Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@deren_yazar

-ANKARA/ KARARGAH

ALP

Duyduklarım karşısında şok oldum. Bunları koşup Doruk’a anlatmam lazım. Koşarak kışlaya gittim. Her zaman ki köşesine oturmuş çay içiyordu. Hemen yanına oturdum “Kor timi yeniden kurulacakmış eski kor timi kurtarılana kadar onlar yerine devam edeceklermiş, sonrada onlarla birleşeceklermiş.”

Donuk gözlerle bana baktı “Oğlum bundan bize ne umarım iyi askerler bulabilirler.” Salak bu çocuk, o askerler biz olabiliriz. Bunu dışımdan ona da söyledim. Bu sefer bana daha garip baktı “Biz iki asteğmeni alacaklarını mı düşünüyorsun ?” başımla onayladım. Duraksamadan devam etti.“O timi kurtaracak adamları en iyilerden seçerler. Biz kimiz oğlum.” Yine ne yaptı ne etti bozdu moralimi. Bende onun yanına kös kös oturdum. Bir çayda ben aldım. Benim içimde minikte olsa umut vardı belki bizi de çağırırlardı.

 

ESEM

Duramadım yerimde. On beşinci günün sabahı arabaya bindim, karargâha giderken ilk defa kendimi bu kadar yalnız hissediyordum. Yalnızsın geri zekâlı. Esem kendine gel karargâha geldin dik dur. Sen bir yüzbaşısın.

Karargahın koridorlarından geçerken herkes bana bakıyor gibi hissediyordum öyle olmasa bile. Kafeteryaya inip bir şeyler içmek bile istemedim. Direk bizim kışlaya geçtim. Her yer bizim anılarımız ile doluydu. Tim fotoğraflarımız. Radyomuz.

Eşyalara bakarken aklıma artık bunlar taşıyacaklar dolaplarımızı boşaltacakları, yeni gelen askerlere yer açacakları aklıma geldi. O dolaplarda bizim yıllarımız vardı.

Dolaplarımızda adlarımız yazıyordu,

Yüzbaşı Pars Tarcan

Yüzbaşı Esem Bengi Kara

Yüzbaşı Ulaş Uğur Turan

Üsteğmen Batur Bera

Üsteğmen Emre Ezer

Teğmen Güney Eroğlu

Teğmen Selçuk Perk

Kapının açılması ile kafamı ö yöne çevirdim. Albay Türk (KEMAL) karşımdaydı. Hazır ola geçtim. Yavaş adımlarla karşıma geçti oturdu. Diğer askerle çık emri verdikten sonra gözlerini bana dikti.

“Otur yüzbaşı (oturdum)bir ay izin vermiştim ama sen gelmişsin meğer geldin. Kor timinin yerine geçecek bir tim oluşturuyorum. Komutanı sen olacaksın, olurda eski kor timini sağ salim bulursak onlar ile devam edeceksin. İçin rahat olsun.” Dedi. Esem bu sadece bir süreliğine böyle olacak dayanabilirsin.

Albayın bana uzattığı dosyayı aldım. Ben alır almaz “Dosyada seçilen bütün askerlerin adı yazıyor. Bir araya toplayıp eğitim sahasına alabilirsin. Kolay gelsin Yüzbaşım.” Dedi. “Sağ ol komutanım.” Dedi. O çıkınca olduğum yerde dona kaldım.

İçimden ne dosyayı açmak nede o askerleri eğitmek gelmedi. Bir süre derin ve rahatlatıcı bir nefes alıp isimler sesli bir şekilde okumaya başladım.

Asteğmen Arda Zalim

Asteğmen Alp Savaşçıoğlu

Asteğmen Emir kesin

Teğmen Çağrı Yoldaş

Teğmen Rüzgar Doru

Astteğmen Doruk Şahin

Belli ki gençlerle çalışacaktım. Çok zekisin ya Esem. Kalk topla şunları da bakalım ne kadar iyiler. Hızlıca ayağa kalktım, bu çocukları sonuna kadar denemek en iyisiydi ve hatta deli gibi bastıracaktım. Küçük bir Pars olacaktım. Bu tabir baya hoşuma gitti.

Kafeteryaya indim kahvaltı saati olduğu için bütün hepsi mecburen orada olacaktı. Kafeteryaya ben girince hepsi ayağa kalktı nereden baksan iki yüze yakın asker vardı. Sesimi toplayıp bütün listeyi bağıra bağıra okudum.

“İsmini okumadığım askerler oturabilirsiniz. İSMİNİ OKUDUKLARIM İKİ AYNEN İKİ YETERLİ İKİ DAKİKA EĞİTİM SAHASINDA OLUN.” Ulan bile kedi sesimden dolayı kulak ağrısı çektim. Neyse Esem in aşağı bekle şu askerleri. Bakalım ne kadar hızlılar.

Gidip Sahanın ortasına sandalye çektim. Son otuz saniye. Gelmeyen bir asker kaldı, son on saniye. Yine sesimi yükselttim “9, 8 ,7, 6, 5 oooo hoş geldin aslanım.” Soluk soluğa karşıma geçti. Biraz soluklanmalarını bekledim. Gülümseyerek karşılarına geçtim. Ortada ki içlerinde en heyecanlı durandı.

“Sen ortadaki rütben ne adın ne?” Donuk ve soğuk bir tonla sormaya dikkat ettim.“Asteğmen Alp Savaşçı oğlu emret komutanım.” Korku ve heyecanla cevapladı. “Hayrola sen niye son saniyelere kaldın?” “Beremi kışlada unutmuşum komutanım dönüp onu aldım.” Güldüm “Aferim asker.”

“Gençler sizi kandırmayacağım size yalanada söylemeyeceğim. Ben bir süre size her kor dediğimde duraksayacağım. Size klasik konuşmayı yapmayacağım. Ben hata kabul etmem cümlesiyle başlayan konuşmadan bahsediyorum.” Saçımı düzeltirken “Beraber hatada yapacağız ama sonu hiçbir zaman kötü bitmeyecek. Kor timinde hata olur ama kor o hatayı doğruya çevirir.”

