

Cam sesi ile uyandım. Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu gözlerimi ovuşturdum. Sesin geldiği tarafa döndüm, Pencerenin arkasında kocaman bir kartal bana bakıyordu. Korkuyla geriye çektim kendimi hemen ayıcığıma sarıldım. Yan yatakta ağabeyim vardı “Ağabey.” Duymadı biraz daha yüksek bir sesle “Ağabey uyan!” yine uyanmadı. Bütün gücümü topladım yanına gitmem lazımdı.
Yavaşça yatağımdan kalktım, zor bela ayağım yere değiyordu hemen indim. Ağabeyimin yatağına ilerledim “Ağabey.” Zorlanarakta olsa gözlerini açtı “Esem?” hafifçe yatağında dikleşti. Belimden kavrayıp beni yanına çıkardı “Sen niye uyandın.” Ellerimle gözlerimi ovuşturdum “Uyuyamadım.” Kaşlarını çattı, etrafa bakındı “Ne korkuttu seni?” Elimle camı işaret ettim başını o tarafa çevirdi “Oha!”
Odamızın kapısı ağabeyimin bağrışının hemen açıldı “Ne oldu?” Annem korku dolu gözlerle bize bakıyordu. Ağabeyim titreyerekte olsa camı işaret etti “Kartal!” annem kocaman açtığı gözleri ile o tarafa dönünce korkuyla ağlamaya başladım hemen yanımıza geldi, beni kucağına aldı “Korkma kızım.” Sonra ağabeyime de sarıldı “Cam var bir şey yapamaz size.” Birlikte camın kenarına ilerledik, üçümüz birlikte üzerine doğru gitmemize rağmen korkup kaçıyordu “Ne cesur hayvanmış.” Annem öyle diyince yeniden ağlamaya başladım. Kartala yem olmak istemiyordum. “Kızım!” bakışlarımı anneme çevirdim. “Bu kuş ne biliyor musun?” başımı iki yana salladım “Babanın görev aldığı timin adı, hem de babanın lakabı. Görevden gelince ona anlatırsınız.”
Bakışlarımı ağabeyime çevirdim mutlu gözlerle cama yanaşmış Kartal’a bakıyordu ondan güç alarak bende cama yanaştım. “Kuş.” Annem onayladı “Ne kuşu?” Başımı hafifçe yana yatırdım “Kartal!” başını evet manasında salladı “Kartal!” gülmeye başladık. Ağabeyim resmen gözlerini kartaldan hiç ayırmıyordu. “Anne!” annem hemen ağabeyime döndü “Ne oldu yavrum?” Ağabeyim meraklı bir sesle. “Elimi cama koysam bir şey olur mu?” Annem başını iki yana salladı, beni yatağa bıraktı “Ağabeyimin arkasına geçti tek kolu ile ona sarıldı sonra elini cama koydu ağabeyimde elini cama koydu.
“Neden korkup kaçmıyor diğer kuşlar kaçıyor.” Annem bilmediğini gayet belli eder bir şekilde omuz silkti onları izlemekten çok keyif alıyordum. Annem birden dondu kaldı, yüzündeki kocaman gülümseme silindi “Anne?” Meraklı bir sesle dememe rağmen dönüp bana bakmadı donmuş bir şekilde dışarıya bakıyordu. Gözünden bir damla yaş süzüldü. “Anne!” o ağlıyor diye bende korkmaya başlamıştım.
Ağabeyimde annemle aynı yere bakıp dona kalmıştı ama onun ki o kadar uzun sürmedi “Baba!” dedi heyecanla yataktan indim. Babam gelmişti neden böyle kaldıklarını şimdi anlamıştım. Koşarak bahçeye çıktım. Çıkar çıkmaz kafam karıştı, babam neden bu kadar çok aynı arabadan almıştı. En öndeki arabanın kapısı açıldı babamla aynı kıyafetleri giyen biri çıktı arkasındaki arabadan Kemal amca çıktı. Hızlıca yanıma koştu.
Beni kucağına aldı, başımı omzuna yasladım “Babam nerede?” Başını hafifçe yatırdı “Baban gelemedi.” Kafam iyice karışmıştı “Ama ağabeyim baba dedi. Babam nerde amca?” hiç cevap vermedi. Ağlamaya başladım “Babam niye gelmedi!” gözlerini bana çevirdi tam konuşacakken annem çıktı koşar adımlarla.
“Tahirim nerede? Nerede komutanım? Esir düştü de yaralandı de.” Karşısında duranın komutan olduğunu o zaman anladım. Ama hala neden annemin komutanın karşısında ağladığını diğer askerlerin anneme destek olduğunu anlamıyordum her şey çok garipti daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım ne olduğuna anlam veremiyordum.
“Başımız sağ olsun Zehra Hanım. Üsteğmen Tahir Kara çıktığı operasyonda şehit düştü.” Babam şehit olmuştu yıllardır her fırsatta anlattı şey olmuştu ama şehit olursa asla gelmeyeceğini söylemişti annemin bağrışı ile olduğum yerde titredim korkuyla Kemal amcaya sarıldım. “Geçecek.” Başımı omzuna yasladım anemi izliyordum meraklı bir sesle “Gelmeyecek mi bir daha?” başını iki yana salladı “Gelmeyecek.” Yüzümü buruşturdum, ben babamı görmek istiyordum “Hiç mi gelmeyecek?” yine aynı ifade ile bana baktı, alnımdan öptü yavaşça “Hiç gelmeyecek.”
