@deren_yazar
|
Ölümden kurtulmak artık imkansızdı, nefessiz iki dakika daha anca yaşayacaktım. En azından benim bu çırpınışlarımı Ulaş görmedi. Bir yaşak daha seçme şansım olsaydı Ulaş’ın o kara toprak gözlerinde filizlenen bir çicek olmak isterdim. Artık seslerin gittiğini fark edebiliyordum. Öldüğümu fark edebiliyordum yani.
Birden sırtımın yere çarptığını hissettim ama gözlerimi açamıyordum, nefes almaksa iyice zorlaşmıştı, sesler hafiften duyuluyordu ve anladığım tek şey silahlı bir çatışma olduğuydu. Kaç olmuştu bu ölümden kıl payı kurtulduğum. Gerçi ne fark eder yine kurtulmuştum.
Sesler kesildiğinde boğazımda ki acıyla cebelleşiyordu. "Karam ses ver, Emre koş Emre!" Ulaş çığlık çığlığa bağırıyordu duyabiliyordum. Yanağıma değen elinin titreyişini hissedebiliyordum. "Geç kalmadık de Emre." Diye haykırdı, sesi her titrediğinde benim kalbimde titiriyordu. Başımı hafif kaldırdıklarını hissettim, boğamızdan halatı çıkardılar. Emre bir süre nefes almama destek oldu, onun yanında taşıdı o minik nefes tüpüne hiç bir zaman anlam vermemiştim ama şimdi ne anlamı olduğunu anlayabiliyordum.
Gözlerimi hafif açmayı başardım. Ulaş ve Güney bana bakıyordu. Ulaş yanıma eğildi, "iyisin." Dedi, öksürmeye devam ederken Emreden destek alarak oturur hale geldim. Gözlerimi çevirip göz ucuyla Pars'a baktım oda yeni yeni toplarlanıyordu. Ona döndüm elimi omzuna dokundurdum. Döndü başıyla onayladı. Timden sadece eskiler vardı. Yeniler yoktu korkuyla Ulaş’a döndüm yanıma eğilmişti, elinde su ve peçete tutuyordu.
Gözlerime bakınca anladı beni "Ikisi de turp gibi bilerek Emir dışındaki herkesi Ankara'da bıraktık. Sorun yok." Dedi, gözlerimle onayladım, derin nefesler aldım. Emre ne zaman bana dönüp su içmek istermisin dese onaylıyordum. Emre önce karnımda ki yaralara sonrada diğer yaralarıma pansuman yaptı. "Ben iyiyim." Dedim, Emre gözlerini kısarak bana baktı. "Çok şükür, çok korktuk ikinize de yetişemedik sandım." Dedi. Pars ayağa kalkarken "Yetiştiniz." Dedi. Ulaş başıyla onayladı.
"Komutanım, karargahtan arıyorlar. Kemal albay." Dedi,
Pars kendine zanan telsizi hemen aldı konuşmaya başladı. Timin geri kalanına da sarıldıktan sonra Pars’ın konuşmasının bitmesini bekledim. Konuşması biter bitmez yanına doğru ilerledim “bomba işini halletmişler mi?” dedim. Başıyla onayladı “Halletmişler.” Boğazını temizledi “Kor uçuyoruz.” Dedi, hep birlikte hızlanmaya başladık.
Bir saat kadar yürüdük, soluğum kesildi, olduğum yere çöktüm, biraz soluklanmaya başladım. “Kor, dinleniyoruz.” Dedi Ulaş yumuşak bir sesle bütün tim etrafa dağıldı, kontrollü şekilde dinlemeye başladık. Selçuk çantasından sandviç çıkardı bana uzattı, elinde ki sandviçi alacakken aramıza bir el girdi, o tarafa döndüm. Ulaş kaşlarını hayır manasında kaldırdı “İçinde roka var. Begüm hepimize rokalı sandviç yapmış, ben senin için çantama zeytinli poğaça koydum.” Dedi.
Tebessüm ile gülerek, Selçuk bir anda “Owww” diye bir ses çıkarak gülmeye başladığı anda ikimizde sert gözlerle bakmaya başladık “şaka sadece şaka.” Yutkundu “Ben Güney’in yanına gideyim.” Dedi ve kaçtı Ulaş yanıma oturdu. Çantasından zeytinli poğaça çıkarıp bana uzattı. Kendi sandviçini yerken bende poğaçamı yemeye başladım.