Ser bir şekilde yutkundum “Kor timinde ad geçmez normal koşullar altında ama bir süre size adlarınızla hitap edeceğim. Sizi tam anlamıyla kor timi olarak hazır gördüğümde size hitabım değişecek. Sorusu olan var mı?” En sağdaki çocuk bir adım öne çıktı.

Başımı aşağı doğru salladım “Komutanım bizi eğitime ya da sınava tabi tutmayacak mısınız?” diğerlerinin gözlerinde de aynı merak vardı. “Adın Rütben ne asker?” “Teğmen Rüzgar Koru, emret komutanım.” Gülümsedim.

“Sizi ben seçmedim Albay Türk seçti. Eğitime ya da sınava ihtiyacınız olsaydı o yapardı zaten. Başka sorusu olan var mı?” bir süre durdular en soldaki bir adım öne attı. Yine başım ile onayladım “ Ast teğmen Arda Zalim, komutanım bizi neden kor timi göremeyeceğinizi söylediniz. Bizi kor timine layık görmüyor musunuz?”

Güldüm kendimi tutamayıp bir daha güldüm burnumu kaşıyarak kendi dikkatimi topladım. “Arda sevdim seni cesursun ben sormaya cesaret edecek olan var mı diye merak ediyordum. Sizi layık görmediğim için değil aklım da kayıtlı kalan geçmişi unutmak için zamana ihtiyacım olduğundan diyorum.” Hepsinin yüzünde bir gülümseme oluştu ama en büyük gülümseme Arda’da oluştu.”

“Bu kadar soru yeter kor. Kışlaya geçebilirsiniz.” Dedim ve aralarından geçip kışlaya ilerledim.. Bir saat kadar sonra duş alıp içeri girdiler. Bense halen dolaplardan silinen isimlere, duvarlardan sökülen resimlere inanamıyordum. O kadar dalmışım ki, içeri girip masanın çevresine oturan kocaman kor timini fark bile etmemişim.

 

“Komutanım, Esem Komutanım duyuyor musunuz?”

“He duyuyorum oğlum, bir sorun mu var?”

“Yok komutanım sadece sizi merak ettiğim için.”

“Adın neydi senin?”

“Çağrı Yoldaş”

“Güzel isim teğmenim.”

Diğer çocuklarda bize bakıyordu. Sessiz daha doğrusu yumuşak bir tonla “Ben size kendimi tanıtmış mıydım?” tanıtmadığımı bende biliyordum ama işte sorulur ya öylesinde bende sordum zaten onlarda bu soruyu bekliyorlarmış. Hepsi başlarıyla reddettiler. Kendimi hazırlayıp konuşmaya başladım.

“İlk önce zaten bildiğiniz şeyleri söyleyeyim, ben yüzbaşı Esem Bengi Kara, otuz dört yaşındayım. Bilmediğiniz kısma geçeyim, benim tahmin edeceğiniz gibi sosyal bir yavaşamım yok. Önceden yani iki hafta öncesine kadar en azından ailem vardı. Off.” Dedim ve kendimi dışarı attım. Koşarak kendimi lavaboya kitledim.

Yeni timim kapıya delicesine vurmaya devam ederken ben daha soluklarımı toplayamamıştım bile. Birkaç saniye sonra oradan çıktım. Çocuklar etrafıma toplandılar. Sürekli iyi olup olmadığımı, dinlenmek isteyip istemediğimi ve hatta istersem beni evime götürebileceklerini söylüyorlardı.

Bütün sorularına aynı cevabı verdim, “ben iyiyim merak etmenize gerek yok.” En sonunda farklı bir cevap çıkmayacağını anladılar ve geri çekildiler. Saat akşam 9.00 olmuştu, gençlere yatakhaneye geçti bende eve.

Kafam çok karışıktı ama sonunda uyumayı başardım. Sabaha kadar yaklaşık sekiz kere uyandım. Her seferinde aynı şekilde titreyerek, hep aynı şeyi gördüm o dağdayım tek başımayım. Değil miydin Esem?

Saat 6.00 gösteriyor ben çoktan yola çıkmıştım bile. Karargâhın otoparkına arabayı çektikten sonra koşarak üstüme kıyafetlerimi giyindim. Albay Türk ile konuşmaya gitmeden önce yatakhaneye gittim halen uyuyorlardı.

“KOR, uyumaya devam mı ?”

Hepsi hızlıdan ayağa fırladılar bende dışarı çıktım. Albay il görevin detaylarını konuşacaktım.

 

ALP

Abi komutanın bile manyağına denk geliyorum ben ya. Kadın bir saat seviyorsa bizi ertesi saat nefret ediyor. Timde bir garip arkadaş hepsi çok ciddiler yani ne bileyim kor denildi ya mutlu eğlenceli bir ekip oluruz sanmıştım.

“Beyler yanlış anlamazsanız, niye bu kadar sert ve ciddisiniz ?”

“Alp bizim amacımızı biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum tabi Rüzgar.”

“Rüzgar? “

“EEEEE Rüzgar Teğmenim demek istedim.” Rüzgar Teğmen beni dinlemeden dışarı çıktı.

“Kardeşim bence sen sus ve hazırlan senin dışında hazır olmayan kalmadı. Esem komutan seni yok edebilir.” Dedi ve dorukta diğerleri ile birlikte dışarı çıktı. Yandın oğlum yandın Alp.

ESEM

Timi bana doğru gelirken gördüm o anda bağırarak “Kor koş acil uçuyoruz.” Bende onlarla birlikte koşup silahlarımı hazırlamaya başladım. Adam eksik kim yok düşün Esem. O uzun siyah saçlı çocuk. Neydi adı ALP.

“Alp nerede?” içeri pat diye daldı “Geldim komutanım.” Başımla onayladım. Herkesin hazırlanmasını beklerken içeri Albay girdi. Son ses “Dikkat” diye bağırdım. Sıraya dizildiler.

“Kor operasyon detayları tim komutanıza anlatıldı, iniş koordinatlarınız pilotlara verildi. Allah yar ve yardımcısınız olsun.” Hep bir ağızdan “Emret komutanım.”dedik be helikoptere bindik.

