@deren_yazar
|
Üç gün sonra Artık hastanede yürümeme izin vardı. Yavaş adımlarla aşağı hava almaya indim, kapıdan dışarı çıkar çıkmaz, Kor timini karşımda gördüm, adımlarım hızlandı yanlarına varır varmaz Ulaş’a sarıldım. “İyisin maşallah komutanım.” Dedi Arda gülerek, başımla onayladım. “Ya komutanım, ne olur biran önce iyileşin siz hastaneye geçine eğitim işini Ulaş komutanıma verdiler. Ağzımıza sıçıyor.” Dedi Alp. Bütün tim kocaman gözlerle ona döndük. Ulaş yavaş adımlarla Alp’ın yanına gitti. “Zevzek Alp, de bir daha ne yapıyorum ben size?” dedi, Alp zar zor yutkundu ama cevap veremedi, Ulaş bu sefer bağırdı “Asker cezalısın karargah’a döner dönmez kışla temizliğindesin.” Alp dudağını ısırdı ardından da “Emredersiniz komutanım.” Dedi. Pars ben nerede hata yaptım? Nasıl bir timdeyim der gibi bakıyordu ikisine. Ulaş timin geri kalanına döndü “Kor ben sizi yoruyor muyum oğlum?” dedi, bütün bir ağızdan “Hayır komutanım.” Dedi, Ulaş güldü “O zaman eğitimin ne anlamı var bundan sonra daha ağır antrenman var Kor, yoracağım ben sizi.” Dedi, bütün tim mutsuz ama korkan bir sesle “Emredersiniz komutanım.” Diye bağırdı. Ulaş bana döndü “Kafeteryadan bize su alıp geliyorum.” Dedi, başımla onayladım, Ulaş ve Pars uzaklaşır uzaklaşmaz, bütün tim kendini esnetmeye başladı, Emre sinirinden gülerken “Alp kaç aslanım.” Dedi, Alp kendini açıklama çalışırken timin üzerine geldiğini gördü ve koşmaya başladı. Timin geri kalanı ise peşinden koşmaya başladı. Gülerek bağırdım “Tabana kuvvet Alp.” Dedim. Deli kurtlar. Birkaç dakika sürmedi kovalamaca, Alp’i yakaladılar altta kalanın canı çıkar mantığı üst üste atladılar. En üstte Doruk vardı, kafeteryaya bakıp “Ulaş komutanım geliyor.” Dedi, hepsi bir anda düzelmeye başladı. Ulan Ulaş nasıl korkutmuş çocukları, hadi eskiler neyse de gençleri düşürdüğü hale bak. Ulaş ve Pars yanımıza geldi, Pars hepsini süzdü “Siz niye soluk soluğasınız.” Dedi timden tek bir ses çıktı “Hiiiiç.” Güldüm, Ulaş bana göz kırptı, ne olduğunu anlamıştı bile. Gülerek çardağa geçtik. Batur derin bir nefes aldı, “Çay mı içsek acaba?” dedi, Pars’a aşık gözlerle Çiçek’e bakan Doruk’u göstererek. Bütün tim güldük, Doruk hiç duymuyordu bile. Pars birkaç kez öksürdü, Doruk’ta halen bağlantılar kesikti. En sonunda Pars dayanamadı. “Doruk.” Diye bağırdı, Doruk panikle ayağa kalktı “Emret komutanım.” Herkes gülerek ona bakıyordu, bizim güldüğümüzü fark edince “Pardon.” Deyip yerine oturdu. Pars’a döndü “Buyurun komutanım.” Dedi, Pars ya sabır çekti. “Git bütün time çay al gel, gelirken de Çiçek Hanımı da çağır, neticesinde Esem’İn arkadaşı.” Dedi, Doruk’un yüzünde ki gülümseme o kadar devasa bir hal almıştı ki. Kelimenin tam anlamıyla sekerek kafeteryaya gitti. Bütün tim gözünü bana çevirdi “Ne oldu be.” Dedim anlamaz bir sesle, Çağrı güldü “Çiçek hanımın yok değil mi sevgilisi.” Dedi, güldüm “Haaa, yok yok.” Dedim, bütün tim rahatladı, Emir gülmesine engel olmaya çalışıyordu ama olamıyordu. Sadece ben fark etmemiş olacağım ki Emre