“Roka sevmediğimi nereden biliyorsun?” dedim, güldü “Balık yerken Roka yemiyorsun.” Dedi istemiszce güldüm, bunun çıkarımını buradan yapması beni bitirmişti. “Waow” dedim, güldü “Teşekkür edeceğine dalga geçiyorsun ayıp.” Dedi ikimizde güldük. Bir anda arkamızdan “Nasıl iyi mi böyle?” diye bağırdı Pars. İkimizde irkilerek yerimizden kalktık.
“Cilve yok, kendinize gelin askersiniz siz.” Dedi, ikimizde başımızla onayladık. “Kor gidiyoruz, bu kadar mola yeter.” İkimizde başımızla onayladık, hiç duraksamadan yürümeye devam ettik. Helikopterin geleceği yere vardığımızda Pars hepimizi karşısına dizdi, gözlerinde ki ifade net bir şekilde anlaşılıyordu. Sadece hepimizi hızlıca süzdü. “Karargahta konuşacaklarımız var.” Dedi, derin bir rüzgar ile birlikte arkamızı döndük. Sakinliğimizi koruyarak hepimiz helikoptere bindik. Pars bir şeye fazlasıyla sinirlenmişti ama neye sinirlenmişti ah bir çözsem.
Ankara’ya varınca, hepimiz helikopterden indik, Albay hepimizi karşımıza dizdi, “Kor, bir görevi daha başarı ile tamamladınız. Hepinizi tebrik ederim. Pars ve Ulaş siz benimle gelin yarın hepiniz izinlisiniz. İyi istirahatlar.” Aynı anda “Sağ ol, komutanım.” Diye bağırdık. Albay ve diğerleri gidince kışlaya girdik. Aklım Pars’ın sinirindeydi ve bir yandan da Rüzgar ve Çağrı aklımdaydı.
Emre uzun uzun bana sonrada diğerlerine baktı “Öhöm, Bahça duvarından aştım.” Dedi eliyle dolabın kapağına tıklatıyordu,
“Bahça duvarından aştım.” Güney ve Emre
“Sarmalık güllere dolaştım
Sarmaşık güllere dolaştım
Öptüm sevdim halalleştim
Öptüm sevdim halalleştim” bütün tim söylüyorduk bir yandan da oynuyorduk.
“Yanıyorum yanıyorum yanıyorum hele
Mail oldum gonca güle
Acem şalı ince bele” Batur ve Emre seranat yaptılar. Güney ve ben ortadaki masanın üstünde oynuyorduk, diğerleri ise etrafta oynuyorlardı. Pat diye kapı açıldı, Güney’le masanın üstünde omuz tokuştuturken içeri Kemal Albay girdi. Kim girdi Kemal albay, yani bu ne demek sıçtık demek.
Şok içinde kalakalmış bize baktı, sonrada hızlı bir şekilde kapıyı kapattı, hızlıca kendimize çekidüzen verdik. Kapı tekrar açıldığında “dikkat” diye bağırdım. Sakin tavırlarla bana baktı, “Orada öldürdüğünüz terörist, Leon’un sağ kolu Cengiz’ miş. Kor büyük kelle aldınız hepinizi tekrar tebrik ediyorum.” Dedi. Yerimde duramayacak gibi hissediyordum.
Albay dışarı çıkınca hızlı bir şekilde Emre’ye döndüm “Başla.” Dedim, başıyla onayladı, Başladı türküleri söylemeye kışlanın ön tarafına çıktık başladık oynamaya, yeni gelen erler ne olduğunu anlamıyorlardı. Biraz oynadık durduk “Cık” diye bir ses çıktı Güney’den. Selçuk’a bakıp güldü. Sonrada sesimi toplayıp “Asel teğmenim.” Diye bağırdım. Birkaç dakika sonra elinde sazla geldi sazı Emre’ye uzattı.
Tekrara başladık, Emir telefonla konuşması biter bitmez yanımıza geldi, kor klasiklerinden bir gündü, Timde biri kurtarıldıysa ve hastanelik olan yoksa bütün gün kendi kışlamızın minik bahçesinde oynardık. Kemal Albayda sağ olsun bizi görmezden gelirdi. Emire doğru dans ederek gittim. Ne oldu dercesine bir bakış attım.