İniş yaptıktan sonra etrafa bakındım bildiğim topraklardı buradan dağ yolundan gidersek otuz sekiz dakika sürecekti. Hareket emrim ile hızlıca harekete geçtik. Yollar hiç beklemediğim kadar temizdi. On dakika kadar konuştuktan sonra çok net bir mermi değiştirme sesi duydum. “Kor siper al.” Dedim.

Birkaç saniye içinde kendimizi taşların arkalarına sakladık. Artık bağırmak ahmaklık olurdu telsizden konuştum. “Kor çevreyi iyi inceleyin gizleniyorlar.” Dedim. Ben bunu dedikten birkaç dakika sonra Rüzgar “saat 9 yönü adamlardan biri orada komutanım.” İyi nişancı. “Aferim oğlum gözün onda olsun”

 

 

“Asker olmuyor böyle sen adamlarınla saklanıyorsun. Neyse Ateş.” Ses megafon gibi bir şeyden geliyordu. Konuşması biter bitmez ağır ateş başladı. Bir yandan mantar keserken bir yandan “Kor her kurşununuza bir leş istiyorum. Yaralananı deşerim.” Dedim. Yaparım, yaparım diyor birde kafayı yedin iyice Esem odaklan tek hedef karşındaki şerefsizler.

Ateş yavaş yavaş azalıyordu. Telsizden bir anda “Ah” diye bir ses geldi ama kimden geldi. “Arda iyi misin lan ?”

“İyiyim kardeşim kolumu sıyırdı. Turp gibiyim turp.”

Deli bu çocuklar, “Arda hatırlat Ankara’ya gidince seni döveceğim. Dikkatli olun lan.” Dedim cevap vermez diye bekliyordum ama şaşırttı beni “Emredersiniz komutanım” cidden deli. Emre olacaktı şimdi, Arda’nın yanına ışınlanır döverek yarasına bakardı. Kendine gel Esem.

Son birkaç adam kalmıştı megafondan konuşan adamın kaçtığını gördüm. “Kor koruma ateşi” dedim ve adama doğru koşmaya başladım bana ateş etme ihtimali vardı. İki eline de sıktım artık o ihtimal tamamen yok olmuştu.

Adımları yavaşladığında onu yakaladım. Saçından sürükleyerek kora doğru ilerledim. Adamı bizimkilerin ayaklarının dibine doğru fırlattım. “Doruk sende.” Başı ile onaylayıp adamın yanına gitti. Bizden zaman çalmak için bilerek böyle bir kumpas kurmuşlardı.

Herkesi göz ucumla süzdükten sonra “Kor çok zaman kaybettik uçuyoruz.”dedim. Hepimiz çevreyi kontrol ediyorduk ama bir yandan da koşturuyorduk. Koşarken aklıma Arda geldi. “Arda, yanıma gel.” Telsizden derin bir yutkunma sesi geldi galiba cidden benden tırsıyordu.

Yanıma geldiğinde konuşmasına fırsat vermedim “Çantanı çıkart bana ver yerine geç.” Yüzünde anlamaz bir ifade oluştu sormaya da çekindi “Yaran kolunda daha çok ağrı yaptırır çanta sen bana sağ ve dik lazımsın. Şimdi çantanı ver.” Dedim. Bu sefer bana bakıp “İyiyim komutanım, gerek yok.”dedi.

“Asker” gayet net söyledim, oda anladı çantasını çıkardı bana verdi ve yerine geçti. Çok az bir yolumuz kalmıştı son beş dakika falandı tedbirli gitmek daha iyi olacaktı. “Kor artık çok yakınlarındayız kampa sızar gibi sesiz ama saldırgan hadi.” Dedim. Birileri mikrofonun açık olduğunu unuttu.

“Kampa sızar gibiymiş, sorsana bana hiç kampa sızdın mı diye. Tövbe Tövbe ya” Bu çocuğun cidden sorunları var. “Sızarız aslanım, sen hiç merak etme” dedim. Kem küm etti sonrada telsizi kapattı.

Son kez konuştum “Kor kayboluyoruz.” Sessizce çamların arasından girişe kadar sokulduk. Yüksel noktalara mevzilendik. Köy meydanını açık ve net görüyorduk, şerefsiz bütün halkı dizlerinin üstüne çökermiş bir şey anlatıyordu. Halktan biri bir şeyler söyledi.

Şerefsizin silahını yeltendiğini görünce “Kor halkı koruyun başlarında ki adamı sağ alalım.” Ateş açmaya başladık. Halk etrafa kaçışmıyordu ama şerefsizler kaçacak delik aramaya başladılar. Bulamadan öldüler.

Başlarında ki arabaya binip gitmeye yeltendiğinde Rüzgar dört kurşun sıktı tekerler tamamen patladı. “Aferim oğlum. Rüzgar Alp burada kalın incelemeye devam edin. Sırayla devri dönüşüm yapacağız.”dedim ve olduğum yerden çıktım.

Korun geri kalan kısmıyla köye indim. Arabaya doğru silah doğrulttum. “İn lan aşağı, yoksa seni öldürürüm.” Dedim. Şerefsiz gülerek arabadan indi. Teo “Sen, elime düştün Teo seni delik deşik edeceğim boşuna gülme.” Sözlerimin üstüne daha çok güldü cebinden telefon çıkardı bir video açtı bana uzattı.

Videoyu başlattım. Pars, Emre, Güney, Batur, Ulaş, Selçuk hepsini bağlamışlardı, bir tane adam ise bizimkilere vuruyordu. Derin nefes al sakin ol Esem. Yok ben sakin olamıyorum. Telefonu cebime koyup boğazına yapıştım. “Timim nerede Teo?” bana hiçte rahatsız olmayan gözlerle baktı. “İşte onu öğrenmek için istediğim şeyleri bana vereceksin.” Bunu yapmayacağımızı ikimizde biliyorduk.

