Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@denizkiziningunces

On altıma ağıt...

Giriş

"Mezar olmak istiyorum."

No promises, Shayne Ward


22 Eylül, 3 yıl önce


"Döndün mü yine mezarlığa?"

Kendi mezarında, kendi ölüsünün üstünde söylediği sözlerdi bunlar. Çorak toprağın üstünde bağdaş kurmuştu. Elindeki cep aynasından gecenin karanlık sularını, bakışlarında solmaya yüz tutmuş ışıltıları, göz pınarlarına kısılı kalan ufacık bir yaş damlasını seyretti.

Hafif meltem saçlarını okşarken gülümsemeye çalıştı. Birileri saçlarını okşamayı bırakalı o denli uzun zaman olmuştu ki, soğuk havalara sığınmıştı. Çünkü kimse elini ona uzatmazken pütürlü esinti yüzüne dokunuyor, üşüyen kalbine dost olarak daha da üşütüyordu.

"Biliyorsun değil mi," diye geveledi ağzının içinden. Sesini gür tutmaya gerek yoktu, nasıl olsa kimse duymayacaktı. "Ben sadece on altı yaşındayım." Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Hayır, hayır. Beni daha fazla ağlatmana izin vermeyeceğim." Nefesi kesilirken mezarın toprağına doğru eğildi. Amansız bir hıçkırık koptu dudaklarından. "Tanrım..."

Alnını soluk mermere yaslarken gözlerini kapattı. Şehrin bu saatinde ölüler dışında kimse olmazdı, kız bunu bildiğinden dilediği kadar ağlayabiliyordu. Sonuçta, mezarlar ölülerle doluydu ve kendini burada rahat hissediyordu. Yaşadığı halde ruhunun ezgileri hayat için yaratılmamıştı. Başından beri ahirete gömülü olan kaybolmuş bir benliği vardı. Uyumsuz. Karanlığın ortasında çırılçıplak kalan kocaman bir lekenin kendisiydi.

Adı gibi, yaralı.

"Bana on altının acı çekmek için çok küçük olduğunu söyledin. Bana acı çekmek için çok küçük olduğumu söyledin."

Sesimi kimse duymuyor, dedi kendine. Artık sesimi kimse duymuyor. Bakışları mezarı buldu. "Çünkü gittin. Sen gittin ve eksildim. Sen git ve kaldım. Sen gittin ve ben artık nasıl yaşarım bilmiyorum. Sen gittin ve ben artık kendimi tanıyamıyorum. Sen gittin ve ben, bilmiyorum bebeğim. Sen gittin ve devamı hiç gelmiyor. Artık gelmiyor."

Dakikalarca tabutun içindeki ölünün çıkıp ona sarılması, her şeyin geçtiğini söylemesini ve dudaklarındaki yaralara rağmen onu şehvetle öpmesini bekledi. Hâlâ masallara inanacak kadar küçüktü sonuçta. Sustu. Bir medet umdu gecenin içinden. Uğruna ateşleri yakacağı yıldızların sesini duyması ve onun için de bir hikaye yazmasını, bu sefer silinip gitmemeyi, arkada kalmamayı ya da karanlığa karışmamayı bekledi...

Kimse gelmedi. 

Kimse çıkmadı.

Kimse kurtarmadı onu doğduğu siyahtan.

Gözlerini acıyla yumdu, "Tilki..." İsim dudaklarında can bulduğunda eli yumruk oldu. Bir damla yaş elmacık kemiklerini ıslatırken çenesine doğru uçsuz bucaksız bir yol çizdi. Yaş, mezar toprağının üstünde düştü. Kızın kaşları çatıldı. Onun mezarını sulamak demek, kefeninin üstünde açtırdığı çiçeklerle ölüşünü kabullenmek demekti. Telaşla yüzündeki yaşları sildi. Ağlamayı kesti.

"Gideli on bir gün oldu." dedi. Tiz sesi boğazını yakmıştı. On bir günün ardından ilk kez konuştuğu zamandı bu. Herkese duvar örmüş, yataktan çıkmayarak azrailin onu da almasını beklemişti ama günler hayallerini kırarken, tilkinin yokluğunun acı gerçeği yüzüne bir tokat gibi yapışmıştı. Aynaya baktığında duyduğu bir ses onun olmadığını fısıldıyordu ensesine.

O yok.

O gitti. 

O artık yok.

O artık gitti.

Sen parmaklarıyla köprücük kemiğinin ortasındaki kanat dövmesine dokunurken, gökyüzünün tek bir kanadı olduğunu ve uçamayacağını söyledi. Ama senden uçtu, öylece gitti.

Tutamadın.

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Dilini ısırdı. Paslı kanın tadına alışmıştı. Yutkunurken beraberinde hayatın ona getirdiği gerçeği de sindirmek istiyordu. Beceremedi.