sorgular bir ifade ile “Ne oldu lan?” dedi. Emir derin bir nefes aldı ardından da “Komutanım dedi ya bütün time çay al diye sadece time çay alacak sonra Çiçek hanıma çay kalmadığını fark edip panikleyecek. Kendi çayını uzatacak.” Dedi, yok be o kadar salak olamaz. Olabilir mi lan? Güney, Alp’e döndü “Fazladan çay almayı akıl eder değil mi? O kadar saf olamaz.” Dedi, Alp yüzünde memnuniyetsiz bir ifade ile “Dua edin çayları kafeteryada unutup gelmesin.” Dedi, “Has siktir oradan, bir insan bir kız gördü diye o kadar salaklaşamaz.” Pars şok içinde gözlerle Ulaş’a döndü. Ulaş ne yaptığını anlayınca içine kaçan bir sesle “Pardon abi.” Dedi. Pars bu sefer dışından ya sabır çekti. “Oha” sesi ile hepimiz Arda’ya döndük, sonrada Arda’nın baktığı yöne. Cidden çayları almadan sadece Çiçek ile konuşarak geliyordu. Pars derin bir nefes aldı “Hayır yani ben sadakasını veren orucunu tutan bir adamım neyin cezası olarak bu tim ya.” Dedi. Hepimiz bıyık altından güldük. Gözümüzü Doruk ve Çiçek’ten alamıyorduk yanımıza geldiklerinde Çiçek oturdu, Doruk oturacakken Rüzgar kolundan tutup engelledi “Çaylar nerede?” dedi, Doruk önce gülerek “Kafeteryada komutanım.” Dedi, sonra jeton düştü panik bir ifade ile “Kafeteryada.” Dedi. Koşarak kafeteryaya gitti. Alp arkasından bakarken “Mal” dedi ama kısık bir sesle dedi. Çiçek gülerek “Arkadaşınız iyi değil mi?” dedi, başımla onayladım “Hayrola niye?” dedim, doktor önlüğüne bakarak “Bana mesleğiniz ne diye sordu. Bence gayet açık ama.” Dedi. İstemsizce gülmeye başladım. Timin geri kalanına baktım onlarda gülüyordu sadece Alp bütün bıkkınlığı ile kafeteryaya bakıyordu. Kendimi durdurmaya başladığımda Dorukta çayları getirmişti, Hepimize sırayla çayları uzattı, tepside son bir bardak kalmıştı ama hem kendisi hem de çiçek çay almamıştı. Doruk, Çiçek’e çayı uzatırken “Ben çay sevmem, çayı size aldım. Buyurun lütfen.” Dedi. Çiçek kibar bir ifade ile çayı aldı. Ulaş kulağıma doğru yaklaştı “Allah’ın Rizelisine bak, çay sevmezmiş.” Dedi, doğru bu çocuk Rizeliydi, nasıl çay sevmiyordu ki. Ulan Doruk, bir an ben bile inandım çay sevmediğine. Tabi gördü gül gibi kızı. Sohbet açılmayınca, Batur sakin bir ifade ile “Çiçek, Sude söyledi yeni doçent olmuşsun tebrik ederim.” Çiçek sevinçle “Evvet, teşekkür ederim Batur.” Dedi, sonrada laf lafı açtı, sohbet büyüdükçe büyüdü. “Esem ne diyeceğim ben bu gece ben Görkemde kalacağım, hastanede başka bir doktor olacak.” Dedi, başımla onaylarken Doruk panikle “Görkem?” dedi, tabi çocuk nereden bilsin Görkem’in kız olduğunu. Çiçek, başını onaylarcasına salladı. “Görkem, bizim liseden arkadaşımız. Görseniz çok tatlıdır, çok seversiniz.” Dedi, Doruk sert bir ifade ile “Ne seveceğim elin herifini.” Dedi. Çiçek güldü başını hayır manasında salladı “Görkem erkek değil ki kız.” Dedi, Doruk’un yeniden gözleri büyüdü, “Görkem kız yani.” Dedi, Çiçek onayladı. Doruk sesiz bir oh çekti. Çiçek ayağa kalktı “Ben kalkayım artık, Esem sende yat dinlen artık.” Dedi, başımla onayladım. Çiçek Doruk’a döndü “Çok memnun oldum Doruk bey.” Dedi, el sıkışırken Dorukta aynı şeyleri söyledi. Diğerleri ile tokalaştıktan sonra içeri girdi. Ardından bende ayağa kalktım “Ben içeri geçiyorum. Doktorum kızıyor.” Dedim son kısmını Doruk’a bakarak söylemiştim. Sude eve gitmişti yanımda artık Burçak kalıyordu, merdivenlerde zorlanınca onu aradım. Yanıma gelince beraber merdivenleri çıktık, odama gelince kendimi yatağa attım, yorgunluğumdan direk uyumuşum. 3 gün sonra Sabah’ın erken saatlerinde uyandım, Burçak’ta benimle birlikte kalktı, bu gün taburcu olacaktım. Bunun heyecanı ile ayağa kalkıp çantamı toplamaya başladım. Kapı aralınca o tarafa döndüm, çiçek içeri girdi. “Nasılsın?” güldüm “Taburcu olacak kadar iyiyim.” Dedim, kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Burçak, Çiçeğe doğru birkaç adım attı “İyi ki sen hastanedesin yoksa asla bunu burada tutamazdık.” Dedi. Başımı hayır manasında salladım “Doktora saygım var bir kere.” Dedim ikisi de sadece gülerek geçiştirdiler. Çantamı sırtıma taktım aralarından geçip sekretirin olduğu yere gittim. Çıkış işlemlerimi yaptırmaya başladım, “Rapor yazılmamış isterseniz doktorunuzla görüşün, yoksa yarın iş başı.” Dedi, başımla onayladım “Biliyorum biliyorum ben istedim zaten sorun yok.” Dedim, kız emin olmayan gözlerle Çiçek’e baktı, Çiçek arkamda olduğundan göremiyordum ama onayladığına emindim. İşlem bitince Burçak ile dışarı çıktık, Güney’in abisi Samsundan Ankara’ya gelip bizim arabaları da getirmişti. Sağ olsun benim arabayı da buraya park etmişti, çantaları bagaja koyup şoför koltuğuna oturdum. Burçak yanıma oturmak yerine benim kapımı açtı “En azından benim eve kadar ben süreyim kendi evine geçişi sen sür.” Dedi, istemeden de olsa kabul ettim. Yan koltuğa geçtim. Hastanenin otoparkından çıkarken derin ve huzurlu bir nefes aldım. “Burçak, Kerem hiç gelmedi yanına ayrıldınız mı siz?” dedim, onayladı “Kendi kaşındı, hiç yanında durmuyormuşum dağ bayır geziyormuşum.” Dedi, sesinde sadece sinir vardı asla hüzüne dair bir iz yoktu. “Üzülme ya bu gider başkası gelir.” Dedim güldü, “Var biri zaten.” Dedi, heyecanla “Yaa” dedim. Kırmızı ışıkta durur durmaz bana baktı “Asker.” Dedi bu sefer daha heyecanla “Yaa.” Dedim. Gözleri gülerek cevapladı “Ankara’da oda birkaç yüz yüze görüştük görsen nasıl yakışıklı.” Dedi. “Ankara’da asker ben kesin tanıyorumdur o zaman.” Dedim. Düşünde “Tanıyorsundur her halde.” Dedi, “Kızım adını söyle düşüneyim bir tanıyor muyum?” hızlıca cevapladı “Arda Zalim tanıyor musun?” dedi, Arda Zalim bizim Arda. Yedim seni Arda. “Yok tanımıyorum, ama bir sordurayım.” Dedim, güldü “Çok iyi olur.” Dedi. Evinin önüne gelince yavaşça park etti. “Gelsene içeri, hem seni Arda ile tanıştırayım. “Evinde mi şuan?” dedim. Başıyla onaylayınca elinden tutup içeri çektim “Arda benim timimde Asteğmen.” Dedim, gözleri kocaman açıldı “İyide ben senden bahsettim hiç tanıyormuş gibi tepki vermedi.” Dedi, bu sefer ben şok oldum. “Hadi ya öylemi oldu.” Bir süre durduk aynı anda gözlerimiz parladı “Yapıyor muyuz?” dedi başımla onayladım. Beraber içeri girdik, en üst katta oturuyordu. Asansöre bindik, on beşinci katta ev mi olur ya. Asansör durunca sakince onun evine yöneldik, kapıyı ben tıklattım önde ben duruyordum, Arda mutlu bir ifade ile kapıyı açtı “Hoş geldin aşkım.” Beni görünce hazır ola geçti “Arda içeri gir oğlum.” Dedim, başını korkuyla salladı beraber salona geçtik. “Evet Arda, neden beni ona onu bana söylemedin?” dedi Burçak sinirli bir tonla. Arda cevap vermedi, Burçak bu sefer daha sert bir tonla, “Arda.” Dedi, Arda başını öne eğdi “Kızım komutanımla arkadaşsın yani o zaman güzünde benim bir havam kalmazdı ki.” Dedi, salak bu çocuk ya. “Arda ne alakası var, Asteğmenim dediğinde ben zaten senin komutanların olduğunu biliyordum. Arkadaşımın komutanın olduğunu da biliyordum. Aynı karargâhtasınız mutlaka sana emir vermiştir yani.” Dedi, Arda utandığından başını kaldıramıyordu. Yanına oturdum “Ya dünkü bebeye bak benim arkadaşıma âşık olmuş. Vay anam babam.” Dedim gülerek. Ardada gülmeye başladı. “Neyse Arda saflığından dolayı azardan kurtuldun, bana müsaade.” Dedim bir süre kalmam için ısrar ettiler en sonunda evden çıktım. Arda’ya time haber vermemesi için tembih ettim, kafam o kadar adamı kaldırmazdı. Arabaya biner binmez bastım gaza, normal hızla gitsem yarım saatlik mesafe idi ben on beş dakikada geldim
Arkadan çantamı alıp içeri girdim, merdivenlerden sessiz sessiz çıktım. Eve girince kendimi yatağıma attım, derin bir nefes aldım, insanının evi gibisi yok. Çekmeceden diğer telefonumu çıkardım. Abim’den mesaj gelmişti. “Esem aradım ulaşamadım. Müsait olunca ara beni.” Yazmıştı. Abimi aradım ikinci çalışında açtı telefonu. “Abi, buyur beni ara yazmışsın bir sorun değil mi?” “Yok bir sorun yok. Arzu mesaj attı, yaralanmışsın iyi misin?” “İyiyim.” “Tamam, bir sorun olursa ara beni.” “Ararım.” Dedim ve telefonu kapattı, bende telefonumu çekmeceye geri koydum. Kapı çalması ile yerimde sıçradım kim benim geldiğimi biliyordu ki. Ulan Arda tutamadın çeneni. Hızlıca kapının deliğinden dışarı baktım. Selçuk kapının önündeydi, ağlıyor mu o?” Hızlıca kapıyı açtım, beni görünce şok içinde kaldı, “Komutanım.” Diye kekeledi, bense gözlerinden süzülen yaşlara odaklandım, “Selçuk, ne oldu oğlum.” Dedim. Bir anda sarıldı, bense öylece kaldım, annesine bir şey oldu diye paniklemiştim. Bir süre sadece bana sarılıp ağladı. En sonunda kendini toparlayınca beraber içeri girdik. Dolaptan bir bardak su doldurup yanına geçtim, ne olduğunu söylemesini bekledim “Komutanım ben sabah kabus gördüm, hastaneye geliyordum, odanıza giriyordum odanızda sadece eşyalarınız vardı. Çiçek’e sordum, şehit oldu dedi. Uyanınca direk hastaneye gittim odanıza koştum bomboştu. Allah’tan çiçek oradaydı. Taburcu olduğunuzu söyledi.” Selçuk içimiz de her zaman kırılganımız olmuştur, on gün döv ağlamazdı, aç susuz bırak konuşmazdı, ama konu değer verdiği biri olduğunda eli ayağı titrerdi, çok şükür ki göreveyken kendine sahip olabiliyor. “Oğlum ben sizi uyandırmak istemedim saat daha yeni sekiz oluyor.” Dedim, başını iki yana salladı. “Ya ne uyanması komutanım.” Dedi, ikimizde sustuk. Birden Ulaş ve pars ellerinde silahları bize doğrultarak salona girdiler. Bizi görür görmez indirdiler. “Bengi.” Dedi, gözleri dolu dolu, dizlerimin dibine çöktü “Kaçmadın değil mi?” başımı hayır manasında salladım. Gözleri parladı, gözleri mutlu olduğunda hep parlardı zaten. Ben onun, gülünce hafiften çıkan gamzelerine, gözlerinin kahvesine, dağılmayan saçlarına âşıktım. Korkunca titreyen, mutluyken yumuşayan sesine ise ölebilirdim. Bir süre herkes olduğu gibi kaldı zaten sonra timin geri kalanı da geldi, Ulaş ve Pars mutfağa geçtiler, Emre ve Batur’da onlara yardım ediyordu. Timin bir kısmı yere açtıkları masaya malzemeleri taşıyorlardı. Bazıları ise salonda televizyon izliyorlardı, sanarsın ev değil kışla. Bense odamda uzanıyordum. İçerden büyük bir cam kırılma sesi geldi, “Allah.” Dedim panikle ayağa kalkarken, odamdan çıkınca gördüğüm şey karşısında şok oldum koridorun avizesi paramparça olmuştu ama ortada kimse yoktu. Baya kendi kendine düşüp kırılmıştı. Sadece ben değil herkes şok olmuş bir şekilde avizeye bakıyorlardı. “Neyse boşverin.” Dedim ve odama geçip yatmaya devam ettim. On dakika kadar kestirdim. Kapımın hafif aralanması ile uyandım “Kahvaltı hazır abla.” Dedi Ege gülen bir ifade ile elimle onu yanıma çağırdım, yanıma oturdu Çanakkale’de otelin önünden onun için bir şey almıştım. Kutuya koymuştum, sessizce uzattım. “Abla ne gerek vardı.” Dedi kutuya bakarak, ağlamaklı bir ifade ile güldüm “Aç.” Dedim, onayladı hızlıca kutunun iplerini çözdü, künyeyi gördü. “Ege Tarcan/ A(+) / İzmit” Heyacanla sarıldı sonrada künyeyi boynuna takıp içeri koştu bağırışını duydum “Benimde künyem var artık.” Arkasından gelen gülüşme sesleri huzurum buydu galiba korun gülüşü. İçeri girdim yanlarına oturdum. Ege künyesini Emre’ye gösteriyordu. Emre ise künyesini övüyordu. Ulaş’a çevirdim gözlerimi cebinde bir şey vardı, “Ege bunu da ben almıştım umarım beğenirsin.” Dedi, elden ele kutu Ege’ye geçti, bir künye daha çıktı, Ege künyenin üzerinde yazan yazıyı okudu. “Korda nam olmaz.” Diğer tarafını çevirdi “Tarcan” yazıyordu, Pars’In gözleri doldu, oğlunun elinde künyeler vardı ve ilk defa künyelerde yazanlar gerçekti. Ege’nin sevici daha da büyüdü, Ulaşın verdiği künyeyi diğeri ile birleştirip tekrar boynuna taktı. “Benim okuldan arkadaşlarım var hep birlikte hazırlanıyoruz, hepimiz asker olacağız. Belki de siz emekli olduğunuzda yeni kor biz oluruz.” Dedi, Çağrı güldü “Ona daha çok var. Sen önce bir asker ol koçum.” Dedi, Ege sadece gülümseyerek cevapladı. Hep birlikte yere oturduk kahvaltı yapmaya başladık, Pars güldü “Yaşlandık be Ulaşım.” dedi, Ulaş gözleri ile onayladı “Yaşlandık.” Dedi, ikisinin de gözleri sol eliyle sımsıkı künyelerini tutarken sağ eliyle zor bela kahvaltı yapan Ege’deydi. Ekledim “Yada onlar büyüdü.” Dedim. Onayladılar. Emre saçlarını geriye doğru attı “Ben daha genceciğim.” Dedi, güldük aynen dercesine başımı salladım, kapı çalmasıyla herkes duraksadı, yerden kalktım, yavaşça kapıya gittim, açtım kızlar kapıdalardı onlar içeri girereken “Hoşgeliniz.” Dedim. Salona girdik beraber Elimle time Arzu’yu işaret ettim “Arzu kuzenim ve kendisi avukat.” Dedim, Çiçek’i gösterdim “Tanıyorsunuz zaten.” Dedim, Elçim’i işaret ettim “ Elçim, mitten lise arkadaşım.” Efsa’yı işaret ettim “Efsa, hakim kendisi.” Dedim, Burçak’ı gösterdim “Savaş fotorafçısı adını söylemiyorum Arda tanıtır.” Dedim. Sude ve Asel zaten bizdendi. Herkes gözlerini Arda’ya çevirdi Arda önündeki çaydan bir yudum aldı “Burçak, sevgilim.” Dedi, Herkesin gözleri açıldı “Sevgilin?” dedi Emir inanmaz bir tavırla. “Evet.” Dedi Burçak gururlu bir ifade ile. Emir ayağa kalktı “Hoş geldin yenge.” Dedi. Güldüm, Kızlar aralarda boş olan yerlere oturdular hep birlikte kahvaltı yapmaya başladık. Burçak Pars’a döndü “Bir sonraki görevinizde sizinle gelmek çekim yapmak istiyorum.” Dedi, Pars, elinde ki çatalı yerine bıraktı “Kaç yıldır savaş fotoğrafçılığı yapıyorsun? Nerelerde çekim yaptın?” dedi. Burça biraz düşüncü “Son iki yıldır savaş fotoğrafçısıyım. Önceleri normal fotoğrafçıyım. Dört kere çıktım, tam savaş değildi, kontrole giden askerle gitmiştim. Siz benim ilk çekim yaptığım savaşçılar olacaksınız.” Dedi. Pars yutkundu “Bizim görevlerimiz tehlikelidir, başlangıç seviyesi olarak yanlış bir tercihiz.” Dedi, Emre devam ettirdi “Ya korkarsan o zaman ne olacak geri dönemezsin.” Dedi, Selçuk fırsat vermeden ekledi “Dizilere benzemez askerlik daha çok filimlerin final savaş sahneleri vardır ya oraya benzer.” Güney ekledi “Hem sen neyimizi çekeceksin ki?” Dedi. Burçak bir süre duraksadı sonra “Tehlikeli olmasından yada ölmekten korkmuyorum açıkçası, sadece gelmek istiyorum. Asker filmi ya da dizisi izlemedim ama üç gün asker arkadaşımın yanında hastanede kaldım. Şuan bordo bereli adamlarla kahvaltı yapıyorum.” Dedi kendine güvenen bir sesle. Çağrı kendini tutamadı “Çok etkileyici konuştun, nereden buldun bu metni savaş fotoğrafçıları sözleri falan mı yazdın. Komutanlarım kibarlıklarından size nazik konuşuyorlar ben size şöyle anlatayım. Tak karşıya atacağım bombayı önünüze kol düşebilir.” Susturmaya çalıştık ama susmadı “Saçın rüzgarda taşın arkasından görünecek ya onu bile vuracaklar.” Dedi. En sonunda alp ağzını eli ile kapatarak susturdu. Hepimiz sustuk. Herkes elinde ki kaşığı çatalı bıraktı, Rüzgar, Çağrı’yı kolundan kaldırarak “Komutanım biz biraz hava alalım.” Dedi, Pars gözleri ile onayladı. Arda Burçak’ın elini sıkıca tutuyordu. Ulaş yerinden kalkarken Burçak’a döndü “Halen gelmeyi düşünüyor musun?” dedi. Herkes Burçak’a döndü. “Evet.” Dedi. Benim neden normal arkadaşım yok. Pars’ın telefonu çalınca hepimiz ona döndük. Telefonu açtı dinledi ve “Emredersiniz komutanım.” İle bitirdi. Ayağa kalkarken gözlerini bana çevirdi “Sende gelecek misin?” dedi, başımla onaylarken ayağa kalktı “Doktorum rapor yazmadı, yani gelebilirim.” Pars hafif yana eğilip Çiçek’e baktı. Çiçek başıyla onayladı. Pars hızlıca dışarı yöneldi, bizde peşinden çıktık. Araçlara bindik, karargah’a ilerlerken “Batur’un omzuna dokundum, başını bana çevirince gözlerimle Doruk’u gösterdim, otuz iki diş sırıtıyordu. “Aslanım.” Diye seslendi Doruk’a irkilerek döndü “Emredin komutanım.” Dedi, Batur net bir sesle “Göreve gidiyoruz.”dedi, Doruk gözleri ile onayladı. Yanımda Burçak oturuyordu. Omzunu başıma yasladı “Çok heyecanlıyım.” Dedi. Gülümseyerek onayladım. Karargah’a varınca o bizi bahçede beklemeye başladı, biz üstümüzü değiştirip kışlaya ilerlerken Pars harekat merkezine geçti, Kışlada silahlarımı hazırlamaya başladık, Burçak yanımıza geldi, kamerasını açtı, çekmeye başladı. Kimse umursamadı. Çağrı silahların bulunduğu dolaptan tabanca aldı. Burçak’ın önüne koyup dışarı çıktı. Bizde hazırlıklarımızı tamamlayıp yanına geçtik. Pars ve Albay Kemal’i görür görmez Ulaş “Dikkat.” Diye bağırdı. Hepimiz yerlerimize geçtik, Albay Kemal karşımıza geçti, yanda sırtında çantası elinde kamerası ile duran Burçak’ı gördü, başını tekrar bize çevirdi. “Tim komutanınıza gerekli tüm bilgi verildi, Kılıcınız keskin olsun. Allah yar ve yardımcınız olsun.” Dedi, hep bir ağızdan “Sağ ol.” Diye haykırdı, Pars bağırdı “Kor helikopter bin.” Dedi, Sırayla helikoptere bindik. En son Burçak’ı bindirdiler ve kalktık. Hepimiz sessizce Pars’a bakıyorduk. Pars kaskını düzeltti. “Köylerden birine saldırı yapılacağı haberi geldi onu korumakla görevliyiz, bizi köyün on beş kilometre ötesine bırakacaklar. Esem?” dedi, saate baktım “10. 36’da oradayız.” Dedim, başıyla onayladı “Her ihtimale karşı on gün oradayız.” Dedi, Ulaş gülümsedi “Valla?” Pars sert bir ifade ile baktı. “Emredersiniz komutanım.” Dedi Ulaş sert bir sesle. Helikopterden indik. Çağrı hızlıca haritayı açıp yere eğildi. Bende yanına eğildim. “Çayır yolu en uzun ama güvenli yol. Şerefsizlerin saklanabileceği bir ağaç bile yok.” Dedi, yola mesafeye baktım Pars’a döndüm “Kırk dakika.” Dedim, başıyla onayladı, “Kor çevre güvenliğini sağlayarak.” Dedi, İlerlemeye başladı, Çağrı haritasını kaldırınca beraber yürüdük. Telsizden, “Ezer, burada ne güzel piknik yapılır ha.” Dedi Ulaş gülerek. “He ya, bende onu düşünüyordum tam.” Dedi, Emre gülerek. “Tavuk yapacan burada.” Dedi Alp iştahlı bir sesle. “Kışında sucuk ekmek.” Dedi Doruk. “Kor sohbet güzel mi?” dedi Pars sert bir sesle. “Komutanım Ezerin çenesi açıldı artık susmaz.” Dedim gülerek. “Ayıp ediyorsun Kara.” Dedi Emre yalandan kırılmış bir sesle. “Komutanım saat altı yönü, beş yüz metrede parlayan bir şey var.” Dedi Arda. Pars eliyle işaret eder etmez, siper aldık. “Turan?” dedi Pars “ Tam görünmüyor.” Dedi öfkeyle. “Bera” diye ekledi. Batur ayağa kalktı koşmaya başladı karşıda ki taşa doğru. Silah ateşlendi, tam göğsünü hedef alarak sıkmıştı anlaşılan Batur’un az gerisinde on metre kadar ileriye saplandı kurşun. Batur taşın arkasına geçtiğinde. Ulaş sıktı. “Hedef infaz edildi komutanım.” Dedi yine o hiçte mütevazı çıkmayan sesiyle. “Dikkatli olun.” Dedi Pars yavaşça ayağa kalkarken. Sesiz adımlarla yürümeye başladık. Burçak kamerasında ki resmi Batur’a gösterdi, Batur’un arkasına yere saplanan kurşun henüz havadaydı fotoğrafta ve Batur hiç umursamadan koşmaya devam ediyordu. “Çok havalıydı” dedi, Burçak gülerek, “Gerekliydi.” Dedi, Batur Burçak’In yanından geçip giderken. Bizimkiler sevmedi savaş fotoğrafçılarını, Sevmezlerdi göz önünde olmayı, sürekli birinin onları izlemesi yetmiyormuş gibi fotoğraflıyordu onları. Onlarda daha gıcık oluyordu. Köye girdik, Bizim geldiğimizi görünce herkes panikle içeri girdi, kolumuzda ki al bayrağı görmemişlerdi bizi o şerefsizlerden sanmışlardı. Pars Doruk ve Alp’e döndü “Koruyun.” İkisi direk etrafa açıldılar. Geriye kalanlar silahlarımızı indirdik. Pars hafifçe ilk evin kapısını tıklattı, kapı aralandı Ege yaşlarda genç bir çocuk çıktı, Gözlerinde korku yoktu. Öfke vardı, ölümlerin öfkesi. Pars’ı süzerken gözü koluna takıldı “Türk müsün?” dedi, hafif heyecanlı bir sesle. Pars onayladı “Türküm.” Çocuk gülümseyerek dışarı çıktı “Türkler geldi.” Diye bağırdı. Sırayla bütün kapılar açıldı, Burçak kamerayı kaldırdığında Ulaş eliyle önünü kapattı “Bazı şeyler gizli kalmalı.” Dedi, gülümseyerek, Burçak onayladı, kamerayı indirdi, Çocuklar koşarak yanımıza geldi. Etrafımızda koşuştular. Emre hemen kızlardan birini kucağına aldı. Kızlara hep ayrı bir düşkünlüğü olmuştu. Yanıma yavaş adımlarla, maviş gözlü bir çocuk geldi. “Askersin sende.” Dedi, yanına eğildim “Evet.” Dedi, saçlarıma dokundu “Kadın askersin sen.” Dedi, tekrar onayladım “Çok güzel bir askersin.” Dedi, elimi çocuğun saçlarına uzattım, severken “Sende çok yakışlısın.” Dedi. Gülümsedi “Ben Türkay.” Dedi Memnun oldum manasında başımı eğdim “Esem.” Dedim. Koşup gitti, ayağa kalktı hafif kasmıştı karnım, karnımı tutarak kalktım. Timden kimse görmediğinden rahattım. Meydana doğru ilerlemeye başladık. Yaşlı bir amca yanımıza geldi, Pars’ı süzdü “Hoş geldin evlat.” Dedi, Pars elini uzattı “Hoş bulduk.” Dedi, konuşmaya başladılar, köşede bizi izleyen kızların yanına ilerledim. Genceciklerdi, yeni başlayan hayatlardı. Burçak’ta peşimden geldi. Kızlarla tokalaşırken “Esem.” Dedim sırayla “Fatma”, “Ayşe” ve “Zeynep.” Dediler. Başımla onayladım, Burçak elini uzattı “Burçak.” Dedi. Fatma’nın gözleri şaşkınlıkla kısıldı “Buğday olan.” Dedi, istemsizce güldüm. Burçakta güldü “Öylede denebilir.” Zeynep evin kapısını açtı “İçeri buyurun.” Başımı hayır manasında salladım. “Burçak sen istersen geç, ben biraz daha buraydım.” Dedim, içeri girerken bana döndü “Gel ama.” Tamam manasında başımı salladım. Hızlı adımlarla Güney’in yanına ilerledim, çocuklarla oynayan Rüzgar ve Çağrı’yı izliyordu. Beni görünce gülümsedi “Çok arada kaldım hangileri çocuk sizce?” gülerek cevapladım “Rüzgar ve Çağrı gibi.” Dedi, o sırada çocuklara gol attıkları için seviyorlardı, ikimizde gülen bir ifade ile hareketlerini yadırgadık. Diğer köşede de Emre ve Selçuk kızların saçlarını örüyorlardı. |
0% |