Elimden geldiğince sakinliğimi koruyarak “Ne istediğinin ve ya isteyeceğinin hiçbir önemi yok bunu biliyorsun. Asla yapmayacağımı biliyorsun. Şimdi beni yormadan nerede olduklarını söyle.” Gülerek cevapladı “Bu hallerini çok seviyorum yüzbaşı.” Cevap önce kafa attım. Yere yatırıp üstüne çıktım, yumruklamaya başladım “NERDELER LAN!” vurmaya devam ediyordum.

Kollarımdan iki kişinin çekiştirmesi ile durdum. Geriye doğru ilerledim. Ayağımı sertçe yere vurdum hayatımın en yüksek çığlığını attım. Geriye döndüm “Teo sana en yakın eve gidip elimi yüzümü yıkayana kadar düşünme fırsatı.” Köyün içine ilerledim. Halktan biri bana kapıyı açtı.

İçeri girip ellerimi yıkadım. Sakin ol Esem adamı öldürmeyeceksin. Sadece sabret kızım. Ellerimi bir daha yıkadım. Dışarı çıktım, Teo’nun yanına ilerledim. Gayet sakin bir tonla “NEREDE OLDUKLARINI SÖYLE YOKSA OLACAKLARDAN BEN SORUMLU DEĞİLİM ŞEREFSİZ KÖPEK.”

Gayet sakince söyledim bence. Teo başını kaldırdı. Reddeceğini hissediyor gibiydim. “Beni asla öldüremezsin elimde onlar varken.” Bu sefer ben güldüm “Seni öyle bir öldürürüm ki ben yaşadıklarını bile bilmiyordum sayende öğrendim. Sen olsan da olmasan da ben timimi bulurum. Şimdi seni öldürebileceğimi sanı kanıtlayayım.”

Halkın yanına doğru ilerledim “halatınız, odununuz ve altı tane saman buğday sapınız var mı acaba ve birde kâğıt.” Başları ile onayladılar ne yapacağımı bilmiyorlardı ama ben Yüzbaşı Ulaş’ın öğrencisiyim. Konuşturamadığım adam olmaz.

 

Malzemeler gelince silahımı Çağrı’ya verdim. Odunlardan boyları birbirlerine en yakın olan ikiliyi alıp yere sapladım aralarında nereden baksan iki metre vardı. Talaş gibi küçük olanları iki odunun arasına döktüm. Teo’yu iki odunun arasına bağladım. Kâğıttan minik bir kutu yaptım. Talaşlara ucu değecek şekilde ayarladım elime çakmağımı ve saman çöplerini aldım.

“Şimdi merak ediyorsun tabi ki ne yapacağımızı hemen anlatayım ben sana altı hak vereceğim her ihtimale karşı. Eğer altını saman çöpünde de bildiğin her şeyi söylemezsen seni yakacağım.” Sesinden korktuğunu anladım “Yapamazsın” “Hakkın üçe düştü.” Elimdeki üç samanı yakıp kağıt kutunun içine koydum yavaştan ateş harlanmaya başladı.

“İlk saman söyleyecek misin?” başı ile reddetti onu da yapı diğerlerinin yanına attım. Ateş gitgide ona yaklaşıyordu. Telsizden ses keldi. “Komutanım cidden adamı lazım o bize durun.” Arkamı döndüm, sesi bu sefer tanımıştım Çağrı idi. “Her şey kontrol altında Çağrı. (Başımı Teo ya çevirdim.” Gerekirse diri diri yakmaktan çekinecek değilim.”

Sonra bir saman çöpünü daha elime aldım. Teo Ateşten terlemeye Ayaklarını çekmeye başlamıştı. “Tamam bildiğimi deyecem. Al beni Ateşten.” Başımı hayır manasında salladım. “Sen anlatacaksın önce sonrada ben ateş’i söndüreceğim.”

“Kuzeyde buradan arabalarla beş saat uzaklıkta bir dağ ini var ordalardı ama”

“Ama ne lan konuşsana.”

“Yarın sabah gün doğmadan baş patron onları başka bir yere götürecek ve sen onları bir daha asla göremeyeceksin.”

Geriye doğru geçtim. “Çağrı arkadaşı al diğer şerefsizin yanına kelepçele.” “Anlaşıldı komutanım.” Esem nerede olduklarını öğrendin, şimdi ne yapacaksın? Komutanı ara konuş git al timini.

“Emir karargâh”

“Emredersiniz komutanım ( Beş dakika geçti geçmedi.) Buyrun komutanım” Elinden telsizi aldım.

“Yüzbaşı kara.”

“Teğmen Asel, sorun nedir komutanım?”

“Albay ile görüşmem lazım. Acil.” Birkaç dakika bekledim.

“Albay Türk , söyle yüzbaşım.”

“Komutanım kor timinin nerede tutulduğunu öğrendim. Şuanda yola çıkarsam yerleri değiştirilmeden varma şansım var. İzin verirseniz gidip timimi almak istiyorum.”

 

Telsizden bir süre cevap gelmedi. Albay’ın düşünmesine izin verdim. Bense gözlerimle halka yardım eden timi izledim.

“Yaralanan olursa yüzbaşı seni oyarım. İki timi de sağ salim istiyorum.”

“Emredersiniz komutanım.”

İşte bu hey yavrum hey. Esem yine iyisin ha albayın Türk Albay. Şimdi düşün Esem ne yapacaksın en hızlı nasıl gidersin. Dağ yolumu? Hayır kısa ama inişli çıkışlı yetmiyormuş gibi tehlikeli zaman kaybedersin. Orman yolumu? Evet daha tenha düz bir yola sahip. Tehlikesi dağa göre daha az. Aferim Esem.

Saat kaç Esem, saat 22.37. Güneş burada kaç gibi doğuyor 05.15. Has… yedi saatim ya var ya yok, araba bulmam lazım. “Doruk lastiğini patlattığımız dışında başka araba var mı köyün çıkışlarına bak.” Umarım vardır. Yoksa bittim ben.

“Burada iki araç var komutanım.”

“Geliyoruz. Kor toplan.”

Köy halkının yanına gittim. Başlarında bir amca vardı. “Amcacım biz gidiyoruz bir isteğiniz var mı?” ellerini ellerimin üstüne koydu. “Canınızın sağlığı daha da bir şey istemeyiz.” Başımla onayladım. Orada ki birkaç kişi ile sarıldım. Tam gidecekken köşede oturan minik bir kız gördüm.