Dokunduğunu kül eden bir büyüsü vardı kızın. Sihrin aydınlığından sıyrılmış, zıttı olan karanlığa gömülü, son nefesini verircesine bir yitip gitmişlik vardı bakışlarında. Normal olmayan, herkesten farklı garip bir havası. Dünyaya öylece gelenlerden değildi. Çünkü bilirdi, çok acı çekenler çok büyük insanlardır esasında. Acı insanı evreltir, büyütür ve güçlü yapar. Oysa kız, daha fazla güçlü olmak istemiyordu. Hele ondan sonra, onsuzluğun vurduğu yalnızlığı omzunda taşıyacak kadar güçlü olmak istemiyordu.

"On bir gün." Tırnaklarını avucuna batırdı. "Ben sensiz nasıl yaşayacağımı bilmiyorum," dedi can havliyle. Söylememesi gereken bir söz dudaklarında vuku bulmuştu. "Ben sensiz nereye giderim bilmiyorum. Bunca zaman yürüdüm. Acısa da koştum. O yola devam ettim. Yolun sonunda sen olduğundan değildi bu. Yol sendin. Yol sendin ve ben, yolun getirdiği bütün acılarla baş edebilirdim. Ama artık bir yol bile yok. Artık sen yoksun. Tilki," dedi. "Tilki," diye haykırdı. "Tilki," diye fısıldadı. Söylenecek milyonlarca kelime dizgisi varken aynı harfleri tekrarlayıp durdu. "Tilki," Elleri kurumuş toprağı buldu. Canı o kadar çok yanıyordu ki. "Lütfen bana nasıl yaşayacağımı göster."

Kalbinde başlayan bir yangın bütün bu ormanı kurutmadan, bileklerini kesecek cesareti bulmadan, sonsuza kadar kendini suskunluğa hapsetmeden önce birini bekledi. Yine bekledi. Ama kimse gelmedi. Yine gelmedi.

Hırkasının altına gizlediği metal grisi silahı eline alırken yutkunma ihtiyacı bile hissetmedi.

"Bakma öyle," dedi mezar taşına. "Denediğimi bilmeni istiyorum. Senden sonra yaşamaya çalıştığımı bilmeni istiyorum ve bu on bir gün sürdüğü için çok özür dilerim. Ama bana verdiğin acıları tek başıma taşıyamıyorun. Bana kızmamalısın. Beni anlamalısın. Beni benden çok sevdiğini söylüyorsun, bu yüzden ölme hakkını kendine yakıştırmanı istemiyorum tilki, ben..." Sustu. "Sadece yanına gelmek istiyorum. Tekrar o kız olmak istiyorum. Tekrar seninle olmak, ellerini tutmak istiyorum ve aramızdaki tek engel göğsüme dayayacağım namlunun ucuysa bundan hiç gocunmuyorum. Anlamıyor musun, korkmuyorum bile. Artık korkmuyorum. Doğduğumdan beri acı çektim. Hep kanadım. Hep denedim. Hep inandım. Hep güvendim ama yolumun sonu da hep çıkmazdı. Özür dilerim."

Cebinden çıkardığı keskin kalemle sevgilisinin mezar taşının yanına kendi ismini de kazıdı. Vasiyetini birileri duyuyorsa eğer, onun yanına gömülmek istiyordu.

"Belki de aptalca bir karar verdiğimi düşünüyorsun. Belki de fazla küçük olduğumu düşünüyorsun. Belki de ileride pişman olacağımı düşünüyorsun ama bilmiyorsun, ben artık kendime baktığımda ilerisini göremeyecek kadar kayboldum. Sana gitmeni söylememeliydim. Senden sonra yaşayacağımı sandım. Seni seçmezsem kendimi seçmek zorunda kalırım sandım. Yanıldım. Hayaletinle yaşamaya çalıştım. Senden sonra bana bıraktığın boşluk o kadar büyüktü ki, o boşluğa hayaletin bile sığamadı. Hayaletine ağladım sonra. Ona sığındım. Yokluğuna ihanet etmekten o kadar korktum ki, onu sevdim. Çok küçük olduğumu biliyorum," Yarım yamalak gülümsedi. "Bu yüzden bırakıyorum ya."

Dudaklarını ısırdı. Uzun zaman sonra kendini gerçek anlamda iyi hissediyordu. Birazdan soluğunun sonsuza kadar kesileceğini bildiğinden belki, nefes nefese kalmıştı. Ağlayacak ya da deneyecek, bir kez olsun çabalayacak gücü kendisinde bulamıyordu. Kaybetmişlik uzun zaman boyunca ruhuna ilmek ilmek işlenmişti ve öyle tenhasızca olmuştu ki bu, artık kendine baktığında gördüğü tek şey yara olmuştu.

Yaralı Yara.

On altısında her şeyden vazgeçmek isteyecek kadar kimsesizliğe bulanmış, kaybeden Yara.

"Ben artık mezarlığa dönmek istemiyorum." Silahı göğüs kafesinin bittiği boşluğa yasladı. "Ben artık mezar olmak istiyorum."

Son kez gözlerini yumdu.

Ve o an bir şey oldu. Bir gölge omuzlarına deniz kokulu bir ceket bıraktığında arkasını dönmesiyle siyah silüeti görmesi bir oldu. Kıvırcık saçlarından ensesine doğru inen bir ürpertiyle titredi. Gözleri dehşetle büyüdü. Hızla mezar taşına baktı, "Sen yaptın," dedi çabucak. "Sen yaptın!"

Ayağa kalktığında ağlayarak cekete sarıldı. Mezar taşlarını hızla geçerken demir kapıya ulaştı. Karanlık asfalt yolda o kişiyi taradı gözleri. Arkasını dönmüştü ve ilerliyordu. Tekrar kızdan gidiyordu. Gölgesinden kaynaklı yüzünü göremese biliyordu. Onun deniz kokusunu nerede görse tanırdı. Koşmaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak, gücü yettiği kadar koştu. "Tilki!" diye bağırdı. Adam durmadı. Kızı duymamış gibi ilerledi. Elleri cebinde, rahat olmaya özen göstererek yürüdü. Kız ona yetişmek istedikçe uzaklaşıyordu.

Arkasını dönseydi, kızı hayal kırıklığına sürükleyeceğini biliyordu.

Arkasını dönseydi, kızı hayal kırıklığının kendisi yapacağını biliyordu.

Kızın bağırışlarını duymak istemedi. Kaşları çatıldı. Muhtaç sesinden iğrenmişti. Dünyayı yönetecek gücü varken, sınırsızlığın sınırı olabilirken bir duvarı sevecek kadar aptaldı. Bütün duvarları tek parmağıyla yerle bir etme potansiyeline sahipken, dokunmaya kıyamadığı bir duvar uğruna canından olacaktı.

Aptal, diye düşündü adam. Küçük aptal.

"Tilki," diye bağırdı. "Gitme! Lütfen, gitme! Tilki!"

Adam orman yolunun sapağına girerken kız koşmaktan yara bere olan dizleriyle arkasından bakakaldı. Gözlerini yumdu. On bir gün sonra ilk defa nefes almıştı. İlk defa, tam anlamıyla oksijeni ciğerlerine çekebilmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kendini zemine attı. Cekete sımsıkı sarıldı. Sanki yüz yıllardır almadığı kokuyu uzunca içine çekti. Başı dönüyordu. Yüksekten düşmüş, boğulmak üzereyken birileri tarafından tutulmuş gibi bir sersemliği vardı. Umuttu adı.

Bir yabancı, silahı göğsüne dayarken ona uzattığı ceketiyle hayatını kurtarmıştı.

Ve o yabancının kim olduğunu biliyordu.

Yine bana yetiştin tilki. Beni acılarımla yalnız bıraktın ama dayanamayacağım noktaya geldiğimi anladığın an yine tuttun. Benden hiçbir şeyini esirgemeden yaptın bunu. Yine yaptın. Yine beni buldun. Yine tilkiğini yaptın. Yine beni kurtardın. Yine gidemedin benden. Yine bana döndün.

Soluna düşmüş silahı kavradı parmakları. Bu defa ölmek için değil. Yaşamak için.


🦊🪦🫀⚓🪡🕯️🩹🐈‍⬛

Merhaba.

Ruhum o mezarlıktayken yazıyorum bu satırları.

Kalp mezarlığına hoş geldiniz. Aylardır kalp mezarlığını paylaşacağım zamanın hayaliyle avutuyorum kendimi. Böyle beklemiyordum. İşler planladığım gibi gitmedi. Kalbimdeki boşluk her yeri kapladı, bu yüzden paylaşma cesaretinde bulundum diyebilirim.

Kalp mezarlığı, durmadan o mezarlığa dönmekle ilgili bir hikaye. Bazen o mezarı kendi ellerimizle kazarız. Bazen gidenlerin yeri kalbimizde bir mezar olur ve sürekli oraya döneriz.

Yara ile beraber siz de o mezarlığa döndüyseniz tilki emojisi bırakır mısınız?

Kimler okur bu kitabı bilmiyorum. Kimlerin ruhuna dokunur. Kimler gerçekten anlar. Kimler gerçekten sever. Kimler yaralarını kalbiyle besliyordur. Kimlerin unutamadığı aşkları aylarca akıllarında dönüp durmuştur...

Eğer bu cümleleri okuyan birisi varsa,

teşekkür ederim. Mezarlığa hoş geldin. Karanlığın yanında bir yerin, her zaman var.

Deniz kızının satırlarından.


Loading...
0%