Annemin arkasından ağabeyim fırladı, arka tarafa doğru koşacakken ağabeyimi askerlerin biri tuttu “Bırak beni!”ağlamaya başladı “Babama gideceğim!” Kemal amcaya döndüm tekrar “Babam nerede?” gözünden bir damla yaş süzüldü ama bana çaktırmamaya çalışarak güldü babamda hep böyle yapardı. “Karargâhta.” Başımı omzuna yasladım “Bizde gidelim.” Gülümsedi “Yarın olsun gideceğiz. Babanı son yolculuğuna uğurlayacağız.”Sanırsam uzun bir yol olacaktı bir daha geri dönemeyeceğine göre.
…
“Kemal orada mıydın sende?” kemal amca oturduğu koltukta hafifçe dikleşti “Oradaydım yenge.” Annem garip bir gülümseme ile ona baktı “Bir şey dedi mi? Çok canı yandı mı? Kemal bir şey söyle bana. Ben neden naşını bile göremiyorum.” Kemal amca hafifçe bize döndü “Çocukların yanında konuşmayalım bunları.” Annem başını iki yana salladı “Onlar babalarının asker olduğunu bilerek büyüdü.”
Kemal amca hafifçe yutkundu, kısık bir sesle “Bomba.” Annemin gözleri kocaman açıldı “Kemal siz neredeydiniz Kemal.” Kemal amca başını elleri arasına aldı, “Benim hatam yenge affet beni.” Annem bir anda ciddileşti “O ne demek ya.” Kemal amca ağlamaya başladı “Sen yeni evlendin dedi, ben önden giderim dedi. Ben özür dilerim.” Annemde o da ağlıyordu ağabeyime döndüm o da ağlıyordu. Yanına oturdum.
“Ağlama ağabey.” Ağabeyim gözlerinden akan yaşı sildi “Babamız öldü bizim.” Başımı iki yana salladım “Babamız ölmedi.” Kaşlarını çattı, bense babamın dediklerini ağabeyime hatırlatmak amacı ile “Şehitler ölmez vatan bölünmez demişti babam demek ki ölmedi bir gün karşılaşacağız.” Ağabeyim daha çok ağlamaya başladı ama bu sefer bana sarılarak ağlıyordu. Bende ona sarıldım neden ağladığımı bilmiyordum ama bende ağlıyordum. Tıpkı annem gibi hıçkırarak ağlıyordum.
…
Yine uykular haram olmuştu hızlıca yerimden kalkıp banyoya girdim elimi yüzümü yıkadım. Mutfağa girip bir bardak su aldım. Yıllardır ne zaman babamın yokluğunu hissetsem gece rüyamda onu ilk kaybettiğime güne gidiyordum bundan kurtulamıyordum. Uyumam lazımdı dinlenmem lazımdı. Yeniden yatağa uzandım Alfa’da benim yüzümden uyanmıştı ona geri sarıldım.
Biran önce uykuya dalmak istiyordum ama gözümü annemin ve babamın mezarları için alınmış buketlerden alamıyordum da. “Sizi çok özledim be.” Yerimden kalktım annemle babamın buketlerini kucakladım, yavaşça salona götürdüm yarın yanlarına uğrayıp çiçeklerini onlara teslim edecektim.
Odama yeniden dönünce derin bir nefes verdim, Alfa’ya baktım yavaşça “Gel bakalım belki şimdi uyuruz.” Başını direk göğsüme kordu üzerimizi örttüm birlikte uyumak içimi azda olsa rahatlatıyordu. Onunla uyumak çok güzel olabilirdi. Hep öyle olmuştu şimdide öyle olabilirdi.
…
Sude ve yeni tanıştığımız kızlar bir arada oturmuş okulun bahçesinde çekirdek çitliyorlardı. “Ağabey ben kızların yanına gidiyorum.” Ortaokulda ilk yılımızda ağabeyimin ise son yılı. O sebepten beni hiç yalnız bırakmıyordu her konuda yanımda duruyordu. Gözleri ile bahçeyi taradı “Dikkatli ol erkeklerle konuşma.” Ofladım “Zaten konuşmuyorum.” Başıma hafifçe vurdu “Yürü kız!” gülerek kızların yanına ilerledim. Sude’nın yanına yere oturdum.
“Eee.” Gözlerim ile poşetleri taradım ama kabak çekirdeği göremiyordum “Bana çekirdek almadın mı?” Sude bir anlık unutkanlıkla almayı unutmuştu sanırsam “Bende ne almayı unuttum diye düşünüyorum. Kusura bakma aşkım.”başımı iki yana salladım ortada ki çekirdekten avucuma azcık aldım “Neyse sorun yok siz ne yaptınız?” Sude gözleri ile basketbol oynayanları gösterdi.