Yanına gittim, “İyi misin?” bana baktı “İyiyim abla. Abla eğer o adamın kampına gidiyorsanız babamla abimi de getirir misin?” bileğimdeki bilekliği ona uzattım. “Abini ve babanı getirdiğimde senden alacağım.” Kocaman güldü, bana sarıldı bende ona.

Sonrasında koşarak timin yanına gittim. Araçlardan birine bindim. Ben bindikten sonra kuzey dağ inine doğru ilerlemeye başladık. Hepsi kendi aralarında konuşuyorlardı. Oldukça heyecanlılardı. Ben Emir’in yanında oturuyordum.

Emir aracı sürerken bir anda bana döndü “Komutanım bileğinizde bir ağrımı var sürekli ovuşturuyorsunuz.” Emir diyince fark ettim bilekliğim olmadığı için bileğimle uğraşıyordum. Hafif bir tebessümle cevapladım. “Bilekliğimi Asya’ya verdim. Alışmışım ya olmayınca biraz eksik hissettirdi.”

“Değerli bir bileklik miydi?” başımla onayladım. “Babam son görevine gitmeden önce vermişti. Bende şimdi bilekliğimi babasını umutla bekleyen bir kız çocuğuna verdim.” İkimizde aynı anda yutkunduk. Suskunluğumuz uzun soluklu oldu.

İçimden sürekli saati sayıyordum geç kalacağım diye ödüm kopuyordu. Onları bulmak için canımı verebilirim. Evet Esem bunu yapabilirsin. Saat 2.45 timden sadece 4 kişi uyanık. Saatin 5.15 olmasına çok az kaldı.

Yola kaçta çıktın Esem, 23.15 kaç satir yoldasınız yani üç saat otuz dakika , bir saat otuz dakikalık yolun kaldı yetiştin. Yarım saat daha yol gittikten sonra aracın taranması ile durduk.

“Kor siper alın herkes iyi mi ?”

“İyiyiz komutanım.”

Araçtan dikkatlice indik. Kapıları kendimize siper olarak açtık. Oldukça karanlıktı adamları göremiyorduk. Silahların ateşlerini görüyorduk ve ona göre sıkıyorduk. Silah seslerini azda olsa azalınca arka tarafa geçmek için ayağa kalktım. Kalkmamla sol omzumun altında kalbimin biraz üstünde bir sıcaklık hissetmem bir oldu.

Kurşunun geldiği yere ateş edip olduğum yere düştüm. Elimle bastırdım, Ölümcül bir yere gelmemişti ama çok canım yanıyordu. Kulaklığımdan gelen sesleri duymama engel olmuştu. Birkaç dakika sonra aklım yerine geldi.

“Komutanım ses ver komutanım iyi misin?” Arda’nın sesiydi. Öfkeyle bağırarak söylüyordu.

“Kor komutanın olduğu yeri güvenlik ateşine alın.” Emir veriş şekilinden ve sakinliğinden Çağrı olduğunu anladım.

“Esem ses ver.” Ve Rüzgar yaşça yakındık.

“İyiyim. Kor iki keskin nişancı var dikkatli ol” sesimden umarım çok canımın yandığı anlaşılmıyordur. Çok gençler bana yardım etmek için hata yapmalarında korkuyorum. Esem kendine gel onlarda bordo bereli.

“Komutanım, yaranız nerede?”

“ Sol omzumun altında.” Yavaştan dünya dönmeye başlamıştı. Bu kadar hızlı kan kaybettireceğini düşünmemiştim.”

“Komutanım sadece uyanık kalmaya çalışın, ben hemen müdahale edeceğim. Dayanın.”

Dayanacak birşey yoktu. Bu kurşun beni deviremezdi, timimi almadan bana hiçbir şey olmaz. Esem bandananı çıkar yarana bastır. Aklımdan geçeni yaparken silah sesler bitti.

“Emir koş oğlum komutana müdehale et. Emir dışında kimse kıpırdamasın çevre güvenliği alıyoruz.” Birkaç kere öksürdüm, zar zor yutkundum. “Senden iyi komutan olur Çağrı. Emir komuta sende.”

Ben bunu söylerken Emir kayarak yanıma geldi. Çantasını açtı, önce iğne yaptı sonrada bir şeyler daha yapmaya başladı. Bakmadım. Aklıma saat geldi hemen saate baktım. Saat 4.22, kahretsin buradan çıkmamız lazım.

“Herkes araçlara binsin gitmemiz lazım burada bir buçuk saat oyalandık. Gidiyoruz.”

“Olmaz komutanım, yaranızı halen saramadım.”

“Kor araçlara bin dedim. Bana emir tekrarı yaptırma. Araçta arkaya yanıma oturursun ne yapıyorsan orada yaparsın.”

“Emredersin komutanım.”

Araca bindiğimizde son hız gidiyorduk. Dünya yavaştan bulanıklaşıyordu. Sesler gidip geliyordu. Emir sürekli bana bir şeyler anlatıyordu uyanık kalmama yarıyordu ama ne dediğini anlamıyordum bile.

“Emir elindeki en ağır ağrı kesiciyi yap birde beni daha canlı hissetirecek ne varsa yap.” Bunları söylerken son gücümü kullanmıştım. Emir ardı ardına iğne yaptı. Aracı Arda kullanıyordu, durdu dikiz aynasından bize baktı. Diğer araçta yanımızda durdu.

“Komutanım bundan sonrası araba ile gidilecek bir yol değil dağa çıkacağız. Çıkabilir misin?”

Küçümseyici bir gülüş yaptım dudağımın tek tarafı yukarı kalktı. “Seni sırtımda bile çıkarırım.” Demem üzerine telsizden gülme sesleri geldi. Çağrı kendinden emin bir ses ile “ Tim ini başlarına yıkıyoruz. Adamlarımızı alıp çıkıyoruz.”

“Emredersiniz komutanım.” Bu timi sevmeye başlamıştım. Arabalardan indik yavaşça dağa tırmanmaya başladık. İn dağın zirvesindeydi şerefsizler iyi yere konmuşlardı. Zirveye çıkmayı başardığımızda ölüme yaklaşmış gibi hissediyordum.

Alp inin girişinin sağ tarafındaydı. Doruk sol tarafında. Doruk tek eliyle silahını tutarken diğer elini havaya kaldırdı. Üçten geriye saydı, ikisi aynı anda içeri girdi. Sırayla hepimiz içeri girdik. Çok büyük bir mağraydı, sayısız kola ayrılıyordu. Her taraftan adam çıkıyordu ama temizlemeyi başardık.

Mağra’nın en demir yerinde demir hücreler vardı koşup kapıya vurdum, açamadım anahtar yoktu. “Anahtarı bulun.” Herkes adamların üstelerini aramaya başladı anahatarı bulmak için. Kapıya tekrar vurdum bu sefer ses geldi.

“Ne var ağzına sıçtığım ne var gir içeride alayım boyunun ölçüsünü.” Pars’tı iyiydi. “Abi benim geldim çıkaracağım sizi oradan herkes iyi mi ?” dedim. İçerden kahkaha sesleri geldi. İyilerdi gerçekten iyilerdi.

“Hepimiz çok iyiyiz ve dayak yememize rağmen çokta yakışıklığız.”

“Ulaş yine çok mütevazısin.”

“Her zaman.”

Sinirle arkamı döndüm “Şu lanet olası anahtarı bulamadınız mı hala” cevap gelmedi.

Etrafa bakındım kapıyı kırabileceğim herhangi bir şey varmı diye, yoktu iyiden iyiye öfkeleniyordum kapıya sertçe vurdum o anda istemsizce acıyla çığlık attım. Emir yanıma koşarken içerden “Esem neyin var?” cevap veremedim daha doğrusu konuşmaya gücüm yetmedi.

Toparlanıp Emir’e tutunarak ayağa kalktım köşeye oturdum. “İyiyim Emre sorun yok.” Emre cevap vermeden yanımıza koşarak Alp geldi.” Buldum komutanım valla buldun anahtarı.” Dedi ve kapıya yöneldi. Hızlıca açtı.

İçeri girdi, bende hemen peşinden içeri girdim her yerleri yara içindeydi kesikler ve kurumuş kan lekeleri varı. Yaralarından açık olan yok gibiydi sanki son günlerde hiç vurmamışlarda önceden hırpalamışlar gibi bir halleri vardı.

Alp yere eğilip teker teker ellerindeki ve ayaklarındaki kelepçeleri kesip çıkardı. Hepsi ayağa kalktı, yanlarına yürüdüm, Arda yanında su getirmişti hemen bizimkilere uzattı çok az içtiler geri kalan su ile ellerini yüzlerini yıkadılar.

Sağda üç kişi daha vardı yanlarına gittim “Sait ve Cemil sizler misiniz?” , yaşça büyük olan başı ile onayladı. “Kızınız Asya’dan emir aldım sizi ona götürmem gerekiyor.” Dedim ikisi de güldü. Diğer adamda köylerinden biriymiş onu da alıp dışarı çıkardım.

Yüzlerindeki kan izleri ve tozlar gidince ne kadar yakışıklı oldukları ortaya çıktı. Pars arkadaki askerlere baktı “Gençler gelin biz sizle dışarı bakalım yakında bizi almaya geleceklerini söylemişlerdi. Adamlar gelmeden önlem alalım.” Dedi.

Hepsi toplanıp Pars’ı takip ettiler. Emre “Esem komutanıma kim müdahale ettiyse o bizimle kalsın.” Dedi. Emir hemen Pars’ın yanından ayrıldı, bize doğru geldi. Bizim timden sadece Pars dışarıdaydı, Ulaş gözleri ile diğerlerine işaret etti ve onlarda dışarı çıktı.

İçerde yani hücrenin içinde sadece ben, Emre, Ulaş ve Emir kalmıştık. Emre bana bakarak “Ağrı çok yoğun mu? (koluma dokundu) Sen titriyorsun otur şuraya.” Dedi oturmaya yeltenirken yere düştüm. Hepsi yanıma çöktü.

Ulaş başımı dizlerinin üstüne koydu. “Buradayım, karam “ sağ elimi sıkıca tuttu. Emre, Emir’e döndü “Durum ne?”. Emir çantasını yere koyup içerisinden malzemeleri çıkarırken “Sol omzunun altından vuruldu, kurşun damarların arasında olduğu için çıkaramadım. Enfeksiyon kapmaması için antibiyotikte başladım.” Emre başı ile onayladı, hırkamı çıkarmaya başladı. Ulaş Emre’ye “Çok sıcak.” Dedi. Emre başıma dokundu “Enfeksiyondan dolayı ateşi çıkmış (Emir’e dönüp) Ateş düşürücü ver.” Dedi koşarak dışarı çıktı.

Kendimi toparlayabildiğim kadar topladım. “Ulaş beni ayağa kaldır.” Başı ile onayladı. Hızlıdan ayağa kalktık. Dışarı doğru adım attım Pars ve diğerleri etrafa bakıyordu. Gözüme Parsın dizindeki kurşun yarası çarptım “Emre. Pars komutanın dizi ile ilgilen.” Dedim.

Emre ya unutmuştu ya da bilmiyordu gözerini hemen Pars’a çevirdi. Sonrada yanına koştu. Ona müdahale ederken emir’e döndüm. “Emre dâhil hepsini tek tek kontrol ediyorsun bütün yaralarına bakıyorsun. Hadi aslanım .” dedim. Emir başı ile onaylayıp timi içeri aldı dışarıda sadece yeni ekip vardı.

Ulaş’tan ayrılıp yeni ekibin yanına gittim. “Rüzgar durum ne?” dedim. Bana bakmadan cevapladı “ On beş kilometre kadar ötede yirmiden fazla tanklı araç var komutanım bu Teo şerefsizinin dediği patronun adamları anladığım kadarıyla.” Sıkışmıştık şimdi yola çıksak bile kaçmazdık.

Doruk’a döndüm “Mühimmatımız ne kadar?” Önce etrafa baktı, “Bizde az malzeme var komutanım ama inde aklınıza hayalinize gelmeyecek kadar çok mühimmat var. Eşyaları koydukları odaya baktım komutanım roket bile var.” İşte bu harikaydı.

“Arda karargâh.” Artık timim yanındaydı onlara karşı daha sakin konuşuyordum. Arda telsizi bana uzattı.

“Teğmen Asel.”

“Yüzbaşı Esem”

“Sorun nedir komutanım.”

“Teğmenim, kor timi üç yüzbaşı, iki üsteğmen, dört teğmen, dört asteğmen olmak üzere emir açıktır.”

Sesinden neşesini hisettim. “Komutanım helikopter yollayayım mı?”

“Teğmenim son bir işimiz kaldı. Onu hallettikten sonra helikopter çağrısında bulunacağım.”

“Komutanım Albay Türk sizinle konuşmak istiyor.”

“Dinliyorum teğmenim.”

“Yüzbaşım, silahlı çatışmaya yetecek mühimmatınız var mı? Askerlerimden yaralı olan var mı?”

“Bir hafif yaralım var komutanım, birde ağır yaralı. Kurtarılan askerlerde de bir hafif yaralım var.”

“Kimler? Ağır yaralı askerimin durumu nasıl?”

“Hafif yaralı olanlar, yüzbaşı Pars Tarcan ve asteğmen Arda Zalim. Ağır yaralı askerde benim komutanım. İyiyim komutanım dayanabilirim omzumun altında sorun yok merak etmeyin.”

“Deli yüzbaşı hepinizi sağ istiyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun.”

“Sağ olun komutanım.” Telsizi Arda’ya verdikten sonra hızlıca Doruğa döndüm. “Mühimmat ayarlaması yap.” Başıyla onaylayıp inin silah odasına gitti. “Rüzgar ne kadar sürem var?” Önce cevap vermedi sonra “Zorlasak on anca”

İçeri gittim bizimkilerin yaraları tamamen temizlenmişti. Pars’ın yanına geçtim “On dakika sonra çatışmadayız ne yapalım komutanım.” Kora yeni katılanlar şaşırdılar timim komutanın eskidende ben olduğumu sanıyorlardı ama öyle değildi Pars gerçek komutandı.

“Kor toplan.” Hepimiz Parsın yanına geçtik. Gözleri ile bizi süzdü.

“Rüzgar, Ulaş tepe sizde. Arda,Alp, Emre, batur sol sizde. Emir, Çağrı, Güney, Batur sağ sizde. Doruk, Selçuk arka sizde. Ben ve Esem ortadayız dağılabilirsiniz. Telsizlerin hep açık olsun.” Herkes yerlerine dağıldı, kemiklerimin bile titrediğini hissedebiliyordum. Esem timinle görevdesin toparlan.

İlk ateş Ulaştan oldu, Ulaş’ı ateş ederken görmemiştim ama ondan başkası o mesefa de adamın direk burnunu hedef almazdı. Galiba bu yüzden seviyorum bu çocuğu. Esem nerede senin görev disiplinin odaklan her kurşun bir leş. Ağır ateş hattı oluşmuştu.

Pars gülerek bana baktı “Bizden sonra yeni askerle alışman kolay oldu mu?”

Öfkeyle cevapladım “Şuan daha az acı çekiyorum desem.”

Telsizden gülme sesleri geldi. İki saate yakın çatıştık. Adamlar bittiğinde bende bittim. Pars telsizden “Güvenliği bırakmayın yavaştan toparlanalım.” Dedi. Hemen yanımdaydı telsizi kapattı sonrada benimkini de kapattı. “Hareket edebilecek gibi görünmüyorsun. Hareket etme araçla gideceğiz nasıl olsa, sedye açalım araca kadar.” Başımla reddettim.

“Abi sedye aşağı inerken sizi çok zora sokar ben yürürüm.” Derken arkamda bir ses duydum” Sedye istemiyorsan seni ben indireceğim yürüyerek inerken dengeni kaybedersen yaşama şansın yok.” Ulaş yanıma çöktü. “Kendim inerim dedim Uğurlu” “İnemezsin dedim karam”

Aramıza emre girdi “Gençler sizden daha gençler var rica etsem hareketlerinize dikkat mi etseniz?” Ulaş kendini geri çekti, ayağa kalkıp etrafa bakındı. “Emre kaldır beni.” Elimden tutu kalkmama yardım etti. Pars “Aşağı ineceğiz Emre ve Emir ile birlikte ortadan gideceksin. En ufak sendelemende sen Ulaş’a teslim ederim.”

Pas’ın lafının üstüne laf şu zamana kadar hiç söylememiştim şimdide söylemedim. Pars kafasını Arda’ya çevirdi. “Karargahı ara telsizi Selçuk’a ver” hepimiz sırıttık biz sebebini biliyorduk ama onlar bilmiyordu.

“Teğmen Selçuk”

“İyiyim ben sorun yok. Aşkım komutanlar var .”

“Asel gelince.”

Utanarak Pars’a baktı. Pars konuşmayı hiç duymamış gibi yaptı. Önden gitmeye başladı tek sıra halinde aşağı inmeye başladık. Attığım her adım tutunduğum her taşta canım daha çok yanıyordu. Son taşa basıp aşağı indiğimde hayatımın en huzurlu saniyelerini yaşadım.

Araçlara doğru ilerledik. Emre yanıma oturdu diğer yanımada Emir oturacakken Ulaş gelip “Sen diğere araca geç Emir Pars komutanım ile ilgilen.” Umarım gerçekten Pars’ı düşündüğü için yapmıştır yoksa beni tim arkadaşımızdan kıskanacak değil. Değil, değil mi?

Bu araç tamamen eski timden oluşuyordu. Batur, ben, Emre, Selçuk, Ulaş. Pars diğer araçtan emir verince yola çıktık. Saat öğlen ikiye geliyordu. Ulaş bana yaklaşıp “İyi misin?” dürüst olma kararı verdim “Değilim, biraz sonra küt diye gidebilirim.” Batur önden bağırdı “Keserim seni.” Ve tabi ki Selçuk destekledi “Keser”.

Zorla gülümsedim “Ast üst ilişkisine ne oldu beyler.” Batur dikiz aynasından bakmaya devam ederek “O yanımızda başkaları varken geçerli.” Ulaş güldü. Sırtını geriye yasladı. Emre bana baktı “Siz kaç saate yanımıza geldiniz.”

“Çatışmaları saymazsak altı saat kadar sürdü.” Ulaş bana bakmadan direk Emre’ye döndü “Dayanabilir mi?” ben buradayken ben yokmuşum gibi sormuştu. Emre endişe ile cevapladı “Çok zor. Çok kan kaybetmiş, halende kaybediyor.” Öfkeyle bağırdım “Ben buradayım ve korkmayın dayanabilirim daha önce dayandım biliyorsun Ulaş” ikisi de sustu.

Beş saatin sonunda durduk. Köye varmıştık, Ulaş niye durduğumuzu anlamadı. Kendimi arabadan inmeye zorlarken “Sözümü tutup döneceğim.” Hızlıca dördüncü araca ilerledim, Cemil ve Sait bey çoktan inmişlerdi. Beraber köy meydanına ilerledik.

Asya bizi görünce koşarak gelip babasına sarıldı, sonrada abisine sarıldı. Sıra bana geldiğimde kolumdan kan ona bulaşmasın diye sağ kolum ile onu kavrayıp kucağıma aldım. Bilekliğimi bana uzattı “Eğer yine bu çevrelere gelirsen yanıma gel olur mu?” başımla onayladım.

Asya’yı yere indirdikten sonra el sallayıp araçlara doğru ilerledim. Herkes arabalara binmiş beni bekliyorlardı. Bende hızlıca bizim arabaya doğru ilerledim. Ayağımı kaldırıp yukarı çıkamadım. Ulaş beni belimden kavrayıp yukarı çekti. Koltuğa oturduğumda burunlarımız birbirine değiyordu.

Fısıldayarak “İyisin değil mi karam ?” elimle onu kendimden uzaklaştırırken “İyiyim” dedim. Emre kapıyı kapattı ve yola çıktık. Ulaş tam karşımda oturuyordu. Oldukça gergin bir hava vardı. Emre varsa gerginlik uzun sürmezdi hiçbir zaman “Siz bize söylemeden sevgili falan mı oldunuz?”

Ulaş sert bir bakış attı “Aynı evde yaşıyoruz, her saniye yanımdasın sevgilim olsa bilmez misin?” devam ettirdim “Hem biz görev arkadaşıyız sevgili olamayız.” Gerçekler can yakar Esem alış buna.

Ulaş’ın bakışları bana döndü. Korku ile baktığını fark ettim. “Bengi gözlerime bak dümdüz gözlerime bak. (Dediğini yaptım) Emre gözleri kayıyor. Ne oluyor.” Emre hemen yanıma gelip ilaç verdi. Görüntü gitti ama halen duyabiliyordum.

“Bengi, BENGİ!”

“Ulaş sakin ol çok kan kaybetti yine iyi dayandı. Ben ilaç vereceğim.”

“Emre, durdurayım mı aracı?”

“Hayır hızlan. Son gaz git Batur”

Başımın altında Ulaş’ı hissettim kokusu da burnuma geldi. Ellerini yüzümde hissettim. Elimden gelse gözlerimi açıp gözlerinin içine bakardım. Belki sesim çıkardı.

“Korkma uğurlu iyiyim.” Evet gücüm yetmişti konuşmuştum.

“Emre, sayıklamaya başladı.”

“ İlaç verdim biraz sonra ayılır merak etme.”

“Ne olursun uyan Karam”

Gözlerimi hafif araladım. Ulaş’ın korku ile bakan gözleri ile karşılaştım. “Kaldır beni Uğurlu. Karnımdan sıkıca kavrayıp beni kaldırdı. Birkaç dakika sonrada araç durdu. Araçlardan inmeye başladık.

Önce Ulaş indi sonrada beni kucağına alarak indirdi. Diğerlerinin yanına ilerledik. Pars sağ omzuma dokunurken bana baktı “ Birazdan helikopter inmiş olacak. Az kaldı dayan. Sol tarafımızda yeni kor üyeleri vardı. Sağ tarafımızda eski üyeler biz tam ortalarında duruyorduk.

Kendimi o kadar güçlü hissediyordum ki. Helikopterin kanatları saçlarımı uçururken herkes içeri atladı geriye ben Ulaş ve Pars kaldık. Ulaş önden bindi. Pars beni belimden kavrayıp kaldırdı Ulaş ise belimden tutup beni kendine çekti yere ayaklarımın üstüne konmama izin vermedi. Köşedeki koltuğa oturdu.

Pars abi de ayağından dolayı olarak Ulaş’a tutunarak yukarı çıktı. Sonunda Ankaraya dönüyorduk. Helikopter uçarken bizimkilere döndüm “Yaralarınız hep kabuk bağlamıştı ne oldu size saldırmalarına kim engel oldu.” Selçuk bekletmeden cevapladı “Baş patronları aradı bize saldırmamalarını söyledi kan sevmiyormuş. Eğer siz gelmeseydiniz bizim elimizi yüzümüzü temizleyip öyle teslim edeceklerdi.

Teo başını yerden kaldırdı “Baş patron bunu yanınıza bırakmayacak. Hepinizi ken-“ kafasına arkadan Batur o kadar sağlam vurdu ki. Bayıldı, hoşuma gitti kahkaha attım. Herkes bir başlatıcı bekliyormuş bütün tim gülüştük.

Helikopterin ayakları yere değer değmez. Ulaş aşağı atladı, Emre beni ona doğru bıraktı hemen beni aldı. Köşede duran ambulansa baktı “Sedye acil! Bitti Karam” dedi. Son kısmı kulağıma fısıldayarak söylemişti. Sedye geldiğinde beni sedyeye bırakırken gitmek istemedi.

Albay’ı görene kadar. Ben, Arda ve Pars ambulansa binerken diğerleri albaya doğru gitti.

Loading...
0%