

İki saate varmadan çevre tamamen temizlendi emin olur olmaz herkes dışarı doğru bütün gücüyle koşmaya başladı. Bahçeye çıktıktan sonra adımlarımız daha da hızlandı, en önde Ulaş koşuyordu adımları durduğu gibi hepimiz durduk “Hayır ya!” olduğum yere çöktüm ne görmüştü bilmiyordum görmekte istemiyordum. Herkes tek tek yere düştü “Hayır lan!” etraftan bu sesler yükseliyordu. “Emre!” Ulaş’ın sesinin ardından kalbime sağlam bir ok saplandı. Gözlerim kocaman açıldı ama etrafı göremiyordum da o kadar bulanıktı ki.
“Ne var lan, ne var? Oradan çığırmak yerine yanımıza gelip çözsenize bizi!” Emre’nin sesi ile hepimiz donduk, yerimden hızla fırladım, yanına doğru hızla koştum “Emre?” Bakışlarını Ulaş’a çevirdi “Ya neyin şoku bu? Ne olur çözün bizi.” Rüzgar hemen yanlarına eğildi, tek tek ipleri kesti. Ulaş hemen Emre’ye sarıldı. Bakışlarımı Doruk’a çevirdim “İyi misin?” başını onaylayarak salladı “İyiyim komutanım.” Cebimden mendil çıkarıp uzattım “Alnından akan kanı temizle.” Gülerek mendili başına götürdü.
“Sen iyi misin oğlum?” Alp’de aynı ifade ile bana baktı “İyiyim komutanım bende çok iyiyim.” İkisini de sıkıca sarıldım, “Çok korktuk lan.” Sarılmaya devam ettim. Benim bırakmam ile bütün timin sarılarak onları devirmesi bir oldu bakışlarımı Emre’ye çevirdim karnında yarası vardı “Baksak iyi olur gibi ne dersin?” gülümsedi ona sıkı sıkı sarılan Uğur’u işaret etti “Üzerimden alsan yeter biliyor musun?” Yanlarına eğildim, Uğur’un omzuna hafifçe dokundum. “Hadi sal çocuğu yarasına bakayım.” Ulaş hafifçe yan çekildi, öfkeli gözlerle Emre’ye baktı “Aptalsın sen.” Emre gülerek onayladı “Sağ ol kardeşim çok iyisin.”
Yarası çok derin değildi hafif bir pansuman ile çözülecek bir işti, “Ufak bir pansuman yapacağım.” Bizzat Emre’nin çantasından malzemeleri çıkardım. “Ne yapman gerektiğini biliyorsun değil mi?” biliyordum, bütün tim biliyordu.
Başımı iki yana salladım, gözleri kocaman açtı. “Ne? Esem, bak canım mevzu bahis. Allah için ya.” Başımı hayır manasında sallamaya devam ettim, “Ay abartma. Ben hallederim rahat ol.” Yavaşça yarasını temizledim, “Ciddi bir şeyin yok. Rahat ol tamam mı?” başını öne eğip yarasına baktı. “Nasıl rahat olacağım acaba?” Oflayarak yarasını silmeye devam ettim. “Bitti bak hiçbir şeyin yokmuş.”
Doruk ve Alp’e döndüm hızlıca yaralarını sardım. “Üçünüzde trup gibi olduğunuza göre Ankara’ya gidelim mi?” hepsi gülerken enseme yediğim darbe ile arkamı döndüm “Sen büyüdün de doktorda mı oldun?” hiç ses etmeden sakince derin bir nefes aldım.
. “Kaç.” Koşmaya başladı peşinden koşup sırtına atladım. “Bak bir daha yaşımla, boyumla beni zorbalarsan yeminime çok pis döverim seni.” Selçuk kahkaha atarak bana baktı “Sen beni döveceksin vay babam vay.” Dik dik bakarken, omzunu serçe ısırdım “Manyak!” bağırmasına rağmen devam ettim, “Ağabey, yardım et.” Pars ile göz göze geldik, öfkeli bakışlarını görünce hemen Selçuk’un sırtından indim.
