak bir çocuk gibi kaçamak bakış attığını gördüm. Beni ilgilendiren tek bir durum vardı, o da ilişkiye hazır olmadıkları için birbirlerine zarar verecek olmalarıydı. İki yetişkin bireylerdi ve benden çok daha iyi biliyorlardı ne olacağını. Eğer devam edeceklerse de kenara çekilip onları kaderleriyle baş başa bırakırdım. “Müthiş tatile hazırım.” İç çektim, Serkan omuzumdaki kolunu çekip telefonundan gittiği yerlerin fotoğraflarını açtığında başımı omzuna yaslayarak sessizce izlemeye başladım. En azından son zamanları eğlenceli geçen birileri vardı. Yağmur kes şu depresifliği. Kendine gel. Tamam. Söz geleceğim. Balıkesir’de. |
0% |