30. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 29. Bölüm

29. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

Alarmımdan önce uyanmış olmam imkânsızdı bu ne demekti geç kaldım demekti. Anın şoku ile yerimden fırladım Bir yandan saçımı toplamaya çalışırken ayağa kalkmaya çalıştığımdan yataktan aşağı yuvarladım. “İyi misin!” koşarak içeri girdi, ayağımı battaniyeden kurtarmayı çalışıyordum “İyiyim göreve geç kaldık.” Gülerek beni battaniyeden kurtardı “Ben kapattım alarmı evdeyim rahat rahat uyu diye.”

Kalkınca iyice gülmeye başladı “Ne oldu ya?” telefonunu açıp hızlıca fotoğrafımı çekti, hemen aynaya döndüm, az önce yaptığım topuz kuş yuvası gibi hem dağınık hem de yamuktu “Uğur sil o fotoğrafı.” Başını iki yana salladı “Ölene kadar benimle bu fotoğraf.” Eliyle yamulmuş tişörtümü ve şortumu düzeltti.

“Yumurta yaptım, yersin değil mi?” Ellerimi arkaya bağladım, “Bakacağız. Nasıl bakalım iyi yapmış mısın?” sert adımlarla mutfağa ilerledim, koridor bile mis gibi kokuyordu. “Omlet mi yaptın?” Masadan hızlıca bir çatal aldım. Omletten bir parça bölüp ağzıma attım, bir parçada Ulaş’ın ağzına teptim. “Efsane olmuş. Ne var bunda?” gururla başını kaldırdı “Aşk.” Hemen yerime oturdum. “Çok iyi ya hem kalp çalmada hem yumurta çırpmada çok iyisin sevgilim.”

Gayet güzel kahvaltımızı yaparken kapı çalmaya başladı “Ben bakayım.” Elimle durdurdum, “O kadarda değil benim evim.” Hızlıca kapıya geçtim. “Günaydın, uyandırmadım değil mi?” Elif elinde tabakla masum masum bakıyordu “Yok uyandırmadın. Hayrolsun.” Tabağı gösterdi “Un var mı acaba? Güney sizden alabileceğimi söyledi de ondan.” Tabağı hızlıca elime aldım, mutfağa geçtim tepesine kadar doldurup geri verdim “Ama bu çok.” Ellerimi iki yana açtım “Ne yapayım geri mi alayım? Kızım deli misin kullan işte.”

“Kahvaltıyı yaptık etrafı topladık artık karargaha geçsek mi?” başını eğip üzerine baktı, “Ben üzerimi değiştirip geleyim o zaman.” Hafif parmak ucuna yükseldim yanağından öptüm “Git gel o zaman.” Hızlıca kapıdan çıktı, merdivenlerden yuvarlanır diye korktum ama öyle bir şey olmadı. Benimde hazırlanmam lazımdı odama yöneldim. Kağıt halen duruyordu. Ama altına ekleme yapmıştı.

“Sen yatakta yatsaydın sabaha kadar yatağın kıyısında seni izlerdim, şimdi koltuk kıyısında seyrediyorum ne farkı var ki?” istemsizce sırıtıyordum, sadece minik bir hareket yapıyordu ve benim kalbim alev alıyordu. “Delisin sen deli.” İçeri girdim, üzerimi giyindim “Deli ya.” Sadece bunları söylüyordum otuz iki dış sırıtırken.

O beni beklemesin diye hızlıca evden çıktım, kapılarının önündeki koltuğa oturdum. O çıkmadan karşıdan Alp ve Doruk çıktı. Doruk kafası karışmış bir ifade ile “Komutanım.” Yanıma yöneldiler “Ne yapıyorsunuz burada?” Keyif çatıyorum ne yapıyorum, Ulaş’ı bekliyorum. “Uğur komutanınızı bekliyorum.” Alp gülmeye başladı “Cidden mi?” başımı salladım, yerimden kalktım “Komik olan ne aslanım.” Eliyle dışarıyı gösterdi “Komutanımda sizi dışarıda bekliyor.” Gözlerim açıldı hemen, “Cidden mi?” Alp gülmekten onaylayamayınca hemen Doruk’a çevirdim bakışlarımı “Aynen komutanım.” Hemen dışarı koştum.

“Ya oğlum niye dışarıda bekliyorsun bende içerde seni bekliyorum.” Kaşlarını kaldırdı gıcık bir ses tonu ile “Kusura bakma oğlum ya.” Hemen cık cıklamaya başladım “Sen ne gıcık biri oldun ya. Allah’ın doğma büyüme Ankaralısı benim şiveme laf yapıyor.” Kaşlarını çattı “Dedi ana dolunun Türklere kapısını açtığı günden beri Ankara da olan sülalenin ferdi.” Biz birbirimizle uğraşırken bütün tim bahçeye inmişti bile. Hemen bizde boş arabalara geçtik.

“Görev emri gelir mi sizce bu gün.” Selçuk can sıkıntısından kışlanın ortasında yere yatmış bahçeden ne kadar ot bulsuysa yolup birbirlerine ekleyip örmeye başlamıştı. “Hiç bilmiyorum.” Pars’ta sıkılmıştı, zaten hepimiz sıkılmıştık.

“Dikkat!” hepimiz keyifle ayaklandık, Önce albay içeri girdi, ardından iki subayda içeri girdi “Kor rahat.” Hepimizi rahata girdik. “Size iki güzel haberim var.” Hepimiz albaya bakıyorduk. Albay ise gülerek Doruk ve Alp’e döndü “İkiniz, dilekçe vermişsiniz. Subay olmak için sınavları da vermişsiniz.” İkisi de sürekli başlarını sallıyorlardı. Asteğmenlikten gerçek askerliğe geçmek istiyorlardı. Ama olmuş muydu?

“Doruk artık biyolojici değilsin, Alp sende kimyacı değilsin. Teğmensiniz.”İkisi de sevinçten tam zıplayacaklardı ki, karşılarında duranın Albay olduğunu fark ettiler. Sonra Pars’a döndü “İki asteğmen daha geldi, şimdi onları da üçünüzün emrine veriyorum, bakalım bunlarında mesleğini de değiştirebilecek misiniz?” Yanındakilere bakarak gülüyordu, “Sizde o zaman bu iş.”ikisinin de hafifçe omzuna dokunup kışladan çıktı, “Önce kutlama sonra tanışma o zaman.” Herkese uyuyordu, hemen Doruk ve Alp’i ortaya alıp havaya atıp tutmaya başladılar “Bunlarda bizden oldu!” bağırışlar alkışlar.

Biraz sakinleştikleri gibi Doruk’un yanına geçtim, havaya atıla tutula üstü başı iyice dağılmıştı, hafifçe elimle düzelttim “Hayırlı olsun.” Sonra Alp’e döndüm “Sana da hayırlı olsun.”ikisine de sarıldım, “Bizimkiler sessizliğe büründü sanırsam biraz göz korkutacaklar.” İkisinin de kaşları çatıldı “Komutanım bize böyle bir şey yapılmadı.” Siz geldiğiniz de tim yoktu ki nasıl size bunu yapalım. “Sizde tim yoktu ondan.”

İkisi birden güldüler gülerek timin arasına ilerledik. Hepimiz otururken gayet sert bakışlar atıyorduk, çocukların karşısında dağ ayısı gibi kasılarak kollarımızı bağlamış süzünen bakışlarla bakıyorduk. “Aramıza hoş geldiniz.” Pars babacan başlamasını yaptı. “Sağ olun komutanım.” Hiç asker duruşları yoktu. “İzlinle.” Ulaş izinden daha çok alaycı bir ses tonu ile ayağa kalktı pars hemen onayladı.

“Ne kadar oldu siz başlayalı.” İki haftadan fazlası olması imkânsızdı “Bir hafta oldu komutanım.” Ulaş, başını ciddi bir ifade ile salladıktan sonra bize bakıp sempatik bir ifade bize baktı. Hepimiz ciddiyetimizi bozmadan devam ediyorduk. “Asker!” ikisi birden irkildiler “Turan yavaş da!” Bakışlarını bana çevirdi. “Her şey kontrol altında rahat olun.” Başımı peki der gibi yatırdım, diğer çocuklara döndü.

“Tanıtacak mısınız kendinizi prensesler.” İkisi de öylece kaldılar. “Asker! Dedim. Neden sustunuz?” İkisi birbirlerine baktılar daha hiçbir şey bilmiyorlardı. “Turan, Kara’ya sal bu ikisini.” Pars baktı bunlar uğraşılacak kadar bile eğitimli değiller hemen baba tonun geçti. “Peki.” Geri yerine oturdu. Ben ayaklandım “Düşün önüme.” İkisi önden geçince bende onların arkasından kışladan çıktım “Sola dön.” Hemen eğitim odasına girdiler “İsimleri alayım beyler.” Hafif daha güler yüzlü çocuksu olan öne çıktı “Emir Kesin komutanım.” Diğerine çevirdim bakışlarımı o daha soğuk bir tipti “Arda Zalim.”

“Beyler bende kendimi tanıtayım Yüzbaşı Esem Bengi Kara.” İkisinin de gözleri açıldı “Üçünüzde yüzbaşı mısınız?” başımı salladım “Aynen öyle Emir, Pars Tarcan aynı zamanda orda gördüğünüz askerlerin tim komutanı. Sizinle konuşan Ulaş Uğur Turan o da içimizde en vahşi olan.” Beni can kulağı ile dinliyorlardı.

“Beyler temel şeyleri bilmeniz gerekir en azından. Asker diye seslenildiğinde hazır ola geçin. Onu biliyorsunuzdur. Time kendinizi tanıtırken önce rütbe, sonra isim en son memleket. Anlaşıldı değil mi?” ikisi de başını tamam der gibi salladılar. “Asker gibi durun.” İkisi de anlamadığını gayet eder şekilde bakıyorlardı. “Şuan asker gibi duruyor muyum?” Emir eminsiz bir ses tonuyla “Kıyafet olarak evet duruş ve ses olarak hayır komutanım.” İste istediğim cevap buydu.

Hafifçe yüzümü donuklaştırdım, sırtımı dikleştirdim, ellerimi geride bağladım yerimden kalkıp dimdik karşılarında durdum. Sesimi daha sert ve erkeksi bir hale soktum “Şimdi?” ikisinin de bakışından gerildiklerini hissedebiliyordum. “Anladınız mı?” hemen duruşlarına çeki düzen verdiler. “Asker!” hemen hazır ola geçtiler “Aferin.” Arda’ya döndüm, “Kimsin asker.” Hemen derin bir nefes aldı “Asteğmen Arda Zalim, Bursa emret komutanım.” Gururla Emir’e döndüm.

Tek gözümü kırptım “Söylemem lazım mı komutanım.” Gülmeye başladım “Bunu başka komutana yapma ezerler seni. Sana baktıysam söylemen doğru olur.” Başını tamam manasında salladı “Söyle bakayım nasıl söylüyorsun.” Sesini temizledi. “Asteğmen Emir Kesin, İstanbul emret komutanım.” Başımla onayladım. “Sporda nasılsınız beyler?”

Birbirlerine baktılar “İyi sayılırız komutanım.” Derin bir nefes aldım “Güzel görelim bakalım.” Elimle asılma barlarını gösterdim “Buyurun.” Hemen yerleştiler. “Kaç çekersiz Zalim.” Biraz düşündü “Kırk yaparım.” Güzel der gibi baktım “Kesin?” Hemen gülümsedi “Bende komutanım.” Başımı hafifçe salladım “Herkes kırk yapar bana on yeter.” İkisi de çok mutlu oldular.

“Bir.” Çektiler “İki” çektiler… “Dokuz.” Çektiler “Telefonuma mesaj geldi bir saniye.” Onlar asılmaya devam ederken telefona baktım “Gelmemiş. Kaç demiştik? İki değil mi?” derin bir nefes aldım onlarsa öylece kaldılar “Üç” yine çektiler… “Dokuz.” Hemen çektiler şans işte eğitim odasının kapısı açıldı “Vay devrem.” Altay hemen kaşlarını çattı çocukları görünce tepki göstermedi yanıma gelip oturdu “Kaçtalar.” Düşünüyor gibi yaptım “Bir daha.” İkisi aynı anda “Komutanım dokuz dedik sanki.” Başımı hayır manasında salladım.

“İki!” hemen çektiler, Altay gülmeye başladı. “Üç.” Yeniden çektiler yavaştan yorulmaya başlamışlardı, “Dört.” … “Dokuz.” Bakışlarımı Altay’a çevirdim “Kaç oldu?” İkisi de yoruldular ama pes etmiyorlardı “Üç oldu daha devrem.” Başımı çocuklara çevirdim “Dört.” Yeniden çektiler her seferinde aynı heyecanla çektiler ama yorgun olduklarından daha yavaş ilerliyorlardı.

“Kaç oldu devrem?” Altay telefondan başını kaldırdı “Oldu artık devrem.” Gülerek çocuklara döndüm “On” ikisi birlikte son kuvvetleri ile çekip yere çöktüler. Yerde kollarını tutarak dururken onlar Altay’a baktım ekranı bana çevirdi “Seksen iki” yazısını görünce yüzümde kocaman gülümse ile çocuklara baktım. “Gençler iyisiniz değil mi?” ikisi de gururlara birbirlerine baktılar, “İyiyiz komutanım.” Yorulduk deseler uğraşmaya devam edecektim ama iyiyiz diyince bu sadece devam ettirmek oluyor.

“Şınav, kaç yaparsınız?” ikisi aynı anda “Siz kaç derseniz o kadar.” Gülümsedim “Beş o zaman.” Hemen pozisyon aldılar. “Bir” hızlıca çektiler “İki” ikisi de çektiler… “Dört.” Yanlarına eğildim “Kaç oldu Zalim?” başını kaldırıp titremesine rağmen gurulu bir sesle “Bir mi komutanım?” kaşlarımı kaldırdım “Dört oldu oğlum saymayı bilmiyor musun? Hadi baştan düzgün say.” Başını önüne eğdi “Bir.” Altay arkada keyifle gülüyordu…

“Dört.” Bu sefer Emir’in karşısına geçtim hafiften titremeye başlamıştı.“Söyle keskin kaç oldu?” biraz düşümdü “Sanki dört komutanım.” Başımı evet manasında salladım “Bence de dört.” Yüzünü mutlu bir ifade kapladı “O zaman.” Hemen duruşunu düzeltti “Dört.” Bir daha çekti “Dört.” Bir daha çekti.

“Oldu mu devrem?” Altay yanıma geldi “Oldu oldu sal çocukları.” Güldüm, “Beş.” İkisi de sonuncusunu çekip kendilerini bıraktılar, yerimden kalktım “Sabah beşte içtima.” Altay ile birlikte bizim kışlaya yürüdük. Biz gelene kadar onlar çoktan eğlenme kısmını geçmişlerdi, “Bahis var mı?” ipin bir ucunda Ulaş bir ucunda diğer ucunda ise Pars vardı. “Herkes Ulaş komutanıma bastı bahis üçü buldu.” Pars’a baktım, bana güven der gibi bakıyordu “Üç tek başıma Pars.” Herkes şokla bana baktı.

“Timden olmayan katılabiliyor mu?” Batur hemen Altay’a döndü “O ne demek komutanım siz bizdensiniz.”Altay Batur’un omzuna sarıldı “Tamam o zaman Pars bin.” Onu da not edince hemen yerlerimize oturduk. Batur’un bu kupon aşkı hepimize bulaştı iyice.

“Hadi ağabey!” herkes aynı şeyi bağırıyordu ama hepimizin muhatabı farklıydı. Biz zıplaya güle eğlenirken kapı sessizce açıldı, “Dikkat.” Hepimiz kapıya çevirdik başımızı Albayı görür görmez hemen yan yana dizildik. “Kor.” Hepimiz emre hazır dururken dışarı kapıdan ikilimiz geldik, albay gözleri ile sırayı işaret etti “Geçin.” Hemen sona geçtiler.

“Sesiniz bütün karargâhta yankılanıyor. Burası sizin oyun alanınız mı?” hiçbir şey diyemedik, “Cezanızı çekmeniz lazım.” Hepimiz yine sustuk, ne dese kabuldük “On dakikaya hazır olun göreve gidiyorsunuz.” Bütün timin yüzünde güller açtı, “Emredersiniz komutanım!” yine bütün karargâh bizim sesimiz ile yankılandı. Yüzünde gurulu bir ifade oluştu, gülerek bize baktı “Deli kurtlar.” Ellerini arkadan bağlayıp çıktı peşinden Pars’ta çıktı.

“Siz ikiniz daha önce silah eğitimi aldınız değil mi?” ikisi de başını salladı “O kadarı var komutanım çok şükür.” Ulaş gülmeye başladı, ikisini de hafifçe omzuna vurdu “Çantanızı hazırlayın o zaman.” Güney’e ve Emre hafiften bakış attı, ikisi de çantalarını alıp yeni gelenlerin yanına geçtiler kafası karışırsa bakıp halledebilsinler diye.

“Herkesin aklı başı yerinde değil mi?” Başımı evet manasında salladık “Komutanım, biz giyindik kuşandık Pars komutanımı bekliyoruz da bana daral geldi.” Emre’ye çevirdim bakışlarımı, “Paşam ya, komutanın yanına git söyle oğlum.” Başını önüne eğdi, “Ya komutanım ya.” Bütün tim kınayıcı bir ifade ile Emre’ye baktık. “Sağ olun tim ya.” Hepimiz gülüşürken Pars içeri girdi, koşar adımlarla çantasını aldı “Uçuyoruz.”

 

Bölüm : 18.11.2024 16:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...