3. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 2. Bölüm

2. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

Ulaş Uğur Turan

Yüzüme çarpan su ile nefes nefese uyandım, ‘‘Uyandınız sonunda, rüya görmüyorsunuz değil?’’ sesiyle o tarafa döndüm, şerefsizin teki bize bakıyordu sağıma soluma baktım, bütün tim buradaydı ama Bengi o yoktu, ‘‘Bengi, nerede lan kız?’’ diye bağırdım. Şerefsiz yerinden kalktı, tek eliyle yüzümü sıktı, dişlerimi sinirle sıktım.

‘‘Asker sana kötü bir haberim var biz sağ olan bütün askerleri toparladık orada sadece ölü olanları bıraktık. Anlayacağın kız öldü.’’ cümlesini bittirdiğinde benim öfkeli bağırışlarımla onun kahkahaları birbirine girdi, bütün timin yüzü derin bir acı kavradı, istemsizce gözlerimizden yaşlar süzüldü.

Bengi şehit düşmüş olamazdı, o benim her şeyimdi beni bırakıp gitmiş olamazdı. Ben daha ona açılamamıştım ki nasıl giderdi gidemezdi. Gitmezdi, yok yalan söylüyordur bu şerefsiz bizim canımızı yakmak içi yalandır yalan. Benim boncuk gözlüm beni bırakamazdı, hem ben onun frezya kokusunu daha çok az içime çekmiştim. Bunu bana yapmazdı.

‘‘Bir şey söyleyin ağabey, Esem şehit düşmüş olamaz değil mi?’’ Güneyin sözleriyle bende Pars’a döndüm. Pars gözlerinden akan yaşlarla tek tek hepimize baktı, bilmiyordu o da hiçbir şey bilmiyordu. Selçuk sinirle yerinden kalktı, ‘‘Alçaklar, itler. Yemin ediyorum hepinizin sonu olacağım. Yemin ediyorum.’’ Selçuk’un laflarının üzerine kapının kilidinden sesler gelmeye başladı, hepimiz yerimizden kalktık.

Az önce Bengi’ye öldü diyen adam içeri girdi, arkasında duran itlere emir verircesine baktı yanımıza doğru ellerinde sopalarla geldiler, canımızın acısını hissetmiyorduk çünkü daha derin bir acımız vardı. Kor timi en güzel yanını kaybetmişti. ‘‘Hepiniz ölmek için bize yalvaracaksınız.’’ şerefsiz köpeğin bu cümlesinin üzerine hepimiz gülmeye başladık, bu onları daha çok rahatsız etmiş olacak ki daha sert ve hızlı vurmaya başladılar. Batur gülerken Pars’a ve bana baktı ‘‘Duydunuz mu biz ölmek için yalvaracakmışız.’’ öyle bir tonlamıştı ki gülmem gitgide şiddetlendi, Emre başını hafi dikleştirdi, ‘‘Gardaş onlar daha bizi tanımadı. Bizi kendileri gibi sanıyorlar.’’Selçuk başını onaylarcasına başını salladı.

Şerefsiz köpekler çıkar çıkmaz yere oturduk, hepimizi sağlam benzetmişlerdi. Emre elini kaşına götürdü, ‘‘Ya kaşımı yarmışlar. Artık daha az kız bakacak bana.’’ istemsizce kahkaha attım, ‘‘Kardeşim haberin olsun diye söylüyorum, sana bakan kız yok zaten’’ sinirli bir ifade ile bana döndü, ‘‘Kalbimi kırıyorsun.’’ hepimiz güldük.

‘‘Bırakın gırgır şamatayı ne yapacağız onu düşünün siz.’’ haklıydı üzerimize birden sessizlik çöktü. Burada, cam ya da çerçeve gibi bir şey yoktu buradan o yolla sıvışamazdık, kapıda en az on tane adam vardı. Tahminimce bir inin dibindeydik. Çıkış şansımız neredeyse sıfırdı.

‘‘Kapıda birileri var kimse konuşmasın.’’ Pars’ın sesiyle hepimiz kendimizi toparladık, içeri birkaç it ve onların elebaşları girdi. Elebaşları kenardan, sandalye çekti, ‘‘Hanginiz komutan? Beni, zorlamayın.’’ salak bunlar ya, hepimiz güldük. ‘‘Komutanları benim al beni.’’ adamla Emre’ye doğru bir adım atınca. Selçuk gülerek ekledi, ‘‘Aaa, lütfen burada ben komutanım.’’ gülümsedim. Adamları kafası karışarak, hızlıca elebaşlarına döndü. Bizim rahatlığımız, onları fazlasıyla rahatsız ediyordu.

Yerinden kalktı, sandalyeyi aldı. Bize doğru fırlattı, hepimiz kınayan bir ifade ile adama baktık. ‘‘Pekâlâ demek siz konuşmayacaksınız. Ben hanginiz komutan bulurum.’’ derin bir nefes aldı, elinde ki silahı aldı, Güney’e doğrulttu ‘‘Sen komutan değilsin, o zaman komutanın kendini belli etmezse sıkarım kafana.’’ gözlerimi Pars’a çevirdim. Gözlerini onaylarcasına kapatınca bir adım öne çıktım.

‘‘Benim komutanları. İndir silahını, alırım canını.’’ gözlerini bana çevirdi, ‘‘Demek komutanları sensin. Götürün bunu.’’ beni çekiştirmeye başlayınca Pars sinirle ‘‘Ne soracaksanız burada sorun. Nereye götürüyorsunuz?’’ sinirle ona döndüm, susması gerekiyordu.

‘‘Al bunu da al.’’ başımı hayır manasında salladım. ‘‘Askerlerin hiçbirine dokunmayacaksınız.’’ ayaklarımı yere sürterek kendimi durdurdum Pars bana baktı, yüz ifadesinde rahat bir tavır vardı. İkimizi de çekiştire çekiştire götürmeye başladılar. Biz uzaklaşırken, arkadan timin bağırışları geliyordu.

Derin, kayalık ve karanlık yerlerden geçirdiler bizi, Pars gözlerini etrafında gezdiriyordu. Bende etrafa bakındım, ‘‘Biz kesinlikle bir inin içindeyiz.’’ Pars, başını hafifçe salladı. ‘‘Adamları sokun içeri.’’ ikimizde aynı anda adama baktık. ‘‘Lan, mabadım. Seni yazdım kenara seni kesin boğarak öldüreceğim.’’ Pars gülmeye başladı.

İçeri doğru fırlatılınca, sinirle yerden kalktım, kelepçelerimizi hızlıca arkaya bağladılar. Göz ucuyla etrafı süzdüm, en az yirmi çeşit bıçak vardı, çeşit çeşit sopa ve dahası vardı. Derin bir nefes aldım, anlaşılan biraz antrenman yapacaktık. Pars da tıpkı benim gibi etrafa bakınıyordu. ‘‘Beyler beğendiniz demek ki ortamı.’’ Ay sen ne pis bir herifsin yahu.

‘‘Şimdi, siz bana hızlı bir şekilde planlarınızı anlatın yoksa ben sizden bilgileri almak zorunda kalacağım.’’ sakince boynumu kütlettim, dişlerimi sıktım gözlerimi adama çevirdim. ‘‘Gel, al bakalım benden bilgileri.’’ gülerek adama baktım, fazlasıyla sinirliydi. Eline hemen solunda duran sopayı aldı, önce bana sonra Pars’a sertçe indirdi.

Pars gözlerini kısarak adama baktı, ‘‘Yani sence de bu çok saçma olmadı mı keriz?’’ başımı oynarcasına salladım. Adam galiba biraz fazla öfkelendi. Sinirle ikimizi de öküz gibi vurmaya başladı, yetinmedi. Bıçakla dövdü, adam dışarı çıkar çıkmaz sırtımı duvara yasladım.

‘‘Ağabey iyi misin?’’başını zar zor kaldırdı. Alnından yere akan kana baktı, ‘‘Çok iyiyim, süperim. Sen nasılsın?’’ gözümü zor bela açtım, gözüm yaralıydı, Pars’ı görmeye kendimi zorladım. ‘‘Efsaneyim.’’ güldü, bende güldüm. Halimize bak ya iki kocaman yüzbaşı yerlerde sürünüyoruz. Çenemi hafifçe oynatarak kırılıp kırılmadığını kontrol etmeye başladım.

‘‘Uğurum, uğurlum. Canın çok yanıyor mu?’’

‘‘Bengi, sen misin?’’ duyduğuma emindim. Bengi’nin sesiydi, ‘‘Neredesin sen, Bengi?’’ gözlerimden akan yaşlarla bakındım. Kokusu burnumun ucundaydı, sesi kulaklarımdaydı ama o neredeydi?

‘‘Canın acıyor mu? Uğurum, Uğurlum.’’

Yok, kesin burada, bir yerlerde onu da esir tutuyorlar onu. Görevde bizi dayak yerden, canı çok yandı. Kıyamazdı, o bana ondan soruyor. ‘‘Bengi, neredesin Karam ne olur ortaya çık.’’ gözlerimdeki yaşlar daha fazla uyandı, nerede benim sevdiğim deli kız.

‘‘Oğlum, korkutma beni. Esem burada değil. Sen iyi misin?’’ gözlerinde ki korku gitgide artmaya başladı. Nasıl yani o duymuyor muydu? Bengi'nin sesini duymamış mıydı? Sadece ben mi duymuştum, kafam karıştı.

‘‘Ağabey, az önce dedi ya. Bengi seslendi ya. İyi misin diye sordu ya bana. Ağabey duydun değil mi?’’ gözlerinde ki korku iyice büyüdü, yutkundu. Sırtını dikleştirdi, ‘Oğlum, Esem burada değil. Hiç konuşmadı, ben onun sesini hiç duymadım. Sen yoruldun sanki biraz.’’ onun sesi baya titriyor sanki. Deliriyor muyum acaba ben?

‘‘Herhalde yoruldum.’’ Düşünceli olduğumdan kaşlarım çatıldı, başımı duvara yasladım. Derin bir nefes aldım, kendimi toparlamak için ve daha ötesi dinlenmek için gözlerimi kapattım. Bulunduğumuz yerde aslına bakılırsa ne cam vardı ne de başka bir şey ama rahatlatan tatlı bir rüzgârın estiğini hissedebiliyordum.

Saat geçti, Pars’ın konuşma sesine uyandım. ‘‘Yemin ediyorum sizi öldüreceğim. Benim arkadaşlarıma dokunanın canını yakarım. Seni öldüreceğim.’’ sesi, o kadar öfkeliydi. Hızlıca o tarafa döndüm, önünde bir bilgisayar vardı ve adamlara bağırıyordu. ‘‘Ne oluyor lan?’’ hepsi aynı anda bana döndü.

‘‘Harika, komutanımız da uyanmış.’’ Şerefsiz bilgisayarı aldı, önüme koydu. Gülümseyerek saçımı çekti, gözlerime baka baka haykırarak gülmeye başladı, ‘‘İzle!’’ gözlerimi bilgisayara çevirdim. İçime derin bir huzursuzluk vardı. ‘‘Ulaş, bakma Ulaş izleme.’’ Pars’ın haykırışlarına rağmen bilgisayardan ayırmadım gözlerimi.

Video oynamaya başladı, dağ yamaçlarında başladı video, her yer toz içindeydi. Bir şey görünmüyordu, seçilmiyordu. Konuşma sesi geldi hemen ardından, ‘‘Burada bir kadın var.’’ kamera hemen o tarafa döndü, yeniden sesler geldi, ‘‘Nerede?’’ hareketler hızlandı.

Gözlerimin gördüğüne inanmadım bir anda, Bengi değil miydi o? Yok değildir.

Kamera hızlıca, eğildi. Birin eli Bengi’nin yüzünde gezdi, dişlerimi sıktım sinirle. Allah’ım, sen aklımı koru ya rabbim. Sesler yeniden yükseldi, ‘‘Kadın ölmüş.’’

Ses kulaklarımda tekrar tekrar yankılandı. Öldü dedi, zaten söylemişlerdi ama inanmamıştım yani imkânsızdı. Benim biricik aşkım, şimdi uyanacak. O yüzüne dokunan eli kavrayıp kıracaktı. Eminim.

Video da ses yeniden yükseldi, ‘‘Güzel karıymış. Videoyu kapat eğlenelim.’’ Sikerim lan, ne diyor lan o ne eğlenmesi. Arkamda duran adama döndüm, ‘‘Canını alacağım senin, ölmek için bana dua edeceksin.’’ gözlerimi kıstım, görmek istemiyordum. Videonun daha gerisinde bir ses geldi.

‘‘Yürüyün gidiyoruz. Ölü olanlar burada kalsın.’’ rahat bir nefes aldım. En azından ona zarar gelmeyecekti, sadece şehit olarak gidecekti. Bir dakika ya ben neye seviniyorum şuan. Benim sevdiğim kadın şehit düşmüş, bir terörist onun naşına dokunmadı diye seviniyorum. Ben ne ile sınanıyorum şuan.

‘‘Asker demek üzüldün. Nasılda içli içli ağlıyorsun? Şimdi size bir şans vereceğim, ya sen bana konuşacaksın ya da ben seni imparatora yollayacağım.’’ gülümsedim. Canımın acısı bir yana vatanım bir yana. Kendimden emin rahat bir ses tonu ile ‘‘Tercihen ikinizin de gebermesini isterim ama konuşmayacağım. İmparatorunuzu da görelim çakalcık.’’ öfkeyle beni geriye doğru fırlattı. Sonu kesinlikle benim elimden olacak bu itin.

Adamlarının yanına doğru yürürken Pars’a baktım. Öfkeyle adamlara bakıyordu, ‘‘Bengi, şehit düşmüş. Ağabey gördün değil mi?’’ gözlerini onaylarcasına kapattı. Adamlar kolumuza girince kendimizi sabit tutmaya ayaklarımı yere sürterek durdurmaya çalıştım. ‘‘Lan bırak. Nereye gidiyoruz? Bırakın lan bizi.’’ Pars’ı destekledim.

Hiç cevap vermeden, bizi sürüklemeye devam ettiler. İnden dışarı çıkınca adamlar bizim kafamıza siyah torbalar geçirdiler. ‘‘Götürün, bu ikisini de diğer adamların yanına.’’ diğer adamlar, tahminimce timden bahsediyordu. ‘‘Kor, beni duyuyor musunuz?’’ cevap beklemeye başladım.

‘‘Aha, kardeşim vallah sensin. Oh iyi misiniz la?’’ Ulan Emre her yerde kendini belli ediyorsun. ‘‘Turp gibiyiz kardeşim.’’ derin bir nefes aldım, Pars’ın nefes alıp verişini duyabiliyordum. Bir şey onu rahatsız ediyordu.

‘‘Beyler hadi.’’ Pars derin bir ifadele söylemişti. Emir basitti hepimiz hızlıca ellerimizde ki kelepçeleri çıkarmak için başparmaklarımızı oynamaya başladık. Bir kaç tık sesi ardından acıyla gelen inlemeler ile sıranın bana geldiğini fark ettim.

Başparmağımı sıkıca kavrayıp kırdım. Yok, ben bu acıya alışamıyorum. Garip bir acı. Acım bitene kadar nefesimi tuttum. Sonra birden bıraktım, ‘‘Ulan, yok arkadaş bizim hayırlı bir işimiz yok. Abov!’’ Selçuk’un acısıyla dalga geçmek gibi olacak ya ama yok dayanamıyorum.

‘‘Yav, kurban olduğumun manyağı sen askersin biliyorsun değil mi?’’ herkes hafiften bir kıkırdadı, Pars öksürünce hepimiz ciddileştik, ‘‘Üç diyince. Üç.’’ hepimiz aynı anda yüzümüzdeki maskeleri çıkarıp yanlarımızdaki adamlarla dövüşmeye başladık. En sonunda arabada ki tüm adamları yok ettik. Emre hızlıca şoför koltuğuna geçti.

‘‘Komutanım sizi sağlam benzetmişler, ne oldu bir şey duydunuz mu?’’başımı hayır manasında salladım. ‘‘Tek bildiğimiz, çok yakınımızda küçük bir Türk köyü var.’’ Pars, Emre’nin yanına doğru ilerledi. Hızlıca gözlerimi dışarı çevirdim. Batur kısık bir ses tonuyla, ‘‘Komutanım, ne olur bana dayak yemiş olmak dışında bir probleminiz olmadığını söyleyin.’’ gözlerimi ona çevirdim.

‘‘Emre gizli bir yere çek anlatacaklarım var.’’ Pars yumuşak bir ifade ile bana baktı. Gözlerim dolunca hızlıca elimin tersiyle sildim. Güney derin bir nefes aldı, gözleri doldu. Ulaş, konu Esem değil mi?’’ başımı evet manasında salladım. Emre arabayı durdurunca hızla arabadan indim. Sırtımı ağaca yasladım.

‘‘Beyler, bize bir video izlettiler. Roketin düştüğü yerdeydi video. Beyler Bengi gerçek-’’ Güney bir anda bağırdı, ‘‘Dur. Devam etme.’’ gözlerini üzerimden çekti, ağır adımlarla uzaklaştı. Peşinden koştum, kolundan tuttum. Durdu bana döndüğü anda bana doğru dengesini kaybeder gibi odu. Kolundan tuttum. ‘‘Ağabey bırak. Ağabey, Esem ölmüş olmaz. Ağabey!’’ derin bir nefes aldım. Kendime doğru çekip başını göğsüme yasladım. Ağlamaya başladı, bende kendimi tutamadım bende ağlama başladım.

Ağlamamak o kadar zordu ki artık. Her şeyimi kaybetmiştim. Ailem yoktu, artık yuvamda yoktu. Anılarım korkularım ve dahası benim neşemi öldürmüşlerdi, kendimi dünyası yok olmuş biri gibi hissediyordum. Ellerimi gözyaşlarımı silmek için yüzüme götürürken elime bulaşan kanı gördüm.

 

‘‘Güney, sen yaralısın.’’ kendini geriye çekti, başını hayır manasında salladı. Elini kalbine götürdü. ‘‘Yaram yok. Sadece bitkinim. Ulaş, hak etmiyordu. İçimizde ölmeyi en az hak eden oydu.’’ ellerimi karnına götürdüm, daha çok kan geldi, ‘‘geri zekâlı yaralı değilsen bu ne? Bak oğlum, hepimizin canı çok yanıyor ama şuan senin sağlığın çok önemli İzin ver bakalım.’’

Başını onaylarcasına sallayınca, bizimkilere döndüm. Hepsi yere oturmuş, başlarını eğmiş ağlıyorlar. Yaşarken ölmek gibiydi bu, timinden birini kaybetmek ve timinin sessiz acısını görmek. İnsanı yok ediyordu.

‘‘Emre, koş.’’ sesimle herkes bide döndü, elimdeki kanı görünce yanımıza koştular. Güney olduğu yere oturdu. Emre hemen yanına eğildi. ‘‘Ne zaman oldu bu?’’ Güney biraz düşündü. Sonra kısık bir sesle, ‘‘Bilmiyorum, Ulaş diyince fark ettim.’’ canının acısını bile fark etmiyordu, biz gerçekten iyi değildik.

‘‘Bizim, biran önce bir ilaç falan bulmamız lazım. Mikrop kapmış. Pars ne yapacağız.’’ Gözlerimi Pars’a çevirince gözlerinde ki çaresizliği gördüm. Başımı önüme eğdim. Ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Güney’in elini sıkıca tuttum. Ona zarar gelmesine asla izin vermeyecektim.

‘‘Oradan ses mi geliyor? Biri var sanki.’’ birileri geliyordu, Güneyi kenara çektik bizde ağaçların arkasına saklandık. Sol tarafımdan, bir ihtiyar geldi. Kıyafetlerinden ben Türk’üm diye bağırıyordu, hepimiz rahat bir nefes verdi. Bize baktı, gözünü üzerimizde gezdirdi.

‘‘Asker misiniz siz?’’ başımı evet manasında salladım. ‘‘Arkadaşımızın yardıma ihtiyacı var. Buralarda onu götürebileceğimiz bir yer var mı?’’ Güney’e baktı, ardından bana döndü. ‘‘Buradan on, on beş dakika uzaklıkta bizim köy var oraya götürelim. Orada yaralarınıza bakarız.’’ Pars, onaylayınca, Batur hemen Güney'i sırtına aldı. Amcanın tarifi ile arabayı sürmeye başladık.

Bölüm : 02.09.2024 10:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...