“Bizimkileri aradım, geliyorlar komutanım.” Dedi, heyecanla ve mutlulukla daha eğlenerek oynamaya başladım. Ulaş ve Pars koşarak yanımıza geldiler. “Ne kadar büyük öğrendiniz mi?” dedi Pars gülerek, Emir gülerek bağırdı “Çok büyük komutanım.” Dedi, hepimiz güldük oynamaya devam ederken kapı tekrara aralandı. Timin geri kalanı da geldi. Onlar içeri girince Emre sustu. Hepimiz Rüzgar ve Çağrı’nın yanına ilerledik. Gözlerimizle iyi olup olmadıklarını süzdük.
“Turp gibiyiz, komutanım.” Dedi Rüzgar gülerek, Emre’nin yanına iki sandalye daha çektik. Emre çalmaya başlayınccaa herkes oynamaya başladı, hemen kenara geçtim telefondan pidecimizi aradım. “Allo, Osman amca.” Dedim. “Efendim, Esem kızı.” Dedi. “Bizim karargaha bir elli tane lahmacun yolabilir misin?” dedim. Duraksadı sonra hızlıca “Yarım saate yollarım kızı.” Dedi. “Sağ ol, abi.” Dedim. Telefonu kapattım.
Güle eğlene oynadık. Yanımızdan komutaları ile yeni erler geçti. Erlere dur emri verdi komutanları, yanımıza ilerledi, Ulaş oynamaya devam ederken “Ne oldu teğmenim.” Dedi, teğmen başını hafif yana eğdi “Ne olsun komutanım. Sizi eskisi gibi gördüm ya.”dedi, Hepimiz güldük. Askerleri ile ilerle di. Beş dakika sonra Parsın işareti ile durduk.
“Hoş geldin Osman amca hayrola.” Dedi, Osman amca ellerinde ki lahmacunları kaldırarak “Esem kızı, getirebilin mi dedi. Bende getirdim.” Timde kiler koşup ellerinde ki lahmacunu aldılar Pars tam ödemeye yönelecekken Ulaş durdurdu “Çömezeler hadi görelim sizi.” Dedi, Emir ve Alp koşarak Osman amcanın yanına ilerlediler. Nereden baksan bin lira ceplerinden çıkmıştır.
Onlar para ile uğraşırken bizde masayı yemek masası düzenine getirdik. Pars kolumdan tutu “Revire bir görün.” Dedi, başımı hafif eğerek onayladım. Selçuk hızlıca lahmacun sayısına baktı, başını hayır manasında salladı , “Osman amca sen çocuklardan bi elli daha al, yetmez bu ben tek başıma on tane yiyorum.” Dedi, güldük, Emre devam ettirdi “Sizin çiğ köftelerden de ekle abi gençlere.” Ulaş’a yapma der gibi baktım, başını hayır manasında salladı “Piyaz ve diğer salatalardan da yaz abi.” Beş altı binlik.
Güney yavaş adımlarla diğer çömezlerin yanına ilerledi “Dorukcum pambık eller cebe, Arda senin içinde aynısı geçerli koçum.” Dedim. İkisi de mutsuz bir ifade ile yerlerinden kalktılar, Pars çoktan masanın baş köşesine oturmuştu, gözlerimi onun üzerine çevirdim. “Her şey yolunda değil mi?” dedim, onayladı “Böyle olunca içime bir sıkıntı giriyor, bir gün şurada bir kişi eksik olacağız diye.” Dedi, kendini dikleştirdi, toparlanmaya çalıştı “Allah korusun, sayımız katlasın da bir azalmasın.” Bütün aynı anda “Amin.” Dedi, arkamı bir döndüm, hepsi arkamdalar.
“Yiyeceklerin geri kalanı gelene kadar, siz gidip bir revire görünür komutanım.” Dedi, Emir yumuşak bir sesle, gözlerimle onayladım. Kışladan çıktım. Mutluydum çünkü mutluydular, mırıldanarak keyifle yürüyordum. Rütbemi görem bütün askerler karşıma hazır ola geçiyorlardı. Onları görünce kendime çeki düven verdim.
Sekerek değil düzgün adımla yürüdüm. Revire girdim, yatağa oturdum. Bütün yaralarıma baktılar pansuman falan filan revirde çalışan kadın bana baktı “Çok ağrınız var mı?” başımı hayır manasında salladım. Gözlerini kocaman açtı “Yuh ama beton değilsiniz ki siz? Sizde insansız bu bordo bereliler garip.” Dedi, güldüm. İşi bitince ayağa kalktım, teşekkür edip dışarı çıktım. Bizim kışlaya değil erlerin kışlasına geçtim. “Beni görünce hepsi ayağa kalktılar. “Oturun.” Dedim.
Gözleri parlayarak bana bakıyorlardı, yanlarına oturdum. Hepsi gülen meraklı gözlerle bana bakıyorlardı “Nasılsınız gençler?” dedi, hepsi başları ile onayladılar, “Eee, ne suskunsunuz anlatın bakalım, Askerlik nasıl gidiyor aranızda devam etmek isten var mı?” dedim, hepsi gözleriyle tekrardan onayladılar. “Oğlum konuşsanıza.” Dedim. İçlerinden bir tanesi “Komutanım çoğu komutan hakkında bilgiye sahibiz ama sizden hiç bahsedilirken duymadım. Yeni mi geldiniz?” dedi.
Gülümsedim “Yeni gelmedin son dört senedir burada görev yapıyorum. Adımdan çıkaramamanız normal Yüzbaşı kara ben.” Dedim, soruyu soran çocuğun gözleri kocaman oldu “Yüzbaşı Kara mı? Kor timinde ki mi?” dedi, başımla onayladım hepsinin gözleri kocaman açıldı. “Ben sizi hiç böyle hayal etmemiştim.” Dedi yanımda oturan asker, yüzümü hafif ona döndüm “Nasıl hayal etmiştin aslan parçası?” dedim.
“Komutanım sizi için beton yıkılır kara yıkılmaz diyorlar.” Dedi, güldüm “Bu beton lafı da iki gündür çok meşur oldu hadi hayırlısı.” Dedim, çocuğun biri döndü “Komutanım Ulaş komutanım sizi öyle anlattı. Komutanım sizin ve Pars komutanımın oradan sağ çıkamayacağını söylediler.” Dedi, sadece güldüm. Diğeri ekledi “Komutanım herkes Pars komutanımla sizin haber uçurmanızdan bahsediyor helal olsun valla.” Dedi, “Eyvallah.” Dedim, ayağa klaktım onlar kalkmadan elimle dur işareti yaptım. “Oturun oturun.” Dedim ve çıktım.
Ara sıra yeni gelen erlerin yanına gidip kendimi motive ediyordum. Full artı full enerjiyle kışlaya girdim. Beni bekliyorlarmış hızlıca yerime oturdum, yemeği yerken Ulaş’ın beni dürttüğünü fark ettim, gözleriyle Selçuk’u gösteriyordu. Pars’a döndüm, ayranından bir yudum aldı “Güney sizin iş ne oldu Elif ile.” Dedi, Güney sakince başını kaldırdı “Elif yarına bilet aldı komutanım burada sakin bir nikâh kıyacağız. Annesine de rahat ettirmek için ona da mehir olan altınları bırakmış.” Dediği gibi boğulmaya başladım. “Ne?” dedim, Ulaş sırtıma vurmaya başladı.
“tabi parayı verince.” Dedi, Alp kısık bir sesle. Neyse Esem en azından mutlular. Sakin ol derin nefes al. Güney’e döndüm “Öyle işte komutanım.” Dedi, sonra bütün gözler Selçuk’a döndü. “Eeeeeee.” Dedi, Selçk elinde ki çatalı yavaşça bıraktı “he sıra bana geldi galiba.” Hepimiz hızlıca onayladık. Ayağa kalktı arkasına döndü birkaç kes öksürdü. Elini cebine soktu, minik taşlı bir yüzük çıkardı. Pat diye yere eğildi.
“Benimle evlenir misin Türk kızı?” dedi, Asel’in gözlerinden ışık fışkırıyordu, Heyecanla Selçuk’a sarıldı ve yine yerdeler, hepimiz güldük “Bunlarda bilerek mi yapıyor her sarıldıklarında yerdeler.” Dedi Arda gülerek. Onlar yerden kalkarken, Pars’In gözlerinin bende ve Ulaş’ta olduğunu fark ettim. Kaşlarımı hayır manasında kaldırdım. Pars’In yüzünde ki ifade beni dinlemeyeceğini belli eden bir ifadeydi.
“Eeee, Ulaş?” dedi Pars, gözlerimi yere çektim. Gergin hissediyordum, Ulaş ayağa kalktı, yere eğildi “Benimle sevgili olur musun yüzbaşım?” dedi, gözlerim doldu, sesim kilitlwnir gibi oldu başımı hafifçe salladım “Kısık bir sesle “evet.” Dedim. Ulaş ayağa kalktı bende ayağa kalktım, sarıldım. Gözleri parlıyordu. Birlikte yerimize oturduk. Timden kimse beni anlayamazdı. Ben şehit kızıydım. Babam gibi sevdiğim adamı da kaybet korkusu…
Güney gözlerini üzerime çevirdi “Komutanım ben unutmuşum, Esem komutanım ile düğün ile alakalı bir şeyler konuşmam lazım. İzninizle biz biraz yürüyebilir miyiz?” dedi, Pars başıyla onaylayınca beraber, ormana yürüdük. Etrafa bakındı “Kimse yok, Esem iyi misin?” dedi. Başımı hayır manasında salladım. “Şerefsiz çok vurdu hiç acımadı. Karargahı patlarken gördüm. Çağdaş’ın şehit olmadan iki saniye önceki gülüşünü gördüm. Şehitlere sıkılan kurşunların sesini duydum.” Dedim. Dizlerimin bağı çözüldü.
Acı, insanı büyütendir ya insan ne kadar büyüyebilir ki daha, ben büyümekten çok sıkıldım. Beni küçücük yaşımda baba acısıyla büyüttü. Timimden kaybettiklerimle devleştirdi şimdi ise gencecik çocuklara sıkılan kurşunlarla dahasını yapmayı hedefliyordu.
Yutkundum devam ettim “Ben şehit kızıyım, en büyük korkum bir gün sevdiğim adamı da.” “Hop hop.” Diyerek susturdu. “Esem, yapma kimse şehit düşmeyecek tamam mı?” dedi, gülerek, ağlamamı bastırmaya çalıştım başaramadım yere düştüm, ağlamamın şiddetti artmaya başladı, yere düşeceğimi anladığım anda “Güney git sen.” Dedim. Başını hayır manasında salladı.
Yere düştüm, nefesim daraldığından olsa gerek elimi boğazıma götürdüm, ipin morarttığı yere götürdüm elerimi. Sakinliğimi koruyamadığımdan derin bir nefeslerde alamıyordum. Nedensiz bir daralıştı bu, Güney’e gözlerimi çevirdiğimde şok içinde bana baktığını fark ettim. “Bekle burada geliyorum.” Dedi, gözlerimle onayladım.
Galiba birilerin şehit oluşunu görmeyi kaldıramıyordum. Ağlamaya devam ettim. “Bengi” diye bir ses duydum. Ulaş yanıma çöktü, ellerimi tutu. “Güney kimseye bir şey demek yok.” Dedi. Saçlarıma dokundu. Başımı göğsüne doğru çekti. “Saat kaç oldu Esem hatırlıyor musun?” dedi, başımı hayır manasında salladım. “Saat yirmi bir, kırk sekiz.” Dedi, başımı onaylarcasına salladım “Saat yirmi bir kırk sekiz” dedi. “Evet” dedi, Ulaş onaylar bir sesle.
Saat ilerlemişti, artık evimde olmak istiyordum ama bu durumda gidemezdim. Topralanmam gerekiyordu anlık sinir boşalmasıydı bu sadece hemen şimdi toparlanabilirsin Esem. Toparlanabilirsin değil mi Esem?
“Burada ışık az, eve gitmek istiyorum.” Dedim. Ulaş onayladı “Önce güzel bir nefes alalım mı?” dedi, evet manasında başımı salladım. Derin bir nefes aldım “Hadi eve gidelim.” Gülümseyerek onayladı. “Esem saat kaç?” derin bir nefes aldım “Dokuz elli bir.” Dedim. Saate baktı “Tamam gidebiliriz.” Dedi. Hızlıca ayağa kalktık. Karargaha doğru koştum. Kışladan içeri girdim.
"Ben eve gidiyorum. Bir isteğiniz var mi?" Dedi. Herkes başını eyvalalh dercesine salladı. Hızlı adımlarla dışarı çıktım. Arabama bindim. Hızlıca sürmeye başladım. |
0% |