@deren_yazar
|
-Esem- Helikopter inip sedye ile Ulaş'ı bizim olduğumuz kata indirdiler, "Burdayım. Uğurum, uğurlum. Bırakma beni!" Dedim elinden tutup onunla koşarken "Korkma." Dedi fısıldar bir tonla sonra benim giremeyeceğim bir yere götürdüler onu. Yere dizlerimin üstüne bıraktım kendimi, istemsizce çığlık attım, içimde ki acı sönmüyordu, ellerime baktım, sadece elini tutmuştum ama ona rağmen ellerim kana bulanmıştı. Bu kadar acıyı hiç birden hissetmemiştim, vurulduğumda da, boğulduğumda da. Bu acıyı hiç hissetmemiştim. Omzundan birinin tuttuğunu hissettim, "Esem, gel abisinin güzeli." Dedi, Pars'tı, başımla onayladım. Ona tutunarak ayağa kalktım, yanda ki sandalyeye oturduk, Pars yanıma oturdu, ellerimi gösterdim "Yaşasın. Abi yapamam bir kere daha o gözleri kaybedemem." Dedim. Başıyla onayladı beni, "Kaybetmeyeceksin, Ulaş sana korkma dedi. Neden halen korkuyorsun." Dedi, istemsizce kolumdaki kırmızı bilekliğe dokundum "Babamda söz vermişti." Dedim, Pars sıkıca sarıldı, "Kuzum, ben sana kıyamam." Dedi, gözlerim Emre'ye kaydı yerde oturuyordu, üstu baştı tamamen kan olmuştu, yerimden kaldım. Yavaşça yanına oturdum, ne oldu ne bitti hiç bilmiyorum ama kendini suçluyor gibiydim. Başını kendime doğru çektim "İyi misin?" Dedim, bana baktı "sen, sen iyi misin?" Dedi. Bilmiyorum manasında başımı salladım. "Önüme atladı, ben vurulacaktım, izin vermedi." Dedi, saçlarını okşadım "Senin suçun değil." Dedim, bana baktı. "Kızgın değil misin bana?" Dedi gözünden yaşlar süzüldü. "Kızgın değilim tabi ki." Dedim saçma bir şekilde ikimizde ağlamaya başladık. Emre ağlıyordu çünkü olan herşeyden kendini suçlu kılıyordu. Ulaş'ın yaralanmasının sebebi olduğuna inanıyordu. Askerlik böyle bir meslekti, ölmek sorun değildi, öl emri gelirse kendi kafana korkmadan sıkabilirdin. Öldür emri geldiğinde gözünü bile kırpmadan onlarca kişiyi öldurebilirdin ama konu kardeşlerin olunca bir damla kanları için ömürlük acı çekebilirdin. Ikimizde orada dururken, Selçuk ve Güney yanımıza geldiler "Hadi kalkın, en azından koltuğa oturalım." Dedi, başımla onayladım, Güney'e tutnarak ayağa kalktım yandaki koltuğa oturdum. Güney yanıma oturmak yerine yerde karşıma oturdu, "Doğu bize iki su getir." Dedi, Doğu'da mı gelmiş? Başım çok kötü ağrıyordu, elimi başıma götürdüm, gözlerim kararıp aydınlanıyordu. "Abla?" Dedi Güney, gözlerimi ona çevirdim "İyi misin?" Dedi, başımla onayladım, "Konuş!" Dedi, telaşını anlıyordum. 5 yıl önce Güney Ankara/ karargah "Yüzbaşı Ulaş Uğur Turan'ın naşına ulaşılamadı fakat şehit düştüğü neredeyse kesinleşti." Dedi Asel, kışlaya girip. Pars ve Esem olduğu gibi yere düştüler. Emre geriye doğru birkaç adım attı "Ne?" Dedi, "Abi, üzgünüm." Dedi Asel. Emre'ye döndüm, eli belinde ki tabancaya gidiyordu, tuttum. "Bırak, Emre bırak!" Diye bağırdım, başını hayır manasında salladı "Sen bırak." Dedi, Emre'ye gücüm normalde zar zor yetiyorsa şidmi hiç yetmezdi "Batur." Dedim, yerinden kalktı koştu, Emre ile dikleşmeye başladılar. Hızlı adımlarla Esem'in yanına ilerledim, "Esem!" Dedim, gözlerini bana çevirdi, "İyi misin?" Dedim, sadece gözleriyle onayladı, kendime çektim sarıldım, o da bana sıkıcı sarıldı önce birden bıraktı, "Esem?" Dedim, ses vermedi başımı hafif eğip yüzünü elinle kaldırıp baktım "Esem!" Dedim. Gözleri kapalıydı. Hızlıca kucağıma aldım.
Hızlıca Esem’i revire götürdüm, “Bayıldı, bir anda oldu?” dedim, revirde ki doktor bana baktı “Bir sorun yaşadı mı?” dedi, başımla onayladı “Tim arkadaşımız, şehit düşmüş. Kardeşden öteydiler.” Dedim, başıyla onayladı “Başınız sağ olsun.” Dedi, güldüm “Vatan, sağ olsun.” Dedim. Belki yaşıyordur umudu bir kalbimde bir yerde halen yanıyordu ama Esem’in bile buna inancının olmaması beni çok yoruyordu. Kapıda beklerken duraksadım. Öfkeyle yandaki çöp kutusuna tekme attım, arkadan timdekiler geldi. Selçuk hızlca önüme geçti, “Dur lan, ne yapıyorsun olum.” Dedi, ağlamama engel olamıyordum, “Ulaş şehit, Esem desen yıkılıdı. Ne yapacağız ya?” dedim. Bana baktı “Elden ne gelir oğlum.” Dedim. Yandan sağlık çalışanları geldi, içeri yöneldiler “Ne oluyor lan?” dedimi bütün tim oraya doğru döndü, “Bilmiyorum ama iyi bir şey olmuyor.” Dedi Batur arkada. Hepimiz kapının etrafına dizildik, sedye ile Esem çıktı, birde sağlık çalışanı geçti “Nabız yok!” diye ilerdeki sağlıkçılara bağırdı. “Ne dedi o?” dedim. Selçuk ve diğerleri peşinden koşarken ben olduğum yere düştüm. Günümüz “Sorun yok, iyiyim korkma.” Dedim, Güney saçıyla oynayarak kendini geriye çekti “Esem, lütfen ben yeniden seni yoğun bakımlarda görmek istemiyorum.” Dedi, başımla onayladım “Sorun yok, ben biraz hava alsam çok iyi olacak.” Dedim, ben ayağa kalkınca oda benimle birlikte ayağa kalktı “Yalnız.” Dedim, onayladı “Aradığımda aç.” Bu sefer ben onayladım. Hızlı adımlarla hastaneden çıktım, taksilerden birini çevirdim. Eve gidene kadar sadece camı seyrettim. Eve gelir gelmez koştum, salondan buketimi aldım. Hızlıca çıktım evden. Araba’ya bindim, bütün hımla Albay’In evine sürdüm arabayı, “Kızı için, yanlış emir verdin, onları ölüme yolladın.” Dedim kendi kendime. Evlerinin önüne gelince hızlıca park ettim. “Kemal Türk!” diye bağırdım, öfkemden titreyen sesimle. Hem kendisi hem ailesi çıktı dışarı, korkuyla bakıyordu ailesi. Hızlıca yanıma geldi “Yüzbaşı ne yapıyorsun burada?” dedi, gözlerimi diktim “Rapor verdiniz mi? Yüzbaşı Ulaş Uğur Turan’ın hatalı emriniz yüzünden yaralanması ile ilgili rapor verdiniz mi?” dedim, gözlerinde öfke canlandı “Kendine gel ben hatalı emir vermedim.” Dedi. Öfkeyla kahkaha attım, bir adım daha yaklaştı “O vadiye iki adam yollanmaz en tehlikeli bölge, biz delisince adam yığarız normalde ama bir teğmen için oraya iki adam yolladınız ve bile bile onları seçtiniz. Güçlüler yenilmezler, ne olursa olsun kızınız size sağ salim getirirler. Kızınız için onları ateşe attınız. Bile bile –“ devam edecektim sert bir tokat attı, “Haddini aşıyorsun. Ben ailemle işimi karıştırmam.” Dedi, Öfkeyle üzerine yürüdüm “O zaman, o lanet vadiye neden bütün bir timi değilde sadece en karagözlü olanları yolladınız?” dedim. “Yüzbaşı sana hesap verecek değilim.” Dedi, “Bana hesap vermek zorundasın.” Soluyordum, geriye doğru bir adım attı “Teğmeni kurtarmam gerekiyordu, zamanla yarışıyordum. Seçtim şimdi defol git evimden.” Dedi, iyice öfkeyle doldum. Kendimi birkaç adım geriye çektim “Aynısını neden yüzbaşı Pars Tarcan için yapmadınız. Onu neden aylarca esir biraktınız. O daha yüksek mertebedeydi, ben söyleyeyim o sizin evladınız değildi.” Sustum, gözyaşlarımı sildim. Konuşmasına izin vermeden ekledim “Dua edin, yüzbaşı Ulaş Uğur Turan yaşasın! Ben kanunları bilirim, kanunsuz olmaktan çekinmem, kanunlarsa kurşunu sıkanın canını alırım. Kanunusuz olurum kurşunun sıkılmasına sebep olanın canını alırım.” Yine tokat amaya kalktı, elini sıkıca tuttum. “Siz benim babamın emrindeydiniz, iyi tanırdınız onu o deliydi, ben onun kanını taşıyorum ve ben yalnızım.” Dedim, arkamı döndüm, çıktım bahçelerinden arabamı hızlıca çalıştırdım, buranın yakınlarında bir orman vardı, hızlıca arabamı oraya sürdüm, ormanın yakınlarında arabadan indimelime buketimi aldım, çıktım dışarı. Yürümeye başladım, dışarıdan gelen sesler tam anlamıyla sönmüştü sadece içimdeki ben ile karşı karşıya kalmıştım. Telefonumun sesi ile dikkatim dağıldı. “Güney” arıyordu, derin bir nefes aldım olduğum yere oturdum buketimi kucağıma koydum, belimden tabancamı çıkardım, telefonu açtım. “Alo, Esem neredesin?” sesi titriyordu, arkadan garip sesler geliyordu, ağlamamı gülmemi kestiremiyordum. “Yakınlardayım, Ulaş’tan haber var mı?” ellerim titremeye başlamıştı, bunun cevabında ya Uğurum bana dönecekti ya da ben ona. “Yaşıyor, Durumuda gayet iyi direk normal odaya alacaklarmış gel sende.” Dedi, cevap veremedim, kendimi geriye doğru bıraktım gökyüzüne baktım, “şükürler olsun.” Dedim içimden. “Esem, cevap ver Esem.” Dedi, sesini bir anda panik kaplamıştı. “He, geliyorum.” Dedim, direk kapattım telefonu arabaya doğru koşmaya başladım. Bütün gücümü hızlıca araba kullanmaya adadım, kafamdaki sesler susmuştu, sakinleşmiştim. Ulaş benim için sadece Uğur demek değildi, yaşamdı, ilkbaharın ortalarında ince dallı bir kiraz ağacındaki küçük çiçekti. Ulaş ben şu hayatta vatan dışında hayata ağlayan nadide bir hediyeydi. Hastahanenin önüne park edip hızlıca içeri koştum, Batur girişte bekliyordu, “Nerede?” dedim, eli ile sol tarafı işaret etti o tarafa koştum. “Solda ki oda.” Dedi, hızlıca odaya daldım. Timdekiler içerdeydi aralarından geçtim Ulaş’ı gördüm, yanına eğildim sıkıca elini tuttum, elinden öptüm. “İyisin.” Dedim, gözlerinde sarhoşluk vardı, “İyiyim karam.” Dedi, sarhoş bir tavırla. “Ölürüm oğlum sana.” Tabi bunu dışımdan söyleyemedim. Time döndüm “Ne dedi doktor?” dedim, Pars gülümsedi “Bir süre burada kalacak onun dışında turp gibi.” Dedi, içim rahatladı rahat bir nefes aldım, gözlerim yanda koltukta oturan Emre’ye takıldı “Hadi gidin siz, dinlenin biraz.” Dedim, timdeki herkes Emre’ye baktı, “Yorgun değilim.” Dedi, hepimiz reddercesine baktık “Yarın yine geleceğim.” Dedi, onayladım. Tim ile birlikte dışarı çıktı, köşedeki sandalyeyi yatağın kenarına çektim. Ellerinden yeniden sıkıca tutum, bana döndü “Rüya gördüm.” Dedi, gülümsedim “Ne güzel ne gördün?” dedim, güldü “Deniz kıyısındaydık, üzerinde krem bir elbise vardı, kırmız benekli çok güzeldin.” Dedi, istemsizce otuz iki diş güldüm “Eee sonra.” Dedim.”Uyuyordun, yanına uzandım bende. Uyku tutmadı beni seni seyretmeye başladım. Saçların ıslaktı, galiba suya girmiştin saçlarına dokundum. Buram buram frezya koktu etraf.” Dedi. İkimizde güldük, ne güzel rüyaymış öyle, huzurlu ve mutluyuz. Umarım bir gün o günü yaşarız. Uzanır deniz kıyısına kurtuluruz bütün bu kötü olaylardan. Bir saat kadar sonra Ulaş uykuya daldı, uykum yoktu. Oturdum izlemeye başladım. Sabaha kadar beş saat, on iki dakida, yirmi yedi saniye boyunca Ulaş’ı izledim. Uyandı, gözlerini bana çevirdi “Günaydın.” Dedim. Güldü “Günaydın.” Dedi. Tam hasbihalimeze devam edecekken telefonum çaldı. Hızlıca açtım. “Efendim, abi.” “Esem, görev emri geldi. Karargâha gel.” Dedi. “Çıkıyorum hemen.” “Karargâhta görüşürüz.” “Görüşürüz.” Telefonu kapattım. Yerimden kalktım, Ulaş’a yaklaştım yanağından öptüm “İyice dinlen.” Dedim, “Bende geleyim.” Dedi. Sert bir tavırla baktım “Yat, dinlen aklım sende kalmasın.” Dedim, başıyla onayladı “Dikkat edin.” Dedi, hızlıca odadan çıktım. Arabaya bindim. Hızlıca karargaha ulaştım. Ulaştım, ne güzel kelime be Ulaş’tım. Esem kendine gel görev emri aldın, sen bir askersin sevdiklerin için dünyayı yakarsın vatan için sev- niye diyemiyorum. Hep kurduğum o cümle neden kuramıyorum. Vatan için sevdiklerimi yak- yakarım! Hızlıca soyunma odasına girdim, üzerimi değiştirdim. İçeri timin geri kalanı girdi “Günaydın.” Dedi Alp içeri girerken, “Günaydın.” Dedim dışarı çıkarken. Doğu kapının önüne dikiliyordu “Ne yapıyoruz?” dercesine başımı eğdim, “Bütün tim kışlaya geçecekmiş. Siz albayın odasına gidecekmişsiniz. Sonrada Pars komutanım harekat merkezine giedecekmiş.” Dedi, başımla onayladım ne diyeceğini ne olacağını tahmin edebiliyordum ama gergin değildim. Hızlıca albayın odasına ilerledim. İçeri girdim, selamımı verdim. Hazır olda beklemeye başladım. Yerinden kalktı, emin adımlarla ayağa kalktı karşıma geçti “Dünkü sözlerinin bedelini ödeyeceksin yüzbaşı.” Dedi, başımla onayladım “İş ile ailenizi karıştırmıyordunuz diye biliyordum komutanım.” Dedim, başıyla onayladı “Ama sen ailemden değilsin.” Dedi, bu sefer daha rahat bir gülümseme ile karşılık verdim “Ben dün sizinle askeriniz olarak konuşmadım, arkadaşınızın kızı olarak konuştum. Ha yinede ceza kesecekseniz razıyım.” Dedim. Güldü. “Senide babanıda bu yüzden seviyordum, hep dik başlısınız ama asla zarar görmüyorsunuz. Aferin Esem. Şimdi git görev için hazırlan.” Dedi, “Emredersiniz komutanım.” Dedim, çıktım odadan. Kışlaya ilerledim, ben içeri girer girmez Pars dışarı çıktı. Çantamı hazırladım. “Herkes hazır mı?” dedim, bütüm tim birbirine baktı. “Tamamız komutanım.” Sesi yükseldi. “Harika.” Dedim, yerime oturdum. Pars’In gelmesini beklemeye başladık.
|
0% |