“Ulan, rütbenizden de utanmıyorsunuz değil mi?” ikimizde başımızı öne eğdik, Pars bizi yadırgayarak Emre’nin yanına yöneldi, Pars uzaklaşır uzaklaşmaz hemen Selçuk’un karnına dirsek attım “Bir daha ben sakın rezil etme.” Başını önüne eğdi “Emrin olur komutanım.” Gülerek yanımdan ayrıldı. Zevk alıyordu beni rezil etmekten, benimle uğraşmaktan.
“Ya abla sen niye Selçuk ağabeyime uyuyorsun?” Güney’in uzattığı sudan bir yudum aldım, “Ben onun komutanıyım benimle uğraşmaması gereken o. İyice ayarı kaçırdık ama görürsün ben Ankara’ya dönünce nasıl hiza çekiyorum.” Başını hafif sola yatırdı, kaşlarını çattı “Eğitim deme ya.” Güldüm, suyu uzattım hemen ardında, omzuna hafifçe vurdum “Yaşla kuru yanar oğlum.” Timin geri kalanın yanına ilerledim.
“Pars, herkes hazırsa çıkalım mı buradan?” Pars başını onaylayarak salladı, “Çıkalım çıkmasına da telsizlere kimse cevap vermiyor. Karargaha ulaşmamız lazım bir şekilde.” Haklıydı, karargaha ulaşamazsak burada tutsağız demekti, “Belki burada özel sinyal kesiciler vardır.” Rüzgar her zamanki gibi sakin konuşurken gözleri ile etrafı tarıyordu, herkes onun cümlesi biter bitmez etrafı hızla aramaya başladı “Belki de göremeyeceğimiz bir yerdedir” Ulaş sakin bir nefes alıp, kaskının ipini takarken kaldığı yerden devam etti “ Bence biran evvel buradan çıkmalıyız, çevrelerlerse buradan çıkma şansımız yok.”
Pars birkaç dakika boyunca gözlerini toprağa dikti, bütün tim sırtı dik, meraklı gözlerle Pars’a bakıyordu, “Komutanım isterseniz yine sabit kalalım ama burada kalmayalım.” Tuna aklına gelen en mantıklı fikri söyleyince hepimiz ona döndük. “Yanlış bir şey mi yaptım?” Ulaş başını iki yana salladı, kaşları ile Pars’ı işaret etti “O şuan seni pek duymuyor haberin olsun.”
Pars düşünürken başka hiçbir sesi duymuyordu, aklındaki seslerde boğuluyor gibi görünür en mantıklısını çeker çıkarır hepimizi düzenlerdi. Tabii onlar bundan bir haber oldukları için fikir sunarak yardımcı olabileceklerini sanıyorlardı.
“Batur, Güney, Selçuk.” Hepsi hazıra geçti “Yaralıların yanında olacaksınız. Emre, itiraz yok.” Emre oflayarak onayladı, hemen ikili ikili yan yana geçtiler “Ulaş, sana Leo ‘yu veriyorum” Ulaş başını iki yana salladı “Ben öldürür o adiyi gençler alsın onu.” Pars bakışlarını dikleştirince “Emredersin ağabey.” R nedir? Nasıl yapılır? Ulan Ulaş birde rütbemiz bir öyle böyle ben neden Pars’tan korkayım havası yaparsın.
“Esem sendende bizi en yakın ve güzenli alana götürmeni istiyorum.” Hemen onayladım “Tamamdır.” Hemen gülümseyerek timin geri kalanına baktı, onları çocuk gibi görüyordu, içten içe gençlik olarak görüyordu onları “Çevre kontrolü sizde beyler.” Hepsi onayladı. Hemen hazırlanmaya başladık. Çantamı toplarken sürekli Batur’un bana baktığını görüyordum. Ne zaman göz göze gelsek bakışlarını kaçırıyordu sanki ucunda ölüm varmış gibi.