“Mavi formalı varya.” Başımı hemen o tarafa çevirdim, içlerinde diğerlerine nazaran daha iri ve daha yüzüne bakılabilir olandan bahsediyordu “Eee kim ki o?” yüzünde kocaman bir ifade oluştu “Baran.” Kaşlarımı çattım “O piç bu mu?” Sude’yi aynı gün dört kızla boynuzlamıştı. Şerefsiz haysiyetsiz. “Kızım deme öyle pişman olmuş. Özür diledi.” Allahım sana geliyorum ya rabbim.
“Afettim de de sana buradan bir uçayım.” Herkes kıkırdamaya başladı, “Esem ya!” kaşlarımı çattım “Neyse ben bu çocuğu ağabeyime deyimde ağız burun dalsınlar.” Tam bunu söylediğim anda basket sahasından “Sude senin için bu sayı!” diye bir ayı böğürme sesi geldi “Ay kusacağım.” Sude ise heyecanla ayaklandı sahaya doğru sevgi dolu gözlerle bakmaya başladı. Baran hızlıca basket attı, herkesin içinde birbirlerine kalp yaptılar kızlara döndüm.
“Ben deli olacağım galiba.” Hepsi güldü gayet mutsuz bir ifade ile yerimden kalktım Sude’yi kolundan tutup yanımıza çektim “Esem ayıp oluyor yapma şöyle.” Kaşlarımı çattım “Okuldayız. Bahadır hoca görürse ikinizin de bacaklarını kırar yemin ediyorum.” Sude haklı olduğumu hatırlar hatırlamaz yanımıza oturdu birlikte sohbet etmeye başladık.
“Bahadır hoca geliyor.” Hepimiz aynı anda oturuşlarımızı düzelttik şimdi gelecek yine boş boş konuşacaktı. Her zaman ki gibi ellerini arkada sıkı sıkı bağlamış yadırgar gözlerle etrafa bakarken birden bize doğru çevirdi yününü “Kim ne yaptı?” ben bir şey yapmamıştım “Ben temizim.” Sude de onayladı hepimiz aynı fikirdeydik. O zaman Bahadır hoca bize doğru geliyordu.
“Nasılsınız kızlar?” yüzünde daha önce hiç görmediğim bir gülümseme vardı. Bende gülümsedim “İyiyiz hocam siz nasılsınız?” Gülümsemeye devam ederek yanımıza oturdu hepimiz iyice gerilmiştik “Bende iyiyim kızım.” Kızım? Allah Allah başına taş falan mı düştü acaba? Başımı hafifçe Bahadır hocaya çevirdim tuhaf tuhaf bana bakıyordu. “Ağabeyin nerede Esem?” Elimle futbol sahasını gösterdim. “Futbol oynuyorlar hocam.” Yerinden kalktı “Sen müdürün odasının önüne geç beni bekle tamam mı kızım.”
Ya ağabeyim bir şey yapmıştı yad ben bir şey yapmıştım. Kendimden emindim kesinlikle bir şey yapmamıştım. Ağabeyim ne yapmıştı? Kafam iyice karışmıştı. Okula girdim, Sude’de peşimden hızlıca geliyordu “Bir şey yapmadığına eminsin değil mi?” başımı salladım “Eminim sorunumuz şu ağabeyim ne yaptı acaba.” Sude ellerini iki yana açtı “Okul birincisi ya belki disiplin yollamazlar.”
Koridorda volta atmaya başladım “Anneme söylemeseler bari kadın çok gerilir ya.” Sude hafifçe sırtımı sıvazladı o sırada Bahadır Hoca ve ağabeyim geldi. Ağabeyimin arkasına Ali Can ağabeyde vardı tıpkı onlarda benim gibi ne olacağını merak ediyorlardı.
“Çocuklar siz burada biraz bekleyin tamam mı? Ben bir müdür beyle konuşacağım sonrada sizi çağıracağım. İkimizde başımızı hafifçe salladık. Bahadır hoca içeri girer girmez ağabeyim bana döndü “Ne yaptın?” Başımı iki yana salladım “Ben bir şey yapmadım sen ne yaptın?” O da başını iki yana salladı “Eee o zaman niye buradayız?” bilmiyordum ellerimi iki yana açtım.
“Çocuklar hadi içeri gelin.” Ağabeyim sıkıca elimi tutu birlikte müdürün odasına girdik. Müdürümüz bizi görür görmez ayağa kalktı “Hoş geldiniz çocuklar.” İkimizde gülümsedi her şey çok garipti. Eliyle koltukları işaret etti masada bir sürü atıştırmalık ve ikide su vardı “Oturun lütfen.” Hemen ağabeyim ile yan yana oturduk. Birkaç dakika geçmeden okulumuzun rehber öğretmeni Canan hoca ve sınıf öğretmenlerimiz Sena hoca ve Kerem Hoca içeri girdiler hepsi etrafımıza oturdular.
“Hocam biz ne yaptık acaba?” hepsi birden gülümsedi “Bir şey yapmadınız çocuklar.” Gözlerim istemsizce açıldı biz neden buradaydık o zaman? Birkaç dakika sonra Canan hoca yanıma iyice yanaştı. Derin bir nefes aldı “Çocuklar size br şey söylememiz lazım.” Başımızı salladık. Gerildiğim için sıkıca ağabeyimin elini tutum oysa bir eliyle beni tutarken bir yandan da diğer eli hafifçe sırtımı sıvazlıyordu. Birkaç dakika sonra Canan hoca kaldığı yerden devam etti “Az önce karargahtan bir haber geldi.” İkimizde konunun nereye varacağını anlamaya başlamıştık. Başımı hafifçe çevirip ağabeyime baktım. Başını dimdik tutarak bana bakıp onayladı bende duruşumu düzelttim.
“Anneniz okul çıkışı olan toplantıya gelirken dağ yolunda şehit düşmüş. Başınız sağ olsun.” Ağabeyim hemen “Vatan sağ olsun hocam.” Dedi, başımı ona çevirdim. Başımı dikleştirdim “Va-“ derin bir nefes aldım konuşamıyordum “Vatan sağ olsun.” Hocaların hepsi meraklı gözlerle bize bakıyordu. Başımı ağabeyime çevirdim, sırtımı yeniden sıvazladı. “Hocam sizim için sorun değilse biz çıkalım mı?” Canan hocanın gözleri kocaman açıldı “Siz iyi olduğunuza emin misiniz?”
Ağabeyim hafifçe yerinden kalktı onunla birlikte bende kalktım. Sıkıca kolundan tutuyordum, bacaklarım titriyordu. Nefesim kesiliyordu ama ne yapacağımı bilmiyordum. Artık annemde yoktu. Tek başımıza kalmıştık, ben ve ağabeyim kalmıştık nasıl yaşayacaktık bundan sonra. Büün hocalar bize sarıldılar, yanımızda durup destek oldular bizse sanki acılı onlarmış gibi ağlayan hocalarımızın sırtını sıvazladık.
“Hocam?” Ağabeyim Bahadır hocaya döndü “Söyle aslanım.” Ağabeyimin sakinliği beni bile şaşırtıyordu “Hocam fen laboratuarının anahtarını alsak okul bitene kadar Ali Can ve Sude ile birlikte orada dursak olur mu?” Bahadır hoca hemen cebinden anahtarı çıkarıp uzattı “Sağ olun hocam.” Bahadır hoca sadece gülümsedi dolu gözlerle bize bakıyordu. Ağabeyim önde ben arkada dışarı çıktık. Sude ve Ali Can ağabey bizi görünce hemen ayağa fırladılar “Ne oldu?” ağabeyim derin bir nefes aldı “Gelin benle bir orada anlatacağım.
Birlikte biyoloji odasına gider itmez ilk gördüğüm sandalyeye kendimi attım. Sude yanıma oturunca sıkıca ona sarıldım. Ağabeyimin tur attığını adım seslerinden anlayabiliyordum. “Oğlum neyin var anlatsana? Ne dedi hocalar?” Ağabeyim birden durdu. Bakışlarını kaldırdı “Annem.” Dedi ve sustu gözünden yaşlar aktı, dudaklarını ısırdı olduğu yere dizleri üstüne resmen düştü.
“Şehit düşmüş!” hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, Ali Can ağabey sıkıca ona sarıldı. Bakışlarımı Sude’ye çevirdim, hafifçe bana bakıp gülümsedi “Ben hep buradayım.” Güldüm “Sen hep buradasın.” Diye yineledim. “Buradayım.” Sıkıca sarıldı bende ona sarıldım, hayatımda hiç bu kadar ağlamamıştım. “Fıstığım.” Başımı hafifçe kaldırdım. Ağabeyim yerde otururken kollarını iki yana açmıştı hemen yanına atladım.
Sıkıca birbirimize sarıldık. Ne yapacağımı bilmiyordum, nasıl ilerleyeceğimi bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Başımı iyice boynuna gömdüm, “Ağabey.” Fısıldar gibi konuşuyordum. “Söyle fıstığım.” Başımı öne eğdim, o ise hiç dinlemeden direk eliyle yüzümü kaldırdı “Söyle.” Yavaşça “Artık ne olacak?” Başını iki yana salladı “Bilmiyorum fıstığım.” İşte bu asıl can sıkıcı kısımdı ağabeyimde hiçbir şey bilmiyordu ikimizde yaşımıza göre olgun çocuklardık ama ona rağmen hiçbir şey bilmiyorduk.
…
Sude’nin babası bizi okul çıkışında almaya geldi dördümüzde çok sessizdik sanırsam Sud babasına her şeyi söylemişti çünkü o da oldukça sessizdi bizim evin önüne gelince Ali Can ağabey ve Sude’de bizimle indi “Oğlum saçmalamayın.” Ali Can ağabey ağabeyimin konuşmasına devam etmesine izin bile vermedi elimdeki anahtarları aldı evi açtı bizde peşinden içeri girdik “Siz odalarınıza geçi dinlenin annem annenizin işleri ile ilgilenecek miras işini falanda bakacak siz sadece dinlenin.” İkimiz de derin derin nefesler alıp veriyorduk ama hiçbir faydası olmuyordu. Hayat resmen bize cehennem gibi geliyordu ikimizde salonda koltuğun en ucunda oturuyorduk. Bütün dikkatimi Camımızdan aşağı bayrak bağlamaya çalışan Al Can ağabey ve babasına vermiştim, yıllar önce babam için asılan bayrak şimdi annem için asılıyordu.
…
Yerimden yine sıçrayarak yerimden kalktım. “Ne ile sınanıyorum ben ya.” Cam kenarına geçtim, hava alamam lazımdı. Birkaç dakika kadar dışarı baktım. Bahçede ağaçlar yavaş yavaş rüzgârla dalgalanıyordu.”Esem git kendine kahve yap bari ayıl.” Başımı iki salladım “Kendi kendine konuşmak ne kadar sağlıklı acaba?” şuanda kendi kendine konuşuyorsun salak. İçinden konuşunca konuşmuyorsun sanki. Kendi kendime konuşarak mutfağa girdim.
Hızlıca kahve yapmaya başladım bir yanda gözümle etrafı tarıyordum. Gideceğim yeri bilmiyordum ama bu eşyaların hangilerini götürmem gerektiğini biliyordum. Hemen hemen on, on iki kargo kutusu işimi çözmeye yetecekti. Arabama da bu kadarı rahatlıkla sığardı gem garajımı hem de arka tarafı komple doldururdum.
Güneş tamamen açılır açılmaz markete giderdim poşetleri satın alırdım gitmişken birde koli isterdim yavaş yavaş kolileyip kilere yerleştirsem tayin çıkana kadar anca hazır olurdum. Salona geçtim bu kadar saksı çiçeğini buradan alıp götürmemin ihtimali yoktu. Ağabeyime söyleyecektim mecburen o halledecekti bunları. Nereye gidersem gideyim yeniden ev eşyaları satın almam gerekecekti. Dolusunca iş vardı ve bunları tek başıma gizli gizli yapmam lazımdı.
Saatimin ilerlemeye niyeti yoktu tamamen temizlenmek için hızlıca duşa girmeye kara verdim. Banyoya girdim güzelce yıkandım. Havluya sarıldım saçlarımı hızlıca kurttum dışarıdan konuşma sesleri geliyordu. Anladığım kadarı ile Güney ve Elif bir yere gidiyorlardı. Yüzümde umutsuz bir gülümseme oluştu Güney’in çocuğunu göremeyecektim. Selçuk’un sözünü nişanını göremeyecektim. Sanırsam yanlış bir karar almıştım Ankara’da kalmalıydım.
Odama geçip üzerimi değiştirdim elime telefonumu aldım. Dakikalarca öylece ekrana bakılı kaldım üyesi olduğum fal uygulamasından mesaj gelmişti “Hayatta verilen kararlar geri alınmamalı.” Ellerimi iki yana açtım “Çok sağ ol bu yorum için.” Hızlıca yandan cüzdanımı aldım markete gidecektim. Cama tıklama sesi gelince adımlarım geriye sardı. Bembeyaz bir muhabbet kuşu vardı.
“Sen nereden çıktın ya?” hemen camı açtım canı pahasına uçtu “De hayde.” Biraz izledim karşı taraftaki çınar ağacına kondu oradan uçmak gibi bir niyeti de yoktu anlaşılan. Elimden daha fazlası gelmeyeceğinden hemen Alfa ile sokağa çıktım markete doğru yürürken aynı beyaz muhabbet kuşu bu sefer omzuma kondu, birkaç saniye durup ağaca uçtu “Ne anlatmaya çalışıyorsan anlamıyorum.” Yol boyu böyle devam etti.
Markete girer girmez bir sürü poşet aldım sonrada görevlilerden birine “Elinizde fazladan koli var mı acaba?” başını hemen salladı “Dolu.” Birlikte arka tarafa ilerledik büyüklü küçüklü bir sürü kutu aldım onlar içinde cüzi miktarda para ödedim. Poşetleri de aldıktan sonra dışarı çıktım. Hava uzun zaman sonra ilk defa bu kadar açıktı. Alfa’da uzun zaman sonra ilk defa bu kadar sakindi. Eve girer girmez koşarak odama git hiç uğraşmadım. Direk çalışma odasına girdim kitaplarımı kolilere yerleştirmeye başladım.
Kapı sesi gelince panikle koliyi masanın altına ittim kapıyı sıkıca kapatıp koştum. “Uğur?” Beni görünce gülerek baktı “Günaydın Karam.” Hiç sormadan mutfağa girdi bende peşinden geçtim. Etrafa bakındı “Tabakları getir de kahvaltı yapalım.” Başımı hafifçe salladım, hemen iki tabak çıkarıp uzattım. “Sen neden böyle yorgun görüyorsun? Müsait değildin galiba.”
“Yok canım sadece etrafı topluyordum.” Güldü simitten bir parça aldı ağzına attı bir parçada koparıp bana uzattı “Aç ağzını.” Gülmeye başladım “Çocuk mu var karşında?” Başını salladı “Çocuk var yok ne fark eder. Aç ağzını.” Zorla ağzıma tepti “Sıcak!” dedim keyifle. “Öyle seviyordun sanki.” Simidin birini direk elime aldım “Seviyorum.” Gülmeye başladılar “Gözümün içine bakarak demeseydin iyiydi.” Kahvemden bir yudumdan aldım “Seni.” Başını kaldırdı “Anlamadım?” Simidi masaya geri bıraktım.
“Simidi sıcak seviyorum orada sorun yokta seviyorum derken seni kasdetmiştim.” Yanıma yanaştı, bu cümleler ona kurulmamış gibi ciddi bir ifade ile “Kahvaltımızı hızlı yapmamız lazım. Dikkatimi dağıtma.” Gözlerimi kıstım neden acelemiz vardı yine bizim. “Neden hızlı yapmamız lazım.” Cebinden arabamın anahtarını çıkarıp bana uzattı “Arabanı sanayiden çıkaracağız.” Bunu tek başıma ve istediğim saatte yapabilirdim sadece bunun için acele etmenin ne manası vardı ki.
“Merak ettiğim küçük bir şey.” Bir yandan simidini yerken bir yandan da yargılar bir sesle “Çok küçükse sor yoksa sorma.” Hafifçe kafasına vurdum “Hayırdır son zamanlarda tersleme başladın beni.” Başını iki yana salladı “Terslemek değil canım.” Uyuz bir şekilde söyleyince iyice sinirlerim gerilmişti tam karşısına oturdum. Elindeki simidi sıkıca tuttum üstteki kısmı komple koparttım ağzıma attım “Beni ciddiye al!” gözünün içine bakarak söyledim. Şok içinde bana bakıyordu “Şaka.” Sesi kısılmıştı komiğime gitse bile ciddiyetimi asla bozmadım “Sadece arabayı tamirhaneden almak için bu kadar acele ediyoruz.” Başını hafifçe iki yana salladı “Oradan da gezeriz diye düşünmüştüm.”
Hemen gülümsedim “Harika fikir.” O da gülümsedi “Şimdi sakıncası yoksa simidimi yiyebilir miyim?” yandan bir tane daha simit çıkarıp uzattım “Afiyet olsun.” Zoraki bir gülümse ile bana baktı “Sağ ol” o kahvaltısını yaparken bende hızlıca çay suyu koydum. Bir yandan da Ulaş’ı takip ediyordum dilinin altında bir şey vardı ama söyleyemiyor gibiydi. Su kaynayınca ikimize de birer bardak doldurdum.
“Bir sorun mu var?” Başını hafifçe kaldırdı “Albay Pars’ı ve bizi çağırmış dosya işi demiş. Yeni mesaj geldi bizim planlar yatacak sorun olur mu?” gülümsedim “İşimiz mi sorun olacak?” o da gülümsedi hemen ayaklandık Pars dışarıda bizi bekliyordu hep birlikte Pars’ın arabası ile karargâha ilerlemeye başladık “Neden sadece üçümüz?” Pars rahat bir ifade ile bana baktı “Timden biri ile ilgili rapor ise tim komutanı olarak benim diğer yüzbaşılar olarak sizin imza atmanız gerekir yine öyle bir şeydir.”
Ulaş saçma bir şeymiş gibi “Ne olacak sanki yine birimiz görevde fazla mermi harcamıştır bir şeydir.” Birkaç dakika sonra üçümüz birlikte soyunma odasındaydık üzerimi giyindikten sonra dışarı çıktım. “Komutanım.” Başımı çevirince Çelik’i gördüm hemen yanıma geldi “Konuşabilir miyiz?” Başımı iki yana salladım “Önemli değilse sonra.” Ciddi bir ifade ile baktı “Önemli komutanım.” Çelik’in benimle önemli ne konuşması olabilirdi ki.
“Çok zamanım yok.” Birlikte hızlıca onun yatakhanesine doğru ilerledik. “Komutanım neden?” Kaşlarımı çattım “Ne neden?” başını öne eğdi “Gidecekmişsiniz.” Gözlerim büyüdü Çelik nereden biliyordu. “Sen nasıl öğrendin?” gözlerinde birden hüzün belirdi “Doğru yani.” Halen ciddi bir ifade ile bana bakıyordum “Nasıl öğrendin?” Kafası karışmış bir şekilde bakararak konuşmaya başladı.
“Albay beni emre itaatsizlikten yine yanına çağırmıştı masada sizin belgelerinizi gördüm. Gidecek misiniz? Tim biliyor mu?” Başımı iki yana salladım “Bilmiyorlar.” Daha büyük bir şokla gözleri açıldı elini yarım açık ağzına götürdü “Yok artık.” Ciddi bir sesle cevapladım “Öğrenmeyecekler.” Başını iki yana salladı “Öğrenmeye hakları var.” Sert bir sesle “Öğrenmeyecekler. Eğer senden bu çıkarsa ecelin olurum. Anladın mı?” istemsizce bağırmıştım “Emredersiniz komutanım.” Çıkmamı beklemeden kendini yandaki koltuğa bıraktı.
“Esem seni bekliyoruz bizde nereye kayboldun?” Minik adımlarla yanlarına koştum “Şey işte şey. Albayın yanına ilerleyelim.” İkisi de birbirilerine baktılar net bir ifade ile bakıyorlardı “Ne karıştırıyorsun acaba?” sustum sadece adımlarımı albayın odasına götürmekle yetindim “Gelsenize.” İkisi de ağır ama sert adımlarla yanıma geldiler. Albayın odasının önüne gelince üçümüzde derin bir nefes aldık tıklatıp girdik.
“Evlatlar.” Elinde büyük bir dosya vardı üçümüzde o dosyaya bakıyorduk “İmzalamanız gerekenler var, normalde gelecek hafta imzalatacaktım ama iş ilerlemiyor.” Dosyanın benim dosyam olduğunu bakışlarından anlayabiliyordum. Dua etmekten başka hiçbir şansım yoktu, Pars kalemi alıp dosyaya yanaştı “Komutanım?” Albay kısık bir sesle “Söylemem.” Pars birkaç dakika öyle kalınca birkaç adım ile yanaştık, gitmesine izin verdiğimize dair imza yerleri vardı ama kim olduğu kapatılmıştı.
“Komutanım neden saklıyorsunuz? Timden biri gidecekse yada gönderilecekse er yada geç öğrenmeyecek miyiz?” Albay başını dikleştirip sert bir ifade ile Ulaş’a döndü “Yüzbaşı şimdi öğrenmen gerekseydi şimdi söylerdim. Zamanı gelene kadar sır.” Ulaş istemese de onaylarak albayın gösterdiği yerleri imzaladı sıra bana geldiğinde bana hep sayfanın diğer tarafını imzalattı. Sadece albay ve ben bilsek bile bunlar benim kesin olarak gidiş biletlerimdi.
“Size yeni bir bilgi gelirse söyleyeceğim. İzinizin tadını çıkarın çıkabilirsiniz.” Hepimiz kapıya doğru ilerlerken “Kara yüzbaşı sen kal.” Onaylayarak geri döndüm. Diğerleri çıktıktan sonra gözleri ile koltuğu işaret etti. Hemen oturdum “Esem bugün belgeleri teslim edeceğim son şansın. Durmak için kalmak için ne için dersen de son şansın bu hamlenden emin misin?” Başımı salladım “Belgeleri verebilirsiniz komutanım eminim.”
Bana söyleyecek bir şeyi kalmamıştır diye beklerken “Esem, Çağdaş’ın katilini yarın almaya gelecekler.” Halen karargâhta mı tutuluyordu yani. Bunu bana söylediğine göre ezmemi istiyordu “Anladım komutanım.” Güldü gurulu bir sesle “Kara yüzbaşıdan son isteğim bu olacak.” Yerinden kalktı bende kalkacakken eliyle durdurdu yanıma gelip oturdu. “Emin ol baban seninle gurur duyuyor.” Gülümsedim, ne kadar zaman geçerse geçsin bu iltifat hep kalbimi çalmaya yetecekti.
“Esem sen iyi bir askersin ilerde bir gün aile kurmaya karar verdiğinde de o konuda her zaman en iyisi olacaksın buna eminim kızım. Kemal amcan olarak her zaman burada olacağım.” Gülümsedim, bunu zaten biliyordum her zaman yanımızdaydı hepte olacaktı “Sağ olun komutanım.” Duruşunu düzeltti “Bodrum katında.” Yüzümü sinsi bir gülüş kapladı hiç kuşkusuz o adamın pestilini çıkaracaktım bunun için hazır bekliyordum zaten tek dileğim buydu. Tam odadan çıkacakken duraksadım bunu benden daha çok isteyen ve hakkını verecek biri vardı “Komutanım emrimdeki bir asker ile ezsem sorun olur mu?” Başını iki yana salladı “Yaşadığı sürece sorun olmaz. Ölürse ikinizin de askeri hayatı biter.” Onaylayarak odadan çıktım. Pars ve Ulaş’ın gözleri direk bana döndü.
“ Kimmiş?”, “Ne dedi?”, “Esem konuşsana.” Bütün soruları tek bir el hareketim ile durdurdum “Çağdaş’ı öldüren piç halen buradaymış ezmemi istedi kısacası. Bende şimdi Batur’u çağıracağım onunla halledeceğim.” İkisi birden aynı anda “Bizde geliyoruz.” Onayladım başka çarem yoktu. Kışlaya doğru yürürken Pars bir yandan Batur ile konuşuyordu. Ulaş adımlarını hızlandırıp yanıma geldi.
“Bizim aklımıza timden gitmek isteyecek kimse gelmedi senin aklında biri var mı? Yada ne bileyim göndeririler dediğin biri.” Ne desem çok garip olacaktı giden bendim. “Bilmiyorum ki.” Kaşlarını çattı “Bu kadar mı?” Başımı sallamakla yetindim, iyice çattı kaşlarını “Sen neden bu kadar sakinsin.” Bende kaşlarımı çattım, ne desem yeterli olmayacaktı bunun farkındaydım ama elimden bir şey gelmiyordu “Ne duymak istiyorsun? Dedim sert ve oldukça güçlü bir sesle.
“Gerçek Bengi tepkisini duymak görmek istiyorum.” Önüme kırdı. Adımlarımı hızlıca geriye çektim “Bengi gibi davran. Öfkelen bilmiyorum de öğrenmek için her yolu denerim de. Benim tanıdığm Bengi’yi ver bana.” Başımı iki yana salladım. Başımı kaldırdım “Belki de ben senin tanıdığın Bengi değilimdir.” Hafifçe yanından geçip kışlaya gidecekken sıkıca kolumdan kavradı bende aynı sertlikle kolumu çektim. Hızlı adımlarla kışlaya girdim arkamdan Ulaş’ın adımlarının da geldiğini fark ediyordum.
Hızlıca köşeye oturdum peşimden Pars ve Ulaş girdi “Bengi!” bakışlarımı öfkeyle Ulaş’a çevirdim “Bana bağırma.” Karşıma geçip oturdu “O ne demekti? Be senin tanıdığın Bengi değilimdir belki ne demekti?” aramızdaki masaya rağmen yaklaşabildiğim kadar yaklaştım “Ne anladıysan o demek Ulaş.”
Sinirle yerinden kalktı “Ben seni anlamıyorum bir anın bir anını tutmuyor. Nerde o dengeli kadın? Ben göremiyorum.” Sinirle elimi masaya vurdum. Pars olduğu yerden panikle kalktı “Esem!” elimle durdurdum. İkisi de gergin bir ifade ile bana bakıyorlardı “Yok o kadın gitti! Ben varım hatalarımla kusurlarıma bende gideceğim!” Ulaş anlık bir dondu “Gideceğim?” Başımı onaylayarak salladım “Ben sabırlı bir insan değilim kişiliğime laf edilen ortamda durmam böyle gidersen bende senden giderim.”
Ulaş gözlerini kısarak burnumun dibine kadar girdi “Beni tehdit mi ediyorsun?” başımı iki yana salladım “Seni tehdit etmiyorum ikaz ediyorum.” Gözlerinden alev çıkıyormuş gibi bana bakıyordu “Bana öyle gelmiyor ama.” Geriye doğru ittirdim “Nasıl istiyorsan öyle anla!” kışladan çıkacakken kolumu sıkıca kavradı “Bir daha sakın sana karşı olan sevgimle beni tehdit etmeye sınamaya çalışma.” Anlık bütün sesler kesildi. Gözümün döndüğünü hissedebiliyordum.
“Zamanı değil.” Sadece bunu söyleyebildim kolumu kurtarmaya çalıştım. Sinirli bir sesle “Bengi sana karşılıksız koşulsuz şartsız sevgi veriyorum sense benim sana verdiğim en ufak tepkide bu hale geliyorsun bu çok bencilce.” Başımı salladım dişlerimi birbirine kenetlediğim için konuşamıyordum. Cevap vermem gerekiyordu biliyordum. Derin bir nefes aldım. “Haklısın ben özür dilerim.” Kolumu bıraktı “Özür dilemene gerek yok özür dilenecek şeyler yapma yeter.” Başımı yine salladım “Haklısın.” Kendimi hemen dışarı attım.
Arkamdan gelen adım seslerini duymamazlıktan gelerek koşmaya devam etti en uzaktaki ağacın dibine ilerledim kendimi oraya bıraktım. Nefes alamayacak kadar sert sıkıyordum kendimi etraf bulanıklaşıyordu kafam karışıyordu. Sesler gel git yapıyordu resmen. Eskisi gibi panik anlarımda deliye dönüyordum ve şuan o anın en berbatını yaşıyordum.
“Esem.” Pars’a döndüm, “Nefes al Bengi!” Ulaş’ın sesine döndüm “Bizi duyuyor musun?” Başımı hafife salladım. Dizlerim oturmama rağmen karıncalanıyordu. Başım saçma sapan bir şekilde dönüyordu. Bir askerin atak geçirmesi ne kadar mantıklıydı, değildi ve ben şuan resmen panik atak geçiriyordum.
Ellerimi sıkıca pantolonuma kitlemiş olduğum yerde resmen kendimi boğuyordum. Sinirimi öfkemi dışarı yansıtmak istemiyordum Ulaş’ı kırmak istemiyordum ama kendimi çok feci bastırıyordum. “Nefes al!” tek duyduğum bu sesti ama alamıyordum. Boğazıma bir şey takılmıştı ve resmen beni boğuyordu. Elimden hiçbir şey gelmiyor sadece boğuluyordum dengemi yavaşça kaybediyordum Pars’a doğru devrildim.
Elimin birini boğazıma götürdüm nefes alamadığım için resmen boğuluyor gibi sesler çıkarıyordum. Pars sıkıca sarıldı, “Buradayım.” Başımı göğsüne yasladım. Kalbi çok hızlı atıyordu ama çok düzgün nefes alıyordu onunla birlikte nefes almaya başladım. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. “Esem geçti!” ne geçmişti ki daha yeni başlıyordum her şeyi kaybetmeye yeni başlıyordum.
…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |