@deren_yazar
|
“Komutanım roket”
“Kor siper al” Kulaklarım çınlıyor, neler oluyor, Esem uyan roket patladı. Gözlerimi açık neden hala her yer bu kadar puslu ve bulanık. Esem açıktasın çek kendini kenara. Evet evet kenara çek artık görüşümde düzeldi. Patlamadan dolayı olsa gerek ayağa kalkacak ne gücüm nede dengem. Kendimi ellerimle büyük taşa doğru çektim. Çektim denemez aslında büyük taşa kadar süründüm. Telsizi açtım telsiz ellerimden kan olmuştu. “Kor duyan var mı? Tekrarlıyorum kor dört ben duyan varmı?” Cevap yok, vardır ya vardır bu lanet telsiz çalışmadığı için cevap vermiyorlardır. Şehit olma ihtimalleri aklıma geldikçe dudaklarımı ısırıyordum. Çenemden aşağı damlayan kanların farkındaydım. “Kor, Ulaş ses ver lan.” “Abii, Emre, Selçuk sen telsizi kapatmazsın ses ver lütfen.” Delireceğim timimden tek yaşayan ben olamam değil mi? Taşın arkasından silahımın dürbünü ile çatıştığımız dağlara baktım. Kimse yoktu, bizi patlatıp gitmişler miydi yani? İyi de bu itler bizi almadan gitmezdi, saat kaçta çatışma başlamıştı. Düşün Esem düşün evet saat 10.22, aşağı yukarı bir saat çatıştık. Şuan saat 14.47, bu saate kadar seni bulup öldürmediklerine göre cidden gitmişler. Ayağa kalk, arkadaşlarını bul. Telsizden seslenmeye devam ederken bir yandan da bizimkilerin dağda yerleştiklere yere doğru yürüdüm. Her adımda sırtımdaki yük artıyor, kalbimde ki sızı büyüyordu. Yaklaştığımda kimseyi göremedim sadece kan izleri, çantaları, silahları. Dağın en tepe noktasına çıktım Ulaş’ın silahı duruyordu. “Ahsen” Yere çöktüm. Ellerimi o kadar sert yere vuruyordum ki Ulaş’ın çantası bile sekiyordu. Bağırmamak için dişlerimi sıkıyordum her birinin ayrı ayrı sallandığını hissedebiliyordum. Esem orda parlayan bir şeyler var dikkat et bomba olabilir. Olsa ne yazar ki, her şeyimi kaybetmişim. Bomba değil bu bizimkilerin künyeleri. Hayır ya onları almış olmazlar, beni niye almadılar o zaman. Çünkü sen taşların arasındaydın seni görmediler. Öfkeyle kaskımı yere fırlatıp çığlık attım. Elimde ki künyelere baktım. “Duyan var mı? Kor duyan var mı? Ben kıraç bir” telsiz bozuk değilmiş demek ki. “Duyuyorum. Kor dört” “Dayanın geliyoruz.” Dayanın mı? Kor burada değil ki, sadece ben buradayım lanet olsun ki sadece ben buradayım. Timim nerede benim, yaşıyorlardır değil mi? Kendine gel Esem Korda adam eksilmez. Tabi yaşıyorlar Kıraç timi gelince beraber almaya gideceksiniz kardeşlerini. Git gide içimdeki acı katlanıyordu. Künyeleri çantama koydum, onlar gelince timime geri verecektim. Geleceklerdi ya ne olur gelsinler. Olduğum yerde dizlerimin üstüne çöktüm. Sakinleşmek için derin bir nefes aldım, uyandım uyanalı kendimi kontrol etmeyi unutmuştum. Ellerimle kendimi yokladım. Omzumdaki bir iki kesik dışında bir şeyim yoktu. Umarım onlarda da öyledir. Dağın tepesinden gelenleri gördüm. Hızlıca siper aldım, dürbünden bakınca Kıraç timi olduğunu anladım. Onlarda beni gördüler. İkisi yanıma doğru ilerledi, diğerleri çevre güvenliği için dağıldılar. “Teğmen İlyas Keski.” Anladığım kadarıyla komutanlarıydı. “Yüzbaşı Esem Kara. Kor timinin geri kalanı kaçırıldı. Yaram yok, gidip kardeşlerimi kurtaralım.” Normal koşullarda beni kurtarmaya gelen askere bu kadar konuşmadım ama onu timimdi. “Komutanım biz buraya siz dâhil bütün timin naşını almaya geldik. Uydu görüntülerinde hepiniz, yani komutanım sizi karargâha götüreceğiz. Geri kalanlar içinde çevre araştırması yapıp döneceğiz.” Dedi. “Teğmenim oradan bakınca ölü gibimi görünüyorum. (Bunu söylerken bir yandan ayağa kalktım.) Anlaşılan uydu görüntülerinde bir hata oldu. Ben korun yaşadığına eminim gidip alalım onları.” “Üzgünüm komutanım bana verilen emir böyle. Elimden gelen bir şey yok.” Sadece başımla onaylaya bildim elimden hiçbir şey gelmedi. Sonrada köşeye oturdum. Teğmenin yanındaki asker yanıma gelip “Komutanım kolunuza ve ellerinize bakayım mı?” dedi. Baya çekiniyordu benden. Tabi çekinir Esem Teğmene öğle bağırırsan. Başımla onayladım, montumu ve hırkamı çıkardım, çıkarınca karnımda da derin olmayan bir kesik olduğunu fark ettim. Asker önce karnımda ki yaraya odaklandı. O yarayla uğraşırken “Adın ne senin?” dedim. Hafif başını kaldırdı. “Ege Tanrıkulu emret komutanım.” Dedi. Hafif bir tebessümle karşılık verdim. Pars’ın oğlunun adı da Ege idi, sahi ya ben onlara ne diyecektim. Betül ablaya, Hande teyzeye Sude’ye ne diyecektim. Esem sen Ankara’ya varana kadar bunu düşün. Teğmen yanıma doğru geldi. “Komutanım araştırmalar bitti, karargâha dönüyoruz.” Dedi. Timini toplamaya başladı bende onların yanlarına geçtim. İçimde sürekli büyüyen ateş vardı onu durdurmaya çalışıyordum. Yaklaşık bir saat kadar yürüdük sonrada helikoptere bindik. Sağ çaprazımda oturan asker gözlerini benden alamıyordu. Elimi şıklattım ona baktığımı fark etti “Bir sorun mu var aslanım?” dedim. Sorusu olmasa da diyeceği olduğuna emindim. “Komutanım bize size öyle bir anlattılar ki, ben sizle aynı helikopterde olduğuma halen şaşırıyorum.” Dedi. Normalde olsa çok pis hava atardım ama şimdi “Sağ ol aslanım ama ben kor olmadan pekte efsane sayılmam.” Batur bunu duysa nasıl mutlu olurdu. KENDİNE GEL ESEM, BİR DAHA GÖZLERİN GÖREVDE DOLMAYACAK.
Asker halen bakıyordu. Bir şey demedim. Zaten beş altı dakika sonra helikopter iniş yaptı. Önce kırlangıç timi sonrada ben helikopterden indik.Çelik albay bizi bekliyordu. Kıraç timine kışlaya geçme oradan da dağılma emrini verdi. Beni ise yanına çağırdı, onu arkasından takip ettim. Odasına girdi bende arkasından girdim koltuğuna oturdu bende karşısında hazır olda bekliyordum. “Yüzbaşı kara otur.” Karşısında ki koltuğu işaret etti. Sakin ol Esem otur ve çaktırmada derin nefesler al. Gözleri üstümdeydi. Bilgisayardan birkaç şeye baktıktan sonra bana döndü. “Sana bir ay izin veriyorum evine git dinlen.” Dedi. Hepsi bu kadar mıydı? Timim hakkında hiçbir şey demeyecek mi? “Komutanım kor onları esir aldılar komutanım. Ben onları almadan iyi olduklarını bilmeden nasıl eve gideceğim.” Dedim ve dediklerimde haklıydım kardeşlerim ne durumda bilmemek beni öldürebilirdi. “Yüzbaşı elimizde kor timi ile ilgi hiçbir bilgi yok esir olduklarını bilmemiz dışında tabi yaşıyorlarsa. Şuanda senlik bir durum yok evine gidebilirsin.” “Evime mi gideyim? Komutanım benim üst katımda Begüm Tarcan oturuyor Yüzbaşı Pars Tarcan’ın karısı. Beni görünce ben ona ne diyeceğim? Karşı komşum Hande Perk Teğmen Selçuk Perk’in annesi ona diyeceğim.” “Yüzbaşım biz ailelerine onların şehit haberlerini verdik. Daha doğrusu kayıp olmakla birlikte şehit olduklarını düşündüğümüzün haberi gitti.” İşte bu çok ağrıma gitmişti. Selamımı verip dışarı çıktım. Esem hayır şuan değil. Hızlı adımlarla karargâhtan çıktım arabaya bindim. Kafamı direksiyona vurdum önce yok dinmiyordu içimdeki öfke. Şimdi Ağlayabilirsin Esem. ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA. Kimse duymaz burada sesimi. Kendimim toplayıp arabayı çalıştırdığımda saate baktım tam bir saattir ağlıyordum. Evin önüne geldiğimde Binamızın Bayrakla kaplı olduğunu gördüm. Yavaşça arabadan inip içeriye adım attım. Binamız dört katlıydı içeri girer girmez Ulaş ve Emre’nin evleri karşıladı beni. Kapının karşısında kendimi yere bıraktım. “Ne olur ölmemiş olun ben bu evlerde başkalarını görmeye dayanamam. Geri dönün bana geri dönün evinize geri dönün.” Yerinden kalkacak gücün kalmadı değil mi Esem. Kalmadı ben hiç kor timinden ayrı kalmadım. Şimdi belki yaşamıyorlar. Yaşıyorlarsa da canlarını çok yakıyorlar. Eğer birileri onların canlarını yakıyorsa yeminim olsun onları bulduğumda hepsini öldüreceğim. Son gördükleri şey benim ve arkadaşlarımın ateşleri olacak. Soysuz yaşadılar soysuz ölecekler bu konuda elimden ne geliyorsa yapacağım. Ellerimden güç alarak ayağa kalktım. Merdivenlere doğru ilerledim. Aklımda eski görev günleri canlanıyordu. “23 Temmuz 2026” “Uğur yüzbaşım nasıl alışabildiniz mi Kor timine.” Derken yüzümde tebessüm ve merak eynı anda vardı.“Alıştım Bengi yüzbaşım genelde Ulaş adımı kullanıyorum.” Net bakıyordu, bir kerede daha Uğur desem sinirinden ölecek gibi bir hali vardı.”Senin için farkı varsa Ulaş deriz.” Gülümsedi “Sağ olun. Her görev böyle sesiz mi geçer.” “Şuanda daha görev başladı diyemem korda görevler Ateşle başlar. Bu arada yavaştan alış burada herkes sana soy adınla seslenecek. Bu timde askerlerin adı olmaz, namları olmaz. Kendini diğerlerinden ayrı bir kefeye koyma diye her yerde olduğu gibi burada da sana soy adınla seslenilecek.” Gözlerindeki şaşkınlığı okuyabiliyordum. Kafası karışık bir şekilde bana döndü “Kor timinin efsaneliği anlatıldı bana nasıl efsane değilsiniz.” Yumuşak bir tebessümle karşıladım. “Sana kordan bahsedenlere timin içi hakkında hiç soru sordun mu? Bizim adımızı sanımız bilen var mı?” “Sormadım ama hiç içerisinde ki askerlerden bahsedilmedi tim olarak duydum.” Gözleri bu sefer aydınlandı “Sizi görünce karargâhta kimse öyle hevesle bakmıyor. Sizin kor timinde olduğunuzu bilmiyorlar. Sadece yüzbaşısınız onların gözlerinde.” Başımı salladım. “Aramıza hoş geldin yüzbaşı Turan ya da kor yedi.” “Hoş buldum kor dört.” Aramıza Emre girdi “ Yüzbaşı Turan diye seslendi doğru duymuşum değil mi?” başımı salladım. “OOO, demek seni timimize aldık hoş geldin kardeşim. “ Emre’nin yüzündeki neşe başka kimsede yoktu. “Hoş buldum.” Başını nezaketten erek söylemişti. Sempatik bir çocuktu. “Kara, Ezer, Turan sohbetinizi bölmek gibi olmasın ama sesinizi kesin.” Pars bunu çok kızgın bir tonla söylemişti. Üçümüzde sesimizi kesip yerlerimize geçtik.“Komutanım Ezerle Kara komutanımın her zamanki hali de, Turan komutanımı kendilerine benzetmeseler bari.” Dedi Batur. Dilimi dişlerimin arasında gezdirdim. Derin bir nefes aldım “Bera yarın kışla temizliği sende aslanım.”. Telsizden gülme sesleri geldi. Batur’un boş boğazlığı kendine dert olmuştu. … Ben eskilerle yaşamaya devam ederkem arkamdan gelen sesle irkildim. “Bengi kızım sen bilirsin, yanlarınaydın. Öldü mü benim oğlum.” Ne diyeceksin Esem? Arkamı döndüğümde ağlamaktan bir hal olmuş Hande teyzeyi gördüm. Bütün sözler boğazımı kesen bir ipe dönüştü, nefesimi kesti. Zor bela konuştum. “Bilmiyorum ama başka bir şeyleri biliyorum. Eğer yaşıyorlarsa söz veriyorum en kısa sürede sana oğlunu getireceğim ki bence sağlar. “Dedim kendim neye inanıyorsam onada aynısını söyledim. Eve girdim konuşmasını beklemeden kapıyı kapattım. Kapıya yaslandım ayaklarım yavaşça kaymaya başladı en sonunda tamamen yere oturdum. Ağlıyordum buna ağlamak denmezdi gözyaşlarım benden izin almadan dışarı hücum ediyordu. Kendimi toplamam nereden baksam iki saatimi almıştı. Kafamı dağıtmak için televizyonu açtım. Haber kanalı açık kalmış tam geçecekken “Kuzey ırak görevinde altı şehit” Lafını duydum. Tam spiker saymaya başlayacaktı ki televizyonu yere yapıştırdım, Üstüne de iki kurşun sıktım. Televizyonu elime aldım duvara fırlattım. İçimde ki öfke ve acı azalmıyordu. Tekrar sıktım bu sefer bütün şarjörü sıktım. Keşke sıkmasaydım. İki dakika sonra deli gibi kapım çalmaya başladı, koşup açtım Sude karşımdaydı. Acısını yaşamak için Hande teyzenin yanına gelmişti tahminen. Bana korku dolu baktı “ Ne oldu iyi misin?” “Sorun yok Sude televizyona sıktım. Korkmanıza gerek yok. Ben iyiyim “ dedim. Gözlerinde hala korku kuşku ve en çokta acı vardı. “Esem canını yakacak bir şey yapma olur mu? Sen bana Batur’dan emanetsin.” Gözlerimden yaşlar süzüldü “Asıl sen emanetsin Sude. Bekle beni.” Köşede çantam duruyordu içinden künyeleri çıkardım Batur’un künyesi elimde duruyordu. “Batur Bera /A (+) / Çanakkale “ Künyeyi Sude’ye uzattım. “Geldiğinde kedin verirsin sevgiline.” İkimizde hafif tebessümler ettik. “Esem ben Betül ablanın yanına çıkamadım sen çıkar mısın?” Başımı salladım. Sude Hande teyzenin yanına gitti. Bense içeri girdim. Künyelerin içinden Ulaş’ın künyesini seçtim. “Ulaş Uğur Turan / 0(-)” Boynuma taktım benim künyemin yanında onunki de vardı artık. Begüm ablaya teslim etmek için Pars abinin künyesini elime aldım. “Pars Tarcan/ Ab (+)/ İzmit” Merdiven basamaklarını çıkarken kafamda ki sesler, ağlamalı tonlar tamamen gitmişti tek ses kalbimden geliyordu. İçerisinde sürekli bir şeyler parçalanıyordu Ve her adımımda içimde o parçalar hareket edip içimi daha kötü kesiyordu. Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. Uzun süre bekledim en sonunda kapı açıldı Ege karşımda duruyordu. Daha on yedi yaşında gencecik çocuktu beni görünce bana sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sadece saçlarını sevebildim. “Abla çok canım yanıyor, annemin yanında ağlayamıyorum onu üzmeyeyim diye. Abla çok canımı yakıyor bu.” Saçlarını sevmeye devam ettim. “Ben buradayım yarın değil öbürsü günde babanda burada olacak. Sen olgun bir çocuksun senden esirgeyecek değilim. Baban ölmüş olsaydı o itler onu götürmezdi.” Ellerimle başını kaldırırken ekledim “Babanı sana geri getireceğim.” Gözlerinde ki ışıltı canlandı annesi gibi laciverte yakın mavi gözleri vardı, babasından da kumral saçlarını almıştı. Baya yakışıklı çocuktu. “Abla bir gün asker olacağım babam gibi. Annemi ağlatan bütün o şerefsizlerin soluğunu keseceğim.” Göz yaşların silip ekledi “Ulaş abi gibi dövüşeceğim.” “Eminim çok iyi bir asker olacaksın. Şimdi annenin yanına geçeyim ben.” Aklıma cebimdeki künye geldi. “Haa, Ege babanın künyesini sana vereceğim. Baban gelince sen ona verirsin.” Künyeyi ona uzattım. Boynuna taktı. Salonda köşede Begüm elinde evlilik fotoğrafları ona bakarak ağlıyordu. Gidip yanına oturdum, beni görünce yüzünü çevirdi. Küs gibi bir hali vardı. “Begüm bana küs müsün?” başını iki yana salladı. “Yüzünde Pars’taki o ifadeden var asker olduğunu belli ederek bakıyorsun. Bakışların sert bakmaya alışmış sadece onları yumuşatmaya çalışan bir ifade. Pars’ta en sevdiğim şey o ifadeydi.” “Begüm, yapma hiç yüzüme bakmayacak mısın?” başını hayır manasında sallayınca ekledim “Kocanı getireceğim o zaman bakmada göreyim.” Hızlıca bana döndü. Gözlerimin içine baktı “Yaşadığına inanıyorsun.” Devam ettirdi “Sen inanıyorsan kesin yaşıyordur. Onu bana getir Esem.” Başımı salladım. Bana sarıldı. Bir süre sonra Ege’de yanımıza geldi Annesine sarıldı. İkisi sarılırken ayağa kalkıp evden çıktım. Azda olsa içlerine su serpmiş olmak benimde içime su serpmişti. Eve girdim Selçuk’un künyesini aldım. “Selçuk Perk/ A(-) / Adana” Evden çıkıp karşı evin kapısını çaldım. Asel açtı. “Komutanım. Hande teyze içerde.” Ağlamaktan gözlerinin altı kıpkırmızı olmuştu. “Teğmenim sen iyi görünmüyorsun.” Dedim. Göz yaşlarını silerek konuştu “Nasıl iyi olayım komutanım Selçuk benim ilk aşkımdı.” Göz yaşlarını sildim “Kor geride adam bırakmaz, timin telsizci olarak bunu bilmen lazım asker. Gideceğim kardeşlerimi alıp getireceğim.” Evet tam olarak bunu yapacağım. “Haklısınız komutanım ama insan düşüncesine bile dayanamıyor.” Gülümsedim “Düşünme teğmenim.” Gözlerinde ki bana fazlasıyla gıcık olmuş ifadeyi bir anda sildi gülümsedi. “Komutanım Selçuk’un sizden neden bu kadar çok bahsettiğinin anladım.” “Ne diye bahsediyordu teğmenim?” yandan yarım bir gülüş attı. “Sen bana gıcık diyorsun, birde komutanlarımı gör seviyorum dersin sev bana ne der. Aklıma gelince fena oluyorum dersin aklına getirme der.” Göz yaşlarını tamamen silerken ekledi “Haklıymış.” Cevap vermedim içeri doğru ilerledim. Deli kurt arkamdan gıcık diyormuş ama ben eğitim kitlemez miyim size. Kitlerim. Hande teyze’nin yanına oturdum. Öylece dalmış bir şeyler düşünüyordu “Hande teyzem iyi misin?” gözleri bana döndü. “İyiyim kızım sen iyi misin asıl?” anlamaz bir ifade ile baktım ekledi “Benim iki oğlum vardı birini kaybettim içimdeki alevler sönmüyor. Sen bütün kardeşlerini kaybettin canın yanmıyor mu?” “Ben kardeşlerimi kaybetmedim daha öncede söylediğim gibi Selçuk buraya gelecek.” Künyesini ona verirken “Sende bu künyeyi oğluna takacaksın.” Künyeyi öptükten sonra bana döndü. “Nasıl bu kadar emin oluyorsun kızım.” Güldüm “ Ben kara yüzbaşıyım.” Sude’nin ve Asel’in yüzündeki gülümseme bana inandıklarını açık açık gösteriyordu. Aynı gülümsemeyi Hande ablanın yüzünde de görünce rahatladım. Kapı sesi ile Asel kapıya yöneldi. İçeri önce Ege sonrada Begüm girdi. Begüm Hande teyzenin yanına oturdu. Ben kalkıp diğer koltuğa Egenin yanına oturdum. Sude ve Asel tekli koltuklarda oturuyordu. Kimse konuşmuyordu. Herkes durgun ve sessizdi ara sıra farklı kişilerin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sinirle siliyordu gözyaşlarını. Dümdüz dururken Ege omzumu dürttü kafamı ona çevirince başını hafif sola yatırdı ve ayağa kalkıp içeri gitti. Peşinden ayağa kalktım, içeri yanına girince “Ne oldu oğlum?” gözleri ile karnımı işaret etti bakınca fark ettim tişörtüm kan olmuştu. Kafamı hemen kaldırıp Ege’ye baktım “Ciddi bir şey yok.” Kafasını iki yana salladı. “Abla ya hastaneye gidip müdahale ettirirsin yada abla yaralısın sen diye çığlık atarım.” Aynı babası bu çocuk insanı köşeye sıkıştırıyor “Babana bu kadar benzemek zorunda değilsin ege.” Elimle yaramı kapattım. “Senin dediğin şekilde olacak ama bir daha beni tehdit etmeyeceksin.” Başını salladı. Ben dışarı çıkarken o salona geçti. Hızlıca hastaneye gittim. Acile girdim, zaten kanı görünce direk müdahale ettiler. On dakika bile sürmeden işim bitti. Eve döndüm. Oturma odasına temizlemeye yeltenmedim bile geçip odama uzandım. Takvim gözüme çarptı. “01.06.34” bu tarihi asla unutmayacağım. |
0% |