“Batur, gelsene yanıma.” Hemen yerinden kalktı, koşar adımlarla yanıma gelirken bile bakışlarını kaçırıyordu. Yanıma gelip dikilince başımı yana yatırdım, elimle yanımı işaret ettim “Otursana.” Oturdu, gözlerimi kısarak ve hafif bir tebessümle bakıyordum. Konuşmasını bekliyordum. “Neden yan yan baktığını söyleyecek misin?” başını hafifçe öne eğip elini yüzüne götürdü.
Başını kaldırır kaldırmaz rahatsız bir ifade ile “Siz bizim komutanımızsınız ve bizi bizden daha çok koruyorsunuz ben buna rağmen sizi suçladım. O an sadece Emre ve çocukları onları kurtarmayı düşünüyordum. Leo onu gözüm görmedi.” Gülmeye devam ettim, hata yoktu ne onun tarafında nede bizim tarafımızda.
O, bir asker olarak yapılması gerekenin en iyisini yapıyordu, gerekirse canı uğruna gerekirse savaşarak gerekirse başka şekilde timini koruyordu. Asker olmak bu demekti zaten, öl emri verilince gözünü kapatıp hiçbir şey sorgulamadan kafana sıkmak, arkadaşına ölüm emri verildiğinde kendi canını korumadığın kadar korumak.
“Batur, bir sorun yok. Bir daha emirleri sorgulama yeter bize. Sende biliyorsun, Pars haklıydı Leo’yu salmak demek onlar gibi nice yiğidi ölüme yollamak demek. Biz askeriz, kalbimizin sesini duyarız ama aklımızla ilerleriz unutma.” Başını hafifçe yana yatırdı, “Korkmadın mı? Ya bir şey olursa demedin mi? Esem ikinizde çok sakindiniz sanki ipin ucunda olan kardeşlerimiz değildi.” Başımla onayladım.
“İşim bu sakin kalmak ve hayat kurtarmak sende bunu yapıyorsun sadece bazen az bazn çok. Şimdi koş çantanı topla.” Elimle timin geriye kalan kısmını işaret ettim “Gördüğün gibi onlar bizi beklemeden hazır olmuşlar bile.” Hemen yerinden kalktı, yüzünde rahat bir gülümse ile ilerledi.
Bende hızla çantamı toparlayıp ayaklandım. “Herkes hazır mı?” hazırdık, sessizliğin ardından timin önüne geçtim, Pars herkesi hafifçe kontrol ettikten sonra yavaş adımlarla yanıma geldi. “Ne diyorsun?” elimle dağlık araziyi işaret ettim “Oldukça fazla ağaç var görünmemiz zor ama tahminimce onları görmekte zor olacaktır aynı zamanda fazlasıyla üs var orada.” Başını diğer tarafa çevirdi.
“Orası çayırlığa bağlanıyor, açıkta kalırız ama varırız. Zaman olarak daha kısa ama tek kusuru baskın yersek, tahtalı köy garanti diyebiliriz.” Bıyık altından gülerek bana baktı “Bizi düzlükten götür, telsiz çektikten sonra bulunduğumuz konuma helikopter isteme şansımız olur.” Hemen kendimi esnettim “Kor, uçuyoruz.”
…
“Beyler telsiz.” Tuna hemen telsizi alıp Pars’a uzattı, bu sefer ulaşmamız lazımdı oldukça uzaklaşmıştık, bir şekilde telsizden haber gelmesi gerekiyordu. Aslına bakılırsa orada çekmesi gerekiyordu. Benimle saatlerce iletişim kurmuşlardı, yani sinyal kesici yoktu sorun başka bir şeyden kaynaklanıyordu.
“Komutanım, nedir durum? Bir ses var mı?” Çağdaş’ın sesindeki merak ile karışık gerginlik hepimizi etkisi altına alıyordu. “Esem, Ulaş.” Hızla Pars’ın yanına ilerledik. “Bu siktiğimin telsizden ne ses geliyor ne soluk. Bizim başka bir telsiz veya cihaz bulmamız lazım.” Ulaş ile aynı anda birbirimize baktık “En yakın köy ne kadar uzaklıkta Bengi?” güzel soru nerede, şuan bulunduğumuz noktada iki saat uzaklıkta bir köy var en kıs veya en uzun yol fark etmeksizin büyük üsleri geçmemiz gerekiyor yani köy yok “Ne yazık ki gidebileceğimiz bir köy yok.”
İkisi aynı anda dudak büzüp kaşlarını çattılar “Ağaçlık bir alan?” Pars’a baktım ilk baş söylemiştim, “Ne yazık ki.” İkisi de dönüp bizi bekleyen time baktılar “Gecenin kör saatlerine geldik ilerlemek doğru olmaz, bir şekilde belli olmayacağımız bir yer bulmamız lazım. Esem bildiğin bir yer vardır mutlaka.” Bütün bir umutla bana bakıyorlardı.
Bildiğim yer çoktu çok olmasına ama ya uzaktaydı yada tehlikeli yollardan geçiliyordu en mantıklı kayalıklı tepelere sığınmaktı elden başka hiçbir şey gelmezdi sanırsam. “İlerde kayalıklı tepeler var oraya ilerlesek.” Ulaş yanıma yanaştı kulağıma ilerledi “Senin bu zekan bu hafızan bu hallerin beni sana milyarca kez aşık etti etmeye devam ediyor, karam.” Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Gecenin körü olduğundan bunu göremediklerini bilmek içimi rahatlatan tek şeydi.
Bir adım geriye çekildim, elim istemsizce saçıma gittim “Gidelim o zaman.” Ulaş hemen kahkaha attı “Sessiz ol Uğur!” hemen kendini topladı. Bakışlarını hafifçe Pars’a çevirdi karanlık olmasına rağmen gözlerinden alev saçtığını görebiliyordum “Haydi.” Sakinliğini zor bela sağlıyordu.
…
“İkili ikili kayalıkların arasına yerleşiyoruz sabaha kadar nöbet döneceğiz ilk sıra Çağdaş, Tuna sizde.” Batur’un bakışlarını hemen Pars’a döndü, tam bir şey diyecekken kolundan tuttum “Çağdaş yerine ben nöbet tutardım aslına çocuk yoruldu, dinlense biraz.” Yapma be oğlum.
“Niye Çağdaş dört yaşında mı? Adamı deli etme. Git dinlen sonra değişim yapılacak zaten.” İçi rahat etmiyordu, gözleri ile Çağdaş’ı kontrol ederek Emre’nin yanına geçip oturdu. Ağabey kardeş aynı timde olmazdı, Ankara’ya gidince Çağdaş’a yeni bir tim ayarlamak lazımdı. “Bengi gel şöyle sende dinlen biraz.” Ulaş’ın yanına geçtim, dizlerinin dibine oturdum.
“Leo’nun nasıl hiç sesi çıkmıyor.” Gururla gülümsedi “Ağzını sıkıca bağladım, kafasına örtü takmadım. Sesi çıkmıyor değil de çıkamıyor diyebiliriz.” İkimizde kıkırdayarak gülüyorduk “Aferin sana Uğur.” Gülümsedi, küçük bir çocuk gibi gülümsedi, gözlerindeki parıltılar gece karanlığını aydınlatacakmışçasına gülümsedi. Bense o gülümse de kayboldum.
“Karam?” Başımı yana yatırdım “Uğur?” sesi iyice kısıklaştı, kulağımı iyice yaklaştı “Şansım var değil mi?” gözlerimi kaçıracakken, göz göze geldik, öylesine heyecanlı gözlerle bakıyordu ki tutulmuş gibi kaldım “Herkesin her zaman şansı vardır zamanı geldiğinde o şanslar kullanılır.” Yüzünü mutsuz bir ifade kapladı, istediği cevabı alamamıştı “Ölmeden kavuşmak istiyorum.”
Kaşlarımı çattım, “Uğur! O nasıl laf ya ölmek falan. Ağzından yel alsın.” Başını iki yana salladı “İnsanız biz, ölmek için doğduk. Ebedi değilim ya.” Gözlerimin dolduğun hissediyordum. Sırtımı hafifçe dikleştirdim, elimi yüzüne götürdüm, gözlerimin içine bakıyordu “Dünyada iki adamı sevdim, biri babamdı öldü ben yine sevdim diğeri sensin. Sadece doğru vakit gelmedi.” Bakışlarını yine aynı ışık aldı “Yaşarken, ölürken, ölüyken seni hep seveceğim.” Başımı göğsüne koydum “Sen yaşarken sev, öbürleri ağır gelir bana.”
…
“Komutanım telsiz.” Sesi ile uyandım, başımı hafif kaldırınca Ulaş’ın beni izleyen gözleri ile karşılaştım, “Günaydın Karam.” Gülümsedim “Günaydın. Ne oluyor?” yüzündeki sevinç katlandı yerimizde kalkınca Pars’ı işaret etti “Telsizden haber geldi, Karargaha ulaştık bize helikopter yolluyorlar.”
İçim rahatlamıştı, ferahlamın etkisi ile derin bir nefes verdim “Bir görevi daha eksiksiz bitirdik diyebilir yüzbaşım.” Güldü, üzerini düzeltirken “Diyebilir yüzbaşım.” Kaskının ipi sallanıyordu, onu hızla taktım. “Teşekkür ederim Karam.” Kulağına uzandım “Rica ederim Uğurum, uğurlum.” Geriye çekilirken hafifçe yanağından öptüm. Sonrada koşarak uzaklaştım.
Geriye döndüğümde öylece kalmıştı, Pars’a döndüm “Şu arkadaş kaldı orada.” Pars hemen Ulaş’a döndü “Oğlum ne yapıyorsun orada direk gibi gelsene, helikopter inecek gidiyoruz.” Ulaş, Pars’ın sesi ile yeniden dünyaya geldi, koşar adımlarla yanımıza geldi. “Daldım pardon, ben hazırım.” Pars onaylayıp time döndü “Herkes hazır mı?” hepimiz onayladık.
“Hepimiz tebrik ediyorum. Büyük bir kele ile dönmek çok şık oldu. Tam bize yakışır bir hareket oldu, tekrar sağ ol tim.” Hepimiz gurulu bir ifade ile Pars’a baktık, “Sen sağ ol komutanım. Başarımız senin sayende.” Güldü, cevap vermeden hafifçe yanımızdan uzaklaştı çok geçmeden semada helikopter görünmeye başladı.
“Kor sıralan gidiyoruz.” Hemen sıralandık, Helikopter iner inmez büyük bir süratle helikoptere bindik. “Ankara’ya dönüyoruz. Eve gideyim hemen çay demleyip film izleyeceğim.” Bütün tim şok içersinde Güney’e döndü “Sen niye böyle bir şey istiyorsun lan?” Çağrı’yı ilk defa şok içinde görüyordum.
Güney büyük bir rahatlık ile “hayır benim film izlemem neden bu kadar garip geldi? Ben insan değil miyim?” Çağrı başını iki yana salladı “Ben onun için demedim, yani ne bileyim sende daha çok belgesel falan izleyecek bir tip var.” Gülmeye başladım, Ulaş gülerek, “O belgeseli çerez olarak görüyor. Film asıl eğlencesi.”
Ben ikinci ekibe acayip üzülüyorum ya, çocuklar bizim gibi delilerin arasına düştüler çık çıkabiliyorsan.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |